Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yüzleşme - Kısım 1
“Bayanlar, baylar, hazır mısınız!? Çok beklenen ilk yarı
final maçı başlamak üzere!” Sunucunun anonsu, kalabalığı çıldırtmıştı. Ateşli
tezahüratları yanan bir coşkuyla doluydu. “Bu köşede, bu yılın en kibirli
adamı, hakaretlerinin saf güçle desteklediğini bize gösteren korkusuz savaşçı
var! Ypsiloooooonnn!”
Her ne kadar kalabalıktan bir uğultu yükselmiş olsa da
sessiz kalmıştım. Sahanın ortasına doğru ilerlerken ağzımdan tek bir kelime
çıkmamıştı.
“Ve diğer köşede, kolları ve bacakları lastik gibi esnek, en
ufak bir uyarı vermeden her yerden saldırabilme kapasitesine sahip, yarı
finallere sadece üçkağıt ve aldatmacayla gelmiş bir adam var! Karşınızda…
Mejaaaaaaaaaaaagrrryyyyy!”
Karşı tarafımdan, kolları bacakları saçma bir adam girmişti.
Bacakları Nil nehri kadar uzundu, ama kollarının yanında bir hiç kalıyorlardı.
O kadar gariplerdi. Bileğinin olması gereken yerde fazladan bir dirsek daha vardı
ve muhtemelen iki eklemli gibi görünüyordu. Yüzünün yarısının ketenden yapılma
bir peçeyle kapalı olması, onu daha da garip gösteriyordu.
Kim olduğunu biliyordum, ama onunla tanışmış ya da onu daha
önceden görmüş değildim. Onu tanımış olmamın tek sebebi, kralın onunla alakalı
özellikleri önceden detaylı olarak anlatmış olmasıydı; dikkat etmem gereken
yarışmacılardan biriydi.
“Ne halt yedin lan sen?” Garip seviyedeki tiz bir sesle
kıkırdayarak beni selamlamıştı. “Birine iyilik olsun diye senin kıçını
tekmelememi istediler. Ve bu resmi bir istekti.” Sessiz kaldım. Ona cevap
vermekle uğraşmadım. Fark etmesi uzun sürmediğinden, iç çekti ve hayal
kırıklığına uğramış şekilde omuz silkti. “Cidden eğlencemi bozuyorsun, farkında
mısın? Ah, her neyse. Zaten senin kıçını tekmelemeyi planlıyordum!”
“Artık... maç başlasın!”
Gong çaldığı anda harekete geçtim. Bütün gücümle kendimi
ileri fırlattım ve kınında olan Enne’i yüzüne doğru savurdum.
Hareketlerim öyle hızlıydı ki, muhtemelen ışınlandığımı
düşünmüştü. Öncesinde kılımı bile kıpırdatmamış olmam, bu düşünceye katkısı
olmuştur. Başlar başlamaz saldıracağıma dair hiçbir şey yapmamıştım. Hızımla
hazırlıksız oluşunun birleşimi, onun havalanmasına sebep olmuştu. Gerçi,
örümcek bacak, yarı finallere sadece şanslı olduğu için gelmemişti. Kendini
toparlayıp gardını alarak zayıf birinden daha fazlası olduğunu kanıtlamıştı.
Geç tepki verdiğinden, aldığı gard, tam tersi bir durumdan
daha adanmıştı. Bu yüzden, savunmasında bir delik açabilmek için kılıcımı indirdim
ve kınını istemli bir şekilde ona doğru fırlattım.
Enne’in kını, adamın hala açıkta olan gövdesine saplandı ve
arenanın sınırları dışında kalan bir duvara onu fırlattı. Ve hepsi bu kadardı.
Baygındı. Zihni karanlığa gömülürken, vücudu duvardan kayarak yere düşmüştü.
“S-savaş sona erdi! Kazanan Ypsilooooooooooon!” Sunucu
zaferimi açıklar açıklamaz kalabalık çılgına dönmüştü. Her ne kadar savaş bir
anlık sürmüş olsa da, gösterimi heyecanlı bulmuşlardı.
Normal bir günde, arkamı dönüp sahanın dışına ilerlerdim.
Ama bugün normal bir gün değildi. Rakibimi dövdükten sonra bile olduğum yerde
kalmaya çoktan karar vermiştim. Çünkü açıkçası başından beri onun için burada
değildim. Onunla ya da bir başka serseriye harcayacak vaktim yoktu.
O yüzden hem kalabalığı hem de turnuva görevlilerini
umursamamıştım. Örümcek bacaklının çekmeye vakit bulamadığı kılıcı aldım,
gerildim ve bir cirit gibi fırlattım. Havada dönerken, ağız kısmı takırdıyordu.
Ama rotasında ilerliyordu. Doğrudan, ifritlerin şef dedikleri, kendini beğenmiş
beyinsize doğru uçmaya devam ediyordu.
Hem sunucu hem de seyirciler şaşkınlıktan nefesleri
kesilmişti, ama havuç kafa etkilenmemişti. Sakin bir şekilde başını bir yana
eğerek saldırıdan kaçınmıştı. Hatta, duruşunu bozmamıştı bile. Tüm bunlar olup
biterken, başını bir yumruğuna dayamış bir şekilde duruyordu.
Kılıcın, oturduğu süslü püslü sandalyeye saplanış şeklinden,
saldırının isabet etmesi halinde ölümcül olacağı anlaşılıyordu.
İşte seyirci bu yüzden donup kalmıştı. Gözleri bana yapışıp
kalmıştı. Ama onları umursamadım. Başparmağım çıkık bir şekilde yumruğumu
havaya kaldırıp, aşağı doğru çevirip indirirken, bakışlarımı peşinde olduğum
piç herife odaklamıştım.
Bu, başka bir şey olarak yorumlanması imkansız olan, bir
meydan okumaydı. Ona, evire çevire dövebilmem için kıçını kaldırıp arenaya inmesini
söylemiştim.
Ben bile davranışlarımın affedilemez olduğunu biliyordum.
Önceki hayatımda, muhtemelen beni hemen paketlerlerdi. Ve bu dünya doğduğum
dünya olmamasına rağmen, kuralları pek de farklı değildi. İfritlerin, çoktan
üstünde ismim yazılı olan bir giyotin hazırladığını öğrensem şaşırmazdım. Eğer
insan olsalardı.
Ama burası, iblis diyarıydı, kudretin işleri düzelttiği bir
yer. İblisler suçlarımı kınamak yerine, hoş karşılamıştı.
“Ne gurur! Ne kendini beğenmişlik! Bu adama inanabiliyor
musunuz!? Ypsilon, o kadar insanın içinde gidip Lord Gojim’e meydan okuyor! Ne
cesaret! Gerçekten de korku nedir bilmiyor, bayanlar baylar!” Sunucu heyecanlı
bir şekilde bağırmaya başladı. Ve kalabalık da onu takip etti.
“Gojim! Gojim! Gojim! Gojim!”
Yarak suratlının ismini tekrar tekrar söylemeye başladılar.
Başta sadece birkaç kişi vardı, ama heyecanları veba gibi sıçradı ve kısa
sürede bütün kalabalığa bulaştı. Patronlarının, ona meydan okuyan kendini
beğenmiş, saygısız bir asiyi eşek sudan gelinceye kadar dövmesini
istediklerinin gayet farkındaydım. Kan içinde kalmış bir cesede dönmemi
istiyorlardı. Ama sorun değildi.
Çünkü bu, savaşın gerçekleşmesini istedikleri anlamına
geliyordu. Önemli olan tek şey buydu.
Havuç kafalı geri adım atamazdı. Bu kadar insan beni
indirmesini isterken, yapamazdı. Sahneye çıkmayı reddetmesi, onu zavallı bir
güçsüz olarak gösterirdi. Ve öyle olmasa bile, müttefiğim olan ahlaksız
komplocu, bu şekilde görünmesi için uğraşırdı. Siyasi rakibini halk içinde
rezil olmasından ve karalanmasından çok çok mutlu olacağından emindim. Eğer
geri adım atarsa, korkaklığı ile ilgili söylentiler iblis diyarında kesinlikle
kontrolsüz bir yangın gibi yayılırdı.
Diğer seçeneği ise, istediğim şeyi yapıp benimle bir erkek
gibi dövüşmesiydi. Hadi ama dostum, acele et lanet olası. Aşağı in de lanet
omurganı yerinden sökeyim!
***
“Gojim! Gojim! Gojim! Gojim!”
“Aptallar, hepsi.” İfritlerin şefi Gojim, ismini çığıran
iblis diyarı halkını küçük gören bir tavırla konuşmuştu.
“Kabul etmemelisin şef! Neler çevirdiğini bilmiyoruz, ama
gereksiz yere kendini tehlikeye sokmanın bir anlamı yok!”
“Biliyorum.” diye homurdandı şef. Ayağa kalkmadan, koltuğuna
saplanan kılıcı çıkardı ve arenaya geri fırlattı.
Gojim, ona meydan okuyan adamın tehlikeli olduğunun gayet
farkındaydı. Savaşma şekli, en güçlü savaşçılardan biri olduğunu gösteriyordu.
Kendini tutmak için elinden geleni yapıyor olsa da. Maskeli şahıs, bir kez bile
tam kuvvetiyle savaşmamıştı. Turnuvaya sanki bir oyunmuş muamelesi yapıyordu.
Spor olsun diye savaşıyor ve diğer katılımcıları öldürmekten kaçınmak için
olabildiğince az miktarda kuvvet uygulamaya çalışıyordu. Gojim’e göre, gerçek
bir savaşta, kısıtlama olmayan ölümüne bir düelloda, onun çok çok fazla güçlü
olacağından şüphe yoktu. Çünkü, adamlarından aldığı raporlar çoktan bunun bir
gerçek olduğunu kanıtlıyordu.
“Vay canına Gojim! Şimdiden kaçmayı mı planlıyorsun?” dedi
Phynar. Kralın suratında koca bir sırıtış vardı. Saklamaya uğraşmıyordu bile.
“Yoksa bu senin aptal dümenlerınden bir başkası mı?”
“Bu sefer değil, hayır. Ben de en az senin kadar şaşkınım.”
Kral güldü. “Gerçekten de ilginç biri, değil mi?”
Gojim gibi Phynar da, Yuki’nin ani meydan okumasını
beklemiyordu. Gerçi, tamamen gafil avlanmamıştı da. Adamları, gün içinde her
nereye gittiyse, oradan döndüğünden beri öfkeyle dolup taştığını söylemişti.
Kral Yuki’nin kana susamışlığının boyutlarını henüz şahsen görememişti, ama
tuttuğu paralı askerin bir şeyler yumurtlayacağını az çok bekliyordu. Gerçi,
yine de Yuki’nin kararını çok daha önceden bilmeyi isterdi. Bu daha sağlam bir
eylem planı tasarlamasını sağlardı. Yine de, hiçbir şey kaybetmiş değildi..
Phynar, yine de ortaya çıkan senaryodan bir şeyler kazanabileceğinden emindi;
eline bir başka kart eklenmişti.
“Yani, istersen kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp
kaçmakta özgürsün.” dedi kral. “Eminim senin gibi şımarık, aşırı korunmuş bir
prenses canının yanmasını istemez.”
“Hah! Bir meydan okumadan kaçacağımı mı sandın? Saçmalık!”
“Ş-şef, lütfen bu saçmalığa bulaşma!”
Emir erinin çağrılarına kulak asmamıştı; Gojim yemi
yutmuştu. Ayağa kalktı, onu ümitsizce durdurmaya çalışan adamı üzerinden attı,
ve sahaya atladı.