Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

16 Temmuz 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1298 Görüntülenme
Bu bölümü 33 Kişi beğendi.
Cilt 16

DP Sorununu Çözmek

Aşırı büyümüş bitki örtüsünden sadece çok az güneş ışığı geçiyordu; ağaçların tepeleri, güneş ışınlarının ormanın zeminine ulaşmasını engelleyebilecek, neredeyse delinemeyecek bir yeşillik katmanı oluşturmuştu. Çoğu çevre için, ışığın nispeten bulunmuyor oluşur ağaçların çok sık büyüdüğünü gösteren bir şey olurdu. Ama Uğursuz Orman, sıradan bir biyom değildi.

 

Seyrek olarak nitelendirilemese de ağaçların kendilerine fazla fazla yeri vardı. Bazı ağaçların arasında onlarca metreler bile olabiliyordu. Problem sayıda değil, boyutlarındaydı. Rir ve ben, bu hayvaniliğe ait olan bir kökün arkasına saklanmıştık. Ağacın gövdesi o kadar kalındı ki, beş yetişkin kollarını olabildiğince açıp ağacın etrafını sarmaya çalışsa bile, muhtemelen ellerini tutmakta güçlük çekerlerdi.

 

Gözden uzak kaldığımdan emin olmak için Gizliliği aktif tutmuş olsam da ihtiyatlı davranmak tamamen gereksizdi. Dev ağacın kökleri öyle uzundu ki, gizli kalmak için tek ihtiyacım olan diz çökmekti. Yoldaşım, kendini ortalama bir kurt boyutlarına küçülttüğünden, onun da görülmesine imkan yoktu.

 

“Pekala, sadece emin olmak için soruyorum, Lefi’nin tam yerini hatırlıyorsun, değil mi?” Başımı kökün arkasından çıkardım ve evcil hayvanımla saldırmaya hazırlandığımız garip canavara baktım.

 

Sorum, doğal olarak onayla karşılandı; Rir asla hayal kırıklığına uğratmazdı.

 

“Pekala, güzel. Planın üzerinden bir kez daha geçeceğim. Gayet basit. Şu şeyin dikkatini çekeceğiz ve sonra elimizden geldiği kadar çabuk kaçacağız. Tamam mı?”

 

Sorumu, yine onaylayan bir kurt sesi yanıtladı.

 

“O zaman, hadi yapalım şu işi!”

 

Artık gizli kalmama gerek olmadığından ayağa kalktım ve kurbanımıza büyü yapmak için nişan aldım. Bir kısmı memeli, bir kısmı örümceksi olan, garip bir yaratıktı. Vücudunun üst kısmı, bir ayıyı andırıyordu. Boncuk gibi gözleri vardı, ve kaslı vücudu tüylerle kaplıydı. Akrebe benzeyen alt kısmının altında bulunan kanlı bir cesedi çiğnerken yayılan kütür kütür sesler, etrafımızda yankılanıyordu.

 

Büyük gövdesi, onu kolay hedef yapıyordu. Su ejderham doğrudan ona uçtu.

 

Nispeten güçlü bir canavar olarak, saldırımı fark etti ve benim tarafıma bakmak için başını kaldırdı--bunu yaparak, fırlattığım ejderhaları suratının ortasına yedi.

 

Sonuçta, isabetli oluşumun bir manası yoktu. Ayıkrep’in statları benimkinden o kadar yüksekti ki, suratına çarpmasını umursamamıştı. Bacaklarından birini ejderhalara savurup alt yarılarını yok etmesinin de hiçbir yardımı olmamıştı. Yine de amacımı yerine getirmiştim.

 

Şüphesiz gururlu Fenrir’in yaptığı bir elektrikli patlama, yarı örümceksi yaratığın yeni ıslanmış vücuduna inerken hem beni hem de ayıyı kör etmişti. Sadece kurulum olarak iş gören benim büyümün aksine Rir’in büyüsü hasar vermişti. Sağlam hasar.

 

Sinirlenen ayı kükredi, bize doğru döndü ve üzerimize doğru koşmaya başladı.

 

“Pekala, yemi yuttu! Hadi buradan siktirip gidelim!”

 

Normal boyutuna dönen Rir’in üzerine sıçradım ve bir yarış arabası gibi fırladık. Yolundaki her bir yeşilliği saf yıkıcı güçle devirerek gelen öfkeli örümceksi memelinin aksine Rir, ağaçların arasında sıçraya sıçraya ilerliyor ve yolundaki her şeyden kaçınıyordu. Vay anasını, bir ayıyı böcek gibi yürüyor görmek gerçekten de mide bulandırıcı. Eeeeh, kesinlikle yemek isteyeceğim bir şey değil.

 

Kurt rahat bir şekilde mesafeyi korumaya devam ederken, “Hey Rir, dikkat etsen iyi olur. Tam kuyruğunun dibinde.” diye şaka yaptım. “Biliyor musun, bu bana, aptal mantikorla savaştığımız zamanı hatırlattı. Dostum, ne sikik yaratıktı.”

 

Aldığım tepki, her zamanki kısa havlama olsa da, kurdun kızdığı belliydi, hem de çok kızdığı. Düşüncelerimde kaybolmamı kesmemi ve işimize odaklanmamı istediği çok belliydi.

 

Normalde bu kadar güçlü bir yaratığa meydan okumayla uğraşmazdık. Savunmasını kırmak o kadar zordu ki, normalde onu indirmemizin imkanı yoktu... Ama bu sefer, o kadar endişeli değildim. Çünkü biz sadece yemdik. Bizi yakalayamayacak kadar yavaştı ve büyü yapamayacak kadar da salaktı. Riskili herhangi bir yakın dövüşe girmediğimiz sürece hiç tehdit oluşturmuyordu. Ve tam da bu yüzden onu seçtik. Dikkati elden bırakmadığımız sürece, onu varış noktamıza kadar başarıyla çekeceğimiz kesindi. Eeeevet. Dikkatli olmamı, muhtemelen bu yüzden söylüyordu. Malım.

 

Yemleme işlemi kolaydı. Tek yaptığımız arada sırada bir iki büyü atarak, peşimizde kalması için yeterince sinirli olmasını sağlamaktı. Birkaç dakikada bir durup tekrarlayarak, pürüzsüz gümüş saçları rüzgarda sallanan güzel, boynuzlu bakirenin bulunduğu bir açıklığa kadar gelmiştik.

 

“Lefi!” Tam yanından geçerken, sinyalimiz olarak seçtiğimiz adını haykırdım.

“İşini bitiriyorum.”

 

Ayıkrep’i beklerken, sanki sarılacakmış gibi kollarını açmıştı. Ama tam ona ulaşmadan önce tekrar kollarını birleştirdi. Neredeyse alkışlamak gibi bir hareketti. Eğer önemli bir farklılık söylemem gerekirse, yaptığı hareketin bir alkıştan çok daha ölümcül olduğuydu.

 

Ayıkrep’in beyni patlamıştı.

 

Kan veya organlar halinde patlamamıştı, ama kanlı bir sis gibi patlamıştı. Kısa süre sonra iz bırakmadan kaybolan, kanlı bir sis.

 

Yaratığın vücudundan geri kalan, boynunun altındaki her şey, yere yığıldı ve öylece durdu.

 

“...Vay canına. O şeyi sadece tek bir vuruşta indirmene neredeyse inanamayacağım. Ama sanırım Yüce Ejderha olmak böyle bir şey olsa gerek.” Konuşurken Rir’in sırtından aşağı atladım ve ona doğru yürüdüm. Neyse ki kurt Lefi’nin yanından geçer geçmez frenlediği için, çok fazla yürümeme gerek yoktu.

“Bu sadece beklendik bir şey. Bu kadar zayfı bir canavar rakibim olamaz.”

 

Her ne kadar Lefi omuz silkerek bu işin büyük bir olay olmadığını söylese de, benim yapabilmemin imkanı olmayan bir şeydi. Garip akrebe benzeyen ayı yaratıkları, Rir ve benim kaçmakta sorun yaşamadığımız yaratıklardandı. Ne gücüm ne de büyüm, kalın derilerini delemiyordu. Ama onun için, önemsiz birer enik, kesilecek birer kuzu gibilerdi.

 

Onu büyülü gözümle izleyince, uyguladığı tekniğin, ilk bakışta göründüğünden çok daha kesin ve karmaşık olduğunu göstermişti. Çünkü, her ne kadar ayıyı öldüresiye alkışlamış olsa da, bunu elleriyle yapmamıştı. İnanılmaz yoğun bir mana topunu kontrol altına alıp onu bir çift el şekline getirdikten sonra, yaratığın kafasını paramparça eden bir büyüydü.

 

Güçlüydü, öyle güçlüydü ki, ne kadar güçlü olduğunu ölçebilmem imkansızdı. Onun elleri kadar yoğun bir şey yaratmam, mana havuzumun beşte birine mal olurdu. Onu koruyabilmek ise beni zaten aşıyordu. Onu, Lefi’nin yaptığı gibi, bir silah olarak kullanmak ise söz konusu bile değildi. Ve bunu, başladığımızdan beri durmaksızın yapıyordu. Vay anasını.

 

“Sonraki birkaç yüzyıl içinde, bunu kolaylıkla yapabilecek kadar güçleneceğinden şüphem yok.”

“Evet, olabilir gibi.”

 

Dostum, onu onayladığıma inanamıyorum. Zaman kavramım o kadar mı bozuldu? Demek istediğim, bir yılın geçtiğini neredeyse hiç fark etmedim, o yüzden... Dostum, bu hiç iyi değil.

 

Ortaya koyduğum Lefi’ye dayanan plan, DP toplamak için bayağı basit bir plandı. Teknik, her zamankiyle aynıydı; avlanmak için dışarı çıkmıştık. Ama hedeflerimiz zaten dışarıdaydı. Uğursuz Orman’ın en güçlü yaratıklarını avlamak için batı bölümünün içlerine doğru ilerlemiştik. Normalde, asla bulaşmayacağım rakiplerdi. Her bir savaş, galip gelmekte zorlandığım, ölümle dans etmekle eşdeğer savaşlardı. Bu yüzden, bütün evcil hayvanlarıma açıkça batı bölgesinden uzak durmalarını söylemiştim.

 

Ancak bugünkü bir istisnaydı. Uğursuz Orman’daki en güçlü şey olan güzel eşim, bugün bize yardım ediyordu. Zindan sınırlarına girmeleri için kandırdığımız her şeyi öldürmede bize yardımcı oluyordu. Öldüre öldüre gidebilirdik, ama onları öldürmeden önce zindan sınırlarına çekmek, kazancımızı iki katına çıkarıyordu. Canavarlar her zamankinden daha yüksek olduğu için, kazancımız da birkaç kat daha yüksek oluyordu. Anlık çözümler içinde, bu en iyisiydi.

 

Ejderha formundayken yaydığı güç aurası öyle muazzam ve eziciydi ki, yaklaşana kadar her şeyi korkutup kaçırıyordu. Eski halinde dönmeyle bu yüzden uğraşmamıştı. Kız formunda kalması, getirdiğimiz her yaratığı, kuyruklarını kıstırıp kaçmaları gerektiğini anlamadan öldürmesini sağlıyordu. Zokayı tamamen yutuyorlardı. RIP canavarlar. Ciddi bakacak olursam, bunun için ona gerçekten borçluyum. O olmasaydı göte gelmiş olurdum. Yani, şah matın göte gelme versiyonu gibi.

 

Bir dakika, bana mı öyle geliyor yoksa hiçbir işe yaramıyor muyum? Rir bu işi, kesinlikle bensiz yapabilirdi. Tek yaptığım arkasında oturmak.

 

 

Yani, demek istediğim, görev kontrol biriminin yaptığı şey de bu, değil mi? Benim işim emir vermek, özellikle işler sarpa sardığı zaman. Evet, hiç işe yaramıyor değilim. Kesinlikle. Ahahaha…

 

Mevcut durumdaki turumuz, üç takımdan oluşuyordu. A ve B takımları yemleme ile sorumluydu. A Rir ve benden, B ise emrimde savaşa hazır bulunan diğer dört evcil hayvanımdan oluşuyordu. C sadece Lefi’ydi.

 

Bir başka deyişle, Enne’i getirmemiştim. Hiçbirimiz gerçek bir savaşa girmediğimizden, onu getirmenin o kadar gerekli ya da verimli olduğunu düşünmemiştim. Büyük kılıçlar içinde, o ağır bir kılıçtı ve denkleme ekstra bir yük eklemek, stratejimizin tamamen hıza dayalı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, pek de parlak bir fikir değildi. Gerçi, eli boş da gelmemiştim. Boş gelecek kadar dikkatsiz değildim, o yüzden büyük kılıcımın yerini ilk silah yaratmaya başladığım zaman yaptığım demir çubukla değiştirdim. Dostum, küt silahların kullanımı çok kolay. Neden kılıçlar bu kadar ustalık ve teknik gerektiriyor ki? Lanet olsun. *

 

Silaha cidden demir çubuk diyor olsa da aslında demir bir çubuk değildi. Dünyanın en pahalı metallerinden biri olan adamantitten yapılmıştı ve üzerine üç efsun işlenmişti. Leila’nın benim için türettiği ilki, en ilginciydi. Leila, Rir’in kendi kendine ayarlanan tasmasını inceleyince, cisimlere emir üzerine büyüyüp küçülme yeteneği veren büyü halkasını özütünü çıkarabilmişti. Çubuğu sağa sola savururken boyutunu değiştirebilmek, Maymun Kral gibi hissetmeme sebep olmuştu--bana göre, çubuğun istediğim üzerine büyüyüp küçülebilme yeteneği, onu az çok Ruyi Bang ile aynı şey yapıyordu. [1]

 

Kalan iki yerin içinde bulunan, En Yüksek Seviye Büyü Hüneri Artışı ve Büyük Büyü İletim Artışı halkaları ise benim büyü yapmamı çok daha kolaylaştırıyordu. Uzun lafın kısası o, lanet olası bir süper çubuktu.

 

Enne’in verdiği hasarın sadece ufak bir kısmını yapabiliyordu, ama kendi çapında kesinlikle işe yarar bir silahtı. Pekala, ne düşündüğünüzü biliyorum. “Ne saçmalıyorsun Yuki? Adamantitten yapılmış bir şeye, gidip demir çubuk diyemezsin!” Evet, biliyorum. Ve umurumda değil. Adamantit çubuk demek çok daha zor, o yüzden siktir et. Mantığın canı cehenneme, ona demir çubuk diyeceğim.

 

“Diğer grubu unuttun.” dedi Lefi. “Geldiklerinden bu yana dördünün de önemli ölçüde geliştiklerini belirtmem gerekir. Zekaları çok büyük bir hızla arttı.”

“Değil mi? En iyi evcil hayvanlar değiller mi?”

“Kesinlikle öyleler. Rir gibi, onlar da harika yaratıklar.”

 

Aynen öyle karıcığım. Aynen öyle. Sahipleri olarak, onların büyümelerine yardımcı olmak benim sorumluluğummuş gibi hissediyordum. Ama hiç yardımcı olmadım. Hatta onlara dikkat dağınıklığı sebebi oluyordum. Onlarla sadece oyun oynayarak etkileşimde bulunuyordum. Pardoooooon. Ehe.

 

***

 

“Of dostum, ne gündü ama... Sağlam, güzel para yaptık.” Kollarımı gittikleri yere kadar gerdikten sonra, arkamdaki yumuşak yastığa kendimi bıraktım. Rir’in gür kürkünün sıcak ve yumuşak hisi, kesinlikle harikaydı.

 

Vücudunun yanında n yavaşça aşağı kaydım ve oturur şekilde yere indim. Rahat bir pozisyona geldiğim anda, Lefi kucağıma oturdu ve göğsüme yaslandı.

 

“Gerçekten çok gayretliydik.” dedi. “Bu kadar basit bir iş için çok zaman harcamak, işi nispeten yorucu bir hale getirdi. Sanıyorum, döndüğümüzde istediğim şeyden alacaksın değil mi?”

Yarım yamalak İtalyan aksanıyla, “Heh, tabii ki hanımefendi. Ayak uydurduğunuzdan emin olun. Bütün planlarımızda sizi aramızda görmekten memnun oluruz.” dedim.

“Neden garip bir şekilde konuşmaya başladığını anlayamadım.” Ejder kız şaşkın gözlerle bakmıştı.

“Kafana takma.” Dedim ve güldüm. "Eve gitmek için sabırsızlanıyorum. Yapacağım ilk şey, küvete dalmak ve uzuun, güzel bir banyo yapmak olacak. Sonra, biraz içki alacağım, kendimi hoş, yumuşak battaniyelere sarıp rüyalar alemine süzüleceğim.”

“Geceyi geçirmek için gerçekten de harika bir yol.” dedi. “Bunu benimle paylaşma sebebinin, birlikte yapmak istemen olduğunu düşünüyorum, öyle mi?”

“Tabii ki. Akşamı seninle içerek geçirmeye her zaman varım.”

 

Lefi, bize çok fazla DP kazandırmıştı. İçkiye yatıracağımız biraz para dert değildi. Harcayacağımızdan da değil. İblis kralının bana verdiği beş varil hala duruyor. Bize muhtemelen iki aydan fazla yeter. Ah, konusu açılmışken, bir ara içki partisi yapmalıyız. Ya da hepimizin birlikte dağıtabileceği bir akşam ziyafeti. Çocuklar dışında tabii ki. Yaşları gelene kadar meyve suyu içmek zorundalar.

 

“Eğer akşam için planlarımız buysa, o zaman hemen eve gitmeliyiz. Daha fazla bekleyemeyeceğim. Yemek, tatlı ve içki bizi bekliyor.” Kucağımdan kalktı ve sabırsız bir şekilde zindana doğru baktı.

“O zaman, hadi!” Ben de onun gibi ayağa kalktım ve mali krizimizi çözmede bize yardım eden evimizin diğer beş üyesine doğru döndüm. “Pekala millet, Lefi’yle eve gitme vaktimiz geldi. Yardımlarınız için tekrar teşekkürler. Muhtemelen sonraki birkaç gün, yine sizi arayacağım. Bir ara hoş, sakin bir yürüyüş falan yapalım.”

 

Hepsini okşayarak minnettarlığımı gösterdikten sonra, arkamı döndüm ve en sevdiğim ejder kızla birlikte evin yolunu tuttum.

Çevirmen Notu

[1] Ruyi Bang, ya da aslen Ruyi Jingu Bang, 16. yüzyıl Çin klasiği Batıya Yolculuk (Journey to the West) ismindeki romanda geçen, ölümsüz maymun Sun Wukong’un kullandığı büyülü sopanın adı. Bazılarınızın bileceği üzere, Dragon Ball serisindeki birçok ögenin kaynağı olan romandır kendileri. Ana karakter Son Goku, kullandığı uzayıp kısalabilen sopası Nyoibo, gezmek için üzerine bindiği bulut Kinto-un falan hep bu romandan gelir.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-02-09 18:44:33
Keşke lefi onu ölümün eşiğine getirip son vuruşu mc'ye bıraksaydı
Shin (95 puan) Üye
2021-04-24 07:55:43
Çeviri ve edit için teşekkürler.
STERBEN (225 puan) Üye
2020-08-12 12:42:53
Bölüm için teşekkürler.
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-29 19:48:31
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-07-17 03:17:07
Sakin bir bölüm
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-07-16 19:13:10
Çeviri için teşekkürler
darkrai (79 puan) Üye
2020-07-16 18:55:48
bölüm için teşekkürler
Kaptan bijon (103 puan) Üye
2020-07-16 17:40:30
Çeviri ve edit için teşekürler
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-07-16 16:36:07
Çeviri ve edit için teșekkürler.