Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kahraman - Kısım 3
Otuz-kırk arası siyah giyimli adam ormandan dışarı fırladı. Sırtları
ormana bakarak, yarı dairesel bir şekilde dizilmiş, geride kalan yalnız
savaşçıya bakıyorlardı.
“Bu bariyer senin işin mi?” Görünüşe göre ekibin komutanı
olan adam konuşmuştu.
“Öyle.” diye onayladı Nell. “Bir sürü büyü koyarak yaptığım
bir bariyer ve kırmak için fazla serttir. Eğer yeterince uzağa giderseniz
etrafından dolanacak bir yol bulabileceğinizden eminim, ama siz bunu yapana
kadar diğerleri çoktan kaçacaktır. Eğer duvarın yolunuzdan çekilmesini
istiyorsanız, beni öldürmek zorunda kalacaksınız. “Pekâlâ, eğer bunu yapmamız
gerekiyorsa, yapacağız.” diye mırıldandı komutan. Konuşma şekli öyle normaldi
ki, rahatsız ediciydi; sesinden soğukluk geliyordu. “Beyler, kızı duydunuz.
Öldürün onu.”
Her bir ifrit yerden sıçradı ve hücuma geçti.
Ve aynısını Nell de yaptı.
Ona ulaşmaları için beklemekle uğraşmamıştı.
Düşmanlarına doğrudan hücum ederken, boğazının
derinliklerinden bir savaş çığlığı yükseldi. Gördüğü ilk adama saldırdı ve tam
onun yanından geçerken kılıcını vücudunun içinden geçirdi; canını aldığı adama
dönüp bakmamıştı bile.
İkinci hedefi, birimin komutanıydı. Eşsiz yeteneklerinden
biri olan İvmelenme, doğrudan komutana doğru ilerlerken harekete geçti ve
silahını yanına saplamıştı. Saldırısı, bir top güllesinin hızı ve gücüne
sahipti. Ve buna rağmen, bir şekilde ölümcül olmamıştı. Komutan belini
döndürerek, öldürülmekten kurtulacak kadar uzaklaşabilmişti.
Yardım hemen gelmişti. Kılıcını savurmayı bitirdiği anda,
bir ok dalgası Nell’e doğru uçmaya başlamıştı. Savunmak ya da okların saplanması
dışında başka bir seçeneği yoktu.
“Düşmanlarımı delip geç! Kutsal Ok!”
Gelen her bir oktan hızlıca kaçınarak kurtulduktan sonra
aynı şekilde karşılık verdi ve birkaç düzine ışık oku yolladı. Düşmanlarının
aksine Nell hedefi tam tutturmuştu. Birkaç okçu, bulundukları yerde,
vücutlarına saplanan parıldayan ışık kazıkları ile öldü.
Cübbeli tipler silahlarını çekerken, suikast için
tasarlanmış hançerler, kola takılan kılıçlar ve diğer silahlar tamamen ortaya
çıkmıştı. Hepsi, tekrar ona hücuma geçmişti. Ve hepsi, yine başarısız olmuştu.
“Gizlen! Örtü Bariyeri!”
Geceden bile kara bir örtü yarattı ve kendini düşmanlarından
gizledi.
Tecrübeli katiller olduklarından, siyah giyen adamlar
Nell’in bulunduğu yeri hemen terk etmediğini biliyordu. Bariyerin etkilerini
bilmiyorlardı, ama hala içinde olduğunu biliyorlardı. İşte bu yüzden, bir anlık
bile tereddüt etmeden kılıçlarını doğrudan karanlığın içine daldırdılar.
Ancak kılıçları hiçbir şeye isabet etmemişti.
Yanlış tahmin etmiş olduklarından değildi. İç güdüleri
isabetliydi. Nell hala bariyerin içindeydi. Varlık eksenini yavaş yavaş terk
etmemiş ya da kendini başka bir yere taşımamıştı. Sadece eğilmişti.
Dizlerini büktü ve saldırılarından kaçmak için kendini
olabildiğince yere çektikten sonra her bir adamın gövdesini hedef alan, döner
bir saldırı ile karşılık vermişti. Yüzü taze kan örtüsüyle boyanırken,
kılıcının eti doğrama hissi kolundan yukarı ilerlemişti--onun gözünde pek bir
anlamı olduğundan değil tabii. Yine de öldürdüğü adamlara çok fazla bakmamaya
çalışıyordu. Arkasında İvmelenme yeteneğinin gücüyle yerden sıçradı ve savaşın
başından beri gözleri üzerinde olan adama doğru kendini fırlattı: düşman
komutanına.
Kısa saçlı kılıç ustası, grubun başını halletmenin zafer
için tek şansı olduğunu biliyordu. Kuvvetli bir güçtü. İnkar edilemeyecek kadar
kuvvetli bir güçtü. Ama onlar sayıca fazlaydı ve Nell ise tek başınaydı. Eğer
koordineli bir şekilde çalışmaya devam ederlerse, sayılarını azaltmasının
imkanı yoktu. Zafer için tek fırsat, sahip olduğu tek şans kırıntısı emir
komuta zincirlerini bozmak ve sebep olacağı kaostan yararlanmaktı.
Ne yazık ki bu gerçekleşmeyecekti. Komutan onun oyununu
çoktan görmüş ve kurtulmuştu. İkinci kez işe yaramayacaktı. Hançerini kaldırdı
ve her ne kadar ani bir hız patlamasıyla yapılmış olsa da Nell’in saldırısını
mükemmel bir şekilde savuşturdu. İstifini bozmadan, daha güçlü, daha sağlam bir
darbe indirmek için bir adım ileri attı. Ama yapamadı. Kahramanın doğal alarmı
aniden çalmaya başladığı için iç güdülerini dinledi ve boynunu zamanında
çevirerek tam arkasından gelen bir oku savuşturdu.
Hedefi, ani savuşturmasından dolayı ortaya çıkan açığı
kaçırmamıştı. Malumdan kaçınmak için elinden geleni yapmış olmasına rağmen,
hançerini savuran adam omzuna bir sıyrık atmayı başarmıştı. Derin bir yara
değildi. Hiç derin değildi, ama yine de bir yaraydı. Nell acı içinde yüzünü
buruşturdu ve geri çekilirken, okun geldiği yöne doğru kısa bir bakış attı.
Kestiği adamlardan biri hayatta kalmıştı. Yerde yatıyor ve
hızla kan kaybediyordu. Ölecekti. Kesinlikle. Ama yine de bir tehditti. Koluna
sabitlenmiş minyatür bir arbalet ona nişan almıştı ve eğer Nell onu bir böcek
gibi ezmezse arka arkaya ok göndermeye devam edecekti--bunu yapmaya önceden
şansı olmamıştı.
“Mesafenizi koruyun! Menzilinin dışında kalın!”
Düşmanları, hızlıca patronlarının sözüne uydu. Geri
çekildiler, yaylarını çıkardılar ve aynı anda oklarını fırlattılar.
Nell denemişti. Elinden geldiği kadar uğraşmıştı. Gelen
oklardan kaçmak için yuvarlanmış, sıyrılmış ya da kesmişti. Ama çok fazlalardı.
Her bir oku engellemesi imkansızdı. Birkaç ok zırhını delmiş ve etine
saplanmıştı.
Acı, sinir sisteminde yayılıyordu.
Attığı acı dolu çığlık hemen bir savaş çığlığına dönüşmüştü;
zayıflık gösteremeyeceğini bildiği için, acıya dayandı ve doğrudan, ona
saldıran sinir bozucu okçulara doğru hücuma geçti.
Doğal olarak, hemen geri çekilerek tepki verdiler. Ama
hızına yetişememişlerdi. Ölüme mahkumlardı. Nell, bir grubun içine daldı ve
mükemmel bir akıcılıkta birbirini izleyen bir dizi ölümcül darbe indirmişti.
Ancak bir başka yaylım ateşine maruz kalınca akan saldırısını kesmişti.
Saldırının yolundan çekildi, kılıcını merkezledi ve koca yaylım ateşini
arkasında bırakarak kavgaya hazırlandı.
“Tüm gücünüz bu kadar mı?” diye güldü. “Beni öldürmek
istiyorsanız, bundan daha fazla adama ihtiyacınız var!” Düşmanları etrafında
yarım daire oluşturmuştu, ama Nell yine de cesurca gülümsüyordu.
“Pekala... ısrar ediyorsan.”
Komutanın tepkisi bir işaret görevi görmüştü. Düşmanın
destek kuvvetleri ormandan dışarı akın akın çıkıyor ve Nell’in etrafında
yerlerini alıyorlardı. Sayıları karşılaşmanın başından daha da fazla olmuştu.
Çok sayıda siyah giyen adam etrafında toplanmıştı ki, saymaya başlamak bile
istememişti.
“Seni öylece bırakmak büyük bir risk olur. Çok tehlikelisin,
kanat taşıyıcı dediklerimizden daha da endişe vericisin. Senin gibi tehditler...
etkisiz hale getirilmeli.” dedi komutan, soğuk, duygusuz bir tonda. Gözleri
kısık, bakışları deliciydi. Nell’e göre, sanki gerçek özünü tartıyor ve
potansiyelini görmeye çalışıyor gibi hissetmişti. “Burası öleceğin yer olacak.”
Sözleri, Nell’in hareketlerini düşünmesine sebep olmuştu.
Çok fazla konuşmuştu ve bunu kanıyla ödeyecekti. Yüzümde yarım bir gülümseme
oluştu. Şu anki durumunun kaçınılmaz olduğunu bilse de, istemeden, kısmen
bunlardan kendini sorumlu görüyordu.
***
Savaş çoktan saatler sürmüştü. Gerçekten saatler sürmüştü.
Gece çoktan bitmiş ve güneş çoktan yükselmeye başlamıştı.
Nell’in vücudu, bir kurşun gibi hissiz ve ağırdı. Hiçbir
uzvu artık onu dinlemiyordu. Ne kadar zorlarsa zorlasın, istediği şekilde
hareket etmiyorlardı. Sırayla, dalga dalga saldıran rakiplerinin aksine o,
dinlenecek ya da bir şeyler yiyebilecek bir anı bile yoktu. Karnı öyle
acıkmıştı ki, başı dönüyor gibi ve boğazı öyle kuruydu ki, nefes alırken derisi
çatlıyormuş gibi hissediyordu.
Daha da kötüsü, çok fazla kan kaybetmişti. Çok fazla. Hayati
sıvısı vücudunun her yerini çok sayıda çizikten yavaş yavaş akarken, kuvveti de
yavaşça çekiliyordu. Omzuna ve yan taraflarına gömülü olan oklar da işini hiç
kolaylaştırmıyordu.
Manası da çoktan dibi görmüştü. Durandal’ın kendi mana
deposu olduğundan sadece ara sıra büyü yapabiliyordu. Ne kadar tersini istese de
yakında biteceğini biliyordu. Kutsal kılıcının manası yakında bitecekti ve
yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Tabii ki, son büyü kırıntısı bittiği anda bariyeri de
kaybolmuştu. İşte bu yüzden savaşırken ormana doğru geri çekilmeye başlamıştı.
Neyse ki düşmanları, kaçmalarına yardım ettikleri yerine onunla uğraşmayı
seçmişti. Komutan, uzun vadede Nell’in daha büyük bir tehdit olduğu sonucuna
vardıktan sonra, tüm kaynaklarını inatla onu kovalamaya adamıştı.
Teknik olarak bakıldığında Nell başarılı olmuştu. Dostları
ve yanlarındaki mülteciler, siyah giyen adamlardan saatlerce uzaktaydı. Hepsi,
onun çabaları sayesinde olmuştu. Gerçi, işler onun için, diğerleri kadar iyi
gitmiyordu. İfritler onu köşeye sıkıştırmıştı. Açıkçası, batırmıştı.
Bütün taktiklerini çözmüşlerdi. Çalılıklarda sürünmüş, ağır
ağır çamurda ilerlemiş ve düşmanlarını örtü ve illüzyon bariyerleriyle başından
atmıştı. Ve elindekileri tüketirken, düşmanlarının uzman olduğunu fark etmişti.
Onu izlemedeki yetkinlikleri, takiplerinde onlara yardım eden birtakım
yeteneklere sahip olduklarını gösteriyordu. Kaçamazdı. Ne yaparsa yapsın işe
yaramazdı. Onu her zaman bulacak, onunla çatışmaya girecek ve geriye kalan en
ufak dayanma gücünü de yiyip bitireceklerdi. Daha fazla dayanamayacağını
biliyordu. Vücudu sınırlarına ulaşmıştı.
Nell çoktan, kılıcını kaç kere savurduğunu unutmuştu. Ne ne
kadar adam öldürdüğünü biliyordu ne de ne kadar zaman kazandığını
hatırlayabiliyordu--önemli de değildi. Bulunduğu kötü durumda sayıları bilmenin
pek bir şey değiştirmezdi. Ama aynısı, bölgeyi bilmek hakkında söylenemezdi.
Çünkü kahraman, kısa süre sonra kendini sadece çimenlik bir
araziye bakarken bulmuştu.
Kendini düşmanlarından gizlemek için kullandığı ağaçlar
görüş açısından kaybolmuştu. Ormanın sonuna ulaşmıştı. Tutuştukları uzun
kedi-fare oyunu, kısa süre içinde sona erecekti.
“Bize çok fazla zaman kaybettirdiğin kesin.”
Arkasını dönen Nell kendini, düşman komutanına; adamlarına,
onda travma yaratacak noktaya kadar onu kovalamalarını emreden adama bakarken
bulmuştu. Onu gördüğü anda kılıcıyla pozisyonunu almıştı, ama çok geçti. Siyah
giyen adamlardan biri, Nell daha silahını hazırlayamadan karnına bir darbe
indirmişti.
Sağlam, bilincini bulandıracak kadar kötü acıtan bir
darbeydi. Kendine gelemeden bir darbe daha aldı. Hala yerde yatarken, ikinci
bir adam ona doğru koşup elindeki kutsal kılıca bir tekme atmıştı. Normal
şartlar altında böyle bir şeyin olmasına asla izin vermezdi, ama artık tamamen
tükendiği için, kılıcını iyice kavrayacak kadar kuvvet ya da dayanma gücü
yoktu.
Kılıçla işini bitirmek yerine ifritler, bu saldırıyı,
Nell’in boş ellerini kavrayıp sert bir şekilde arkasına doğru çekerek devam
ettirmişti. Sonra onu tekmeleyerek dizlerinin üzerine düşürmüş ve komutanlarına
onu sunarken, zorla onu eğmişlerdi.
“Durun tahmin edeyim...” dedi Nell, zor nefes alıp vererek.
Eğer görünüşle birini öldürebiliyor olsaydınız, onunkisi düşman liderinin işini
anında bitirirdi. “Beni döveceksiniz... ve elinizden geldiği kadar beni perişan
hale getirdikten... sonra yoldaşlarımın önünde beni öldüreceksiniz... Sadece
ibret olsun diye.”
“Pekala, canını yakacağımız kesin. Başımıza bir sürü dert
açtığın için bana kalırsa bu gayet adil. Seni öldürmeye gelince. O konuda başka
planlarım var.” dedi komutan. “Seni bu kadar uzun süre kovalamak bende
biraz...fikir değişikliğine sebep oldu. Anlayacağın, senin gibi kadınları
severim.”
“Ama ben senin gibi erkeklerden nefret ederim.” dedi Nell.
Adam, Nell’in ona ettiği hakareti umursamamıştı. Hatta
Nell’in ona karşı koyması, yüzünde olabilecek en sapkın gülümsemeyle onun önüne
çökmesine sebep olmuştu.
“Evet, evet, işte bu! Bu değişmez tutum! Bu kırılmaz azim!”
dedi, heyecanlı bir şekilde. “Seni köşküme götürmek ve seni... yeniden eğitmek
için sabırsızlanıyorum. İstediğin kadar karşı koyabilirsin. Bu hiçbir şeyi
değiştirmeyecek. Öğretilerimi vücuduna zorla sokacağım. Ve sonra, kısa süre
sonra, seni kıracağım. Kalçalarını sallayarak, farkında olmadan istediğim şey
için bana yalvaracaksın.”
Adam parmaklarıyla nazikçe yanağını okşayınca, Nell’in
tüyleri ürpermişti. Sanki bir böcek tarafından okşanmış gibi hissediyordu;
parmakları daha çok dokunaç gibiydi. Kati bir iğrenme hissi sebebiyle,
yenilenmiş canlı bir bakışla ona dik dik baktı.
“Ayrıca, çok fazla adamımı öldürdün. İyi bir savaşçı olduğunu
görebiliyorum. Bu yeteneğin boşa gitmesi, ziyankarlık olur, sence de öyle değil
mi?” diye sordu. “Pekala, ne diyorsun? Bacaklarını açıp kuyruğunu sallarsan,
heyecanlı bir hayat yaşamana izin veririm.”
Komutan Nell’in çenesini kavradı ve onu yavaşça, tam
gözlerine bakacak şekilde kaldırdı. Neredeyse bir refleks gibi ağzını açıp
reddettiğini bağırarak söylemek üzereydi, ama bunu yapmadan kendini tutmuştu.
Sözlerini yuttu, duygularını susturdu ve sakin, normal bir tonda konuşmaya
başladı.
“Eğer evet dersem... arkadaşlarımı serbest bırakacak
mısınız?”
“Evet, tabii ki bırakacağım.” Adamın yüzünde sahtekar bir
gülümseme belirdikten sonra, yalan söylediği bariz belli olan bir ses tonuyla
konuşmasına devam etti. “Onların başına ne geldiğini artık umursamıyorum. Tek
umurumda olan sensin evet de ve onların peşini bırakayım.”
“Anladım...”
Kahraman, derin bir düşünmenin ortasında olduğunu gösteren
bir şekilde dudaklarını bükmüştü. Artık direnmeyi düşünmediğini göstermek için,
kaslarını germeyi bırakmıştı.
Doğal olarak yanında dikilen adam da kendini bırakmıştı;
kollarını tutan elleri gevşemişti.
Bunu yutmuştu. Hepsi bunu yutmuştu.
İfritlerin gardını düşürdüğü an, harekete geçtiği andı.
Kollarını zorla serbest bıraktı ve belinde asılı olan kılıcı çekti. İlk hedefi
komutandı. Kılıcı, doğrudan çenesinde olan elini delip geçmiş ve bileğini temiz
bir şekilde kesmişti.
Ardından, onu yerde tutması gereken kişiye saldırmıştı.
Geriye kaçmaya yetecek kadar enerji toplamasına izin vermeden iki kolunu da
kesmişti. Sağ elindeki silah Durandal değildi. O, yedek silahı Kameri
Tomurcuk’tu. O’nun verdiği hançer. Kılıcı ona verdiği andan itibaren yanında
taşıyordu. O zamanlar Nell, hançerler ve kullanımları hakkında çok az şey
biliyordu. Ama şimdi, işler tamamen farklıydı. Hançere değer olduğundan emin
olmak adına kendini yoğun eğitimlerden geçirmişti. Kahraman sadece hançer
ustalığı yeteneğini almamış, ayrıca yaklaşık bir ay içinde onu üçüncü seviyeye
kadar çıkarmıştı.
Hançerdeki yetkinliği, duruşundan anlaşılabiliyordu. Bıçağı
ters kavraması, özgüvenle dolup taşıyordu.
“Reddediyorum! Senin gibilere katılmak yerine son nefesime
kadar savaşmayı yeğlerim!” Komutan yoldaşlarının peşinden gitmeyeceğinin sözünü
vermiş olsa da ona güvenilmeyeceğini biliyordu. Anlaşmalarına uyma ihtimali,
elinde kalem olan bir maymunun yanlışlıkla ünlü bir edebi eser üretmesinden
daha düşük bir ihtimaldi.
Dostlarının şansını fazladan bir anlık bile olsa artıracağı
umuduyla, bir süreliğine onun oyununa ortak olmuştu.
“Pekala! O zaman ölürken seçimlerine hayıflan!” diye bağırdı
komutan. “Yakalayın onu! Neye mal olursa olsun! Kaçmasına ve kolay bir ölümle
kurtulmasına izin vermeyin. Acıyı, ıstırabı ve aşağılanmayı hissettirin! Kanını
çekip onu bir cesede çevirirken, vücuduna utancın ne anlama geldiğini kazıyın!”
Adamın bileğini tedavi ederken diğerlerine emirler
yağdırmasını izleyen Nell’e, kötü bir şeyler olacağına dair bir his hücum
etmişti. Muhtemelen ölecekti. Uzunca bir süredir ölümün eşiğindeydi, ama şimdi,
nihayet gerçekten olacaktı. İç karartan bir düşünceydi. Ama Nell pes etmedi.
Eğer kendini feda etmesi, arkadaşlarına güvenli bir seyahat sağlayacaksa,
kendini ölene kadar memnuniyetle zorlardı.
Kahverengi saçlı kılıç ustası, bir kahramana denk değildi.
Sadece, kendini rolüne fazla kaptırmış sıradan bir kızdı, ve sergileyeceği
kahramanlığın gerektirdiği tecrübeye sahip değildi. Yine de memnundu. Çünkü son
görevi, onu nihayet unvanına layık biri yapacaktı.
Yuki’yi tekrar görmek için hiç şans bulamadığı için talihsiz
olsa da O’nun kendi yerini alabileceğini biliyordu. Onun yerine herkesi
koruyabileceğini biliyordu. Onun aksine Yuki, bunu koşulsuz bir şekilde
başarırdı.
Etrafında olan onca şeye rağmen her zaman soğukkanlı,
umursamaz görünürdü. Yine de, ihtiyacı olanlara yardım etmek için bütün
enerjisini harcardı. En çok ihtiyacı olanlara ulaşır ve hiç beklemedikleri bir
yardımla onları şaşırtırdı.
Onu düşünmek, onu hatırlamak, yüzüne gülümseme getirmişti.
Düşmanları yaklaşıyordu. Etrafına bakınca, içinde bir duygu
karmaşasının büyümesine sebep olmuştu.
Korku.
Istırap.
Kaygı.
Endişe.
Öfke.
Keder.
Ve önlenemez, düşmanlarını ezme isteği.
Yine, yaklaştılar.
O yüzden Nell bağırdı. Kendini son yüzleşmesine hazırlarken,
içinde biriken tüm duyguları ifade etmek için avazı çıktığı kadar bağırmıştı.
Asla gerçekleşmeyecek bir yüzleşmeydi.
Havadan bir şey yaklaştı. İnanılmaz bir hızla havayı yarmış
ve çimenli düzlüğe inerken toprağın titremesine sebep olmuştu. Güçlü bir şok
dalgası yayıldı; yüksek hızla inişinin kuvveti, devasa bir toz bulutu
oluşturmuştu. Refleks olarak kollarını kaldırarak yüzünü korumuştu.
Ona yaklaşan adamlar da aynı şekilde, gözlerini tozdan
korumuştu. Ama şok dalgasına direnmeyi başaramamışlardı. Çarpmanın etkisi
onları havaya fırlayıp yuvarlanmalarına sebep olmuştu.
Kollarının arasındaki boşluktan baktığında, toz bulutunun
içinde insana benzeyen bir siluet olduğunu fark etmişti.
“Hey Nell. Naber?” Tanıdık bir ses tarafından karşılanmıştı.
Duymak için can attığı bir sesti. Ölüm döşeğindeyken düşüncelerini meşgul eden
adama ait olan bir sesti.
Toz bulutu dağıldığında, kulaklarının ona söylediği şeyi
gözleri de doğrulamıştı.
Nihayet onun için gelmişti
“Tanrım. Çok geç kaldın!” Sesi içten duygularla dolu bir
şekilde ona söylenirken gözleri dolmuş ve dudakları büzülmüştü.