Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Bir Ejderhanın Gözlerinden
Kahramanın ani gelişi, beni tamamen şaşırtmıştı. Kıyafetlerinin
parçalanmış ve vücudunun kir pas içinde olması bir yana, zindan sınırları
içinde belirmesini bile beklemiyordum. Vücudunda o kadar çok kanlı kesik vardı
ki, hala hareket edebiliyor oluşunu kavramakta zorlanmıştım--ona bakmak acı
veriyordu.
Onu izlerken bir süreliğine donakalmıştım, ama bu durum çok
uzun sürmedi. Yakınlarında, çocukların maceralarından dönüşlerinden sonra
yüzlerini temizlemek için kullanılması için ayrılmış havlulara benzeyen bir
havlu duruyordu. Lyuu’yu çağırıp tıbbi malzemeler getirmesini söylerken havluyu
aldım.
Yaralarını dindirmek için bir büyü yaptıktan sonra, bir
şeyin farkına vardım. Kahramanın yarası yoktu. Her ne kadar dış görünüşünden
büyük acı çektiği anlaşılsa da, hiçbir yarası yoktu. Göz kürelerimin içinde
bulunan algılama, analiz ve ölçme yeteneğim, onun tehlike altında olmadığını
söylemişti. Zihnimden bir rahatlık dalgası geçti. Güvendeydi.
Ona tekrar göz gezdirdim ve durumunu daha detaylı inceledim.
Nefesi düzenli bir hızdaydı, kemikleri kırılmamıştı ve vücudunda şişlik yoktu.
Dış görünüşünün verdiği tehlike sinyallerinin aksine, sağlığı yerindeydi.
O anda, Yuki’nin onu yollamadan önce yaralarını
iyileştirdiğini anladım. Herhangi bir yarasının olmaması, Yuki’nin üzerinde
taşıdığı bir sürü iksirden kaynaklıydı. Yöntemlerinin çoğunu biliyorum. Ve buna
karşın, onu buraya nasıl yolladığı hakkında bir fikrim yoktu.
Onu, kendi olmadan uzay dokusunun içinden gönderebilme
kabiliyeti, özellikle ilginçti. Ve buna karşın, Yuki’nin davranışları,
şaşırılmayacak şekilde, her zamanki gibi garipti.
“Nell iyi olacak mı...?” Yanımda duran çocuk, Illuna,
endişeli bir şekilde konuşmuştu.
“Öyle sanıyorum.” cevap verirken, güven verici bir şekilde
başını okşadım. “Sadece uyuyor. Yuki çoktan yaralarını iyileştirmiş.”
Onun için endişelenmeli miyim? Konu ona gelince,
düşüncelerim iblis lorduna kaymıştı. Her ne kadar çocukları endişelendirmek
istemediğim için kaygılarımın görünmesine izin vermedim. Yine de kaygılıydım.
Etinin güvenliği hakkında fazla endişem yoktu; fiziksel sağlığı için çok fazla
endişelenmeme gerek olmadığının gayet farkındaydım. Endişelendiğim şey zihinsel
gücüydü, daha doğrusu güçsüzlüğü. Kocam diğerlerine, zihinsel saldırılar
tarafından alt edilemeyecek, özgüvenli, dışa dönük, ve hatta kibirli bir adam
gibi görünüyordu. Ama bu, aslında olanla yakından uzaktan alakalı değildi.
Kalbi ve zihni saldırıya açıktı. Düşkün olduğu kişilere verdiği değer, kendi
sağlığı için çok fazlaydıı. Değer verdiği kişilere zarar geldiğine tanık
olduğunda, mantığının öfkesinin önüne geçmesine izin vermeyeceğini çok iyi
biliyorum.
Ona göz kulak olmak gerekliydi. Neyse ki, Leila ve Enne,
benim yerime bu görevi üstleniyorlardı. Her ne kadar Leila’nın Yuki’yi mantık
çerçevesinde tutabilme yeteneği şüpheli olsa da, Enne’in varlığının onun aceleci
doğasını yatıştıracağından şüphem yoktu. Ona eşlik etmemin vazgeçmemem gereken
bir seçenek olduğunu bilmeliydim. Yanında olamamaktan daha pişmanlık duyduğum
bir şey yok.
Ama olan oldu. Geçmişi değiştiremem, ve şu anda yapılması
gereken çok şey varken hatalarıma hayıflanmamın hiçbir faydası yok. Dikkatimi
önümde yatan insana yönlendirdim. Onu daha rahat bir yere götürmek iyi olur.
***
Kız nihayet hareketlenmeye başladığında birkaç saat
geçmişti.
“Nihayet uyandın mı?” Sözlerimi duyan Nell, gözlerini güçlükle
açtı ve çevresini inceledi.
“Nerede... yim ben...?”
“Şu anda Yuki’nin zindanının sınırları içerisindesin.”
Kocamın ismini duyunca birden dikkat kesildi. Hızla uzandığı
yataktan fırladı ve zihnindeki parçaları yavaş yavaş yerine oturttu.
“N-nerede o?” diye kekeledi. “Ve ne oldu?”
“Nerede olduğunu bilmiyorum. Senin ardından gelmedi. Ama
durum her neyse, sakin kalman senin için daha iyi olacaktır.”
Açıklamam, durumu ona özetleyecek kadar bilgi vermiş olacak
ki, sakinleşti ve dingin ve durumu kavradığını gösteren bir ses tonuyla
konuşmaya başladı.
“Ah... Sanırım bu beni kurtardığı anlamına geliyor...”
yüzünde, belirgin, ama yeni bir şaşkınlık dalgası yüzünden birden kaybolan bir
gülümseme geçti. “Bir dakika, Lefi?! Ne? Nasıl yani!? Yuki’nin zindanında
mıyım!? Burası Uğursuz Orman’ın ortasında değil mi!?”
...Görünüşe göre anladığını varsaymakla hata yapmışım.
Her ne kadar kahramanın yatağının başında başkaları da
oturmuşsa da, başından beri sürekli başında olan kişi bendim. Bunun sebebi,
yanında kalmak istemediklerinden değil de, daha çok zamanın izin vermemesinden
kaynaklıydı. Kendi uyanık durumum ise isteyerek değil, alışkanlıktandı. Kocam
ve ben, her türlü kart, taş, ve tahta ile oynanan oyunların keyfini baş başa
çıkarmak için sık sık gece yarısından faydalanırdık. Anlamıyordum. Bu kadar az
dinlenmesine rağmen gün boyu enerjisini nasıl koruyor ki? Yatakta bu kadar
vakit geçirmeme sebep olan tek şey, gece geç saatlere kadar yaptığımız bu
aktivitelerdi.
“Bu doğru. Şu anda ormanın içindesin.” Diye cevapladım.
“Nasıl hissediyorsun. Yaralanmamış gibi görünüyorsun, ama durumun aslında böyle
olduğundan emin değilim.”
Kahraman bakışlarını vücuduna çevirdi ve detaylıca inceledi.
Başta, olağandışı bir şey olmadığını fark etti, ama kısa süre sonra şaşkın bir
şekilde kaşlarını çattı.
“Hı...? Bütün yaralarım nereye gitti?”
“Bana kalırsa, buraya yarasız bir şekilde geldiğin için,
Yuki bir iksir kullanarak seni buraya yollamadan önce iyileştirdi.
“Evet bunu hatırlıyorum, ama... bütün yara izlerim bile
gitmiş.” sesi, hem ikna olamadığını hem de rahatladığını gösteren bir şekilde
mırıldanmaya dönüşmüştü, “Bu zamana kadar geçirdiğim bütün eğitimlerden o kadar
çok yaram vardı ki...”
“Merak etme. Yuki’nin iksirleri çok etkindir. Eski yara
izlerinin gitmesi de gayet beklenebilir bir şey.” Normal bir şey olduğunu
gösterir şekilde omuzlarımı kaldırıp indirmiştim. “Eğer ağrın yoksa, o zaman
dayanıklılığını geri kazanmaya odaklanman senin için iyi olur. Aç olduğunu
sanıyorum, değil mi?”
“Ah, şey. Evet, teşekkür ederim.” Hala devam eden
şaşkınlığına rağmen, kahraman ona sunduğum tabağı kabul etti ve bir kaşık yulaf
lapasını ağzına götürdü. Ve bunu yapar yapmaz donakaldı. Az önce yemek yeme
işlemini gerçekleştiren elleri, bütün momentumunu kaybetmişti.
“Şeyy, baksana Lefi? Kabalık etmiş gibi olmak istemem, ama
acaba, şeyy... tuzla şekeri karıştırmış olabilir misin?”
Kontrolsüz, tedirginlikle dolu bir şekilde inlemiştim.
Kendime inanamıyorum. Şu ana kadar aynı hatayı kaç kere yaptığımı bilmiyorum.
Bu hatayı ne zaman yaptım acaba? Doğru malzemeleri kullandığımdan emin olmak
için hazırlama sırasında birçok kez tadına baktığımı net bir şekilde
hatırlıyordum.
“Ben.. Özür dilerim.” bir anlık garip duraksamadan sonra
üzüntümü dile getirmiştim. “Hem Yuki hem de Leila iblis diyarındalar. Zindan
sınırlarında yaşayan hiç birimiz mutfak sanatlarında en ufak bir yetenek sahibi
değiliz.”
Konuşurken, yatağının kenarında duran sandalyeden ayağa
kalktım.
“Merak etme, sana böyle sefil bir yaratımı yedirmeyeceğim.
Yeniden hazırlanmış bir yemekle birazdan geleceğim.”
“Sorun değil. Hala yenilebilir, ve bana fark etmez.”
Kahraman kıkırdadı. “Teşekkkür ederim Lefi. Gerçekten minnettarım.”
Tam ayağa kalkarken beni durdurdu, ve garip tatlı yulaf
lapasını yemeye başladı. Her ne kadar yetersizliğimden dolayı utanmış olsam da,
isteğine uydum ve sandalyeme geri oturdum.
Bunların ardından kısa bir sessizlik oldu. Çocukların
uykularındaki kıpırdamaları ve kaşığın çıkardığı tınlamadan başka ses yoktu.
“Yuki... Yuki hayatımı kurtardı.” Nell kaşığını bir kenara
koydu ve düşüncelerini şekillendirmeye başladı. Ağzını terk eden her bir
kelimenin düşünülmüş bir amacı vardı; son cümlesindeki her bir kelimeyi
dikkatlice seçmişti.
“Demek tahmin ettiğim gibi oldu. Kocamın yararlılığını
kanıtlamış olması beni memnun ediyor.”
“Senin... kocan. Doğru ya. İkiniz evlenmiştiniz.”
“E-evet.” diye kekeledim. “Durumumuzdaki değişiklikten
bahsetti mi?”
“Bahsetti. Koca mutlu bir gülümsemeyle, övüne övüne
bahsetti.”
Zihnim bahsettiği durumu canlandırırken yanaklarım
kızarmıştı. Ancak, küçük ama dikkat çeken bir detay yakaladığım anda
utangaçlığım hemen kayboldu. Kahramanın yüzündeki gülümseme doğal değildi. Zorlamaydı.
Tipik bir ejderha olarak, insanların yüz ifadeleri hakkında
az şey biliyordum. Karmaşık mimiklerini ayırt edebilmek benim için zordu. Buna
karşın, onunkileri biliyordum. Çehresi, belirli bir kişiyi eş olarak
alamayacağının farkına varıldığında takınılan tipik bir tavır takındığına,
duygularını ümitsizce baskılamaya çalıştığına işaret ediyordu.
“Yoksa sen...” başta onunla yüzleşmeye tereddüt etmiştim,
ama kısa süre sonra emin olamama halimden kurtulup devam ettim. “Yoksa sen ona
aşık mı oldun?”
“Nee!?” Hı!? H-hayır! Hiç de bile! T-tamamen yanlış
anladın!”
Kahraman öyle telaşlanmıştı ki, gülümsemekten başka
seçeneğim yoktu. Anlaması ne kadar kolay. Ama sanırım, bir kahraman böyle
oluyor.
...Ya da olmuyor. Kahramanlık konseptini düşündüğümde, küle
çevirdiğim bir adam aklıma geldi. O adam da Nell ile aynı konumdaydı, ama
farklı bir karakterde. Onurlu, kendini beğenmiş ve doğal düzen hakkında hiçbir
bilgisi olmayan birisiydi. Karşılaşma tek taraflıydı. Antik kahraman kudretim
karşısında, zavallı bir bebek kadar savunmasızdı. Kahramanların genel olarak
açık ve dürüst olmasından ziyade, karşımdaki kişinin böyle bir karaktere sahip
olmasıyla alakalıydı.
“Sakinleş. Paniklemeni gerektirecek bir şey yok. Cevabın ne
olursa olsun sana zarar vermeyi planlamıyorum. Sadece merakımdan kaynaklı bir
soruydu.” dedim. “Pekala? Ona aşık mı oldun?”
“Ben... sanırım.”
“Duygularını tarif etmenin daha muğlak bir şeklini hiç
duymadım.”
“Ö-öyle, çünkü ben de emin değilim...” dedi Nell. “Daha önce
hiç aşık olduğumu sanmıyorum, o yüzden bu hissettiğim şeyin ne olduğundan emin
değilim.”
Gözlerimi bir süreliğine kapadım ve durumun üzerine
düşündüm.
O da ben de birbirimizden farklı değildik. Hatta
düşüncelerimiz ve duygularımız paraleldi. Yuki’nin baştan çıkarma konusunda
talihsiz bir yeteneği olduğu kesin.
“G-gerçekten benim suçum değil... Beni kurtarma şekli, onu
çok havalı gibi gösterdi! Böyle bir şeyden sonra, ona nasıl aşık olmayayım...?”
Yüzünde hafif bir kızarıklıkla kahraman, gelişine kadar
gerçekleşmiş olayları anlatmaya başladı.
***
“Önceden planlamamış olmasına rağmen böyle kritik bir anda
ortaya çıkmasına inanamıyorum.”
“Aynen! Ve bu, ilk kez yapışı da değil! Aynısını Alshir’i ziyaret
ettiğimizde de yaptı!”
“O böyle bir adam. Her ne kadar kendini göstermeye
çalışmadığını söylese de, fırsat verildiği zaman kesinlikle tüm ilgiyi üzerine
çeker ve kendini olayın merkezine oturtur. Kişiliğinin bir özelliği.”
“Değil mi!? Sorunları her zaman, gözünü ondan aldığın anda
mükemmel bir şekilde çözüyor. Ve sonrasında da büyük bir iş yapmamış gibi
davranıyor! Ve yemin ederim, yaptığı her şey beni şaşırtıyor!”
Sevgimizin yönlendiği adamla alakalı şikayetlerimizi dile
getirince ikimiz de kıkırdamaya başladık.
“Bunun olacağını bilmeyi dilerdim...” kahkahalarımız
yavaşlayıp yerini hüzünlü bir gülümsemeye bıraktı. “Onun için senden daha
önemli olamayacağımı biliyorum, ama evleneceğinizi bilseydim en azından ona
nasıl hissettiğimi söylemeye çalışırdım.”
Yine, ikimizin arasında hiçbir fark olmadığını anlamıştım.
Onu anlıyordum. Hislerini çok iyi biliyordum. Çünkü onun gibi ben de kendimi,
Yuki’den yayılan rahat hava tarafından çekilmiş--ayartılmış--bulmuştum. Ben de
onun gibi, onun bir aptal olduğunu ve hassasiyetlerinin benimkinden çok farklı
olduğunu çok iyi biliyordum, ama yine de ona aşık olmuştum. Çünkü, onun yanında
olduğumda gülümseyeceğimi biliyordum. Sanki tek bir kişiymişiz gibi. Onun
hislerini düşünmek, kendiminkilere bakmaktan farksızdı.
Ve bu düşünce, sorgumu daha da derinleştirmeme sebep olan
şeydi. Onun taşıması gereken kaderi ben taşıyabilir miydim? Onun sıcaklığını
bildikten sonra bir eşsiz, yalnız bir şekilde yaşamaya geri dönebilir miydim?
Ve onun nezaketi?
Bir sonuca varmam için bir ana bile ihtiyacım yoktu.
Kesinlikle yoktu.
Hayatı o olmadan daha fazla yaşayamayacağımı biliyordum.
“Bizimle yaşamana izin vereceğim.” Sonuca vardığım anda
konuşmaya başladım. Arkadaş olarak gördüğüm birini, benim bile dayanamayacağım
bir kadere terk edecek kadar zalim olamazdım.
“Hı...?” Şaşkın bir şekilde gözlerini bana çevirdi.
“Senden hoşlandığını bildiğim için, bu isteği sen dile
getirirsen muhtemelen geri çevirmez.” Konuşmaya devam ettim. “Günün birinde
onun gelinlerinden biri olarak kendini bulsan bile, yanında yer almanın benim
için bir sakıncası yok.”
“B-bu beni gerçekten mutlu eder, ama emin misin? Bu
muhtemelen seni üzer, değil mi?”
“Bunu düşünmediğimi kesinlikle söyleyemem. Ama ayrıca, seni
düşünmediğimi de kesinlikle söyleyemem. Üzüntünü çok iyi biliyorum ve bunu
taşıman için seni zorlamak istemiyorum.”
Az daha kahkaha atacaktım. Onun duygusal iyilik halinden bu
kadar endişeli olmamı istemeden de olsa komik bulmuştum. Geçmişte bunun için
üzülmezdim. Ama Yuki beni değiştirdi.
“Onun tek sevgilisi olarak kalmamın imkansız olduğunu uzun
zamandır biliyorum.” Kendi yataklarında uyuyan vampir ve yapışkana baktım.
“Yaşları geldiğinde onlar da muhtemelen benim durumuma dahil olacaklar.”
Yuki, zamanı geldiğinde onları da eşi olarak alacağına dair
onlara çoktan söz vermişti. Bunun, sadece çocukları oyalamak için söylediği bir
söz olduğunu çok iyi biliyordum, ama günün birinde sözünü tutacağı olasıydı.
Her ne kadar sevgisini ifade edenler sadece çocuk olsalar
da, onun sevgisini isteyecek tek zindan sakini olacaklarını sanmıyordum.
Hizmetçilerin de bir gün onu seveceklerini düşünüyordum.
Onun sevgisini paylaştığımız bir gelecek hayal etmek,
yüzümde nazik bir gülümseme meydana getiren kolay bir işti. Onu seviyordum.
Ama, ayrıca onları da seviyordum. Ve kendi mutluluğumu istediğim kadar
onlarınkini de istiyordum. Birlikte yaşadığım her bir kişi, biriktirdiğim
hazinenin eş birer parçalarıydılar. Hiçbiri değiştirilemezdi, ve her birinin
bende, yerinin başka biriyle değiştirilmesine mani olan kökleşmiş değerleri
vardı. Düşüncelerim samimi ve kabulleniciydi. İşte bu yüzden böyle nazik ve
dürüst birinin aramıza katılmasına itiraz edemiyordum. O da kesinlikle
hazinemin bir başka parçası haline gelecek ve günlerimi bir başka neşe
katmanıyla donatacaktı. Yine de, onun kabul edilme ihtimalini düşünmüş olmayı
garip buluyordum. Yüce Ejderha olarak korkulan biri olmama rağmen, başkalarının
duygularını bu kadar düşünüyor olmayı, istemeden de olsa garip buluyordum.
“Bu gece çok konuştuk.” dedim. “Senin dinlenmeye çok
ihtiyacın var, ve sanırım konuşmalarımız, diğerlerinin de bulunmasını
gerektiriyor. Sabah devam edelim.”
“Tamam.” diye cevapladı kahraman. “Hey, şeyyyy... Lefi...”
“Ne oldu?”
“Bana bu kadar nazik davrandığın için teşekkür ederim. Bu
yönünü gerçekten çok seviyorum.”
“Y-yeter.” diye kekeledim. “Saçma sapan konuşmayı bırak ve
dinlen.”
“Hıhı. Her şey için tekrar teşekkürler. İyi geceler, Lefi.”
“İyi uykular Nell.”
Gecenin sözlerini söyledikten sonra, yataklarımıza döndük ve
gecenin geçmesine izin verdik.