Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Düello - Kısım 2
“Hasmım... üstesinden... gelemeyeceğim kadar... güçlü...”
Bay Fit, bir şeyler söylerken aşırı dıramatik bir şekilde yere
yığılmıştı--dizlerinin üzerine düşerken bir kolunu bana doğru uzatmış, ardından
yüz üstü düşmüştü.
Tek ihtiyacım olan şey, hareket etmesini on küsur
saniyeliğine engellemekti.
Her ne kadar söyledikleri ölmeden önce söylenen son söz gibi
olsa da aslında alakası bile yoktu. Karakter sayfası, hala canının üçte birine
sahip olduğunu gösteriyordu. Evet, muhtemelen sadece bilinci kapalıydı. Gerçekten
ölüyor olsaydı, bu kadar tiyatral davranmakla uğraşmazdı.
Bir dakika, az önce bana hasmım mı dedi o? Şey, hayır. Öyle
demesek mi?
Düelloyu ringin hemen kenarından izleyen Lyuu’nun babası cıkladı
ve hüsrana uğramış bir şekilde bağırdı, “Buna inanamıyorum! Parmağını bile
kaldıramadı!”
Az önce kazandığım için bunu söylemek kulağa biraz kendini
beğenmiş gibi gelebilir ama, açıkçası, tam olarak ne olmasını bekliyordun ki?
Kendi kendime iç çektikten sonra, bu dünya ile önceki dünyam arasındaki farklılıkları
düşünmeye başladım. En göze çarpanı yaratıklardı. Burada yaşayan yaratıklar çok
daha güçlüydü. Ben de dahil. Kendime güveniyorum, ama aşırı değil. Hem benden
çok güçlü yaratıkların hem de sadece ve sadece yetenekle beni alaşağı
edebilecek üstatların var olduğunu biliyordum.
Bu dünyada geçirdiğim bir sene, gittikçe ona alışmaya
zorlanmıştım. Dövüşte adil bir mücadele ortaya koyabilecek kapasiteye ben de
gelmiştim. Ama sonuç olarak, savaştaki yetkinliğimden çok statlarıma
güveniyordum. Kuvvet ya da büyü kullanmayı seçmemin bir önemi yoktu. Sonuçta
her iki türlü de kaba kuvvete güveniyordum.
Yine de, isimsiz bir savaşçıya yenilmeyecektim.
“Görünüşe göre başka seçeneğim yok.” Savaş kurdu şefi tekrar
cıklamıştı. “Hadi İblis Lordu! Seninle kendim ilgileneceğim!”
Yaşlı köpeğin mızmızlanmasını sinir bozucu bulan tek kişi
ben değildim. Yerine seçtiği adam yenildikten sonra utanmadan ikinci bir düello
istemeye kalkınca, kendi adamları bile itiraz etmeye ve yuhalamaya başlamıştı
” Kapatın çenenizi! Bunca şeyden sonra eve eli boş
dönebileceğimi mi sanıyorsunuz!?” Adamlarına bağırdıktan sonra yüzleşmek için
bana döndü. “Pekala Yuki? Meydan okumanın altında kalmayacak kadar erkek
misin?”
“Eeeh... Yani, tabii, olur, neyse ne. Ama bittiğinde çeneni
tamamen kapatacaksın.”
“Hah! Bu böbürlenmen seni nereye kadar götürecek görelim
bakalım!” diye homurdandı savaşkurdu.
***
Düellonun sonucu başından belliydi zaten.
“Böyle... değil...”
Şef ayağa kalkabilme yetisini kaybetmişti. Yerdeki dizi öyle
güçsüzdü ki, vücudunun üst kısmını destekleyemiyordu. Kendini yığılmaktan
alıkoymak için kullandığı köpek dişine benzeyen kılıcını ayağa kalkmak için
kullanmak zorundaydı. Nefesi kesik kesikti. Boğazından çıkan her bir soluk, acı
ve yorgunluk doluydu.
Bana denk olmamasına rağmen, Lyuu’nun babası en azından
kendinin Bay Fit’ten daha dikkate değer bir rakipti. Hareketleri çok daha
seriydi; saldırıları daha karmaşık ve okumak için çaba gerektiren türdendi. Ama
hepsi bu kadardı. Kendini zihnime kazımak için kılıcını kullanmış yaşlı
kahyanın aksine savaş kurdunda hiçbir özel bir şey yoktu. Beni zorlayamadı
bile.
“Vazgeç. Kazanamazsın.” dedim. “Kazanmak için herhangi bir
şansının olması durumuna bile yaklaşamazsın. Senin gibilerden oluşan bir
orduyla bile savaşır, ter bile dökmem."
“Vazgeçmek mi? Vazgeçmek mi!? Öylece vazgeçebilirim mi
sanıyorsun!?” Konuşması, alçak, kinli bir homurtuyla başlayıp, hızlıca öfke ile
yanan bir çığlığa dönüşmüştü. “Nasıl hissettiğimi hakkında en ufak bir fikrin
var mı!? Kızım kayboldu! Sonra duyuyorum ki, bir adam için, tanımadığım
etmediğim bir iblis lordu için bir hizmetçi olarak çalışıyormuş! Ve mutlu
olduğunu mu sanıyor!? Ne saçmalık!”
İşte tam o anda neden bu kadar ısrarcı davrandığını
anlamıştım.
Çünkü o bir babaydı.
Sadece inatçılık etmiyordu.
Umursadığını gösteriyordu.
Kızı için en iyisi olduğunu düşündüğü şeyi yapmaya
çalışıyordu.
İşte bu yüzden, kalıcı hasar ya da potansiyel etkiler bir
yana, her miktardaki acıya dayanmaya hazırdı.
İşte bu yüzden, adamlarının önünde bile olsa gururunu bir
kenara bırakmaya hazırdı.
İşte bu yüzden yuhalamalar fikrini değiştirmemişti.
Ve işte bu yüzden şu anda ümitsizce ayağa kalkmaya
çalışıyordu.
Hepsi kızı içindi.
Ve kendi kızlarına sahip bir adam olarak ben, onu
anlıyordum.
Benim de aynısını yapacağımı biliyordum.
“Dinle...”
”Kapa çeneni! Senden tek bir kelime daha duymak
istemiyorum!”
Sesim, sadece öfkesini artırmış ve silahını daha sıkı kavraması
için onu cesaretlendirmişti. Ama tamamen kötü de değildi. Gözleri bana
kilitlenmişti; yani envanterimden bir hançer alıp baş parmağıma bir kesik
atmamı kaçırmayacaktı.
“Şimdi bana parmağını uzat.” kanlı parmağı ileride tutup ona
gösterdim.
“...Ne oyunlar çeviriyorsun?”
“Bir yemin ediyorum. Siz savaş kurtları bunu yapmaz
mısınız?”
Tören bilgim Lyuu’dan geliyordu. Tam olarak hangi durumları
kapsadığını hatırlayamasam da, savaş kurtlarının söz verirken böyle yaptığından
bahsettiğini hatırlamıştım. Gerçi, tam olarak anlattığından da emin değilim.
Çünkü genellikle yemin ettiği şeyler pek de önemli şeyler değildi. Ama bu...
“Kızını, her ne koşul altında olursa olsun, bütün olası
kötülüklerden koruyacağıma yemin ederim. Canıma mal olacağı anlamına gelse bile,
akla gelebilecek her türlü tehdidi uzaklaştıracağım. Ve ondan kurtulacağım.”
“...Ciddi misin?
“Evet. Ciddiyim.” dedim. “Lyuu, senin için olduğu kadar
benim için de değerli ve yeri doldurulamazdır. Artık o olmadan hayatın nasıl
olacağını düşünmek bile istemiyorum.”
Bu doğruydu.
Lyuu, hayatımın önemli bir parçası olmuştu.
Birden ortadan kaybolabileceğini düşünmek bile içimi, korku
ve endişeyle karışık, hoş olmayan bir hisle doldurmuştu.
“Ve hayatını dolu dolu yaşamasına imkan sağlamak için
gücümün yettiği her şeyi yapacağıma yemin ederim.”
Sessizlik devam etti.
Ne o, ne de ben, kimse konuşmadı.
Ama bakışmamız devam etti.
O bana baktı ve ben ona baktım. Amacı, niyetimin ne olduğunu
kavrayabilmekti. Benimkisi ise niyetimi ona göstermekti. Bu yüzden geri
çekilmeyi reddediyordum. Kanım elimden yere damlamasına rağmen, öylece elimi
uzatmış bir şekilde dikiliyordum.
Ve sonunda, bana güvenmeyi seçti.
“...Anladım.” Kendi baş parmağını kesti ve nihayet ayağa
kalkmayı başarınca kendini yürümeye zorladı. “Eğer sözünü tutmayı başaramazsan,
acı çekmen için elimden gelen her şeyi yapacağımı bilmene rağmen yemin
edebileceğin bir şey mi bu?”
“Evet. Öyle. Ne kadar istersen o kadar söylerim. Lyuu burada
güvende olacak. Ne olursa olsun.”
“Peki.” Kendini ilerlemeye zorladı ve kanlı baş parmağımı
benimkine bastırdı. “Beni tekrar et.”
“Tabii.”
“Bu yemini atalarımın kanı üzerine ediyorum. Ve eğer
bozulursa, yaşam sıvıları damarlarımdan çekilecektir.”
“Bu yemini atalarımın kanı üzerine ediyorum. Ve eğer
bozulursa, yaşam sıvıları damarlarımdan çekilecektir.” diye tekrarladım.
“...O zaman kızım senindir. Övgüyü hak eder bir savaşçı
olduğunu kanıtladın. Ve iyi bir adam olduğunu.” dedi. “Ama asla yeminini
unutma. Eğer kalbini kırarsan, atalarım ve ben, seni lanetlerle
cezalandırırız.”
“Evet, bu kulağa biraz korkutucu geliyor, o yüzden
unutmayacağımdan emin olacağım.”
“Hmph.” Şakamı homurtuyla geçiştirdi. “O zaman kızımla
evlenmene izin vereceğim.”
Ses tonu, açık bir şekilde bu fikri sunmadığını
gösteriyordu. En azından kafasında, bir hakikat gibi bir şeydi.
Ancak ben, aynı düşüncede değildim. Bir dakika. Ne? Az önce
ne oldu?
“Sözünü tuttuğundan emin olmak için, bir yıl içinde ziyarete
geleceğim.”
Dostum. Bir dakika. Kapama telefonu. Söyleyecek tonla şeyim
var.
İlk ve en önemlisi mi?
Yine aynı şey olmaz.