Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

23 Haziran 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1374 Görüntülenme
Bu bölümü 38 Kişi beğendi.
Cilt 14

Gazap

Ohh. Of dostum, çok yakındı. Görünüşe göre tam zamanında gelmişim.

 

“Vay canına, kesinlikle canına okumuşlar gibi görünüyorsun. Kahramanlık işi için biçilmiş kaftan olduğunu cidden düşünüyor musun?

“Ah, kapa çeneni!” diye somurttu Nell. “Elimden geleni yaptım... Daha ne istiyorsun...?”

 

Kahraman berbat durumdaydı. Nefesi hırıltılı geliyordu; omuzları her konuştuğunda yükseliyordu. Kıyafetleri perişandı. Her yeri parçalanmış ve vücut sıvısına bulanmıştı. Vücudunun her yerinde çamur görmek mümkündü. Ve bazı yerlerine birkaç tane ok da saplanmıştı. Biri omzundaydı. Diğeri midesinin yan tarafından girmişti. Tek bir bakış, kendini çok büyük bir boğuşmanın içinde bulduğunu anlamama yetiyordu. Onu analiz ettiğimde haklı olduğumu görmüştüm. Sağlığı iki hanelere inmiş, manası da dibine kadar tükenmişti. Mana göstergesinde kalmış tek pikseli görmek için cidden gözümü kısmam gerekmişti.

 

Yaşlı kahyayla olan maçım bugün için ayarlanmış son maçım olduğundan, fazla sorun olmadan gizlice çıkıp, uçabilmiştim. Uçuşum, tabii ki ağırlıkla Entor kullanımı içeriyordu. [1] Yani. Enne’in kendi manası az çok bittiği için, işlemin her iki kısmının kontrolünü kendim ele almıştım. Öff, bu çok can yakmıştı. Neredeyse milyon kez kaza yapmıştım.

 

Uğraşlarım da hesaba katıldığında, yol göstericim olarak görev görecek küreye ve varış noktasına ulaşmak bir saatten kısa sürmüştü. Enne ve ben henüz ses bariyerini aşmak gibi harika şeyler yapamıyor olsak da, yine de hala çok hızlıydık.

 

Vardığımda Nell’i görmeyi bekliyordum, ama anlaşılan o ki, o orada değildi. Onun yerine kendimi, perişan haldeki bir grup erkek ve kadının arasında bulmuştum. Onları gördüğümde aklıma ilk gelen şey, onların muhtemelen mülteci olduklarıydı. Yanlarında herhangi bir valiz olmaması, sanki bir savaş bölgesinden ya da bir tür felaketten henüz kaçmış gibi görünmelerine sebep oluyordu. Grup çoğunlukla, hemen hemen iki ayaklı kuşa benzeyen bir tür iblis türü olan “kanat taşıyıcıları”ndan oluşuyordu.

 

Grubun içindeki iki insandan biri, iner inmez doğrudan bana doğru koştu. Her ne kadar aradığım kız olmasa da, en azından tanıdığım birisiydi. Herhangi bir formaliteyle uğraşmadı. Nell’in büyücü arkadaşı hemen benden yardım istemeye başladı. Aah şey, hooov. Bir dakika, bu sessiz bir kız değil miydi? Böyle davranıyorsa işler bayağı boktan durumda olmalı.

 

Paniği bulaşıcıydı. Bana işaret ettiği yöne aceleyle ilerlerken kendimi bir aciliyet hissinin içinde bulmuştum. Nell’e ulaşmak için yapmam gereken sadece haritamı izlemekti. Yeterince yaklaşınca haritada görünmüştü ve görünüşe göre durumu da beklediğim kadar kötüydü. Tepeden tırnağa siyah kıyafetler giymiş düşmanlar tarafından etrafı sarılmıştı. İfritlerdi ve birkaç kez benim de ajanlarıyla uğraşmışlığım vardı. Ve işte girişimi burada yapmıştım.

 

Her ne kadar sözde son derece iyi eğitilmiş özel kuvvetlerin bir parçası olsalar da ifritler geri zekalılardı. Ani, beklenmedik değişimler karşısında nasıl davranmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Mekana gelişim, onları hareket edemeyecek kadar aptallaştırmıştı. Hatta, duruma uymada öyle yavaşlardı ki, hala Nell’le konuşuyor olmama rağmen, tamamen yerlerine çakılı kalmışlardı.

 

Nell birkaç cümleden sonra sendelemeye başladı. Tüm gerginliği vücudundan ayrıldı ve bununla birlikte kalan kuvveti de gitti. Öne doğru yığılmaya başladı.

 

“Hey! Dikkatli ol.” dedim, onu yakalayarak. “Dostum, seni fena hırpalamışlar. Beni cidden daha erken çağırmalıydın.”

“Üzgünüm.” dedi, suçlu bir şekilde. “Anlarsın ya, şey... Gerçek şu ki... sanırım biz... bize verdiğin... iki küreyi de yanlışlıkla kırmış olabiliriz...”

“Bir dakika. Ne? O zaman beni nasıl çağırdınız?”

“Ronia muhtemelen... bir tanesini... o böyle şeylerde iyidir...”

 

Ronia... Ronia... Ronia kimdi lan? Ah! Büyücü kızdan bahsediyor olmalı. Bir dakika. Bir küreyi TAMİR mi etti? Vay anasını. Zekaya bak.

 

“S-sen de ki--”

” Kapa çeneni. Seninle konuşan yok.”

 

Ahmak geri zekalılardan biri, nihayet yeni bir rakibin savaş alanına dahil olduğu gerçeğini anlayabilmişti. Sesini çıkarıp beni sorgulamaya kalkmıştı. Açıkçası ne istediğini pek umursamadığımdan bakışımla sözünü kestim. Kafası bunu anlayacak kadar çalışmadığından, daha fazla araya girilmemesi için jet akımlarından bir bariyer yaptım.

 

“Seni iyileştirebilirim, ama muhtemelen önce şu oklardan kurtulmamız gerekiyor. Muhtemelen canın yanacak, ama dişini sıkıp buna dayanmak zorundasın.” dedim.

 

Çok etkili olmasından dolayı tam sağlık iksiri olarak adlandırılmış yüksek seviye iksirlerden yanımda vardı, ama o kadar da kudretli değillerdi. Yaraları kesinlikle iyileşecekti, ama eğer vücudunun içinde bir şeyler varsa, onun etrafından iyileşecekti, yani eski haline getirmeden önce vücudunun içinde bulunan yabancı maddeleri çıkarmamız gerekiyordu.

 

“Tamam.” dedi.

 

Rızasını alır almaz, hala vücudunda saplanmış duran iki tane cisme baktım. Onlar ok parçalarıydı, yani içeride saplı kalmalarını istemiyorsam, onları sadece kaba kuvvetle çıkarmaya çalışamazdım. Gerçi, çok da derinde değillerdi. Ok başlarını etinin dışında görebileceğim kadar derindelerdi. Muhtemelen öteki taraftan çıkarmamıza gerek yoktu.

 

Onu yere yatırdım, ilk ahşap okun arka kısmını kırdım ve gövdesini kavradım. “Pekala, başlıyorum.”

 

Kısa bir uyarı yaptıktan sonra, çabuk bir hareketle bütün olarak yerinden çıkardım. Yaradan kan fışkırmaya başladı. Birazı yüzüme, daha doğrusu yüzümdeki maskeye sıçramıştı.

 

“Ah...” biraz yüzünü ekşitmişti, ama hemen ardından gülüp geçmişti. Soğuk terler içinde olmasına rağmen, gülümsemesi yerindeydi. “Dur bakalım... Hala bir maske mi takıyorsun...? Ve bu sefer saçının... rengini bile değiştirmişsin... Lefi’ninkine benzemiş...”

“Aynen, bayağı havalı değil mi? Eğer istersen haberim olsun. Birkaç tane yedeğim var.”

“Biliyor musun...? Sanırım... Bir tane alabilirim.”

“Vay be, biri fikrini değiştirmiş galiba. Başkentteyken maske istemediğini söylediğine yemin edebilirim.” dedim, vücudundan bir ok daha çıkarırken.

“Aaah...!” diye inledi. “Söylediğimi biliyorum... ama bu maske fikri... hoşuma gitmeye başladı...  Birkaç kere daha bakınca... her şeye rağmen biraz... havalı olduklarını düşünmeye başladım...”

“Vay, vay, vay, şuna bakar mısınız? Sersem Nell, nihayet maskelerdeki güzelliği anlamaya başlamış.” dedim pis pis sırıtarak. “Bir maske geliyor.”

 

Envanterime uzandım ve hem bir maske hem de bir iksir aldım. Maskeyi tepesine yerleştirdikten sonra başına doğru uzandım ve maskeyi kafasına yerleştirdim.

 

“Al bakalım. Ah, ve hazır envanter işine girmişken sana bir de iksir aldım. Hepsini içtiğinden emin ol, ama dikkatli ve yavaşça iç. Hiç dökme, tamam mı?” Bunu söyledikten sonra iksiri dudaklarına yaklaştırdım ve yavaşça ağzına dökmeye başladım.

 

İksirin etkisi çabuktu. Yaraları göz açıp kapayıncaya kadar kaybolmaya başlamıştı. Tamamen eski haline gelmesi birkaç saniye sürmüştü. Vücudunu kaplayan kesikler kaybolurken, derisi de her zamanki yumuşak, elastik haline geri dönmüştü. Can çubuğunun dolmasını izledikten sonra, nihayet rahat bir nefes alabilmiştim.

 

“Pekâlâ. Şimdi iyi olmalısın.”

“Tamam... o zaman... savaşa geri döneceğim...”

“Hey, hey, yok ya. Ani evet, iksir seni ayağı kaldırır ama, kaybettiğin bütün enerjiyi geri getirmez.” derken Nell’in alnına hafifçe vurdum. “Zaten yeterince şey yapmışsın. Sadece gözlerini kapa, arkana yaslan ve rahatla. Ben hallederim. Bu şerefsizleri dert etme. Ve arkadaşlarını da öyle. Her şey kontrolüm altında.” Omzumu silkerken her zamanki ses tonumda konuşmuştum. Rahatlamasını kolaylaştırmak için, benim için sıradan bir şeymiş gibi boş boş konuşuyordum.

“Hıhı... Sağ ol Yuki.. Seni... S....” öyle yorgundu ki, cümlesinin ortasında uyuya kalmıştı. Rüyalar alemine süzülürken gözleri kapanmış, nefes alıp vermesi yavaşlamış ve vücudu rahatlamıştı. Vay be. Deli gibi yorulmuş olmalı.

 

Tekrar envanterimi açtım ve kullanıcısını zindana ışınlamaya yarayan bir büyü ile efsunlanmış bir kolye aldım. Acil durumlar için sakladığım kolyeydi. Boynunun etrafına doladım, kendi manamı içinden geçirdim ve içine gömülü olan büyü halkasını aktifleştirdim. Vücudu yavaş yavaş silinmeye başladı. Yarı saydam bir hale geldikten sonra, tamamen kaybolmuştu. Asıl taht odasında uyandığında muhtemelen kafası deli gibi karışmış olacaktı. Planlarını bozduğum için, bundan pek de hoşnut olmayacağı da ihtimal dahilindeydi. Eh n’ apalım, benim sorunum değil. Ayrıca, bu kadar şeyden sonra muhtemelen tatile ihtiyacı olacaktı zaten, o yüzden ciddi bir zararı olmayacaktı, planlarını bozmuş olsam bile.

 

“Üzgünüm Enne ama, bir süre envanterimde arkana yaslanıp dinlenmeye ne dersin?”

“Tamam.” Kılıç kızın neyin peşinde olduğumu gayet iyi biliyordu. Her ne kadar depoda tutulmaktan kaçınıyor olsa da tereddüt namına hiçbir şey yapmadan, başla onaylamanın telepatik versiyonunu yapmıştı. Sağ ol Enne. İyi bir çocuksun, biliyor musun?

 

Onu envantere koyduktan sonra yerden kalktım, derin bir nefes aldım ve Nell’le beni, ona saldıran ifritlerden ayıran su tabanlı büyüyü bir elimi yana kaydırarak bozdum.

 

Bakışlarımı kaldırdığımda, ifritlerin kılıçlarını çekmiş ve tetikte olduklarını gördüm.

 

“Yolumuza çıkmaya nasıl cüret edersin!?” Başları olduğunu tahmin ettiğim şerefsiz, onun olduğu yöne doğru baktığım anda bana bağırmaya başlamıştı. “Konuş bakalım! Sen de kimsin, ve kızı nereye sakladın!?”

 

Bu saçmalığa katlanmak istemediğimden cevap vermekle uğraşmadım. En azından kelime kullanmakla uğraşmadım. Medeni biri gibi davranmak yerine ona doğru koştum, yüzünü kavradım ve tek kelime etmeden kafasını sıkıştırmaya başladım. Kendimi tutmadığım için, ellerim bir mengene görevi gördü ve kafatasının şeklini değiştirmeye başladı.

 

Bu hareket, tabii ki onu acı içinde bağırtmıştı. Gürültülüydü, çok gürültülü. Ciyaklamalarını, ulumalarını ve zırıltılarını iğrenç buluyordum. Belki de dilini koparmalıyım. Ah, kafasını ezip beynini patlak nasıl olur? Aynen öyle yapacağım. Pezevenk bunu kesinlikle hak etti.

 

Ne yazık ki adamlarından biri, tam da seçeneklerimi değerlendirmenin ortasındayken onu kurtarmaya gelmişti. Adamda bir hançer vardı, ve bıçaklanmak istemediğimden, vücudumu çevirip saldırıdan kurtulduktan sonra, bok çuvalının kafasını, kafası şeklini kaybetmiş dostuyla tokuşturdum. İkisi birbirine çarptığı anda yüksek bir tok sesi gelmişti.

 

Geri kalan aptallar, görünüşe göre ancak o anda saldırıya uğradığını anlamış olacak ki, o anda yaylarını kaldırıp bağırarak bana ardı ardına ok yağdırmaya başlamışlardı. Sayıları öyle fazlaydı ki, eğer bana isabet etmelerine izin verirsem, sonunda bir oklu kirpiye dönerdim. İzin vermediğimi söylememe gerek yok sanırım. Hemen havadan yapılma bir bariyer büyüsü yaptım ve bana doğru gönderdikleri her bir cismi geri sektirdim. Bazı oklar tesiri artsın diye büyüyle efsunlanmıştı, ama bunun bir önemi yoktu. Hiçbiri, savunmamı aşamazdı. Tehdit bile değillerdi. Benden o kadar zayıflardı ki, bir tehdit olarak sayılamazlardı bile.

 

Doğal olarak, ifritlerle aramdaki güç farkını anlayan tek kişi ben değildim. rakiplerim de bunu anlamıştı. Kılımı bile kıpırdatmadan saldırılarını etkisiz hale getirdiğimi fark ettikleri için, aralarında huzursuzluk kol gezmeye başlamıştı--sanki umurumdaydı. Aklım başka şeylere odaklanmıştı. Nitelendirmek gerekirse, öfke.

 

Sinirliydim. İstemesem de, içimde kabaran öfke dalgasını hissedebiliyordum. Karşı konulmaz bir her şeyi yok etme güdüsü, vücudumun her bir gözeneğinden sızıyordu. Zihnimi tamamen yutacak kadar fazla bir öfkeyle dolmuştum. Vücudumu galeyana getiriyor ve onu hareket etmeye güdülüyordu. Bir orospu çocuğunun küçük kardeşimi kaçırmaya karar verdiği zamanki kadar sinirlenmiştim. Görünüşe göre kahramandan, düşündüğümden daha çok hoşlanmıştım.

 

Az çok bir öfke krizi geçirdiğim için mantıksız davrandığımı ve her kezi öldürmenin ve her şeyi yakıp yıkmanın yaptıklarını geri çevirmeyeceğini biliyordum tabii ki. Ama umursamadım.

 

Bilirsiniz, her zaman benmerkezci olan, egoist bir pisliğim. Her zaman, sanki dünya benim etrafımda dönüyormuş gibi davranıyordum. Bence dönmüyor da değildi.

 

Hay, demek istediğim, bencil olmak benim suçum bile değil. Bunun sebebi diğer insanların sikik birer puşt olmasıydı. Bakın, sadece beni dinleyin. Dünyaya adımınızı attığınızda, beleş yemek diye bir şeyin olmadığını gerçekten anlamaya başlayacaksınız. İyi niyet diye bir şey yok. Herkes iki yüzlü. Herkes ve onların lanet olası annelerinin gizli planları var.

 

Açıkçası hayır işi, aptallığın zirvesi. Beyaz atlı hayırsever piçler gidip bok yesinler, umurumda değil. Ve evet, bazı insanların “gerçekten nazik” görünüyor olduklarını biliyorum. Bazısı gerçekten aziz falan olarak bile nitelendiriliyor. Ama bana kalırsa, hepsi ürkütücü tipler. Bir şeyler saklıyor olmalılar. Ya da deli olmalılar. Her ne haltsa, gidip kendilerini sikebilirler.

 

Hayatını evrenin merkezinde gibi yaşamadıktan sonra ne anlamı var? İstediğin şeyi yaparsın, çünkü senin için var. Hayatın anlamı, kendini ve egonu tatmin etmektir. İşte bu yüzden diğerleriyle yaşamaya karar verdim. Ve işte bu yüzden Lefi ile evlendim. Hepsi benim içindi. Ve sadece kendim için. Çünkü benmerkezci bir pisliğim.

 

Tam olarak öyle bencilim ki, *kendi* dünyamın parçası olarak düşündüğüm, etrafımda olan kişilerin canının yandığını görmek istemiyordum. Nell’i tam olarak ne zaman böyle görmeye başladım cidden bilmiyorum ama her neyse. Görünüşe göre öyle görüyorum ve tek önemli olan da bu.

 

Bir açıdan, gerçekten bir iblis lorduna uygun bir şekilde davrandığımı söylenebilir. Her ne kadar mantıksız da olsa, işleri kendi isteğime göre zorluyordum.

 

“Her birinizi öldüreceğim.” diye adamları terslerken, onlara dik dik bakıyordum. “Ama bunu yapmadan önce, bana bir iyilik yapacak ve acı çekeceksiniz. Çünkü sizi sikeyim. Hepinizi.”

 

Envanterimden bir hançer çıkardım, büyü halkasını aşırıya yakın manayla doldurdum ve fırlattığım adama doğru döndüm. Komik bir sahneydi. Herkese beni öldürmelerini emrediyor, öfkeli bir şekilde avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Silahı ayaklarına fırlattıktan sonra hemen kanatlarımı çırptım ve havalandım. İyice mesafeyi açtığımdan emin olduktan sonra hançerin yere saplanıp saplanmadığını kontrol etmek için arkamı döndüm.

 

Tamamen dikkatsiz davranmıyordum. Hatta bunun tam tersiydi. Ne yaptığımın zerre farkında olmayan ifritlerin aksine ben, kendi güvenliğim için sadece gerekli adımları atmıştım.

 

Savaşmak yerine kaçtığımı düşününce, öfkeli bir şekilde bağırmaya başladılar. Ya da en azından öyle olması için uğraşmıştı. Öfkeleri kısa süre içinde, doğrudan değersiz beyinlerine enjekte ettiğim ıstırapla yer değiştirmişti.

 

“N-ne oluyor!? Bu da ne!? Ah tanrım! Ah tanrım, hayır! Hayır! Hayır!!”

“Acıyor! Acıyor! Kollarım! Bacaklarım! Kan! Acıyor! Durdur, durdur! Lütfen, dur! Kan pompalamayı durdur! Atmayı durdur!”

“Neden!? Neden bana bakıyorlar! Gözlerim! Bana bakmayı durdurmuyorlar! Gitmiyorlar!”

 

Başta sadece hançerin yakınındakileri etkilemişti. Arkadaşları onlara kafaları karışmış bakışlarla bakıyordu, ama kısa süre sonra anlamışlardı. Çünkü kısa süre sonra, onlar da büyümün içine çekilmişti. Anlaşılamayan bağırışlar kalabalığa yayıldı. Hiç var olmamış hayaletler tarafından dehşete düşmüşlerdi. Bir kısmı yerde kıvranıp duruyor ve kol ve bacaklarını delirmiş gibi sallıyorlardı. Diğerleri, göğüslerini tırmalayarak kendi kalplerini çıkarmaya çalışıyorlardı. Bir başka grup ise parmaklarını göz çukurlarına sokarak kendi gözlerini oyuyorlardı.

 

Serbest kalmak için acı içinde ciyakladılar ve inlediler, ama ölmeyi başaramayanlar acı çekmeye devam ettiler. Serbest kalmak diye bir şey yoktu. Onlar için.

 

Fırlattığım hançer mitrilden yapılma, Efsunlama’nın son seviyeye ulaştığında açılan bir büyüyle işenmiş bir hançerdi. Kabus. Kabus, büyük bir alanı etkileyen ve içinde bulunanların zihinlerini bir dizi korkutucu, ruh yiyen halüsinasyonla yok eden, acımasız ve insanlık dışı bir büyüydü.

 

Yarattıkları sahneye ancak cehennemin bir katı olarak tarif edebilirdim ve bu, onları maruz bıraktığım korku ve endişeyi tam anlamıyla kapsamaya yetmezdi. Bu doğal bir şeydi. Kabus, seviye on yetenekle birlikte geliyordu. Seviye ona ulaşmış yetenekler öyle güçlü ki, doğaları gereği ancak tanrısal olarak nitelendirilir; temsil ettikleri güç, basit ölümlülerle aynı seviyede düşünülemezdi. Böyle kısa bir tanım, yarattığı sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda yetersiz kalıyordu.

 

Kabus hakkındaki en korkutucu kısım, etkilediği kişiden beslenmesiydi. Etkilediği kişilerin büyü enerjisiyle kendini besliyor ve onları kurutana kadar illüzyonu sürmeye zorluyordu. Ve bunu yavaş yapıyordu. Büyü, hedeflerini sonsuz gibi hissettiren bir ıstıraba hapsediyordu. Kendilerini öldürmeden büyüye dayanabilenler, genellikle beyin ölümü yaşıyorlardı. İşlevini yerine getiremeyen, bitkiye dönüyorlardı. Gerçi, büyünün dehşetinin karşısında aklı başında kalmak imkansız değildi. Kimisi, deliliğe kendilerini kaybetmeden, büyüye dayanabiliyordu. Ama mana olmadan, yapabilecekleri pek bir şey yoktu. Savaş durumunda, diğer tüm talihsiz hayatta kalan kadar sakat kalıyorlardı.

 

Her ne kadar olabildiğince etkili olsa da, Kabus’un da kendi dezavantajları vardı. Mitril, Kabus’un efsunlanabileceği en kötü metal olabilirdi ve sadece büyüsel olarak iletken olduğu için sınırı güç bela geçiyordu. Halkayı aktifleştirmek için gereken yüksek miktardaki büyü enerjisine daha düşük kalitede hiçbir metal dayanamazdı. Mitrilden daha kötü herhangi bir şey kesinlikle erirdi. Gerçi, mitrilin kendisi de çok iyi değildi. Kabusun tek kullanımı, katalizör işlevi gören mitril kılıcı yok etmeye yeterdi. Daha nadir bir materyalle büyüyü birkaç kez daha kullanma imkanı vardı, ama buna değmezdi. Silah sonunda yine de pelteye dönerdi. Ve metal değerlendikçe fiyatı da doğrusal olarak katlanarak artıyordu, ki mitril silahlar fiyat/performans olarak en iyi silahlardı.

 

Sonuç olarak, büyüyü yapmak saçma derecede masraflıydı. Elimde sadece birkaç Kabus işlenmiş hançer vardı ve onları kozum olarak kullanıyordum. Açıkçası, şu an birini kullanmak israftı. Ah, pekala, kesinlikle buna değmişti. Bu piçlere sokayım.

 

Havada uzunca bir süre boş boş dolandıktan ve hepsinin acı çekişini izledikten sonra, büyünün etkisini kaybetmeye başladığını fark etmiştim. Etkilenen beyinsizlerin çoğu çoktan ölmüştü. Ölmemiş olan birkaçı ise, etraflarına ve çevrelerine yayılmış farklı farklı vücut sıvılarının üzerinde yere serilmişlerdi. Sonunda tekrar hareket edebildiklerini fark ettikleri anda, hemen kılıçlarını kaldırdılar ve kendi boğazlarını sırayla kestiler. İçlerinden sadece biri korku evimden canlı çıkabilmiş ve yaşama isteğine tutunabilmişti. Diğerlerinin aksine o, yavaş yavaş sürünerek uzaklaşmaya, umutsuzca elinden geleni yaparak kaçmaya çalışıyorlardı.

 

Onu tanımıştım. Gelişime ilk tepkiyi veren, emirler yağdıran ve herkese cırlayan beyinsizin ta kendisiydi. Hmm. Vay be, görünüşe göre sağlam adammış. Ben de oturmuş onun bir korkak olduğunu düşünüyordum. Pekala, bana uyar. Off, bu mükemmel. Bazı cevapların peşindeydim zaten. İşini bitirmeden önce “iş birliği” yaptıralım bakalım.

 

Hançere bakıp, tamamen çöp haline geldiğini gördükten sonra, kendimi yer çekiminin ellerine bıraktım. Yere geri düşüp tam önüne indim. Bu hareket, bütün umudunu alt üst etmişti; beni gördüğü anda bir domuz yavrusu gibi ciyaklamıştı.

 

Tepkisi sırıtmama sebep olmuştu. Yüzümdeki sırıtışın kötücül olduğunu biliyordum. Hatta, olan biteni izleyen üçüncü bir grup varsa, bahse girerim beni kötülüğün vücut bulmuş hali olarak falan düşünüyordur. “Hey piç herif, beni özledin mi? Bir yerlere gideceğini duydum. Sana katılmamın sakıncası var mı?”

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-02-09 01:03:41
Evet acı çekin
Kumpir (44 puan) Üye
2021-05-17 14:19:24
çeviri için teşekkürler bu bölüm gayet hareketliydi biraz daha dövüş sahnesi olsa iyi olurdu çok fazla düşünüyor
Shin (95 puan) Üye
2021-04-22 17:16:02
Çeviri ve edit için teşekkürler.
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-28 18:25:43
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık
Ulaş (1600 puan) Üye
2020-07-06 19:19:10
😈😈😈
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-06-26 15:00:41
çeviri için teşekkürler
STERBEN (225 puan) Üye
2020-06-25 05:07:41
Çeviri için teşekkürler
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-06-23 21:00:29
Diğer seriler günlük 5 bölüm geliyor mesela teknobaz burda 1 bölümle idare ediyoruz kıskandım yani... Yoruma gelirsek... Güzel bir bölümdü savaş yerleri biraz az olmuş sanki hep düşünceleridir v.s çok fazlaydı
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-06-23 18:36:20
çeviri ve edit için teşekkürler
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-06-23 16:30:40
O.O daha fazlaa~ Olm bölüm çok iyiydi. Ellerinize emeğinize sağlık.
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-06-23 21:02:45
@Sadecesama, seninle beraber yeni bir fransız ihtilali başlatıp isyan çıkaralım bu bölüme attığım yorumun ilk iki satırını oku anlarsın isyanı 😛😛😛😛😛😛😛😛😛😛😛😛😛😛😛😛
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-06-24 01:17:19
@ASİLZADE, bunu bende çok yapmak istedim. Ama çevirmeni kızdırıp her gün gelen bölümden de mahrum kalmak istemedim valla :' )
ilgin (71 puan) Üye
2020-06-23 16:30:35
Bölüm için teşekkürler
darkrai (79 puan) Üye
2020-06-23 13:47:10
elinize sağlık