Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Geçici Bir Veda
Gojim’e “orta parmak” gösterdiğim günün ertesinde kendimi
bir barda bulmuştum. Onunla kavga çıkarmanın doğal sonucu olarak, turnuvadan
diskalifiye edildim ve arenadan atıldım. Turnuva demişken, muhtemelen şu anda
finaller falan oynanıyordur. Elveda birincilik koltuğu...
Kendimi savunmak için söyleyebileceğim pek bir şey yoktu.
Kovulmayı ve muhtemelen daha fazlasını hak etmiştim. Ülkenin en önemli
insanlarından biriyle kavga çıkarmak ve bunu halka açık bir yerde yapmak, pek
de iyi bir fikir değildi. İşleri daha mantıklı düşününce, onu bir sürü kişinin
gözleri önünde öldürmenin hiç de işe yarar bir şey olmadığını fark etmiştim.
Varlığı, büyü yapabilme yeteneğimi engellemişti, ki bu da savaşın uzun, yorucu
ve istediğimden daha zorlu geçeceği anlamına geliyordu. Onun işini bitirmeden
önce muhafızlarının araya girmeleri garantiydi. Bir dakika, ya Hükümdar Baskısı
kullansaydım ve ön elemelerde olduğu gibi hepsini halletseydim? Bir yetenek
olduğundan, büyülerden falan farklı işliyordu, bu yüzden de
engellenmeyebilirdi. Şeyy, bir dakika, hayır, salağım. Kimi kandırıyorum? Tek
yaptığı manamı diğer herkese sertçe vurmaktı. Temelde, büyülerle aynı şekilde
işliyordu. Evet, muhtemelen o da engellenirdi. Lanet olsun!
Dostum, istemeden de olsa, elimdeki kartları daha iyi
oynayabilseydim onu daha çok hırpalayabilirdim diye düşünüp duruyorum. Ah,
pekala, geçmiş gitmiş bir şeye üzülmenin anlamı yok. Onu analiz edemediğimden
tam olarak ne kadar güçlü olduğunu da bilmiyordum nasılsa. Evet, salla. Bunu
düşünmeyi keseceğim.
İç konuşmamı kestikten sonra, dikkatimi karşımda oturan
kılıç ustası yaşlı kahyaya geri odakladım. Nell’le gitmiş olduğumuz barda, kısa
bir buluşmanın ortasındaydık. Her ne kadar tek konuşanlar kahya ve ben olsak da
Enne ve Leila da yanımızdaydı.
“Kahraman nereye gitti?” diye sordu yaşlı adam.
“Merak etme, güvende. Bir süre savaşmak zorunda kalacaktım
ve arada kalmasını istemiyordum, o yüzden onu evime yolladım.” Dedim.
“Planlarınızı bozduysam falan, özür dilerim.”
“Lütfen, merak etme. Güvenliği, her ne planımız varsa ondan
daha önemli.” dedi, sert bir şekilde başıyla onaylayarak. “Bu, yakınlarda
yaşadığın anlamına mı geliyor?”
“Şeyyy, pek sayılmaz. Aslında bayağı uzak, ama en güvende
olabileceği yerde olduğunu temin ederim.”
“Uzay-zamanı manipüle eden bir büyü ya da bir eşya
kullandığını sanıyorum?”
“Evet, aynen. Öyle bir şey.”
Sessiz konuşmaya gerek kalmadan, istediğimiz şeyi rahatça konuşabiliyorduk
ve bu, barın, konuşmalarımız duyulamayacak kadar gürültülü olmasından
kaynaklanmıyordu. Hatta bunun tam tersiydi. Mekan neredeyse boştu ve bizden
başka müşterisi yoktu.
“Durum her neyse, bana unutulamayacak bir iyilik yapmış
oldun. Teşekkür ederim.” Kahyanın yüzü pişmanlıkla dolu bir hal alırken,
kaşlarını çatmıştı. “En çok ihtiyacı olduğunda ona yardımcı olamadığım için,
araya girmek zorunda kaldın.”
“Hey, rahatla. Bunun için kendini suçlama. Gerçekten senin
hatan değildi. Sadece kötü bir zamanlamaydı.” Ağzımda garip bir gülümseme
oluşmuştu.
Yaşanan hadiseleri tanımlayacak olsaydım, sadece bir
talihsiz olaylar dizisi derdim. Görünüşe göre kahya ve ben, aynı vazifeyle
görevlendirilmiştik. Bu, her ikimizin de turnuvaya katılarak kuvvetimizi
kanıtlamaktı. Onun görevi, insanların tanınmayı hak eden varlıklar olduğunu,
onların da iblis türünün en iyileriyle omuz omuza durmaya değebilecek
savaşçılar olabileceğini sergilemekti. O ırkının yüzü olarak görev yaparken,
Nell arkada çalışarak, müttefik toplamaya uğraşıyordu. Ne yazık ki, gruplarını
bölmek iki tarafa da sorun çıkarmıştı. O benimle savaşmak zorunda kalmışken,
Nell de kendini ortada hayatı olan bir savaşın içinde bulmuştu.
Arka tarafta dönen işlere hiç dahil olmamış biri olarak,
Nell’in tam olarak neye bulaştığını pek bilmiyordum. Gerçi, malum siyah giyen
ajan, bilmem gerekenleri, dünden razıymış gibi anlatmıştı. Ona göre, her şey
sadece bir tesadüftü.
O, sadece kanat taşıyıcılarını saf dışı bırakmak için
hazırlanıyordu. Onlar da kendi hallerine bırakılamayacak kadar güçlüydü. Tüm
ilerlemeler ve teklifler başarısızlıkla sonuçlanınca ifritler, kanat
taşıyıcılarının muhtemelen kendilerine katılmayacağı hükmüne varmışlardı.
Öngörüleri, kanat taşıyıcı kabilesinin düşman müttefiki olmadan önce ezilmesi
gerektiğine karar vermelerine sebep olmuştu.
Planı mükemmeldi. İçeriden bir adam bulmuşlar ve onun
sayesinde ifritlerin nüfuzunu yaymışlardı. Onlardan ikisi, ifrit emelleri için
savaşmaya meyilli bir grup yarabilmişlerdi. Sahne hazırdı. Böylece, saldırıya
geçtiler. Eğer her şey plana göre ilerlerse, kanat taşıyıcılar bir gecede
düşecek ve ifritlerin her dilediğini yapmaya gönüllü bir grup olarak
doğacaklardı. Ama planları bozulmuştu. Nell tarafından. Varlığı, beklemedikleri
bir faktördü. Onu hesaba katmamışlardı. Ne kudreti ne de son nefesini verene
kadar ona direnmelerini beklememişlerdi. Kahraman, tek başına, sadece
soykırımın tamamlanmasını engellememiş, ayrıca neredeyse bütün birimini yok
etmişti.
Top yekun başarısızlık ufuktaydı. Savaşın başarılı olduğu
tek sevindirici nokta, kanat taşıyıcılarının bir ulus olarak gücünün azaltılmış
olmasıydı. Yine de operasyon girilen zahmete değmemişti. Özellikle kalanların
hepsini temizlediğimi düşünüldüğünde, çok fazla adam kaybetmişlerdi. Dahası,
geride kalan kanat taşıyıcıları, kendilerini ifritlerin karşıtı olarak bulmuştu.
Şu anda kralın çatısı altındalardı. İş birliği karşılığında güvenlik sözü
vermişti. Ve bunu minnetle kabul ettiler. Demek istediğim, onları görür görmez
indirmekten fazla bir şey için uğraşamazdım ama, statları bayağı yüksekti.
Eminim şu Bay Kara Kalpli İblis Kralı, onları iyi değer--şey, yani onlarla iş
birliği yapacaktır. Evet, öyle.
“Peki sen ne yapmayı planlıyorsun? Biliyorsun, işler değişti
sonuçta.” diye sordum.
“İblis diyarında kalacağım ve henüz tanışmadığın diğer iki
yoldaşımla birlikte hareket edeceğim. Mekina ve Ronia, mevcut durumu rapor
etmek için ülkelerine dönecekler. Bana görüşmemiz durumunda sana teşekkür
etmemi istediklerinden, sanırım çoktan iblis diyarından ayrılmışlardır.”
Vay canına. Altı kişiler miymiş? Bu kadar çok olmalarını
beklemiyordum.
“Öyle mi? Peki şey, durum buysa, onlara iyi dileklerimi
iletin, falan.”
“Aynen öyle yapacağım.” dedi yaşlı kahya. Nazik, neşeli
sesi, kelimeler ağzından dökülmeden hemen önce kayboldu. Gülümsemesini,
olabilecek en ciddi bir ifadeyle değiştirdi. “Tekrar söylemeliyim Yuki,
yaptığın şeyden ötürü sana teşekkür ederim. Yaptığın şey, karşılıksız bir
destekti. Lütfen, lütfen, eğer senin için yapabileceğim bir şey varsa bana
söyle. En parlak dönemimi çoktan geçirdim ve gençliğimde yapabildiğim şeyleri
pek yapamıyorum, ama nezaketinin karşılığında her şeyimi sana adamaya hazırım.
Dileğin benim için bir emirdir, saygıdeğer efendim.”
“Dostum, sakinleş.” dedim. “Bak dostum, yapmak istediğim
şeyi yaptım. Hepsi benim içindi. Bana hiçbir şey borçlu değilsin.”
“Niyetin hiçbir şeyi değiştirmez.” dedi yaşlı adam. “Sonuç
olarak, benim yerimi aldın ve görevimle bağlı olduğum kişileri benim yerime
korudun. Sana olan borcum bir gerçek ve ödemekten kaçınamayacağım bir borç.”
Ne yaparsam yapayım konuyu değiştirmeyeceğini hissetmiştim.
İnatçılık savaşında yaşlı bir katırla savaşmanın pek bir manası yoktu, o yüzden
seçeneklerimi düşünmeye karar verdim. Kısa bir duraksamadan sonra, yavaşça
ağzımı açtım ve aklıma gelen en iyi teklifi söyledim.
“Pekala, şuna ne dersin, babalık? Buradaki görevini falan
bitirdiğin zaman, bana nasıl kılıç kullanacağımı öğretmeye ne dersin?”
“Bir kılıç demek?”
“Evet. Neden olduğunu anlayamıyorum ama, kılıçlarla pek
uyuşamıyoruz. Çok fazla maharetim var, ama bu sorunu çözemiyorum. Şu anda eve
gitmeyi planlıyorum, o yüzden belli ki beklemem gerekecek. Ama sen ve Nell
birlikte çalıştığınız için, muhtemelen eninde sonunda birbirimizi tekrar
göreceğiz.”
“Hmmm...” yaşlı adam bir süre ölçüp tarttı. “Birinin sahip
olduğu stat değerleri, sadece yaklaşık tahminlerdir. Kesin olarak doğru olmak
zorunda değiller. Herkesin kendi güçlü ve zayıf olduğu yanları vardır ve stat
değerleri, genellikle bu durumu açıklayamaz. Pekala, şans doğduğu vakit, sana
memnuniyetle kılıç oyununu öğreteceğim.”
“Teşekkürler dostum, buna minnettarım. Ne zamandır onu
kullanmada daha iyi olmak istiyordum, bilirsin, kılıç kullanmayı pek bilmemek
bir süredir başıma bela oluyor.” Konuşurken kucağımda oturan kızın başını
okşadım.
Pek tepki vermemişti ve bunun sebebi sessiz mizacından
değildi. Enne, ağzına et tıkmakla meşgul olduğundan konuşamıyordu. Bana
kalırsa, böyle davranmakta gayet haklıydı. Sonuçta buranın yemekleri harika.
“İşlemi kendi gözlerimle gördüm, ama buna rağmen, onun,
kılıcının cisimleşmiş hali olduğuna inanmakta hala zorlanıyorum. Gerçekten
garip bir olay...” diye mırıldandı.
Kısa bir duraksamadan sonra, kılıç kız ona bakıldığını
anlayınca çatalını bir parça ete batırdı ve yaşlı kahyaya doğru uzattı. “Bir
parça alabilirsin. Ama sadece bir parça.”
Bu hareketi kahyanın, sadece yaşlı adamlarda görebileceğiniz
şekilde gülmesine sebep olmuştu. “Teşekkürler küçük hanım, ama lütfen, bana
aldırış etmeyin ve yemeğinizin tadını çıkarın.”
“Kibar ol Enne. Bir et parçasını öyle uzatmak kabalıktır.”
dedi Leila.
“...Tamam.”
Koyun kızın verdiği ders, Enne’in çatalı geri çekmesine ve
eti ağzına atmasına sebep oldu. Tüm bunlar olurken, kahya nazik bir
gülümsemeyle onu izlemişti.
***
O günkü son durağımız, iblis kralının taht odası olmuştu.
Kendimi, peşimde iki yoldaşımla birlikte onun önünde bulmuştum.
“Evet, şey, benim hatam. Yapacağım şeyi sana söylemeden
kendimi turnuvadan diskalifiye ettirdim.”
“Sorun değil!” dedi gülümseyerek. “Endişelenmene hiç gerek
yok. Çoktan beklediğimiz her şeylerin üzerine çıktın zaten. Beklediğimizden çok
daha fazla şeyi hallettik.”
Sesi mutlu ve çocuksu gelse de bundan daha fazlası olduğunu
söyleyebilirdim. Hatta, o vurdumduymaz maskesinin altındaki kötücül, komplocu
mizacını bir anlığına yakalamışım gibi hissettim. Perde arkasında çok fazla
şeyi hallettiğini kolaylıkla söyleyebilirdim. Ve bu yüzden, elimde olmadan
zorla gülümsedim.
İblis diyarının kralının ne hallettiği hakkında en ufak bir
fikrim yoktu, ama en azından, tahayyül edebilecek kadar kültürlü birisiydim.
Şüphelerim şu üç olasılıktan birine doğru toplanıyordu: düşman sığınaklarını
dağıtmak, güçlü pozisyonlara iki taraflı çalışan ajanlar yerleştirmek ve iç
çatışma yaratmak. Ya da belki üçü birdendir. Kim bilir?
Krala göre, ifrit olarak tanınmak için birinin yapması
gereken şey, sadece ifrit olduğunu belirtmekti. Bu sayede, içlerine sızmak
kolaydı. Ya da en azından kralın söylediği şey buydu, ama birilerinin ardından
iş çevirmek söz konusu olduğunda bayağı zeki olduğundan, sözüne öylece
güvenmeye şüpheliydim.
Durum her neyse, düşman beni durdurmaya fazla odaklanmışken,
kralın adamları bir dizi başarı sağlayabilmişti. Sayıca pek fazla
olmadıklarından hala dezavantajlı bir durumda oldukları reddedilemezdi, ama
gelecek için tohumlarını ekmiş kral, her şeye rağmen mutluydu.
“Ah tabii ya, savaşmak zorunda kaldığım yaşlı adam hakkında
beni niye uyarmadın? Çelik gibi güçlüydü.”
“Öyle mi? Bana kolay kazanmışsın gibi geldi. Sana bir çizik
bile atamadı.”
Yani demek istediğim, buna karşı çıkamam tabii ama düşünceli
olmaktan bahsediyordum! Cidden! Yani, o güçlü değil de kim güçlü? Açık ara en
güçlü adam oydu.
“Açıkçası, onun o kadar güçlü olduğunu düşünmemiştim.” dedi
Phynar. “Galiba, insanlar gerçekten de hafife alınmamalılar.”
“Evet, bir uyarı yapabilirdin, lanet olsun. Beni hazırlıksız
yakaladı.”
“Üzgünüm.” dedi iblis kralı, içten bir kahkahayla. “Pekala,
yolcu edilmeye ihtiyacın olmadığından emin misin?”
“Anında eve gidebileceğim için, evet, merak etme. Her şeyi
yarım yaptığım için özür dilerim, özellikle her şeye rağmen tam fiyatı ödemiş
olana rağmen.”
“Sadece yaptığına değer olduğunu düşündüğüm için ödüyorum.
Halihazırda elinden gelenin fazlasını da yaptın sonuçta. Bu seferlik senden
gerçekten istediğim şey, turnuvaya katılmış olmandı. Ayrıca, geri döneceksin,
değil mi?”
“Evet, işleri şu anki haliyle bırakmaktan pek memnun
değilim.”
Havuç Kafa, öylece bırakabileceğim birisi değil. Benim
düşmanımdı, hem de sapına kadar ve suratına bir kılıç saplamaya çok
niyetliydim. Gerçi, zaten nispeten uzunca bir süredir zindandan uzaktaydım.
Biraz endişeli hissettiğimden, işleri tamamen sonuçlandırmadan önce biraz geri
dönmek istiyordum.
“Bu sözünü, zamanı geldiğinde bana yardımcı olmaya niyetli
olduğun olarak mı almalıyım?” diye sordu Phynar. “Ne kadar ödediğimi gördükten
sonra, ilginin bayağı arttığına eminim, değil mi?”
“Ah, demek bu yüzden bu kadar para veriyorsun, ha? Sen ve
senin lanet dolapların...”
“Buna pratik zeka demeni tercih ederim.”
İkimiz birbirimize sırıttık.
“Pekala Yuki, kızlar, umarım sizi tekrar görürüm.” dedi
Phynar.
“Evet, görüşürüz.” dedim. “Ve Haloria, görüşürüz. Bizi
etrafı gösterdiğin için falan teşekkür ederim.”
“Misafirperverliğiniz için çok teşekkürler. Kendine iyi bak
Haloria.” dedi Leila.
“Güle güle.” dedi Enne.
“Hizmet etmekten mutluyum!” dedi Haloria. Nedendir bilinmez,
gözleri dolmuştu. “Hoşça kalın millet."
Yüzlerimizde gülümsemelerle, Leila, Enne ve ben iblis
kralının kalesinden ayrıldık.