Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Düello - Kısım 1
“Bu kulağa çok kötü bir fikirmiş gibi geliyor baba. Patrona
denk olmanın yakınından bile geçemezsin.” dedi Lyuu.
“Denemeden bilemezsin Lyuu.” diye ders verdi babası.
“Ama zaten denedin...” babasının garip davranışlarından
keyif almamıştı. “Size zarar vermemeye çalışmasına rağmen patron sizi sağlam
dövdü.”
Savaş kurtlarının şefi hımladı ve fikrini belirtmesini
sağlamak için yanında oturmakta olan adama doğru döndü.
“Üzgünüm ama bu konuda hanımımın tarafını tutmak zorundayım
şef. Düşmanca davranma sebebimizi kaybettik. Lyuu güvende. Konu hakkında kendi
fikirleriniz ve hisleriniz olduğunu anlıyorum, ama hem hayatta hem de mutlu
olduğuna bakılırsa, bence onu kendi haline bırakmalısınız.”
“Kapa çeneni Bijgal! Benim durumumda olsaydın sen de
aynısını yapardın!” Kollarını birleştirdi ve hem kızını hem de sağ kolu
olduğunu düşündüğüm adamın iç çekmesine sebep olan, inatçılığını gösteren bir
şekilde kükredi.
“Denediğin için teşekkür ederim Bijgal, ve bu kadar kalın kafalı
olduğu için üzgünüm.” Sıkıntılarını dile getiren bıkkın ikili, benim olduğum
tarafa doğru yürümeye başladı.
“Olmayın. Şefimin yöntemlerine alışalı çok oldu. Bu yüzden
bana danışmanı olarak güveniyor.” dedi Bijgal. “Şefin söylediği her şeyi
kafanıza çok takmayın. Hala hayatta olduğunuzu gördüğümüze hepimiz çok
sevindik.”
Yanıma geldiğinde Lyuu’nun yaptığı ilk şey özür dilemek
olmuştu. “Şeyy... Babam için gerçekten çok üzgünüm patron.”
“Gerçekten kafama takmıyorum.” dedim omuz silkerek. “Bütün
gün oturup tartışıp durmak yerine bu daha çok işime gelir. Özellikle, eğer
dediklerimizi saçma derecede kalın kafasına sokacaksa.”
Düello bir an evvel başlayıp bitsin diye, konuşmamız
bittikten kısa süre sonra handan dışarı çıktık. Nereye mi? Çimenliklere tabii ki.
Biraz DP harcayıp, düello gerçekleşsin ve düzgün sınırlar çizilmiş olsun diye
bir arena çağırdım. Süslü bir şey değildi; en ucuz seçeneklerden birini seçtim.
Zindan sakinlerinin aksine, savaş kurtları hiç yoktan, birden beliren sahayı
beklemiyorlardı. Sahanın aniden belirmesi karşısında öyle samimi bir
şaşkınlıkla doluydu ki, elimde olmadan kendini beğenmiş bir piç gibi kıs kıs
gülmüştüm. Heh.
Lyuu’nun babasıyla düelloya tutuşmak, yapmak zorunda olduğum
bir şey gibi hissettirmemişti. Gerçi, savaş kurtları, gücü, diğer her şeyin
üzerinde tutan türde bir ırk gibi göründüğü için, kültürel değerlerine uydum ve
sadece derdimi anlatabilme amacıyla biraz gösteriş yaptım. Ve, Lyuu’nun
babasının biraz boktan bir herif olması ve biraz onun kıçını yeniden tekmelemek
istediğimden, uğradığım hayal kırıklığını biraz atmıştım...
Zindan sakinleri, amacı açık bir şekilde, sadece eğlenmek
olan bu düelloyu bir çeşit özel etkinlik gibi görmüş gibiydi. Leila sadece
piknik örtüsünü getirmemiş, ayrıca ev yapımı bir atıştırmalık yığını da
getirmişti. Hatta Nell bile soğukkanlı bir şekilde yemeye koyulmuştu. Şuna
bakar mısınız? Şimdiden ayak uydurmaya başlamış. Sanırım bütün bu zindan hayatı
olayına gittikçe alışıyor olmalı.
“Yuki efendim, şefimiz için sizden çok özür dilerim. Lütfen
şunu bilin, bizi temsil eden kişi o olsa da, bize yaptığınız onca şeyden
hakkında hepimizin hissettiği şey bu değil. Şef bizim hakkımızdaki izleniminizi
tamamen mahvetmeden önce, bu şansı son kez özür dilemek için kullanmak
istedim.”
Sözde danışman, en güçlü dönemindeymiş gibi görünen bir savaş
kurdu, babasının davranışıyla alay eden Lyuu’ya katılarak başını eğmişti.
“Açıkçası benim için gerçekten o kadar da önemli bir şey
değil.” dedim. “Gerçi merak ettiğim tek bir şey var.”
“Nedir bu, saygıdeğer efendim?”
“Şu anda kaç yaşındasın?”
“Ben mi? Bu sene altmışıma bastım.”
Ne?
Bu doğru olamaz. Kırklarında gibi görünüyor.
Çevremi incelediğimde, diğer savaşçıların çoğunun benzer yaş
gruplarında olduğunu fark ettim. Bu hepsinin 60’larında olduğu anlamına mı
geliyor? Belki de genç görünmek bir savaş kurdu olayıdır?
“Peki bu durumda şef kaç yaşında oluyor?”
“Sanırım o da 40’larında.” dedi Lyuu.
40? İmkansız. İmkanı yok.
“Bana mı öyle geliyor, yoksa siz olduğunuzdan biraz daha mı
genç gösteriyorsunuz?”
“Biz savaşkurtları, yani hayvansılar böyleyizdir patron.
İnsanlardan daha uzun yaşarız. Bu, yaşlanmamızın da uzun sürdüğü anlamına
geliyor.”
Yani demek istediğin, temelde elfler gibi olduğunuz mu? Vay
anasını, bu bayağı yüksek seviye bir fantezi saçmalığı. Dostum, burası
gerçekten de başka bir dünya, değil mi? Yani demek istediğim, tabii ki de öyle.
Ama dostum bunu asırlardır düşünmedim.
Her ne kadar kendimi düşüncelerimde kaybolmuş bulsam da
konuşmanın herhangi bir kısmını kaçırmamıştım. Lyuu, sonraki cümlesini
hazırlarken bir anlık durmuştu.
“Şey... Patron, ne yapman gerektiğini söylemenin bana düşmediğini
ve babamın inatçı bir salak olduğunu biliyorum, ama yine de o benim babam. Ve
kabilem de hala benim kabilem. O yüzden kimseyi öldürmezsen gerçekten minnettar
olurum...”
“Rahatla Lyuu. Merak etme. Seni kaybetme gibi bir planım
yok. Ama dostlarını ya da akrabalarını da öldürmeyeceğim.” dedim. “Sadece,
herkes neredeyse oraya git, otur ve rahatla. Daha anlamadan bitecek zaten.”
Yanakları biraz kızarmış şekilde eğildikten sonra ailemin
yanına giderek onlara katıldı. Lafı açılmışken...
“Elinden geleni yap Yuki!” diye tezahürat yaptı Illuna.
“Evet! Elinden geleni yap!” diye tekrarladı Shii.
“Kaybetmek yok.” dedi Enne.
“Merak etme. Bu iş bende!” Kalabalığı sırıtarak
sakinleştirdim.
“Hoş olmayan bir görüntü sergilemeyi başarırsan, seninle
kesinlikle dalga geçeceğimi bilesin.” dedi Lefi.
“Evet! Fazla salakça şeyler yapma!” diye ekledi Nell.
“Vay canına, beni desteklediğiniz için çok sağ olun kızlar.
İkinizin de arkamda olduğunu bilmek iyi geldi.” dedim gözlerimi devirerek.
Bu konuşmalar sırasında sessiz kalan tek kişi Leila’ydı. Her
zamanki gülümsemelerinden birisiyle hiçbir şey söylemeden, sessizce izlemişti.
Kısık gözlerinden sinirli bir şekilde bakan Lyuu’nun babası,
“Bunu ciddiye almıyorsun, değil mi?” diye sordu.
“Almam mı gerekiyor?” Diye sordum öylece. “Geçen sefer sizi
dövmekte pek zorlanmadım ve değişen bir şey olmadığına göreee...”
“...Gerçekten haklı olduğun yerler var.” dedi çekinerek.
“Ama bunun bir anlamı yok!”
Şüphelenmek için X’e basın. [1]
Savaş kurtları, ormanın en zayıf sakinlerinden bile çok daha
güçsüz olduklarını göstermişlerdi. Koordine bir grup olarak bile, canavarların
ilkel şiddetine karşı koymayı başaramamışlardı; çoğu bu karşılaşmalardan
yaralanmıştı.
Şahsen ben de Uğursuz Orman’daki her bir canavarı
yenebilecek kapasitede değildim. Derinlerinde bulunan canavarların çoğu beni
tamamen yok edebilecek kadar güçlüydü. Ama bu, güçsüz olduğum anlamına
gelmiyordu. Onları ayaklarının altında ezen canavarlardan hala çok daha
güçlüydüm. Hatta öyle ki, onlardan kaç tane olursa olsun, kolaylıkla başa
çıkabileceğimi düşünüyordum.
“Pekala, şu düello olayına gelelim. Sen mi savaşacaksın?
Yoksa yerine bir vekilin mi var?”
“Kendim yapmayı çok isterdim, ama bu onu başkasına ait.”
diye homurdandı Lyuu’nun babası. “Lynaut”
“Buradayım şef!”
Öne çıkıp, şefle aramızdaki boşluğa giren adam diğerlerinden
çok daha büyük bir cüsseye sahipti. Bir dakika, Lynaut mu...? Demek Lyuu’nun
babasının onu evlendirmeye çalıştığı kişi bu öyle mi? Evet, neden evden
kaçtığını şimdi anlayabiliyorum.
Savaşkurtları ile olan münasebetlerimden bir şey
öğrendiysem, o da köpek kulaklarının erkek cinsel organına sahip birinde
işlemediğiydi. Lyuu’da işliyordu. Kulakları şirindi. Ama aynı yapının büyük,
çam yarması gibi bir savaşçıda olduğunu görmek beni, öğle yemeğinde yediğim
şeyleri kusma isteğiyle doldurmuştu. Savaş tecrübesi olan erkek bir savaş
kurdunu tasvir etmeye çalışan herhangi bir sanatçı muhtemelen, bu garipliği
resmetmek için cennetten gönderilmiş biri olarak görülürdü.
“Yuki! Sana teşekkür ederim! Ben de dahil çoğumuzu, ölümün
eşiğinden kurtardın!” Yüksek, gürleyen sesi, az çok fazla heyecanlı bir beden
eğitimi öğretmenine benziyordu. Disiplinli, buna karşın nedense sinir bozucu ve
kalın kafalıymış gibi geliyordu.
“Sorun değil.” dedim. İyileştirdiklerimden birisi miymiş?
Sanırım bu, neredeyse kendini zayıf canavarlardan birine öldürtenlerden biri
olduğu anlamına geliyordu. Onu dövdüğümü hatırlamadığıma şaşmamak gerek. Ben
dövüşmeye başlamadan, çoktan yere serilmiş zaten.
“Ama yanılgıya düşme sakın! Nişanlımı hilelerinle
kandırdığın için seni affetmedim!”
>Hile
Yani, ne demek istediğini anlıyorum. Muhtemelen ezilmiş
hissediyor olmalısın. Ama yine de, ciddi olamazsın. Bu ne kendini beğenmiş bir
saçmalıktır?
Hayranı olmasam da, Lyuu’nun babasının böyle garip spor
düşkünü gibi görünen birinden neden hoşlandığını anlayabiliyorum. Ve Lyuu’nun
ondan neden olabildiğince uzak kalmak istediğini de. Bağırma miktarı,
muhtemelen hem korktuğundan hem de rahatsız ediciliğinden kaynaklanıyor
olmalıydı. Korkması, hayatta kalma mekanizmasıydı, ona da çok uyuyordu.
Yüksek sese sahip olanlar, mecazlı ya da doğrudan konuşuyor
olsalar da kendilerini kalabalığın içinden ayırabiliyorlardı. Daha güvenilir görünüyorlar
ve insanların onları etrafında toplanabilecekleri bir yol gösterici olarak
görmelerini kolaylaştırıyordu.
“Karım olacak kadını daha fazla kandırmana izin veremem
iblis lordu! Ve işte bu yüzden, seni düelloya davet ediyorum!”
“Tabiiii.”
“Lyuu, leydim, dikkatli izleyin! Yakında evleneceğiniz
adamın yiğitliğine şahit olun!”
“Vay canına Lyuu. Birisi bayağı popüler, anlaşılan.” dedim.
“Senin adına sevindim Lyuu!” diye ekledi Illuna.
“Kim böyle adamlar tarafından sevilmek ister ki!?” diye
bağırdı hizmetçi. “Ve benden müstakbel karınmış gibi bahsetmekten vazgeç!
Tüylerimi diken diken ediyor!”
“Sorun değil Lyuu! Seni anlıyorum! Hislerini itiraf
edebilmek için fazla saf bir bakiresin! Sadece utangaçlığını saklamak için
böyle davranıyorsun!” diye bağırdı Bay Fit. “Onu anlayabiliyor musun Yuki!?
Kalbinin gerçek arzularını fısıldamasını duyabiliyor musun!?”
“Yoo. Neden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok. Ve
açıkçası, umurumda da değil.”
“Ve işte bu yüzden onu hak etmiyorsun! Gerçek bir erkek onun
içini görebilirdi!”
Vay be, şey... Açıkçası gerçekten iyimser mi davranıyor
yoksa tamamen salak mı emin değilim.
“...Pekala, tabii, her ne diyorsan ondan. Her neyse, bu
kadar yeter. Silahını al da senin aptal kıçını tekmeleme işini bir an evvel
bitireyim.”
Bu saçmalıktan yorulmaya başladığım için, silahımı alırken
onu kışkırtacak bir şeyler söyledim ve sıradan, tek elli bir duruş
takındım--buna bir duruş diyebilirseniz tabii. “Duruşum” öyle yarım yamalaktı
ki, üçüncü sınıf bir B filminde görülebileceklerden daha az etkileyiciydi. [2]
Eğitim silahı kullanmıyordu. Normal şartlar altında, Enne’i
kullanmayı seçerdim, ama daha önceden kullandığım ahşap büyük kılıcımı
kullanmaya karar verdim, çünkü yanlışlıkla onu öldürme riskinin altına girmek
istemiyordum. Şimdi biraz düşününce, onu kınında tutup kullanabilirdim, ama
bunun için biraz geçti. Çoktan diğerlerinin yanında, piknik örtüsünün üzerine
oturmuştu. Ah peki.
"İşimi bitirmek mi!? Beni hafife alma! Gerçek bir silah
kullan! Beni ciddiye al!”
“Yok, böyle iyiyim.” dedim. “Bu gördüğün ahşap kılıç,
Lyuu’nun nezaketinin göstergesi. Bu iş bittikten sonra ona gerçekten teşekkür
etmelisin. Hayatını kurtardığı için yani.”
“Peki!” Diye homurdandı, sinirli bir şekilde. “Sadece havlayıp
durmaktan fazlasını yapabildiğini bana göster!”
Bir savaş çığlığıyla, Bay Fit mızrağını kaldırdı ve bana
doğru hızla ilerlemeye başladı.
[1] L.A. Noire adlı video oyununa bir gönderme. Dedektiflik
temalı bu oyunda, sorgu sırasındayken tuşlara basarak sorguyu
yönlendirebiliyorsunuz. Konsol kontrolcülerindeki tuşlardan biri olan X tuşu da
bu oyunda “şüphelenme” komutunu oyunda kullanmanızı sağlıyor.
[2] B filmler, özellikle Hollywood’un 1910-1960 arası olan
parlak döneminde, arka arkaya iki film birden gösterilen filmlerden ikincisine
verilen isimdir. Düşük bütçeli, sanat kaygısı gütmeyen ve yıldız oyuncu
barındırmayan filmlerdir.