Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yan Hikaye: Karanlık Zirve
“Bana yalan söyledin!” Sinirli bir ses konferans odasında
yayılırken, sesin sahibi genç kanat taşıyıcı yumruğunu masaya vurmuştu. “Hiçbir
şey planlarınıza göre gitmedi!”
Kanat taşıyıcılar, yüzlerinin kuşlara benzemesinden dolayı,
hisleri anlaşılması zor bir ırktır. Ama bu kanat taşıyıcının hisleri gayet net
anlaşılabiliyordu, ve öfkesi, vücudunu kaplayan tüyler kadar açıktı.
“Bunun basit bir operasyon olacağını söylemiştiniz! Bunamış
herkesi silmeniz ve halkıma lider olarak beni yerleştirmeniz gerekiyordu! Bunun
kolay olacağını söylemiştiniz, ama şimdi kendinize bir bakın! Bir başarısızlık!
Yeni kazandığım unvanımın bir değeri yok! Eğer bir kaplan olsaydım, muhtemelen
kağıttan yapılma olurdum. Ve bir kurt olsaydım, hep havlar, hiç ısırmazdım!
Kalan kabile üyelerim sadece gidip kaçmadılar, ayrıca güçlerini düşmanlarımızla
birleştirdiler! Anlaştığımız şey bu değildi. Bana yalan söyledin Nagutt!”
“Bana yalancı mı diyorsun? Lafı ağzımdan aldın.” Tepeden
tırnağa siyah giyinmiş bir adam, alay etmişti.
“Saçmalık!”
“Saçmalık mı? Raporun, kanat taşıyıcılarının tek
müttefiklerinin bir grup zayıf, önemsiz insan olduğunu belirtiyordu. Bir
kahramanın varlığından bahsetmek aklından geçti mi acaba? Sen de bizi uyarma
konusunda batırdın. Hazırlıksız olmamız gayet doğal. Bir de yetmezmiş gibi,
onların kimlerle bağlantılı olduğunu araştırmaya bile uğraşmamışsın. Kahramanın
çabaları ve maskeli adamın olaylara dahil olması, adamlarımın yarısına mal
oldu.” Nagutt’un ses tonu, sakin olduğunu düşündürse de, sakinlikten
olabildiğine uzaktı. Bakışları adil bir öfkeyle yanıyordu. Tehlikeli bakışları
bir yana, söylediklerinde açıktı. Kanat taşıyıcısını, beceriksizliğinin sebep
olduğu bir sürü kişinin ölümüyle suçluyordu.
“Bu tamamen kendi hatalarıydı! Daha az zavallı olsalardı
ölmezlerdi!”
“Sen, etrafındaki dünyayı anlamaktan aciz cahil, aptal bir
çocuksun.” dedi Nagutt, soğuk bir şekilde. “Gözlerin öyle işe yaramaz ki,
çıkartman hiçbir şeyi değiştirmez.”
“Bu ne cüret!?” Kuş adam, öfkesinin göstergesi olarak, ayağa
kalkarken bir sandalyeyi devirmişti.
“Gördün mü? Davranışları, tarif ettiğim kadar çocuksu.”
dedi, hor gören bakışlarla siyah giyen adam.
“Kavgayı derhal kesin, ikiniz de.” Durum hızla aşağılık bir
hale gidiyor gibi göründüğünden, üçüncü birisi, Derrivus, konuşmaya müdahil
oldu. Ve konuşmayı sonlandırdı. “Şefin önünde olduğunuzun farkında değil
misiniz?”
Derrivus’un sesinde öfke vardı. Şefin emir eri olarak,
adamlarının idolleri karşısında kendilerini aşağılamasına hiç niyeti yoktu. Ve
ikisi de onun gazabına uğramak istemediğinden, ikisi de mantıklı tepkiler
vermişti. Siyah giyen adam, itaatkarlığını gösteren bir şekilde başını eğerken,
kanat taşıyıcı isteksiz bir şekilde sandalyesini kaldırdı ve gagasını hayal kırıklığı
içinde bükerken yerine oturdu.
“Sanırım önceden tartıştığımız konuya geri döneceğiz.” dedi
Derrivus. “Nagutt, adamlarının durumu nedir?”
“Çok fazla asker kaybettim. Gözcülükten fazla bir şey
yapabileceğimizi pek sanmıyorum.”
“Ve kahramanın akıbeti nedir?”
“Cesedini bulamadığımız için kaçtığından şüpheleniyoruz.
Maskeli adamın onu kurtarmak için geldiğini tahmin ediyoruz.”
Derrivus, hemen karşılık vermek yerine olasılıkları düşünmek
için bir süreliğine durdu. Ve bu sebepten, bir başka şahıs fırsatı
değerlendirerek araya girdi ve sorularından birini sordu.
“Sana sormak istediğim bir şey vardı.” Sesi çok alçaktı, ve
ses kapkara, tamamen metalden yapılma zırhının içinden boğuk çıktığı için,
sahibinin cinsiyetini ayırt etmek imkansızdı. Aynı şekilde, üslubundan da
çıkarması zordu. Konferans boyunca kolları bağlı şekilde sessiz durmuşlardı.
“Şu maskeli adam, gerçekten bahsettiğiniz kadar güçlü mü?”
“Evet.” dedi Derrivus, net bir şekilde. “Nagutt’un gizli
servis timinin yarısını tek eliyle etkisiz hale getirdi ve daha geçen gün, güç
yarışmasında şefimizle boy ölçüşebildi.”
“Mükemmel.” diye kıkırdadı, zırhın içindeki.
“Asla değişmeyeceksin.” Şefin yardımcısı, alaycı bir şekilde
gülümsedikten sonra masadaki diğer bir kişiye döndü. “Soruşturmalarından bir
şey çıktı mı?”
“Tam olarak kim olduğunu bulamadık, ama en azından çemberi
daraltmayı başardık. Görünüşe göre, muhtemelen dört kişiden birisi.”
“Açıkla.”
Soruşturmanın şefi derin bir nefes aldıktan sonra
Derrivus’un emrini dinledi ve bulduklarını açıklamaya başladı. “İlk adayımız,
kralın en bilinen ajanlarından Sessiz Suikastçi, Lunogill. Kim olduğu
kesinlikle tartışılabilir olsa da, maskeli kişinin o olduğuna dair kesin bir
kanıtımız olmadığından, listemizi genişletmeye başladık. Bunu yaparken,
Phynar’ın yeminli yarı insan müttefiki, kılıç ustası Shanadia, ve hizmetindeki
ejmender savaşçı J’nadelle’in ikisi de, muhtemel maskeli olabilirdi. Son
adayımız, Yuki adındaki zindan efendisi. Ne yazık ki, adaylardan bağımsız
olarak, şüphelerimizi doğrulayacak herhangi bir kanıt bulmakta başarılı
olamadık.” [1]
“Seni anladım. Sessiz Suikastçi, Kılıç ustası, ve savaşçı,
gerçekten de muhtemel adaylar olarak görünüyor.” Derrivus kaşlarını çattı.
“Tanıdık gelmeyen bir isim vardı. Bu... Yuki denen kişi de kim?”
“Allysia’nın kaderini belirleyecek komplomuza engel olan
iblis lordu. Maskeler takmasıyla ve uzun, kılıca benzer silahlar kullanmasıyla
bilinir. Açıkçası, adaylarımız içinde en az ihtimale sahip olanı o.”
“Peki neden? Tarifin, şefimizle savaşan adamın tarifiyle
birebir örtüşüyor.”
“Yuki bir iblis lordudur. Bir labirenti, zindanı yönetir.
Zindan efendileri, çekirdeklerine bağlıdır, ve ne olursa olsun onu korumak
zorundalardır. Sadece bu bile, onun neden en düşük ihtimale sahip olduğunu
anlamanıza yeterli gelemezse, size zindanının bulunduğu yerden bahsetmek
isterim. Zindanı, Uğursuz Orman’ın derinlerinde yatıyor.”
“...Yani zindanı, bizim kara pullu müttefikimizi alaşağı
eden efsanevi Yüce Ejderha’nın yakınlarında bir yerlerde öyle mi?” Acı acı gülümsedi;
yüzü, sanki tiksinç bir koku duymuş gibi ekşimişti.
“Uğursuz Orman’ın iç bölgesi, Yüce Ejderha’nın varlığı
olmasa bile, tehlikeli bir yerdir. Ormanda yaşayan canavarlar, diğerlerine göre
2-3 kat daha güçlüdür. Bölgeyi araştırmaları için en iyi adamlarımdan birkaçını
göndermiştim, ama bir tanesi bile geri dönmedi. Çekirdeğinin sürekli tehlike
altında olmasından dolayı, bölgesinden ayrılmaya niyeti olmadığı sonucuna
varmak gayet doğal.”
“Burada bir aykırılık var. Az önce Allysia’da olduğunu
söylememiş miydin?”
“Saygısızlık etmek istemem ama, Uğursuz Orman Allysia
Krallığı’na, İblis Diyarı’ndan daha yakın olduğunu hatırlatmak isterim.
Yeteneklerinden anladığımız kadarıyla, krallığa birkaç saat içinde gidebilecek
kapasitedeymiş gibi görünüyor. Ancak, iblis diyarına gelmesi, birkaç gününü
alacaktır. Ve bu, efendim, etkinliğe katılması durumunda uzun süre kalmak
zorunda olmasını hesaba katmadığımız hali.”
“Kesinlikle demek istediğini anladım.. Bir labirent
efendisinin bölgesini terk etmesi mantıklı değil.” diye mırıldandı Derrivus.
“Kim olduğu bir yana, maskenin arkasındaki adam kesinlikle büyük bir engel.
Çabalarımızı ve dikkatimizi ona yö--”
“Onu serbest bırakın.”
Emir erinin sözleri, hizmet ettiği efendisi tarafından
yarıda kesilmişti. Yüzü bir yumruğuna dayalı bir şekilde onur koltuğunda
sessizce oturmakta olan Gojim, nihayet konuşmuştu.
Phynar ifritler hakkında kesinlikle çok şey biliyordu ancak,
hatalı olduğu tek bir şey vardı. Gojim’in adamları emirlerini harfiyen yerine
getirmek için kesinlikle ellerinden geleni yapıyor olsalar da, kendi başlarına
nasıl düşünmeleri gerektiğini de biliyorlardı. Şefin emirlerini yerine
getirmek, hepsi için nadir bir durumdu.
Gojim sembolik bir liderdi, ama saygı görmeyen birisi
değildi. Ona hizmet edenler için, söyledikleri, onların da iradesiydi. Ama o
kadar az emir veriyordu ki, her biri kendi başlarına hareket ediyor gibiydi.
Gojim için sıradan bir gün, adamlarının ne isterlerse onu yapmasına izin
vermekten ibaretti. Önemli bir karar verdiği tek zaman, gerçekten vermesi
gerektiği bir zamandı, maskeli adamın onu halka açık bir düelloya davet etmeye
zorlaması gibi.
Tamamen sorumsuz birisi de değildi. Hatta bunun tam
tersiydi. Gojim, tek iyi olduğu şeyin savaşmak olduğunu biliyordu. Halkı için
yapabileceği tek şey, savaşta şampiyonları olarak dik durmaktı. Adamlarının
uzmanlık alanlarına gereksiz yere burnunu sokmanın, onları engelleyip ortaya
çıkacak sonucun kötüleşmesine sebep olurdu. İşte bu yüzden, boş boş oturmaktan
başka bir şey yapmamış, adamlarının ona raporlarını sunmasını beklemiş ve
yaptıklarının yükünü omuzlamıştı.
Bir şef olarak rolünü iyi oynamıştı. Taşıdığı karizmatik
hava öyle güçlü ve hükmediciydi ki, diğerleri doğal olarak onun etrafında
toplanıyor ve kanatlarının altında yer arıyordu.
“E-emin misiniz şef?” diye kekeledi Derrivus.
“Çoktan halkın gözünden çekildi. Bir süre bize dert
olacağından şüpheliyim.” dedi Gojim. “Nerede olduğunu araştırmaktan daha önemli
işlerimiz var. Zamanı gelince kendi başına ortaya çıkacaktır. Onunla ilgilenmek
gerçekten elzem olana kadar onu bir kenara bırakabiliriz.”
“...Öyle istiyorsanız.” Derrivus karardan memnun değildi,
ama emirlerini onaylamış ve kabul etmişti. “Söylemek istediğiniz başka bir şey
var mı şef?”
“Sanırım bir şey vardı.” İfritlerin lordu, yavaş, temkinli
bir şekilde konuşmuştu. “Planlarımız baskılandı. Destia Trome’un bir fırsat
olacağını düşünmüştük. Ve buna rağmen, kendimizi ondan öncesinden de zayıf bir
durumda bulduk. Phynar karargahlarımıza saldırdı ve tesislerimizi yağmaladı.
Onu durdurmak için hiçbir şey yapamadık. Planlarımızın gözden geçirilmesi
gerekiyor. Her şeyi ikkatlice irdelemek ve önem seviyesine karar vermek
gerekiyor. Hiçbir şeyi atlamayın. Her temel yönü değerlendirin.”
Tüm oda sessizdi. Odadaki her bir kişi Gojim’in konuşmasını
pür dikkat dinliyordu.
“Yolumuzdaki engel, hedeflerimizin yanında önemsiz kalıyor.
Değişen hiçbir şey yok. Öğretimizi takip etmeye devam edeceğiz. Etmek
zorundayız.”
Sözleri yumuşak ama ağırdı. Sessiz konuşuyordu, ama her bir
kelime bal gibi yoğun bir tutkuyla doluydu; onu güdüleyen tutku, konferans
odasında yayıldı ve sesini duyanları etkisi altına aldı. Hiçbiri sakin
kalamamıştı. Her birinin göğsü, kısa süre içinde tutkuyla dolmuştu.
“Ölenler için, durmamalıyız. Asla durmamalıyız. İradelerini
taşımakla yükümlüyüz ve emellerimizin sonunu getirmeliyiz. İlerlemeliyiz. Zafer
için.”
“Zafer için!”
Herkes şefin son sözlerini tekrarlayınca, odada sesleri
yankılandı. Durum, en dipte olduklarını gösteriyor gibiydi. Ve buna rağmen,
kalpleri göklerde süzülüyordu. Çünkü biliyorlardı. İşe koyulma zamanıydı. Bunca
zaman peşinden koştukları amaçlarını--hayallerini--elde etmek için vücutlarının
her bir zerresini yorana kadar çalışmalarının zamanıydı.
[1] Ejmender(or. Dragonewt): Ataları ejder olan, iki ayaklı
ejder ırkı.