Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
İzdiham - Kısım 4
“Ve oyun.” dedim altımdaki ogreye. “Ben kazandım.” Yerde
sırt üstü uzanmıştı ve bir ayağım göğsüne basıyordu. Enne’i boynuna sokarken,
çömelip bacaklarımı açarak, klasik bir slav squatı yaptım.
Bir süre izleyen ogre, sopasını bırakmıştı. Bitmişti;
kaybettiği gerçeğini kabullenmişti. Her ne kadar yapabilir olsam da onun işini
bitirmekten sakınmıştım. Bunun yerine Enne’i omzuma geri yerleştirdim, ayağa
kalktım ve aşırı büyümüş canavar efendisinin üzerinden kalktım.
“Pekala koca adam, iki seçeneğin var. İlki, adamlarını alır
ve buradan defolur gidersin.” Geldikleri yöne doğru çenemle işaret ettim.
“İkincisi, her birinizi öldürürüm. İkisi de bana uyar, o yüzden seçim senin.”
Her ne kadar tarafsız kalacağımı söylemiş olsam da
olabileceğim en nötr durum buydu. İşin doğrusu, onu canlı bırakmış olmamın tek
sebebi, ikinci seçenekten kaçınmasını istiyor olmamdı. Ogre kralı öldüğünde
onun başa çıkılmaz ordusunu kontrol altında tutmanın ne benim için ne de bir
başkası için mümkün olacağından şüpheliydim. Öldüğü an, hepsinin dağılacağı
andı. Ve sürüden ayrılanları toplama sıkıntısına girme fikrine hiç de
heyecanlandığımı söyleyemezdim. İşte bu yüzden, iki seçenekten ilkini tercih
ederdim. Kralı tüm adamlarıyla geri çektirmek en ideal durum olurdu.
Neyse ki, iş birliği yapmaya niyetliydi. Yüzündeki vahşi
savaşçıya benzeyen ifade, az önce kendini şişkin kollarıyla iterek ayağa
kaldırırken gördüğüm sakin bakışlı yüz ifadesiyle değişmişti. Bana baktı,
ormana baktı, sonra tekrar bana baktıktan sonra başını sallayarak onayladığını
gösterdi. Vay be. Rastgele bir canavar için gayet akıllıydı. Bütün ogreler
böyle mi ki? Yoksa sadece bu mu dahiydi?
Arkadaşlarını gözlemlediğimde, iki durumdan ilkinin büyük
ihtimalle doğru olduğunu görmüştüm. Kan için şuursuzca çığlık atan orkların ve
cin cücelerin aksine, ogreler kollarını birleştirmiş bir şekilde sakin
kalmışlardı. Hiçbir gerginlik, öfke ya da kör kana susamışlık hali
göstermiyorlardı. Patronlarıyla karşı yaptığım düellonun sonuçlarına uymaya
niyetli olduklarını görebiliyordum. Demek savaşçı bir kültüre sahip olmak
muhtemelen böyle bir şeydi. Canavarların gerçekten bu kadar... çeşitli oldukları
hakkında hiçbir fikrim yoktu. Her zaman onları aynı grupta görmüştüm. Hmm.
Ogre şehrin duvarlarına baktı ve bir emir çığırdı. Adamları,
başta geri çekilmeye isteksiz gibi görünmüşlerdi. Hala kan için yanıp tutuşan
orklar ve ogreler, tiz çığlıklar ve kalın homurtularla şikayetlerini dile
getirmişlerdi. Ama hemen sesleri kesilmişti. Arkalarından gelen ikinci, kraldan
çıkan daha az sabırlı bir kükreme, canları sıkılmış bir şekilde arkaya
dönmelerine ve geri çekilmeye başlamalarına sebep olmuştu.
Anlaşmanın kendine düşen tarafını yerine getiren canavar
arkasını dönüp uzaklaşmadan önce, bana son bir bakış attı ve anlamlı bir
şekilde gülümsedi.
“Ah tabii ya, şunu belirteyim, negatif sonuçlardan ötürü çok
fazla canımı sıkmazdım.” dedim. “Bizim tarafımızdan bir sıkıntı çıkaran olursa
bunu hallederim.”
Arkasını dönüp bir tepki vermek yerine, ogre sadece sessiz
bir şekilde, arkasında ordusuyla ilerlemeye devam etmişti.
***
Dalganın gerçekten çekildiğini doğruladıktan sonra, şehre
geri döndüm ve bunu yaptığımda Nell’i gördüm. Bariyerini indirdiği için,
imkansız olmasa da, onu kaçırmak zordu, ya da en azından etrafındaki grubu
kaçırmak. Her bir adam deli gibi tezahürat ediyor, fanatiklikle
karıştırılabilecek kadar coşkulu bir şekiklde “kahraman” kelimesini arka arkaya
tekrar ediyordu. Malum kız kendini mahcup bir şekilde gülümsemeye zorlamıştı.
Askerlerin ona boca ettiği bütün bu ilginin karşısında ne yapması gerektiğini
bilmiyor gibiydi. Heh. Her şey plana göre gitmişti. Gizli ajanı oynamanın işe
yarayacağını biliyordum.
“İşte buradasın!” Beni gördüğü anda bana seslenmişti.
“Hey.” kalabalığı yararak ilerlerken ona el sallamıştım.
“Görünüşe göre birileri yarınki sabah haberlerine çıkacak.”
“Bunun olacağını biliyor muydun?” diye sordu.
“Aşağı yukarı.” dedim omuz silkerek. “Her şeyin gerçekten de
umduğum gibi gideceğinden emin değildim, ama eğer kahramanlara özgü şeyler
yaparsan sana kahraman gibi davranmaya başlayacaklarına dair iyi bir şans olduğunu
düşünmüştüm.”
“Ah, demek hepsi senin suçun...”
Bilerek yaptığını anlamama yetecek kadar uzun süre bana
somurttuktan sonra memnuniyetsizliği yarı alıngan, mutlu bir gülümsemeye
dönüşmüştü.
“Bu kimdir leydim?” Zırhı diğerlerinden biraz daha süslü olan
askerlerden biri bir adım öne çıkmıştı. Sanırım o, muhtemelen buranın komuta
subayı falan olmalı.
“Ah, o şeyy...”
“Beni onun adamlarından biri gibi düşünebilirsiniz.” Nell
takılmaya başlayınca devreye ben girdim.
“Evet. Ondan.” Görünüşe göre benim cevabımı sevmemiş olacak,
belirgin bir şekilde hoşnut olmadığını gösterecek şekilde bana bakmıştı.
Peki, tamam...
“Ve ayrıca onun nişanlısıyım, sadece merak ediyorsanız diye
söyleyeyim.” dedim. “Birtakım işlerimizi halletmek için başkente yaptığımız
yolculuğun ortasındaydık.”
“N-ne!?” Komutan, sesinde bir miktar hayal kırıklığıyla
klasik geç anlama hareketini yapmıştı. “İ-ikiniz nişanlı mısınız!?”
“Hı-hı.” Nell utangaç bir gülümsemeyle başını sallamıştı.
Şu anda mutlu görünüyordu. Ne sevimli şey.
Eğildim, bacaklarını kavradım, onu omzuma oturttum ve
kendimle birlikte onu da ayağa kaldırdım. Yeni gelen utanç verici pozisyon, onu
şaşkınlıkla ciyaklamasına sebep olmuştu.
“İyice, uzun uzun bakın millet!” Sesimi bütün kalabalığa
duyurabilmek için diyaframımı kullandım. “Kurtarıcımız işte bu! Kahramanımız!”
“Aman tanrım! Yuki!! İndir beni!!” Sadece benim
duyabileceğim kadar kısık bir sesle ciyaklamıştı. “Bu çok utanç verici!”
“Hooooo! Yaşasın kahraman!” diye bağırdı bir asker.
“Yaşasın kurtarıcımız!” diye bir başkası bağırdı.
“O kadar güçlü ve güzel ki, bir tanrıça bile olabilir!” diye
ekledi bir üçüncüsü.
Adamlar tezahürat ettikçe, maskemin altından yarım
gülümsememi yapmıştım.
“Ve o tamamen benim!” Dedim, kahkahayla. “Götünüze girsin,
sizi sapık pislikler! Eminim hepiniz deli gibi kıskanmışsınızdır!”
“Ne!?”
“Ç-çoktan kapılmış mı?! Olamaz!”
“Hayıııııııııııııııır!! Ona çıkma teklif edecektim!”
Heyecanla böğürmekte olan adamlar, tezahüratlarını hemen
yuhalamalarla değiştirmişti. Çoğu, benim küfürlerimle aşık atabilecek kadar
hayal gücü barındıran sert küfürler etmişken, diğerleri homurdanmış ve
kahramansız bir hayatı kabullenmiş bir şekilde uzaklaştılar. En kıskanç
olanların bir kısmı da, şaşırtıcı miktarda güçle ayaklarımı tekmelemeye
başlamıştı. Neredeyse bacaklarımı kırmaya çalıştıklarına ikna
olacaktım---yapacaklarından değil tabii. İnsanlar iblis lortlarından çok daha
kırılganlardı sonuçta. İntikamımı, daha sesli gülerek ve böylece onları daha
çok kızdırarak almıştım. Neredeyse herkesten bir ses çıkıyordu. Bunca zamanı
kıpkırmızı olan suratını elleriyle kapatmayla geçiren Nell, ses çıkarmayan tek
kişiydi.
Bu canlı atmosferin tadını ne kadar çıkarmak istesem de,
fazla uzun sürmeyecekti. Gürültülü bir bağırış kalabalığı yardı ve bir kova
dolusu buzlu suyu zafer sonrası kutlamalarımızın üzerine boca etti.
“Ne saçmalık! Kurtarıcımızın kahraman olduğunu mu
sanıyorsunuz!? Bu saçmalık!”
Başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde, bir tüccara benzeyen
kıyafetler giymiş bir adam gördüm. Ve tek değildim. Şövalyelerin çoğu, ona
öfkeli bakışlar bakmada bana katılmışlardı.
Demek yılan sonunda çirkin suratını göstermişti. Harika. Tek
kelimeyle harika.
“Bahse girerim, canavarların ortaya çıkmasının tek sebebi
odur! Bu gayet açık, çünkü kahraman dediğiniz şu aptal orospuyu ölü
istiyorlardı!”
“Bu izdihamın, kahramanın suçu olduğunu mu düşünüyorsun? Ne
saçmalık!” diye bağırdı komutan. “Onları uzaklaştırmak için ne kadar çaba
harcadığını görmedin mi!?”
Çoğunluk ona katıldığını belirten sesler çıkarmıştı, ama
sinirli homurtuları, “tüccarın” fikrini değiştirmemişti.
“Demek bana bu devasa ordunun, o geldikten sonraki gün hiç
yoktan ortaya çıkmasının sadece bir tesadüf eseri olduğunu mu söylüyorsun!?”
Parmağıyla onu işaret etmişti. “Bu asla mümkün olamaz! Böyle bir izdihamın
olağan işaretlerinin hiçbiri ortada bile yoktu! Onların buraya gelmesi belli ki
o geldiği için! Bizi tehlikeye sokmakla sorumlu kişi o!”
“Asla böyle bir şe---”
“Kapa çeneni kahpe!” Nell kendini savunmaya çalışmış, ama
ilk cümlesini bitiremeden sözü yarıda kesilmişti. “Sen sadece yalancı, iki
yüzlü ve sahte bir idolsün! Kurtarıcı değilsin! Sadece insanlık için yürüyen
bir tehditsin! Kahraman olarak çağırılmayı hakketmiyorsun!”
Herifin sözlerinin altında ezilme hissi, benim de içime
işlemişti. Canını sıkıyordu.
Demek peşinde olduğun şey buydu. Savaş bitene kadar
buralarda takılmanın sebebine şaşmamalı. Etrafıma göz gezdirdim ve askerlerin
çoğunun onun sözleri karşısında etkilememiş olsa da, bazılarının Nell’e şüpheli
bakmaya başladığını doğruladım. Bir şey diyeyim mi, pekala! Bunu yapmak mı
istiyorsun? Bunu ikimiz de yapabiliriz. Senin kurallarına göre oynayacağız. Ama
şunu bil piç kurusu. Yanlış iblis lorduna çattın. Söz sanatlarında benimle aşık
atacağını sanıyorsan, tekrar düşünmelisin. Her gün lanet olası Yüce Ejderha’ya
karşı tartışma kazanıyorum ben. Gel bakalım, seni sözlerimle yerin dibine
sokacağım.
Ve işim bittiğinde, seni gömerek sana bir iyilik yapacağım.
Çünkü ne söylersen söyle, bir şey değişmeyecek. Seni lime lime edeceğim.