Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kahraman, İblis Lordu’nun Tarafına Katılır
Komutumla birlikte, tüm zindan sakinleri toplantı salonlarından
birinde toplandı. Normalde bu olayı taht odasında yapmayı seçecek olsam da
evcil hayvanlarımın bazıları ne yazık ki sığamayacak kadar büyüktü. İşte bu
yüzden, aslında pek bir işe yaramayan bir, daha büyükçe bir odayı seçmek
durumunda kalmıştım. Öff, kimi kandırıyorum? Pek bir işe yaramayan bir oda mı?
Evet, evet, tabii. Daha çok hiç kullanılmamış bir oda.
“Pekala, yapacağım kısa bir duyuru var. Bu Nell. Bir
süreliğine bizimle olacak, o yüzden iyi davranın.”
“H-herkese merhaba, ben Nell. Tanıştığıma memnun oldum.”
diye kekeledi.
“Eşlerinden biri değil mi?” diye sordu Lefi.
“Tebrikler Nell! Şimdi sen de evlendin!” dedi Illuna.
“Hey, sen, gümüş boynuzları olan ve sen, köpek dişli
sarışın. Kesin sesinizi. Bu bir toplantı. Resmi bir şey yapıyoruz. İkiniz
şirazeden çıkmaya başladınız.” dedim.
Hadi ama Kızlar. Neden işlerin öyle olmasına uğraşıyorsunuz?
Gerçekten öyle değil çünkü. Burada olmasının tek sebebi, işine verdiği hoş,
uzun, hak edilmiş bir ara ve hepsi bu kadar.
“Peki, diyordum ki,” boğazımı temizledikten sonra konuşmaya
devam ettim. “Güzel güzel oynayın ve birbirinize iyi davranın. Her neyse, ne
kadar iyi karşıladığınızı göstermek için onu alkışlayın.”
Seyirciler söylendiği gibi alkışlamaya başlayınca, yanımda
durmakta olan Nell, utanarak herkese teşekkürlerini iletti. Pekala çocuklar,
gerçekten alkışlamanızı söylediğimi biliyorum. Ama hepinizin alkışlamasına
gerçekten gerek yoktu. Bunu yapmasını söylediğim kişiler, yani, eli olanlardı?
Yani, hadi ama yılan dostum. Elinden geleni yaptığını biliyorum, ama gerçekten
durman gerek. Kuyruğunu yere vurup durman bütün kaleyi sarsıyor.
“Pekala, Kahraman Hanım, görünüşe göre resmi olarak iblis
lordunun tarafına katıldınız.”
“Şey... Öyle söylememeni gerçekten tercih ederim. Biraz
yanıltıcı gibi.”
“Yani, kahraman hanım, görünüşe göre işinizde öyle iyisiniz
ki, sözde baş düşmanınızla arkadaş olmayı bile başardınız.” dedim gözlerimi
devirerek, “Peki, bize yapmak istedikleriniz hakkında bir şeyler söylemeye ne
dersiniz?”
“Y-yapmak istediklerim mi?” Topu ona paslayınca birden
panikledi. “Şeyyy... Aaaaahhhh... yani, henüz herkesi o kadar iyi
tanımadığımdan, sanırım herkesle arkadaş olarak herkesi çok daha iyi tanımaya
çalışmak.”
“Bu harika bir fikir!” Elini taşın altına koyan ilk kişi
Illuna olmuştu. “Sabırsızlanıyorum! Hepimiz sonsuza kadar en iyi arkadaşlar
olacağız!”
Vampirin yorumu barajın kapaklarını açmıştı; zindanın her
bir üyesi, kendi yorum ve iyi dileklerini dile getirmeye başlamıştı. Güzel.
Görünüşe göre herkes gerçekten de iyi geçinecek gibi. Dostum, abartıp, herkesin
bu işe benden daha hevesli olduğunu bile söyleyebilirim.
“Pekala, ilk konumuzu aradan çıkarttık. Gündemin sonraki
maddesine geçelim.” dedim. “Ben yokken dikkate değer herhangi bir şey yaşandı
mı?”
“Nell’in ani gelişi dışında önemli pek bir şey yaşanmadı.”
Lefi, diğerlerinin adına konuşmaya başladı. “Tek bir olay yaşandı. Senin
ayrılışının hemen ardından bir grup iblis ormana girdi.”
“Pekala, demek birkaç istilacımız var. Bu bana bayağı normal
bir şey gibi geldi. Garip bir şeyler yaptılar mı?”
“Yapmadılar. Tek başardıkları şey, evcil hayvanlarımız
onları bölgemizden uzaklaştırdıktan kısa süre sonra orman yaratıkları
tarafından öldürülmek oldu.” dedi Lefi.
F. [1]
Kimlerdi acaba? İfrit olabilirler miydi? Büyük ihtimalle
öyle sanırım, ama bunun sebebi muhtemelen insan ülkesindeki planlarını suya
düşüren kişi olmamdı, iblis diyarında geçirdiğim zamanda kıçlarını tekmelemiş
olmamdan dolayı değildi. Zamanlama, başka bir sebep için mantıklı gelmiyordu.
Zamanla keşfedeceklerini biliyordum. Noktaları birleştirip
şeflerinin çenesine sağlam bir yumruk geçirmekle sorumlu olan kişinin ben
olduğumu anlamaları sadece an meselesiydi. Ama bundan endişelenmiyordum. Eğer
iş çarpışmaya gelirse kolaylıkla işlerini bitirebilirim. Sikeyim o ibneleri.
Tanrım, onları hatırlamak bile sinirlenmeme sebep olmuştu. Özellikle siktiğimin
kızıl kafasını. Lefi’yi bir silah olarak kullanmak istediği için onu sikeyim.
Öffff. Şansım varken neden onu öldürmedim ki? Oooooooooff. Büyük pişmanlık.
Her neyse. Günün birinde onu öldüreceğim için önemi yok.
Bunu duydunuz mu pezevenk? Hayatının geri kalanının tadını çıkar. Çünkü fazla
vaktin kalmadı. Elimde de değil zaten.
…
Pekala Yuki, derin nefes al. Bu kadar yeter. Tatildeyken
hasbelkader tanışmış olduğun bir geri zekalı yüzünden sinirlenmenin zamanı
değil şu an. Kendimi sakinleştirdikten sonra, beyinsizin ölümünü planlamayı bir
kenara attım. Hala gözden geçirmem gerekiyordu ve yakın zamanda hallolacaktı
tabii ki, ama her şeyin bir yeri ve zamanı vardı. Ve şu an bunun ne yeri ne de
zamanıydı.
Lefi’nin istilacıları fark etmiş olmasının sebebi, zindanın
menüsüne erişebilme yeteneğiydi. Tam erişim yoktu, ama haritayı kullanabiliyor,
tuzaklar kurabiliyor, evcil hayvanlarımızla telepati kullanarak iletişim
kurabiliyor ve kataloğun bir kısmını kullanabiliyordu. Ya da en azından
teknolojiye daha aşina olsaydı, bunları yapabilirdi. Ona göre video oyunları
yabancı bir kavramdı. Menülerde gezme hakkında hiçbir tecrübesi yoktu ve bu
nedenle, karmaşık olmaları ve sezgisel olmamaları yüzünden, kullanmayı
beceremiyordu. Dostum, şimdi düşününce, oyunlar ve kullanışlılık hiçbir zaman
birlikte doğru işlemezdi. Genel çerçeve hakkında bir şey bilmediğin sürece,
arayüzü anlamak bayağı zordu.
“İblis diyarında bulunduğun süre zarfında bundan başka pek
bir şey gerçekleşmedi.” dedi Lefi. “İyi hazırlanmış yemek eksikliği sorununa
üzülmemiz dışında önemli bir şey yok. Nell’in getirdiği kurtuluştan dolayı öyle
duygulandım ki, neredeyse ağlayacaktım.”
“Hı-hı...” kahramana doğru döndüm. “Sanırım bu, mutfak
işlerinde bana ve Leila’ya katılacağın anlamına geliyor.”
“Tamam. Elimden geleni yapacağım!” Yumruklarını sıktı. Hareketi,
normalde bir erkek tarafından yapılsa kabul görmeyecek bir şekilde yapmıştı,
ama erkek olmadığından bu bir sorun değildi. Biliyor musunuz, şimdi biraz
düşününce davranış şekli aslında bayağı şirindi. Özellikle zoraki değil de,
daha doğal gibi göründüğü için.
Normal şartlar altında, bir misafirin ev işleriyle
uğraşmasını istemem. Ama, kalış süresinin uzunluğu ve mahiyeti göz önünde
bulundurulduğunda, yardım ediyor olmasının muhtemelen en iyi şey olacağını fark
etmiştim.
“Ve hala bu konudayken söyleyeyim Yuki, bu akşam yemeğini
yapmaya yardım etmene gerek yok.”
“Emin misin? Çünkü biliyorsun, az önce yemek yapmamı ne
kadar istediğini söylüyordun.”
“Eminim. Hazırlıklar yapılırken normal yaşam alanlarımızın
dışında kalsan iyi olur. Aslında, yaklaşmamanı çok daha tercih ederim.” dedi.
“Nell, ona katılmanı istiyorum. Geri kalan herkes meşgulken, ikiniz bu fırsatı
iyi değerlendirin ve her ne işler çevirmek istiyorsanız onu yapın.”
...Lefi ltfn.
Lefi’nin saçmalamasına tek tepki veren ben değildim. Nell de
tepki vermişti... Gözü dönmüş bir şekilde bana bakarken kıpkırmızı olmuştu.
Arzusunu bakışlarından hissedebiliyordum; herkes bakıyor olmasına rağmen
duyguları tamamen kontrolden çıkmıştı. Lütfen dur.
“Doğru, evet, tabii, her ne diyorsan Lefi. Muhtemelen gider
handa takılırız. Çocuklara bakmamız gerekecek mi?”
“Onları kendine dert etme. Tek görevin, kahramanla
yakınlaşmak.”
“Aaaaaah... tabiiiii... öyle olur herhalde...?”
Bir şeyler dönüyor ve ben bunun farkındayım. Ama bu olayı
daha fazla kurcalamak istemediğimden, he diyerek geçtim ve Lefi’nin istediği
üzere asıl taht odasından çıktım.
***
Perdeler kalkınca, Nell’le kendimizi yeni bir arka fonun
önünde bulmuştuk. Kalenin içi kaybolmuş, yerine nesilden nesile geçen Japon
geleneği kokan bir bina gelmişti. Genç kahramana tanıdık geleceği kesin olan,
ilk ziyaretinde onu getirdiğim odadaydık. Bu sefer, birbirimizin karşısında
oturmuyorduk ama. Bunun yerine yastıklarımız, konuşurken bahçeyi görebilelim
diye yan yana koyulmuştu.
“Pekiiiiii... şeyyy... Diğerlerinin neyin peşinde olduğunu
biliyor musun?”
“B-bilmem.”
Konuşma başlatma denemem başarısız olmuştu.
Bir kez daha sessizliğe gömülmüştük. Garip bir sessizlik.
Lanet olsun. Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Hepsi Lefi’nin suçu. Koca
çenesini açıp bize flörtleşmemizi falan söylemek zorundaydı. Cidden, dostum, bu
konu hakkında neden bu kadar hevesli olmak zorunda? Cidden, neden ya? Eşinin
sana zorla başka eşler almaya zorlaması, tipik yeni evli olayıyla hiç alakalı olmadığından
emindim.
Durumumun, çoğu erkeği kıskançıktan kudurtacağının gayet
farkındaydım, ama külahıma anlat. Tam tersine, yalnız ve hatta biraz depresif
hissetmeme sebep olmuştu. Sanki umurunda değilmiş gibiydi.
“H-hey Yuki?”
“Ne oldu?”
Düşünce zincirim, yanımdaki kız konuşmaya başlayınca yarıda
kesilmişti.
“Peki iblis diyarında sen ne yapıyordun? Bana söylediğin tek
şey, bir tür turnuvaya katıldığındı.”
“Yani, demek istediğim şey, sana söyleyecek başka şeyim
yoktu. Bir bakalım... Turnuva şeysini yaptım, etrafta gezindim ve kralın
adamlarıyla biraz dalaştım. Aşağı yukarı hepsi bu kadar.” dedim. “Ah tabii ya,
turnuva demişken. Yolculuk ettiğin yaşlı adamı biliyor musun? Aynen, herif
hayvan gibi güçlü. Yani, vay anasını. Statlarım ondan çok daha yüksek olmasına
rağmen, onu indirebilmek çok vaktimi aldı. Ve bir de kafa kafaya çarpışıyorduk”
“Ne!? Remiero’yla savaştın ve hatta onu yendin mi!?”
“Evet. O ve ben aynı kümeye düştük. Ve vay anasını, korkunç
birisiydi. O kadar yaşlı birinin bu kadar güçlü olabildiğine inanamıyorum.”
Can havuzuma pek bir şey yapamamış olsa da, yaşlı emektar,
kendime olan güveni kolaylıkla yok etmişti. Yaptığı her bir hareket, saf,
katışıksız yetenek kokuyordu. Cidden dostum, ne savaştı? Sağlam öğrenme
deneyimi olmuştu. Birçok hayat tecrübesi tek bir savaşta öğrenilmişti.
“Remiero, her zaman en güçlü insan olarak tanınmış
birisidir. Öyle güçlüdür ki, facia seviyesi canavarlardan öldürmüşlüğü bile
vardır.” dedi Nell. “Onu yenebilmene şaşırdım.”
Facia mı? Neydi ki o? Ah doğru, hatırladım. Canavar sınıflandırma
şeylerinden biriydi, değil mi? Lefi’nin teknik olarak bir canavar
sayılamayacağını biliyordum, ama onun musibet sınıfında olarak görüldüğünden
eminim. Ve facialar ikinci en yüksek seviye olduğundan bu, Lefi’nin sırasının
sadece bir altındaki bir şeyi yenmeyi başarabildiği anlamına geliyordu. Vay
canına. Of... anasını be. Yani, cidden. O yaşlı adam, gerçekten bir baskın
bossuydu. [2]
Facia sınıfı canavarlar öyle kuvvetlilerdi ki, iblisler
bile, doğuştan gelen daha büyük bir güç bahşedilmiş olmasına rağmen onları
yenmeyi ancak rüyalarında görebilirdi. Ve buna karşın o, sadece bir insan
olmasına rağmen bir tanesini yenmeyi başarmıştı. Demek istediğim, tabii ki
muhtemelen daha gençken yaptığı bir şey olduğu için statları muhtemelen daha
yüksekti. Ama yine de.
Bu zor işin tamamı hakkındaki en korkunç düşünce, bunun
gerçekleşmiş olduğunu anlayabilmekti. Başka hiçbir insan ya da iblisin böyle
birş eyi başarabilecek kapasitede olduğunu düşünemiyordum, ama her nedense,
yaşlı kahyanın bunu kolaylıkla hallettiğini düşünebiliyordum.
“Evet, ne demek istediğini anlayabiliyorum. Gerçekten çok
güçlüydü.” dedim. “Ve muhtemelen pek savaşan bir tip gibi görünmediğimi bilsem
de, ona kaybetseydim daha çok şaşardım. Çünkü bir ejderhayı indirebilmeyi bile
başardım.”
Yani sayılır. Daha çok zindan başardı. Aslında tek yaptığım
dişimi sıkıp, tonlarca acıya dayanmaktı. Bu dünyadanın ev sahipliği yaptığı
birçok korkunç canavarı düşünmek, zindanın beni bir iblis lordu olarak
reenkarne etmesine yeniden minnettar olmama sebep olmuştu. Eğer hala insan
olsaydım tamamen boka batmış olurdum. Gerçi, ah, buna rağmen son zamanlarda çok
fazla gaza geldiğimi hissetmeye başladım. Kendine güvenmek iyi bir şey, ama
fazla güvenmek değil. Eğer Gil’in durumuna düşmek istemiyorsam daha dikkatli olmam
gerek. Ve ah, sizi bilmem ama, benim boktan Gilgamesh’in yolundan gitme gibi
bir niyetim yok. Yani bu, emniyeti birinci, kendine güveni de ikinci sıraya
almam gerektiği anlamına geliyordu. Evet, gerçekten de öyle yapmalıyım. Benim
için bile biraz fazla dikkatsizleşmeye başladığım için, şu andan itibaren
güvenli kalmak mottom olacak. [3]
“Gerçekten mi Yuki? Bir ejderha mı öldürdün!? Nasıl yani!?
Çeşit çeşit mantıksızlıklardan oluşuyorsun gerçekten.”
“Mantıksız olmak, iblis lordlarının yaptığı şeydir. Rolün
tüm olayı bu, bilirsin işte. Etraftaki diğer bütün şerefsizlere ve sonuçlarını
bir kenara bırakarak, kendi amaçlarının peşinden gidersin.”
“İşte bunu ilk kez duyuyorum.” diye kıkırdadı.
“Yani, bunun sebebi, nihayet teoriyi alıp pratiğe dönüştüren
kişinin ben olmuş olmam. Diğer bütün iblis lordları sadece akılsız birer
koyunlar. Ben, ben standartları takip etmem, onları belirlerim.”
“Ne demek şimdi bu?” Yine kıkırdamıştı. gülmesi bittiğinde,
yüzündeki ifade, sevgi dolu bir gülümsemeye dönüşmüştü.
Ve tekrardan susmuştuk. Ama bu sefer, garipten ziyade,
hoştu.
“Hey Yuki?”
“Efendim?”
“...Bir şey yok.”
“Ah, hadi ama. Tek yaptığın beni daha çok meraklandırmak.”
“Ama gerçekten önemli değil.” Başını omzuma yasladı ve
konuşurken bana dayandı.
Suçluluk duygusuna kapıldım. Anında Lefi’yi düşündüm. Ama
onu ittirmedim. Günah işleme hissi tarafından yutulmama izin vermek yerine,
anın tadını çıkarmayı ve akışına bırakmayı seçtim.
Ve böylece, vaktimizi tam olarak onun tasvir ettiği şekilde
geçirdik.
Hiçbir şey yaparak.
Birlikte.
Gitme zamanı gelene kadar öylece birbirimizin yanında oturup
keyfini çıkardık.
[2] Baskın: İng. “raid”. Genelde MMORPG’lerde kullanılan, bir
bölgeyi ele geçirmek, güçlü bir yaratığı öldürmek, ya da ortak bir amacı elde
etmek için, oyuncuların güçlerini birleştirmesi olayına denir.
[3] Gilgamesh: Fate serisinden bir karakter.
Spoiler vermeyeyim ama, salaklığı yüzünden başına kötü bir şey geliyor. Bu
sayede şu anda okuyucular, başına bir şey gelecek diye daha heyecanlı okur :D