Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
DP Sorununu Çözmek
Aşırı büyümüş bitki örtüsünden sadece çok az güneş ışığı
geçiyordu; ağaçların tepeleri, güneş ışınlarının ormanın zeminine ulaşmasını
engelleyebilecek, neredeyse delinemeyecek bir yeşillik katmanı oluşturmuştu.
Çoğu çevre için, ışığın nispeten bulunmuyor oluşur ağaçların çok sık büyüdüğünü
gösteren bir şey olurdu. Ama Uğursuz Orman, sıradan bir biyom değildi.
Seyrek olarak nitelendirilemese de ağaçların kendilerine
fazla fazla yeri vardı. Bazı ağaçların arasında onlarca metreler bile
olabiliyordu. Problem sayıda değil, boyutlarındaydı. Rir ve ben, bu hayvaniliğe
ait olan bir kökün arkasına saklanmıştık. Ağacın gövdesi o kadar kalındı ki,
beş yetişkin kollarını olabildiğince açıp ağacın etrafını sarmaya çalışsa bile,
muhtemelen ellerini tutmakta güçlük çekerlerdi.
Gözden uzak kaldığımdan emin olmak için Gizliliği aktif
tutmuş olsam da ihtiyatlı davranmak tamamen gereksizdi. Dev ağacın kökleri öyle
uzundu ki, gizli kalmak için tek ihtiyacım olan diz çökmekti. Yoldaşım, kendini
ortalama bir kurt boyutlarına küçülttüğünden, onun da görülmesine imkan yoktu.
“Pekala, sadece emin olmak için soruyorum, Lefi’nin tam
yerini hatırlıyorsun, değil mi?” Başımı kökün arkasından çıkardım ve evcil
hayvanımla saldırmaya hazırlandığımız garip canavara baktım.
Sorum, doğal olarak onayla karşılandı; Rir asla hayal
kırıklığına uğratmazdı.
“Pekala, güzel. Planın üzerinden bir kez daha geçeceğim.
Gayet basit. Şu şeyin dikkatini çekeceğiz ve sonra elimizden geldiği kadar
çabuk kaçacağız. Tamam mı?”
Sorumu, yine onaylayan bir kurt sesi yanıtladı.
“O zaman, hadi yapalım şu işi!”
Artık gizli kalmama gerek olmadığından ayağa kalktım ve
kurbanımıza büyü yapmak için nişan aldım. Bir kısmı memeli, bir kısmı örümceksi
olan, garip bir yaratıktı. Vücudunun üst kısmı, bir ayıyı andırıyordu. Boncuk
gibi gözleri vardı, ve kaslı vücudu tüylerle kaplıydı. Akrebe benzeyen alt
kısmının altında bulunan kanlı bir cesedi çiğnerken yayılan kütür kütür sesler,
etrafımızda yankılanıyordu.
Büyük gövdesi, onu kolay hedef yapıyordu. Su ejderham
doğrudan ona uçtu.
Nispeten güçlü bir canavar olarak, saldırımı fark etti ve
benim tarafıma bakmak için başını kaldırdı--bunu yaparak, fırlattığım
ejderhaları suratının ortasına yedi.
Sonuçta, isabetli oluşumun bir manası yoktu. Ayıkrep’in
statları benimkinden o kadar yüksekti ki, suratına çarpmasını umursamamıştı.
Bacaklarından birini ejderhalara savurup alt yarılarını yok etmesinin de hiçbir
yardımı olmamıştı. Yine de amacımı yerine getirmiştim.
Şüphesiz gururlu Fenrir’in yaptığı bir elektrikli patlama,
yarı örümceksi yaratığın yeni ıslanmış vücuduna inerken hem beni hem de ayıyı
kör etmişti. Sadece kurulum olarak iş gören benim büyümün aksine Rir’in büyüsü
hasar vermişti. Sağlam hasar.
Sinirlenen ayı kükredi, bize doğru döndü ve üzerimize doğru
koşmaya başladı.
“Pekala, yemi yuttu! Hadi buradan siktirip gidelim!”
Normal boyutuna dönen Rir’in üzerine sıçradım ve bir yarış
arabası gibi fırladık. Yolundaki her bir yeşilliği saf yıkıcı güçle devirerek
gelen öfkeli örümceksi memelinin aksine Rir, ağaçların arasında sıçraya sıçraya
ilerliyor ve yolundaki her şeyden kaçınıyordu. Vay anasını, bir ayıyı böcek
gibi yürüyor görmek gerçekten de mide bulandırıcı. Eeeeh, kesinlikle yemek
isteyeceğim bir şey değil.
Kurt rahat bir şekilde mesafeyi korumaya devam ederken, “Hey
Rir, dikkat etsen iyi olur. Tam kuyruğunun dibinde.” diye şaka yaptım. “Biliyor
musun, bu bana, aptal mantikorla savaştığımız zamanı hatırlattı. Dostum, ne
sikik yaratıktı.”
Aldığım tepki, her zamanki kısa havlama olsa da, kurdun
kızdığı belliydi, hem de çok kızdığı. Düşüncelerimde kaybolmamı kesmemi ve
işimize odaklanmamı istediği çok belliydi.
Normalde bu kadar güçlü bir yaratığa meydan okumayla
uğraşmazdık. Savunmasını kırmak o kadar zordu ki, normalde onu indirmemizin
imkanı yoktu... Ama bu sefer, o kadar endişeli değildim. Çünkü biz sadece
yemdik. Bizi yakalayamayacak kadar yavaştı ve büyü yapamayacak kadar da
salaktı. Riskili herhangi bir yakın dövüşe girmediğimiz sürece hiç tehdit
oluşturmuyordu. Ve tam da bu yüzden onu seçtik. Dikkati elden bırakmadığımız
sürece, onu varış noktamıza kadar başarıyla çekeceğimiz kesindi. Eeeevet.
Dikkatli olmamı, muhtemelen bu yüzden söylüyordu. Malım.
Yemleme işlemi kolaydı. Tek yaptığımız arada sırada bir iki
büyü atarak, peşimizde kalması için yeterince sinirli olmasını sağlamaktı.
Birkaç dakikada bir durup tekrarlayarak, pürüzsüz gümüş saçları rüzgarda
sallanan güzel, boynuzlu bakirenin bulunduğu bir açıklığa kadar gelmiştik.
“Lefi!” Tam yanından geçerken, sinyalimiz olarak seçtiğimiz
adını haykırdım.
“İşini bitiriyorum.”
Ayıkrep’i beklerken, sanki sarılacakmış gibi kollarını
açmıştı. Ama tam ona ulaşmadan önce tekrar kollarını birleştirdi. Neredeyse
alkışlamak gibi bir hareketti. Eğer önemli bir farklılık söylemem gerekirse,
yaptığı hareketin bir alkıştan çok daha ölümcül olduğuydu.
Ayıkrep’in beyni patlamıştı.
Kan veya organlar halinde patlamamıştı, ama kanlı bir sis
gibi patlamıştı. Kısa süre sonra iz bırakmadan kaybolan, kanlı bir sis.
Yaratığın vücudundan geri kalan, boynunun altındaki her şey,
yere yığıldı ve öylece durdu.
“...Vay canına. O şeyi sadece tek bir vuruşta indirmene
neredeyse inanamayacağım. Ama sanırım Yüce Ejderha olmak böyle bir şey olsa
gerek.” Konuşurken Rir’in sırtından aşağı atladım ve ona doğru yürüdüm. Neyse
ki kurt Lefi’nin yanından geçer geçmez frenlediği için, çok fazla yürümeme
gerek yoktu.
“Bu sadece beklendik bir şey. Bu kadar zayfı bir canavar
rakibim olamaz.”
Her ne kadar Lefi omuz silkerek bu işin büyük bir olay
olmadığını söylese de, benim yapabilmemin imkanı olmayan bir şeydi. Garip
akrebe benzeyen ayı yaratıkları, Rir ve benim kaçmakta sorun yaşamadığımız
yaratıklardandı. Ne gücüm ne de büyüm, kalın derilerini delemiyordu. Ama onun
için, önemsiz birer enik, kesilecek birer kuzu gibilerdi.
Onu büyülü gözümle izleyince, uyguladığı tekniğin, ilk
bakışta göründüğünden çok daha kesin ve karmaşık olduğunu göstermişti. Çünkü,
her ne kadar ayıyı öldüresiye alkışlamış olsa da, bunu elleriyle yapmamıştı.
İnanılmaz yoğun bir mana topunu kontrol altına alıp onu bir çift el şekline
getirdikten sonra, yaratığın kafasını paramparça eden bir büyüydü.
Güçlüydü, öyle güçlüydü ki, ne kadar güçlü olduğunu
ölçebilmem imkansızdı. Onun elleri kadar yoğun bir şey yaratmam, mana havuzumun
beşte birine mal olurdu. Onu koruyabilmek ise beni zaten aşıyordu. Onu,
Lefi’nin yaptığı gibi, bir silah olarak kullanmak ise söz konusu bile değildi.
Ve bunu, başladığımızdan beri durmaksızın yapıyordu. Vay anasını.
“Sonraki birkaç yüzyıl içinde, bunu kolaylıkla yapabilecek
kadar güçleneceğinden şüphem yok.”
“Evet, olabilir gibi.”
Dostum, onu onayladığıma inanamıyorum. Zaman kavramım o
kadar mı bozuldu? Demek istediğim, bir yılın geçtiğini neredeyse hiç fark
etmedim, o yüzden... Dostum, bu hiç iyi değil.
Ortaya koyduğum Lefi’ye dayanan plan, DP toplamak için
bayağı basit bir plandı. Teknik, her zamankiyle aynıydı; avlanmak için dışarı
çıkmıştık. Ama hedeflerimiz zaten dışarıdaydı. Uğursuz Orman’ın en güçlü
yaratıklarını avlamak için batı bölümünün içlerine doğru ilerlemiştik.
Normalde, asla bulaşmayacağım rakiplerdi. Her bir savaş, galip gelmekte
zorlandığım, ölümle dans etmekle eşdeğer savaşlardı. Bu yüzden, bütün evcil
hayvanlarıma açıkça batı bölgesinden uzak durmalarını söylemiştim.
Ancak bugünkü bir istisnaydı. Uğursuz Orman’daki en güçlü
şey olan güzel eşim, bugün bize yardım ediyordu. Zindan sınırlarına girmeleri
için kandırdığımız her şeyi öldürmede bize yardımcı oluyordu. Öldüre öldüre
gidebilirdik, ama onları öldürmeden önce zindan sınırlarına çekmek, kazancımızı
iki katına çıkarıyordu. Canavarlar her zamankinden daha yüksek olduğu için,
kazancımız da birkaç kat daha yüksek oluyordu. Anlık çözümler içinde, bu en
iyisiydi.
Ejderha formundayken yaydığı güç aurası öyle muazzam ve
eziciydi ki, yaklaşana kadar her şeyi korkutup kaçırıyordu. Eski halinde
dönmeyle bu yüzden uğraşmamıştı. Kız formunda kalması, getirdiğimiz her
yaratığı, kuyruklarını kıstırıp kaçmaları gerektiğini anlamadan öldürmesini
sağlıyordu. Zokayı tamamen yutuyorlardı. RIP canavarlar. Ciddi bakacak olursam,
bunun için ona gerçekten borçluyum. O olmasaydı göte gelmiş olurdum. Yani, şah
matın göte gelme versiyonu gibi.
Bir dakika, bana mı öyle geliyor yoksa hiçbir işe yaramıyor
muyum? Rir bu işi, kesinlikle bensiz yapabilirdi. Tek yaptığım arkasında
oturmak.
…
Yani, demek istediğim, görev kontrol biriminin yaptığı şey
de bu, değil mi? Benim işim emir vermek, özellikle işler sarpa sardığı zaman.
Evet, hiç işe yaramıyor değilim. Kesinlikle. Ahahaha…
Mevcut durumdaki turumuz, üç takımdan oluşuyordu. A ve B
takımları yemleme ile sorumluydu. A Rir ve benden, B ise emrimde savaşa hazır
bulunan diğer dört evcil hayvanımdan oluşuyordu. C sadece Lefi’ydi.
Bir başka deyişle, Enne’i getirmemiştim. Hiçbirimiz gerçek
bir savaşa girmediğimizden, onu getirmenin o kadar gerekli ya da verimli
olduğunu düşünmemiştim. Büyük kılıçlar içinde, o ağır bir kılıçtı ve denkleme
ekstra bir yük eklemek, stratejimizin tamamen hıza dayalı olduğu gerçeğini göz
önünde bulundurduğumuzda, pek de parlak bir fikir değildi. Gerçi, eli boş da
gelmemiştim. Boş gelecek kadar dikkatsiz değildim, o yüzden büyük kılıcımın
yerini ilk silah yaratmaya başladığım zaman yaptığım demir çubukla değiştirdim.
Dostum, küt silahların kullanımı çok kolay. Neden kılıçlar bu kadar ustalık ve
teknik gerektiriyor ki? Lanet olsun. *
Silaha cidden demir çubuk diyor olsa da aslında demir bir
çubuk değildi. Dünyanın en pahalı metallerinden biri olan adamantitten yapılmıştı
ve üzerine üç efsun işlenmişti. Leila’nın benim için türettiği ilki, en
ilginciydi. Leila, Rir’in kendi kendine ayarlanan tasmasını inceleyince,
cisimlere emir üzerine büyüyüp küçülme yeteneği veren büyü halkasını özütünü
çıkarabilmişti. Çubuğu sağa sola savururken boyutunu değiştirebilmek, Maymun
Kral gibi hissetmeme sebep olmuştu--bana göre, çubuğun istediğim üzerine
büyüyüp küçülebilme yeteneği, onu az çok Ruyi Bang ile aynı şey yapıyordu. [1]
Kalan iki yerin içinde bulunan, En Yüksek Seviye Büyü Hüneri
Artışı ve Büyük Büyü İletim Artışı halkaları ise benim büyü yapmamı çok daha
kolaylaştırıyordu. Uzun lafın kısası o, lanet olası bir süper çubuktu.
Enne’in verdiği hasarın sadece ufak bir kısmını
yapabiliyordu, ama kendi çapında kesinlikle işe yarar bir silahtı. Pekala, ne düşündüğünüzü
biliyorum. “Ne saçmalıyorsun Yuki? Adamantitten yapılmış bir şeye, gidip demir
çubuk diyemezsin!” Evet, biliyorum. Ve umurumda değil. Adamantit çubuk demek
çok daha zor, o yüzden siktir et. Mantığın canı cehenneme, ona demir çubuk
diyeceğim.
“Diğer grubu unuttun.” dedi Lefi. “Geldiklerinden bu yana
dördünün de önemli ölçüde geliştiklerini belirtmem gerekir. Zekaları çok büyük
bir hızla arttı.”
“Değil mi? En iyi evcil hayvanlar değiller mi?”
“Kesinlikle öyleler. Rir gibi, onlar da harika yaratıklar.”
Aynen öyle karıcığım. Aynen öyle. Sahipleri olarak, onların
büyümelerine yardımcı olmak benim sorumluluğummuş gibi hissediyordum. Ama hiç
yardımcı olmadım. Hatta onlara dikkat dağınıklığı sebebi oluyordum. Onlarla
sadece oyun oynayarak etkileşimde bulunuyordum. Pardoooooon. Ehe.
***
“Of dostum, ne gündü ama... Sağlam, güzel para yaptık.”
Kollarımı gittikleri yere kadar gerdikten sonra, arkamdaki yumuşak yastığa
kendimi bıraktım. Rir’in gür kürkünün sıcak ve yumuşak hisi, kesinlikle
harikaydı.
Vücudunun yanında n yavaşça aşağı kaydım ve oturur şekilde
yere indim. Rahat bir pozisyona geldiğim anda, Lefi kucağıma oturdu ve göğsüme
yaslandı.
“Gerçekten çok gayretliydik.” dedi. “Bu kadar basit bir iş
için çok zaman harcamak, işi nispeten yorucu bir hale getirdi. Sanıyorum,
döndüğümüzde istediğim şeyden alacaksın değil mi?”
Yarım yamalak İtalyan aksanıyla, “Heh, tabii ki hanımefendi.
Ayak uydurduğunuzdan emin olun. Bütün planlarımızda sizi aramızda görmekten
memnun oluruz.” dedim.
“Neden garip bir şekilde konuşmaya başladığını anlayamadım.”
Ejder kız şaşkın gözlerle bakmıştı.
“Kafana takma.” Dedim ve güldüm. "Eve gitmek için
sabırsızlanıyorum. Yapacağım ilk şey, küvete dalmak ve uzuun, güzel bir banyo
yapmak olacak. Sonra, biraz içki alacağım, kendimi hoş, yumuşak battaniyelere
sarıp rüyalar alemine süzüleceğim.”
“Geceyi geçirmek için gerçekten de harika bir yol.” dedi.
“Bunu benimle paylaşma sebebinin, birlikte yapmak istemen olduğunu düşünüyorum,
öyle mi?”
“Tabii ki. Akşamı seninle içerek geçirmeye her zaman varım.”
Lefi, bize çok fazla DP kazandırmıştı. İçkiye yatıracağımız
biraz para dert değildi. Harcayacağımızdan da değil. İblis kralının bana
verdiği beş varil hala duruyor. Bize muhtemelen iki aydan fazla yeter. Ah,
konusu açılmışken, bir ara içki partisi yapmalıyız. Ya da hepimizin birlikte
dağıtabileceği bir akşam ziyafeti. Çocuklar dışında tabii ki. Yaşları gelene
kadar meyve suyu içmek zorundalar.
“Eğer akşam için planlarımız buysa, o zaman hemen eve
gitmeliyiz. Daha fazla bekleyemeyeceğim. Yemek, tatlı ve içki bizi bekliyor.”
Kucağımdan kalktı ve sabırsız bir şekilde zindana doğru baktı.
“O zaman, hadi!” Ben de onun gibi ayağa kalktım ve mali
krizimizi çözmede bize yardım eden evimizin diğer beş üyesine doğru döndüm.
“Pekala millet, Lefi’yle eve gitme vaktimiz geldi. Yardımlarınız için tekrar
teşekkürler. Muhtemelen sonraki birkaç gün, yine sizi arayacağım. Bir ara hoş,
sakin bir yürüyüş falan yapalım.”
Hepsini okşayarak minnettarlığımı gösterdikten sonra, arkamı
döndüm ve en sevdiğim ejder kızla birlikte evin yolunu tuttum.
[1] Ruyi Bang, ya da aslen Ruyi Jingu Bang, 16. yüzyıl Çin
klasiği Batıya Yolculuk (Journey to the West) ismindeki romanda geçen, ölümsüz
maymun Sun Wukong’un kullandığı büyülü sopanın adı. Bazılarınızın bileceği
üzere, Dragon Ball serisindeki birçok ögenin kaynağı olan romandır kendileri.
Ana karakter Son Goku, kullandığı uzayıp kısalabilen sopası Nyoibo, gezmek için
üzerine bindiği bulut Kinto-un falan hep bu romandan gelir.