Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Hangi Genç Evden Kaçmayı Düşünmez?
Yeni bir sakinin katılmış olması, zindana bir heyecan
dalgası yaymıştı. Modu bozmak istemediğim için, ajandamdaki bir sonraki sorunla
uğraşmadan önce bu heyecanın yatışmasını beklemiştim: Lyuu.
“Merhaba, Bayan Lyuuinne Gyroll’u arıyordum?” Ona
seslenirken resmi bir hava takınmıştım.
“N-ne oldu patron?” Diye kekeledi. Profesyonel yüzümle
normal davranışım arasındaki sert zıtlık, onun direncini kırmaya yetmemiş olsa
da, onu tam adıyla çağırmak, belli ki, yetmişti.
Yüksek seviye Japon resmi görevlisi gibi davrandım ve
bacaklarım altımda, bir yastığın üzerine oturdum.
“Otur lütfen.” Yerime geçtikten sonra, aynısını yapmak için
elimle işaret ettim.
Karşı gelemeyecek kadar gergindi. Kurt kız ürkek bir şekilde
bana uydu ve karşıma oturdu.
“Anlarsınız ya, Bayan Gyroll, konuşmak istediğim özel bir
konu var.”
“V-ve bu konu nedir patron?”
“Sanırım ben de kendi sorularımı sorarak başlamalıyım.”
dedim. “Benden herhangi bir şey saklıyor musun?”
“H-herhangi bir şey saklamak mı!? Özür dilerim! Özellikle
söylememeye çalıştığımdan değil! Sadece unuttum! Tabak için gerçekten çok
üzgünüm! Kırılacağını düşünme--” dediklerinin gerçeği açığa çıkaracağını,
kelimeler ağzından dökülene kadar anlayamamıştı, ama yine de elleriyle ağzını
kapamaya çalışarak kendini susturmaya çalışmıştı.
...Peki o zaman. Demek istediğim, duymak istediğim şey tam
oalrak bu olmasa da, şey, bilmek yine de iyidir. Sanırım burada işim biter
bitmez Leila’yla konuşup, Lyuu’nun, hak ettiği eski moda sert bir eğitimden
geçtiğinden emin olacaktım.
“Konuşmak istediğim konu tabaklar değil, Bayan Gyroll. Sizin
aile sorunlarınızdan bahsediyordum.”
Ani, duyulabilir bir yutkunma ile karşılık verince,
konuşmayı nereye götürmek istediğimi nihayet anlamaya başlamış gibiydi.
“Anlıyorsunuz ya Bayan Gyroll, zindanda kökenleriniz
hakkında birkaç nahoş söylenti uçuşuyor. Çalışma arkadaşlarınızdan biri kısa
bir süre önce bana bir rapor sunarak, bir kaçak olduğunuzun bilgisini verdi.”
“Leila değil mi!? Eminim, kesinlikle odur!”
“Bu doğru.” dedim. “Benim bilgim dahilinde olması gereken
bir şey olmasına rağmen, benden sakladığınızı bana anlattı.”
“Ben, şey... özür dilerim patron.” Kısık sesle benden özür
dilerken, alnından gergin, soğuk bir ter yere damladı.
Onun için azıcık kötü hissetmiş olduğumdan, iç çektim,
omuzlarımı silktim ve formaliteyi bir kenara bıraktım.
“Yani, beni yanlış anlama. Burada olmandan hoşnutum, ve
burayı seviyor olmandan da memnunum. Sadece, hala hayatta olduğunu diğer
herkese söylesen daha iyi olduğunu düşünüyorum, özellikle kaçırılmış olduğunu
öğrenmiş olmaları durumu için. Şunu diyorum, tek suçlu sen değilsin. Buraya
yerleşmeden önce bu tarz şeyleri gerçekten sana sormuş olmalıydım, hepinize
sormuş olmalıydım.”
Her bir sakinin geçmişini öğrenmek, tamamen önemsiz olarak
gördüğüm birkaç şeyden birisiydi. Bir sebebi, aileleri hakkında bilgi sahibi
olmama gerek olmamasıyken, diğer sebebi ise hassas bir konu olmasıydı. İlk
bahanem, zindanın içindeki herkesi büyük ve tek bir aile olarak görmemden
kaynaklanıyordu. Hiç bunu sorma ihtiyacı hissetmemiştim. Ancak ikinci bahanem,
Illuna’nın durumdan kaynaklanıyordu; farklı sakinlerin nahoş hatıralarını
ortaya çıkarmamak için, muhtemel hassas konuları konuşmaktan kaçınmıştım.
İblis diyarında geçirdiğim zaman, Leila hakkında birçok şey
öğrenmeme sebep olmuştu. Bir yolculuk sırasındayken yakalanmıştı. Ve her ne
kadar onun durumu iyi olmasa da, yine de Lyuu’nunkinden iyiydi. Ailesi en
azından onun geri dönmeyebileceği bir yolculğa çıktığını biliyordu. Diğer
yandan Lyuu’nunkilerin haberi yoktu. Leila’nın ailesinin aksine onunkiler,
nereye gittiğini ya da onu nerede bulabileceklerini bilmiyorlardı. Kaçırılma
olayının arkasındaki gerçeği öğrenene kadar hiçbir bilgileri olmayacaktı.
Ayrıca, Leila’nın durumunu, iblis diyarındaki kız kardeşiyle karşılaştığımızda
çözmüştük.
Eğer Lyuu’nun babası olsaydım, muhtemelen kafayı yerdim.
Illuna tekrar kaybolsaydı, aynısını yapacağımı biliyordum. Onu bulana kadar
yoluma çıkan her şeyin içinden buldozer gibi yıkıp geçerdim. Lyuu’nun durumu,
işleri daha da kötü hale getiriyordu. Halkının liderinin kızıydı.
Onların prensesiydi.
Saftirik olduğu için onun prenses olamayacağını
düşündüğünüzü biliyorum. Evet, anlıyorum. Ama düşündüğünüzde, mantıklı
geleceğini göreceksiniz. Ya böyle sakar bir salak olmasının sebebi, sürekli
işlerini başkalarının onun yerine yapmasıysa?
Babasının onu aradığına şüphe yoktu. Ve adamları da aynı
şeyi yapıyordu. Kaçırıldığını öğrendiği anda zihninin büyük ihtimalle intikam
düşünceleriyle dolacağını biliyordum. Ve benim hizmetçilerimden biri
olduğundan, muhtemelen öfkesini bana çevirecekti. Haaaarika. Yani, bunu
kesinlikle onun istediğini kesinlikle söyleyebilirim, ama bana inanacağından
şüpheliyim.
“Şeyyy... Gerçekten üzgünüm patron...” kuşkulu, gerip bir
havada konuşmuştu. “Ben ve babam, birbirimizi hiç yüz yüze görmedik, o yüzden
eve gerçekten dönmek istemiyorum.”
“Bak...” diye iç çektim. “Kalmak zorunda değilsin, ama
cidden en azından tüm arkadaşlarına ve akrabalarına bir uğrayıp hala hayatta olduğunu
söylemelisin. Gerçekten gitmek istemediğini, ve muhtemelen ayrılmana da karşı
çıkacaklarını biliyorum. Peki şuna ne dersin? Ya ben de seninle gelirsem? Eğer
isteğin dışında seni zorla alıkoymaya kalkarlarsa araya girerim ve zindana
dönmeni sağlarım. Biraz... daha az arkadaş canlısı olmam gerekse bile.”
“Vay canına patron! Bütün bunları gerçekten sadece benim
için mi yapacaksın!?” Gözleri, kaybolmuş bir köpek yavrusuna benzer bir şekilde
bana dönmüştü; yaşla dolu, kurtuluşu için gözünü karartmış ve umut dolu
gözlerle.
“Evet, yaparım.” diye güldüm. “Seni gerçekten özlerim. Sen
olmazsan işler eskisi gibi olmaz.”
“V-vay canına. Teşekkür ederim patron.” dedi çekingen bir
şekilde, ”Beni bu kadar önemsediğini düşünmemiştim.”
“Neden önemsemeyeyim ki? Olabilecek en iyi komedi
karakterisin..”
“Komedi karakteri mi!?”
“Evet. Sonuçta hep şaka konusu sen oluyorsun. Ve aşağı
yukarı bu yüzden zindanın ve benim, sana ihtiyacımız var.”
“Kahretsin patron? Berbatsın! Benimle dalga geçmeyi
gerçekten bırakman gerek! Burada sadece komedi karakteri olmak için
bulunmuyorum!”
Şikayetini dile getirirken yumruklarıyla bana hafifçe
vurunca istemeden de olsa gülmüştüm.
***
Asıl planım, sonraki gün Lyuu’nun memleketine gitmek için
yola çıkmaktı, ama savaş kurdu, gitmeye hazır olmadan önce düşünmesi gereken
birkaç şey olduğu bahanesiyle bu planımı reddetmişti. Ve işte bu yüzden
kendimi, bu plan yerine, peşimde savaş görmüş beş evcil hayvanımla avda
bulmuştum.
“Hm...?” Gözlerim, her zamanki sebepten dolayı dışarıda
dolanırken, birden karşıma çıkan zindan haritasına döndü. İstilacılar.
“Oh dostum... İşte başlıyoruz...”
“Sorun ne Yuki?” Ormana incelemek için bizimle gelmiş olan Nell,
meraklı gözlerini bana çevirmişti.
“Eh, özel bir şey değil. Sadece bir başka istilacı grubu.”
“İstilacılar mı? Yani zindanı istila etmek isteyen kişiler
mi?”
“Evet. Şu anda sana bundan hiç bahsetmediğimi fark ettim,
ama birisi bölgeme girdiği anda bunu anlayabiliyorum. Bu, iblis lordu-zindan
arasındaki ilişkiden kaynaklanıyor.”
“Ahh... Bu, sana saldırdığımda çoktan biliyor olduğun
anlamına mı geliyor?”
“Aşağı yukarı evet.”
İkinci bir pencere açtım ve onu, bölgemin her yerine
dağıttığım Kem Gözlerden gelen canlı görüntüye ayarladım. Ona bakınca, bu
seferki istilacıların ne insan ne de iblis olmadığını doğruladım.
Onlar hayvansılardı.
Savaş kurtları.
Aynı Lyuu gibi.