Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
İzdiham - Kısım 2
“Şeyyy, aslında bir saniye bekle.” Yuki, normal bir tonda
konuşurken etrafında dönmüştü. Ani değişiklik, az önce yaratmış olduğu havayı
birden dağıtmıştı. “Kılıcına çabucak bir göz atabilir miyim?”
“Kılıcım mı?” Nell hemen söylediğimi yapmıştı. Her ne kadar
bu ani isteğime hazırlıksız yakalanmış olsa da, hiç tereddüt etmeden kutsal
kılıcını bana uzatmıştı. “Tabii. Alabilirsin.”
Boş eliyle kavradığı kılıca sabit bir şekilde bakmaya
başladı. Nell’in anlayamadığı bir sebepten ötürü, normalde soluk beyaz bir ışık
olarak tasvir edeceği kılıcın parıltısının hızla arttığını gördü Öyle canlı,
öyle parlak bir hale gelmişti ki, kılıca bakmak, kahramanın gözlerini kısmasına
sebep olmuştu. Ve tek değişim bu değildi. Şiddetli denebilecek bir şekilde
titremeye de başlamıştı. Sanki patlamaya hazır gibi görünüyordu.
“Pekala... Bu yeterli olmalı.”
“Yuki, Durandal’a ne yaptın...?” diye sordu Nell, merakla.
“Böyle parlaması gerektiğini hiç sanmıyorum...”
“Ah, bilirsin işte, ufak bir şey.” dedi iblis lordu. “Biraz
manayla aşırı yükleme yaptım. Önemli bir şey değil.”
“Ne yaptın?”
“Aşırı yükledim. Neyse, ordu göründüğü zaman kılıcın içinde
depolanmış büyü enerjisini dışarı doğru boşaltmaya çalış. İçindeki aşırı
mananın hepsini kullanırsan, büyük bir kısmını halledebilirsin.” Kılıcı çevirdi
ve kabzasını Nell’e uzattı. “Eğer işler sarpa sararsa, sadece bağır, hemen gelirim.
Kendini tehlikeye sokmak anlamına gelecekse, az önce söylediğim şeyleri merak
etme.”
“H-Hı-hı.” kılıcı alırken başıyla onayladı. “Eğer durumun
kontrolünü kaybetmeye başlarsam bağıracağım.”
“Pekala, o zaman ben gittim.” Yuki öylece el salladıktan
sonra kaybolmuştu.
Büyülerinden ya da yeteneklerinden birisi onu gözlerden
gizlemişti ve Nell hangisi olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği hem onun hem de
kılıcının kaybolduğuydu.
“Bir silahı aşırı yüklemek de ne anlama geliyor?” titremekte
olan kılıcı yukarıdan aşağı incelerken kendi kendine mırıldanmıştı. “Ve böyle
bir şeyi nasıl idare edebilirsin ki?”
Havansı bir savaş çığlığı onu düşüncelerinden ayırırken,
sorusu cevapsız kalmıştı. Başını kılıcından kaldırdı ve bakışlarını, bağırışın
geldiği yöne doğru çevirdi.
Karşısında tam bir ordu vardı.
İlerleyişleri gök gürültüsü gibiydi. Adımları öyle ağırdı
ki, yerin titremesine sebep oluyordu.
Dikkati, ilerleyen ordudan başka bir yere çekilmişti. Ama
orduyu kesinlikle unutmamıştı. Ordunun varlığının ağırlığı, onun farkında
olamayacağı kadar büyüktü.
Artık daha yakındı.
Beş dakika içinde canavarlar kesinlikle üzerine
çullanacaktı.
Ve onlara bakarken Yuki’nin söylediklerini hatırladı.
“Bu kadar çok manayla tam olarak ne yapmam gerektiğinden
emin değilim...” kılıcını kaldırdı. “Ama sanırım özünü anladım.”
Yapmasını istediği mekanizmayı anlamıştı. Büyükılıç Vuruşu,
silahtan keskin bir büyülü bir enerji fırlatma işi, çok iyi bilinen bir teknikti.
Kahraman ismini ondan önce taşımış, dünyanın en meşhur kahyasının ismiyle
birlikte anılan bir kılıç tekniğiydi.
Her ne kadar eğitimini almış olsa da ustalığına sahip
değildi. Büyükılıç Vuruşunu savaş içinde kullanamıyordu. Ama bunu yapamadığından
değildi. Nell’in sorunu kontroldü. Büyü üzerinde hakimiyet kurmakta yetersizdi.
Eğer bir savaş alanının ortasında kullanacak olsa, düşmana
zarar verdiği kadar bir dostuna da zarar vermesi kesindi. Ama burada,
endişeleneceği hiçbir müttefiki yoktu. Büyü enerjisini kontrol altında tutması
için endişelenmesine gerek yoktu.
Saldırısından hasar alma riski altında olan tek müttefiki de
bundan kolaylıkla kaçınabilirdi. Ve o bunun geleceğini biliyordu. Zaten
başından bu tekniği kullanmasını söyleyen kişi de oydu. Ve durum bu olmasa
bile, ondan kaçınabileceği kesindi. Gücü, Nell’inkini yerin dibine sokuyordu.
Kaygılarını bir kenara bırakan savaşçı, kendini saldırıya
başlamak için hazırladı.
Kılıcını başının üzerine kaldırırken yavaşça derin bir nefes
aldı ve geriye kalan gereksiz düşünceleri kafasından attı.
Tüm hislerini kılıca odaklarken, yaklaşan adımlar gittikçe
uzaklaşıyor gibiydi.
Ezici bir kuvvetle doluydu.
Kılıcıyla bir olurken, vücudundan tanımlanamayacak
miktarlarda enerji geçmişti.
Kılıcının şeklini alması ve kendini kılıcın çevresine
sarmalaması ve keskinleşmesi için enerjiyi kendi isteğine boyun eğmeye
zorlamıştı.
Zihni hala Durandal’a odaklanmış bir şekilde hedeflerine
baktı.
Onu, güvenli bölgesini ölmek terk etmiş zavallı insanı fark
etmişlerdi. Öyle yakınlardı ki, Nell karanlığın içindeki siluetlerini ve
gözlerinde parlayan kana, şiddete susamış hislerini görebiliyordu.
Coşkulu bir şekilde ona doğru hücuma geçtiler. İçlerindeki
en hızlılar olan kurtlar ve yaban domuzları, binicilerini ileri taşımıştı.
Ve onları kılıcının menziline getirmişti.
Vuruşu yaptı.
Kılıcının fazla manasını tek, tam boyutlu bir kesiğe
dönüştürürken boğazının derinliklerinden bir savaş çığlığı çıkmıştı.
Ama duyulmamıştı.
Saldırısını serbest bıraktığı anda, yakınlarındaki her şey,
iletişim kabiliyetini kaybetmişti.
Hem görüşü hem de sesi iptal etmişti.
Parlak, sağır eden bir patlama, diğer bütün hisleri
çiğnemişti. Bir şimşek kadar parlak, bir yıldırım kadar gürültülü ve enerjiyi
depolayan adam kadar güçlüydü.
Saldırıyı takip eden şok dalgası, Nell’in kıyafetlerini
şiddetli bir şekilde dalgalandırmıştı. Ağaçlar sallanır, çimenler uğuldarken,
iki yeşillik de umutsuz bir şekilde yere tutunmaya uğraşıyorlardı. İkisi de
başarılı olamamıştı.
Kimi köklerinden sökülüp gece göğünün derinliklerine
fırlamıştı. Diğerleri o kadar şanslı değildi.
Nell’in Büyükılıç Vuruşu, yolundaki her şeyi dümdüz etmişti.
Doğrudan vurmadığı her şey havaya uçmuş, saldırı sebebiyle oluşan basınçla un
ufak olmuştu. Toprağın kendisinde bile öyle bir yarık meydana gelmişti ki, buna
ancak, ufka kadar uzanan tektonik bir yarık denebilirdi.
Ordunun süvarileri artık yoktu. Binek ordusu zor
kullanılarak, bir ceset yığınına dönüştürülmüşlerdi.
“B-bu da neydi!?”
“B-bu imkansız! N-ne güç ama!”
“Kılıcı gördün mü!? Parlıyordu! Bir dakika! O ilahi kılıç
değil mi!?”
“İlahi kılıç mı!? Bu aşağıdaki kızın kahraman olduğu
anlamına geliyor!”
“T-tabii ki! Bu her şeyi açıklıyor! O kadar güçlü olduğuna
şaşmamak gerek!”
“Kahraman” kelimesinin kalabalığın içinde yayılması bir an
sürmüştü. Askerler ve siviller, onlara bahşettiği umuda tutunarak, coşkulu bir
şekilde tezahürata başlamıştı.
Ordu, onların tepkilerini paylaşmıyordu tabii ki.
Saldırısına maruz kalmayan canavarlar, yüzlerinde boş bir ifadeyle
bakakalmıştı. İnsanın verdiği inanılmaz büyüklükteki hasarı kafalarında
işlemeye çalışıp duruyor gibilerdi.
Aynı şekilde, malum insan da hareketsiz kalmıştı. O da sessizlik
içinde kalakalmıştı. Gevşek haldeki çenesi, kendi saldırısının sonuçlarına
bakarken kasılıp duruyordu.
Lanet olsun Yuki!? Sesli olarak hiçbir şey söylememişti, ama
içinden avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Bu da neydi!? Ne kadar mana kullandı ki!?