Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Tüylü Veda
“Ş-şu kurt yoksa gerçekten düşündüğüm şey mi!? O gerçekten
bir Fenrir mi!?”
“Evet. O benim hem aile üyelerimden biri, hem de Lyuu’nun
buralarda kalmasının en büyük sebeplerinden biri.” Lyuu’nun taş kesilmiş
babasıyla konuşurken nazikçe gümüş kurdu okşadım.
Efsanevi canavarın görüntüsü, şaşkınlıktan gözleri
yuvalarından fırlamış bir şekilde donakalmasına sebep olmuştu. Hareket eden tek
parçası, aslında hala hayatta olduğunu gösteren ara ara kıpırdayan ağzı gibi
görünüyordu. Bakışları hala ondayken bana bir soru yönelttiğinde, sonunda
kendine gelmiş olsa bile gözleri hala kurda yapışıp kalmıştı.
“S-sen bir Fenrir’le mi yaşıyordun!?”
“Evet. Nasıl tepki vereceğinizden emin olamadığım için bu
zamana kadar size göstermedim.” dedim. “Hoşunuza gider diye düşündüğümden,
sonunda size göstermeye karar verdim.”
Rir geçtiğimiz günü, keşfedilebilme riskini minimuma
indirmek için zindan içinde olmasa da yakınlarda geçirmişti. Sonuç olarak tüm
çabaları boşa gitmişti, çünkü onu yeni meşrulaşmış akrabalarımdan saklamamın
garip olacağına karar verdiğim için onu çağırmış ve kalabalığa kendisini
göstermesini istemiştim. Evcil hayvanlarımdan bahsetmişken, Rir ya da Shii
isminde olmayanlar dışındaki herkes avlanıyordu. Savaş kurtlarını ormanın
dışına kadar çıkarmam daha kolay olsun diye, yakınlardaki canavarların
sayılarını azaltmalarıyla görevlendirilmişlerdi.
Savaşkurtları dizlerine çöküp başlarını dua eder gibi yere
kadar eğdiğinden, günün kelimesi tapınmak olmuştu. Dini aktivite, açıkçası huşu
içinde olmaktan ziyade kaotikti. Kendilerini daha düzenli bir şekle sokmak
yerine, ortamda bulunan her bir hayvansı o anda kapladıkları alanı kullanmayı
seçmişti.
Lyuu’nun Rir ile ilk etkileşimi daha az heyecanlı
olduğundan, savaş kurtlarının pek aşırı tez canlı olmadıklarını düşünmüştüm.
Ancak bugünkü gözlemler, bu düşüncenin yanlış olduğunu kanıtlamıştı. Nordlar
için Odin ne kadar ilahi ise, onlar için de Fenrirler o kadar ilahiydi.
Dramatik tepkiler demişken. Lynaut ile bir olay daha
yaşandı. Bilincinin yerine gelmesi üzerine Lyuu’nun eski nişanlısı, bana
anlamsızca bağırdıktan sonra koşarak uzaklaştı ve sadece spor düşkünü birinin
yapabileceği iğrençlikte, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sonra gecenin geri
kalanını, onu neşelendirmek için elinden geleni yapan arkadaşlarıyla içerek
geçirdi. Mesajı aldım tabii ki. Şef gibi, o da savaş kurdu prensesinin kalbini
kırmamam hakkında beni uyarmak istemişti. Vay be. Galiba onu gerçekten çok
sevmişti, en azından kendi yöntemiyle. Bunu bilmek, onu engellediğim için
neredeyse üzülmeme sebep olacaktı. Neredeyse. Ah pekala, onun suçu, benim
değil. Bunun olmasını istemiyorsa beni dövmeliydi. Üzgünüm dostum, ama işler
böyle yürüyor. Vazgeçmek zorundasın. Ama merak etme, sana göre eş mi yok?
Zamanı gelince başka birini bulacağından eminim.
“A-adını sormamda sakınca var mı?”
“Adı Fluffnir, gerçi normalde onu kısaca Rir olarak
çağırıyoruz.” dedim. “Rir, ben Lyuu’nun babasıyım.”
Kurt, şefi bir yandan havlayıp bir yandan başını eğerek
selamlamıştı.
“S-seninle tanışmak çok güzel. K-kızım için yaptığın her şey
için teşekkür ederim.”
“Sanırım bu, efendime söylemen gereken bir şey baba, Rir’e değil.”
Lyuu kıkırdadı.
“S-sessiz ol Lyuu. Bir Fenrir’le tanışırken başka nasıl
davranmamı bekliyorsun? Hiçbir savaş kurdunun böyle bir durumda sakin kalabilmesinin
mümkünatı yok!”
“Yani, ne demek istediğini anlayabiliyorum. Rir gerçekten
asildir, ama en azından sakin kalabilirsin.” dedi Lyuu, kendini beğenmiş bir
sırıtışla.
“İstediğini söyleyebilirsin, ama onunla ilk tanıştığında sen
de çok farklı değildin.” dedim.
“Bunu söylememen gerekti efendim!” diye şikayet etti,
gücenmiş bir şekilde.
Hı-hı. Ne diyorsan ondan, Lyuu Ne diyorsan ondan.
“Önünde yoğun bir hayat var Lyuu. Hem iyi bir eş olmalı hem
de bir Fenrir’e iyi bakman gerek. Dikkatsiz hatalar yapma. Beni anladın mı?”
dedi kayınbabam, sert bir şekilde.
“Y-yapmayacağım!” diye ciyakladı köpek kız. “Ama sorun
değil! Çünkü ben Rir gerçekten iyi dostlarız. Çoktan aile gibi olduk, değil mi
Rir?”
Lyuu, sevgili evcil hayvanımın tarafında doğru gülümsedi ve
havlayarak onu kabul ettiğini göstermesini bekledi. Ama havlamadı. Onu kabul
etmekten ziyade, sinirli genç bir kız gibi, inatçı bir şekilde başını ters
tarafa çevirdi.
“S-sorun ne Rir? N-neden başını çeviriyorsun?”
Onu sorgulamaya çalıştı, ama tekrar sessizlikle karşılaştı.
“R-rir? Rir!? Bir şey demeyecek misin?” Yüzüne konuşmak için
vücudunun öteki tarafına doğru geçti, ama ona bakmak zorunda kalmamak için
boynunu tekrar çevirdi. “N-neden başını benden çevirip duruyorsun?”
Paniklemeye başladığı anda, nihayet ona dönmeyi seçmişti.
Oyun yapar şekilde gülümsemişti.
“B-beni kızdırmaya mı çalışıyordun?”
Bu sefer, kurt hem havlamış hem de başıyla onaylamıştı.
“Neden benimle şimdi aynı fikirde olmak zorundasın ki!?”
diye bağırdı Lyuu, gücenmiş bir şekilde.
Öyle eğlenceli bir etkileşimdi ki, kahkahayı basmıştım.
“Gerçekten de iyi geçiniyorlar...” dedi Lyuu’nun babası,
şaşırarak. “Buna inanamıyorum. Kızım bir Fenrir’le arkadaş olmuş...”
“Yani, bütün bir sene aynı kişiyle yaşayınca, gayet normal.”
dedim.
Tam olarak dargın olduklarını söyleyemesem de, Rir’in
Lyuu’nun yakınlarında bu kadar rahat olması biraz garipti; onun...
alışkanlıkları, ondan kaçınmasına sebep olmuştu. Bu seferlik ona ayak
uydurmasının tek sebebi, babasına hava atabilmesi için ona yardım etmekti. Ne centilmen
ama. Şey, centilkurt? Böyle bir kelime var mı ki?
“Rir gerçekten de sahibi gibi.” diye iç çekti Lyuu.
“Peki bu tam olarak ne anlama geliyor?” Diye sordum.
“Bir şey yok, hiçbir şey yok efendim.” dedi. “Sadece, ikiniz
de çok naziksiniz.”
“Tabii, eminim bunu kastetmişsindir.” Fenrir’in sırtına
atlamadan önce biraz daha güldüm. “Hadi Lyuu, sen de bin.”
“T-teşekkürler efendim.”
Ona uzattığım eli tuttuğu anda biraz kızarmıştı, ta ki onu
uyarmadan tamamen yukarı çekip ciyaklayana ve onu önüme oturtana kadar.
Kulakları şaşkın şaşkın seğirirken, kalın, gür kuyruğu karnıma sürtüp beni
gıdıklamıştı.
“Ah, tabii. Artık benimsin, yanı bu, kulaklarının da bana
ait olduğu anlamına geliyor değil mi?”
“Pek sayılmaz efendim! Onlar hala benim k--eeek!
Gıdıklanıyorum!”
Mantıklı düşünmeye çalışmasını umursamadan, kıvırcık
perçemlerinin arasından uzanan yumuşak çıkıntılara doğru uzanıp oynamaya
başladım.
“Hmm... Hiç fena değil. Hiç ama hiç fena değil. Hoş, yumuşak
ve ipeksi.” dedim. “Ama Rir’inkiler kadar hoş değil. On üzerinden yedi buçuk
diyebilirim.”
“N-n-n-n-ne!? Etrafta dolaşıp insanların kulaklarına öylece
dokunamazsın!” diye şikayet etti Lyuu, neredeyse yerinden fırlayarak.
Köpek kızın kendisi gibi, Rir de sırtında Lyuu’nun bir
yerlerine dokunup durmamdan hoşnut değildi. Şikayet etmek için birkaç kez
inlese de, kendimi gözlerimin tam önüne yerleşmiş kulaklarla oynamaya kaptırmış
bir şekilde, onu duymamış gibi yaptım. Çok sert. Çok gevrek. Hnnng.
“Bu cinsel taciz efendim! Lefi’ye söyleyeceğim!”
“Eğer cinsel taciz çiftlere uygulanabiliyor olsaydı, öyle
olurdu.” dedim sırıtarak. “Biliyorum. Başımı derde sokmaya çalışmıyorum. Neden
bunu daha önceden yapmadığımı sanıyorsun?”
“Lanet olsun efendim, neden her zaman haklı olmak
zorundasın!?” diye şikayet etti Lyuu, cinsel kazanımların hoş görülüp
görülmeyen durumlarını düşünürken.
Heh. Bunu duydunuz mu beyler? Namuslu adam olmak işte böyle
bir şey. Elinize kolunuza hakim olun. Ta ki gerek zorunda kalmayana kadar.
Cinsel tacizci olarak görülmeme isteğim, kendimi tutmamın büyük sebeplerinden
biriydi. Meraktan çatlıyor olmama rağmen, bu zamana kadar Lyuu’nun tüylü
uzuvlarıyla oynamamam ya da Leila’nın boynuzuna dokunmamın sebebi buydu.
Pekala, tamam. Lefi’yle saaaadece birkaç hadise yaşamış olabilirim, ama bu
kesinlikle benim hatam değildi. Üzerime gelen kişi o olduğu için, durumu
tamamen farklı bir yöne, kabul edilebilir bir noktaya çekmişti.
“Öhöm.” Lyuu’nun babası, bana sert bir şekilde bakarak
boğazını temizlemişti. Adam öyle sinirliydi ki, kafasında damarların
belirdiğini görebiliyordum. Yani, bu tam da biri kızınızla gözünüzün önünde
flörtleşirken yüzünüzde belirecek ifadeye benziyordu.
Bir anlık düşünmeden sonra, ellerimi adamın kızından çektim
ve başını mahcup ve utanmış bir şekilde öne eğmesini izledim.
“Yakınlaşmanızı kafaya takacak değilim, ama lütfen, kapalı
kapılar ardında yapın şunu.” dedi, kısık bir homurtuyla.
“D-doğru!” dedi Lyuu, “H-herkesi geçirmemiz gerek efendim.”
“Tabiiii, evet. Onu yapacaktık. Beklettiğim için üzgünüm
beyler. Sizi ormanın dışına kadar geçireceğim. Hadi gidelim.”
“Teşekkür ederim.” dedi kayınbabam.
“Ah, tabii. Aklıma gelmişken. Gelmek istediğiniz her bir
seferde ormanı geçmek muhtemelen katlandığınız zahmete değmeyecek kadar
tehlikeli olacak. Ziyaret etmek istediğiniz zaman sadece dışında durabilirsiniz
ve ben de böylece gelir sizi alırım.”
Savaşkurtları bölgeme, en zayıf canavarların yaşadığı,
ormanın güney bölgesinden gelmişti. Henüz tamamını kontrol altına alamamıştım,
ama seneye bu zamanlar, zindanın başka bir parçası olarak diğer kısımlara
eklemeyi planlıyordum.
“Teşekkür ederim. Bu gerçekten de kulağa daha uygun bir
alternatif gibi geliyor.” dedi şef. “Pekala beyler, gidiyoruz! Bu sefer Yuki ve
Fenrir bizimle olabilir, ama bu tedbiri elden bırakabileceğiniz anlamına gelmiyor!
Bir an bile!”
“Evet efendim!”
Savaşçılar savaşa hazır olduklarını göstermek için
silahlarını kaldırdı ve hep bir ağızdan bağırdılar. Tabii, şey, eminim buna
tamamen gerek yok. Bölgedeki canavarlar ya çoktan kaçtı ya da öldü. Ve zaten
merak etmemesi gerektiğini söylediğimden emindim.
***
Daha önceden söylemiş olmama rağmen, Lyuu’nun babası, yollarımız
ayrılana kadar sözlerimi gerçekten kabul etmemişti.
“Merak etmememizi söylemiş olduğunu biliyorum, ama hiç
saldırıya uğramamış olduğumuza neredeyse inanamıyorum.” dedi. “Canavarlar, biz
ormana girerken çok daha ısrarcıydı. Bitmek tükenmek bilmeksizin, dalga dalga
üzerimize gelmişlerdi.”
“Evet, öylelerdir. Sebeplerinden biri, yanımızda Rir’in
olması. Bu bölgede yaşayan her şeyden çok daha güçlü olduğundan, çoğu şeyi
korkutup kaçırır.” dedim omuz silkerek. “Diğer adamlarım da kalanları
hallettiği için, aşağı yukarı güvende olduğumuzu söyleyebilirim.”
“Sanırım iblis lordları, biz geri kalanlardan gerçekten de
farklılar...” dedi Lyuu’nun babası. “Ah, neredeyse unutuyordum. En yakın insan
şehri, bir tür karışıklıktan geçiyor gibi görünüyor."
“Öyle mi?”
Zihnimdeki haritaya göre, malum prensi halletmek için
ziyaret ettiğim krallıktan bahsettiği sonucuna vardım. Kralıyla şahsen
tanışıklığımın olduğu ve Nell’in hizmet ettiği ülkeydi. Oranın adı neydi?
Allysia mıydı? Evet, öyle bir şeydi.
“Ülkenin merkezini sarsan bir tür siyasi çekişmenin
ortasında olduklarını duydum. Muhtemelen pek tehlike oluşturmayacaklarını
biliyorum, sen ya da bu orman için, ama ne olur ne olmaz diye seni uyarmanın
iyi olacağını düşündüm.”
Yeniden mi? Cidden mi? Vay be. Umurumda değil diyemem ama
yine de... Vay be. Sorunları özellikle ilgimi çeken şeyler değil ve denkleme
zorla dahil olmadığım sürece kendim dahil olmayı planlamıyordum. ...Gerçi,
bütün tuzaklarımı tekrar kontrol edip, hala çalıştıklarından emin olmak
isteyebilirim. Ve doğru yerleştirildiklerinden. Kralla zaten bir anlaşmamız
olduğundan, buraya bir daha geleceklerinden şüpheliyim, ama kötü bir durumda
yakalanmaktansa, hazır olmayı tercih ederim. Evet. Kendime not: savaş
kurtlarını yolladıktan sonra zindan işlerini yap.
Galiba farklı bir yol izleyerek, kayınpederime Allysia’nın
tekrar politik bir mücadelenin ortasına düşme sebebini sorabileceğimi, ancak
sonrasında fark etmiştim.