Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Gyroll Klanı - Kısım 3
“Lütfen davranışımı mazur görün, böyle davrandığım için
gerçekten özür dilerim.” Lyuu’nun babası, başını eğmiş bir şekilde önümde
duruyordu. Dizleri dışarı doğru bakarak ve elleri önünde, yerde açılmış bir
şekilde, bacaklarının üzerine oturmuştu. “Kızım için bu kadar şey yaptığını
bilmiyordum.”
Özür dilemek için bayağı asker gibi bir yaklaşımdı. Her ne
kadar bu abartı jesti yapmak için fazla ileri gittiğini kesinlikle fark etmiş
olsam ve sahici olduğunu anlasam da formaliteleri pek umursamadığım için,
sadece omzumu silktim.
“Sorun değil. Olan oldu.”
“Seni fişlediğim ve en kötüsünü farz ettiğim için ne kadar
özür dilesem az. Lyuu’nun hayatını kurtarmış olmana rağmen, sadece bir yanlış
anlaşılma yüzünden sana saldırmış olmak bizi utandırıyor.” Ancak, savaş kurdu
görgü kurallarına çok fazla bağlı olduğundan, yine de devam etti.
“Davranışlarımız haksızdı. Ne olursa olsun, öfkeden kurdurmak hakkındır. Ama
değilsen, bunun için de teşekkür ederim. Biliyorum, zaten çok, çok, çok fazla
söylediğimi biliyorum, ama sana teşekkür etmem gerek. Şu anda, tüm hatanın
kızım dediğim embesilde olduğunu biliyorum.”
Son sözünü söyledikten sonra yumruğunu Lyuu’nun kafasının
arkasına geçirdi.
“Ah!” Hizmetçi, her iki elini de yumruğun isabet ettiği yere
koyarak acı içinde ciyakladı. “Acıdı baba...”
“Kapa çeneni, seni salak! Ne kadar soruna sebep olduğunu
biliyor musun? Onları soktuğun durum yüzünden kaç adamımın neredeyse öldüğünü
biliyor musun? Tek bir hata yapmış olsaydık, tamamen yok olmuştuk!”
“Biliyorum, biliyorum tamam! Ve herkesin buraya kadar sadece
beni görmek için getirttiğim için gerçekten üzgünüm! Ama bu benim hatam değil!
Senin hatan! Eğer sürekli aptal evlilik hakkında konuşup durmasaydım, hiç evden
kaçmazdım!”
“Aptal mı? Aptal mı!? Hiçbir aptal yanı yok bu evliliğin!
Lynaut eline yakışır bir erkek!”
“Her şeyden önce, asla evlenmek istemiyordum! İkincisi,
Lynaut, bu dünyada evleneceğim en son kişi! Neden benden on yaş büyük bir
sapıkla evlenmek isteyeyim ki!?”
“Onda yanlış bulduğun şey bu mu? Yaşı mı!? Gözlerini aç
Lyuu! Ne kadar güçlü ve güvenilir olduğunu görmüyor musun? Lynaut’un önünde
parlak bir gelecek var!”
“Ne!? Ciddi olamazsın! Kendini beğenmiş bir züppe be o!”
İkisinin birbirine bağırarak konuşmasını izleyince, hem
eğlenmiş yarı bıkkın bir şekilde gülümsememe sebep olmuştu. “Pekala, siz
ikiniz. Bu kadar yeterli. Bunun yeri değil.”
Çenemi kullanarak iki VIP’nin arkasındaki savaş kurtlarına
bir hareket yaptım. Grubun içindeki bütün adamlar ne düşünmeleri, yapmaları ya
da söylemeleri gerektiğini bilmediklerini gösteren garip ifadeler yapmıştı.
Şu anda hanın resepsiyon salonlarından birinin içinde
bulunuyorduk. Her ne kadar oda geniş olsa da, savaş kurtları içeri doluşmamayı seçmişti...
Çoğusu, başka bir odada hazırda beklerken, yüksek sosyal sınıfta bulunanlar
Lyuu ve babasına katılmıştı. Amacımızdan biraz sapıyorduk. Dostum, bu hanı
yapmak verdiğim en iyi karardı. Bir misafir ağırlamam gerektiği her zaman işime
fazlasıyla yarıyordu. 10/10 Yeniden inşa ederim.
Ne yazık ki, gerçeklerden kaçma denemem, baba ile çocuğu
arasındaki tartışmanın sonunu getirmeyi başaramamıştı. Hatta, onları
umursamamak ve zihnimin akıp gitmesine izin vermek, işleri sadece daha da kötü
yapmıştı--ikili orta yolu bulmak yerine, işi daha da büyütmüştü.
“Lynaut o kadar da güçlü değil ayrıca! Patron, kimsenin
canını yakmamaya çalışmasına rağmen, hepinizi aynı anda ezdi!”
Savaş kurtlarının şefi, göğsünü, çektiği acıyı gösteren bir
şekilde kavrarken, yüzünü buruşturmuştu. Kızının, zihnine yaptığı saldırı çok
isabetli olsa gerek, ona fiziksel bir hasar verebilmiş gibiydi.
“Hey, Lyuu? Beni aranızdaki meseleye dahil etmeyerek, bana
bir iyilik yapmaya ne dersin?”
“Her ne kadar Yuki’nin sağlam bir savaşçı olduğunu kabul
etmem gerekse de söylediğin şeyin bir alakası yok.” Talebim karşılık
görmemişti. Babası bile, konuşmaya beni dahil etmeye devam ediyordu.
“Evet var!”
“Hayır yok! Lynaut’un aksine, Yuki senin nişanlın değil!
Ayrıca onunla romantik bir ilişki içinde de değilsin!”
Karşı tarafın argümanı karşısında yüzü buruşan kişi, bu
sefer Lyuu’ydu. Hadi ama çocuklar... Benim buna dahil olmama gerçekten gerek
var mı? Çünkü bana yok gibi geliyor.
“Durum her neyse, eve dönüyorsun. Halihazırda bu kadar
zahmet vermişken, Yuki’ye daha fazla yük olmanı istemiyorum ve köyde kalan
diğer herkes senin için hala endişeliler.”
“Asla olmaz! Burdan gitmek istemiyorum! Burada kalmak
istiyorum, tüm arkadaşlarımla!
“Şımarık bir çocukmuşsun gibi davranmayı kes! İstediğin her
şeye sahip olamazsın!
“Çocuk gibi davranmıyorum! Bu benim hayatım baba, senin
değil!”
Hay sıçayım ya... Kavgaları yakın zamanda bitecek gibi
görünmediğinden, derin bir iç çektikten sonra araya girmeye karar verdim.
Döndüğüm ilk kişi Lyuu’nun babasıydı.
“Bu kadar yeter dedim. Bağırmayı kesin, lanet olsun. Buraya
kadar sadece aptal bir tartışmaya girmek için mi geldin?”
“...Özür dilerim. Kapalı kapılar ardında yapmamız gereken, nahoş
bir manzaraydı.”
Savaş kurdu şefi başını tekrar eğip özür diledikten sonra
yeniden doğrularak, nihayet ne kadar kaba davrandığının farkına varmıştı.
“Ve aynısı senin için de geçerli Lyuu.” Babasıyla
konuştuktan sonra, bakışlarımı hizmetçiye çevirdim. “Senin hatan olmadığını
söyleyip durdun ama, tamamen senin hatan. Eğer başından beri bana gerçeği
söylemiş olsan bunların hiçbiri olmazdı.”
“Eek…. Ö-özür dilerim patron.” Lyuu başka hiçbir argümanla
karşılık veremediği için, istemeden de olsa özür dilemek zorunda kalmıştı.
Tekrar iç çektikten sonra yüzümü babasına döndüm.
“Pekala, şöyle ki, burnumu tamamen sokmamam bir yere
sokuyorum ama her neyse.” dedim. “Bu olayın tamamen Lyuu’nun suçu olduğunu
söylediğimi biliyorum, ama onun fikri benim için, seninkinden daha önemli
olduğundan, onun tarafını seçeceğim. Yani, onu zorla eve götürmene izin
vermeyeceğim.”
“Ne...?” Şefin gözleri öfkeyle kısıldı, ama onu umursamadan
konuşmaya devam ettim.
“Durumunun hala iyi olduğunu herkese haber vermek için en
azından bir uğraması gerekirdi gerçekten. Hatta, istese de istemese de onu
zorla götürmeyi bile düşünüyordum. Ama bu kadar. Burada kalmak istiyorsa, o
zaman onun istediğini yapmasına izin vereceğim. Yani kalacak. Sadece yaşlı
babası uğramaya karar verdi diye evi terk etmesine zorlamayacağım. İstediği şey
bu olmadığı sürece.”
“Anlayacağını biliyordum patron.”
Görünüşe göre söylediklerim Lyuu’yu ağlatacak kadar
duygulandırmıştı. Bana yönlendirdiği bakışları güvenle doluydu.
“Demek istediğim, onun gitmesine izin vermem için hiçbir
mantıklı sebep yok. En sonunda bu hizmetçi işini kıvırmaya başlamıştı. Eğer şu
an ayrılırsa, onun alışma süresine harcadığımız tüm vaktin boşa gitmesinden
başka yapabileceğimiz bir şey yok.”
Ayrıca, İblis Lordu Ltd. Şti.’de sadece bir yıl kadar
bulunuyordu. Bu onun ilk işiydi, o yüzden en azından üç sene kalması onun için
daha iyi olurdu. Japon şirketler söz konusu olunca, çoğu işe alım müdürü, ilk
işinden üç yıl tecrübe kazanmadan ayrılanların muhtemel bir beceriksiz olduğunu
varsayardı. Şimdi ayrılması, muhtemelen gelecekteki iş olanaklarını baltalardı.
“H-hadi ama patron! Neden her zaman benimle dalga
geçiyorsun!?”
“Neden mi? Çünkü seninle uğraşmak çok eğlenceli de ondan.”
“N-ne!? Ağzı açık kalmıştı. Gördün mü, işte tam da bundan
bahsediyorum.
“Seninle sadece uğraşıyorum.” dedim pis pis sırıtarak.
“Merak etme Lyuu, benim için burada yaşayan herkes kadar önemlisin.”
Biraz daha güldükten sonra, babasına döndüm. “Ah, ve şunu söyleyeyim,
onu burada tutma olayı şakanın bir parçası değil.”
“...Bir çocuğun ailesinin evine dönmesine izin vermemenin,
izin vermek kadar doğal bir şey olduğunu mu söylüyorsun?”
“Aşağı yukarı, evet. Çünkü onu gerçekten özlerim. Hatta
sadece ben de değil. Burada yaşayan herkes onu özler.” dedim. “Ayrıca, niyetini
zaten açıkça belli etti. Kalmak istediğini söylediği için, ne dersen de bunun
gerçekleştireceğim.”
Tersi de doğruydu. Zindan o olmadan bir yanı eksik gibi
hissettirecek olsa da, eğer istediği şey bu olsaydı, Lyuu’nun gitmesine izin de
verirdim.
“Lyuu, kendi kararlarını verebilecek yaşta, değil mi? Kendi
kararlarını almasına izin vermenin ne zararı var?”
“Bu savaş kurdu yöntemi değil. Halkımız, yetişkinlik
zamanlarında dahi ailelerinin kararlarına güvenerek ilerleme kaydetmiştir.”
dedi. “Lyuu henüz evlenmedi. Geleceğine yön vermek bizim hakkımız--ve eşinin
kim olacağına karar vermek. Artık bir çocuk değil diye onu öylece bırakmak gibi
bir niyetim yok. Onu eve götürüyorum.”
Nasıl lan? Ve ben de kendimi bencil bir pislik sanıyorum. Bu
herif? Bu herif bencillikte en birinci olur.
“Aptal kültürünüzü umursadığımı mı sanıyorsun?” Diye
küçümsedim ve gözlerimi devirdim. “Sizin ya da herhangi bir kabilenin
geleneklerini umursamıyorum. Aptal gelenekleriniz gidip bok yesin, bana ne.”
Görünüşe göre sert konuşmuş olmamdan hoşnut olmamıştı. Yüzü
rahatsız olduğunu gösteren bir hale bürünmüştü.
“Sana saygı duyuyorum Yuki. Kızımın hayatını kurtardın. Halkım
ve ben, ödeyemeyeceğimiz kadar büyük borçlandık. Ama bu ne bırakabileceğim ne
de bırakacağım bir konu. Lütfen anla.”
“Borç morç. Öncelikle şu şeyi asla umursamam. Bana
borçlanmanızı istediğim için mi sizi kurtardığımı sanıyorsunuz? Alakası yok.
Bunu yaptım, çünkü Lyuu’nun halkındansınız. Eğer öyle olmasaydınız oturup
ölmenizi izlerdim. Çünkü, açıkçası aptal canınız, bunu hak ediyor.” diye laf
soktum, kin dolu bir şekilde. “Ne düşündüğün umurumda değil. Herhangi bir şey
önermeye ya da fikir vermeye çalışmıyordum. Sadece bunun nasıl olacağını
söylüyorum. Onu geri götürmüyorsunuz.”
Birbirimize sessizce, dik dik bakarken, hava gerginlikle
dolmuştu. İrademizi sergileyen bir yarıştı bu.
Ve kırılan ilk kişi o olmuştu.
“... Anladım.” Savaş kurtlarının şefi gözlerini kapadı ve
tekrar açmadan önce yavaş yavaş nefes alıp verdi. “İkimiz de uymaya niyetli
olmadığımızdan, çarpışmaktan başka seçeneğimiz yok.”
Tekrar durakladı ve nefes aldı. Kararını verdiğini
gösteriyordu.
“Bu sorunu, tek bir kavga ile çözeceğiz!”