Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Başkente Giriş
“Kakuza başarısız mı oldu...?”
Argus Ladorio masasının öteki tarafında bulunan adamına
konuşurken kaşlarını çattı. Her ne kadar şaşırtıcı haberler ifadesini
kesinlikle etkilemiş olsa da, centilmen gibi görünen yüzünde sürekli
bulunuyormuş gibi görünen tilkiye benzeyen gülümsemesinde hiçbir değişiklik
olmamıştı.
“Çok özür dilerim efendim.” dedi adamı. “Ve bu rapor bu
kadar geç geldiği için de özür dilerim. O kadar kişi içinden Kakuza’nın
başarısız olacağını hiçbirimiz beklemediğinden, rapor vermesi için çok geç
kaldığını fark edene kadar onu kontrol etmedik.”
“Bu kadar yeter.” Elimi sallayarak diğer adamın bahanelerini
sonlandırdı. “Raporuna devam et.”
“Görünüşe göre planın iki aşamasından ilkini uygulayabilmiş.
Sengilia’nın gerçekten de bir saldırıya maruz kaldığını, birkaç kaynaktan teyit
ettik.”
“İkinci aşamada mı başarısız olmuş?” Argus kalemini indirdi
ve ellerini birbirine geçirdi. “Bu nispeten beklenmedik bir şey. Sözleri,
insanları kahramana düşman etmeye yetmemiş mi?”
“Aynen dediğiniz gibi efendim. Ne yazık ki, Sengilia’nın
hiçbir sakini saldırıdan yara almamış. Her bir kişinin, asker ya da sivil,
burnu bile kanamamış. Kahraman, istila ordusuyla tek başına savaşmış.”
“Eğer bu doğruysa, o zaman Kakuza’nın sözlerinin neden işe
yaramadığını anlayabiliyorum.” dedi soylu, şaşırmış bir şekilde. “Ama kahraman,
gerçekten de o kadar güçlü mü? Bana kalırsa, öncülünden çok daha güçsüz
görünüyor.”
“Saygısızlık etmek istemem efendim ama, potansiyelini hafife
almaya devam etmemek akıllıca olur. Kahramanlara bu pozisyon genellikle gizli
güçlü yetenekleri nedeniyle verilir. Onunkilerin henüz uyanmış olması gayet
mümkün olabilir.” dedi haberci. “Ama bu dikkate alınsa bile, birkaç yüz
canavarı tek başına öldürmesi biraz abartı gibi görünüyor.”
“Sanırım kahramanlar böyle oluyor. Ama merak etme, bu bir
sorun değil. Ona kurduğum sonraki tuzak, güçlerini kullanabilme fırsatını
elinden alacak bir tuzak.” dedi Argus. “Peki Kakuza’ya ne oldu? Hayatta mı?”
“Hayır.” dedi soylunun adamı. “Ama ölümünü çevreleyen
durumlar biraz... sıra dışı.”
“Sıra dışı mı?”
Tilkiye benzeyen bir gülümsemesi olan adam bir kaşını
kaldırdı. Ona rapor vermekte olan ajan, lafı nadiren dolandıran birisiydi. Açık
ve kısa olmaması, az sonra sevmeyeceği türden haberler vermek üzere olduğunu
belirtiyordu.
“Kalıntılarını, bir canavar mağarasının içinde bulduk. Belli
ki mağara sakinleri öfkelerini ondan çıkarmış. Öyle vahşice dövülmüştü ki, onu
zor tanıdık.” dedi adamı. “En tuhaf yönü de, diğerleriyle karışmış, çok daha
temiz yaraların da bulunuyor olmasıydı. Ona küçük bir bıçakla yapılmış,
ogrelerin yapamayacağı kadar dikkatli açılmış yaralar oldukları belliydi.”
“Anladım...” dedi soylu. “Yani kısacası bana, üçüncü biri
tarafından sakat bırakıldığı ve kurtulmak için canavarların önüne atıldığını mı
söylüyorsun?”
“Öyle olduğunu sanıyorum. Ve konu ile alakalı, ilginizi
çekeceğini düşündüğüm bir ufak haberim daha var.”
“Neymiş bakalım bu haber?”
“Kahramanın yanında, onun nişanlısı olduğunu iddia eden bir
adam bulunuyor.” diye yanıtladı soylunun piyonu. “En göze çarpan özelliği, bir
soytarı ya da palyaçoya benzemesi için tasarlanmış bir maske takıyor olması.”
“Bir maske mi!?” Argus’un gülümsemesi, yerini, bir süre
sonra kendiliğinden düzelen bir şaşkınlığa bırakmıştı. “Yoksa onun bu sözde
nişanlısı, prensin darbesi sırasında birden ortaya çıkan aynı maskeli kişi mi?”
“İkisinin aynı kişiler olduğunu kesin olarak söyleyemem, ama
bu büyük bir olasılık. Maskeli Üstat, son gelişinde hem kiliseyle hem de
kahramanla yakın çalışıyordu.”
Argus birkaç olasılık düşündü ve kendi kendine birkaç
muhtemel sonuç mırıldandıktan sonra hem kafasını hem de sesini yükseltti.
“Kakuza’nın katilinin Maskeli Üstat olduğundan
şüphelendiğini mi söylüyorsun? Ve onu konuşturmayı başardığını mı?”
“Evet efendim. Hala doğru sonuçları çıkaracak kadar detaya
sahip değiliz, ama kim olduğumuzun ortaya çıktığı varsayımıyla hareket etmek en
iyisi olur.”
“Ne kadar can sıkıcı olsa da, kabul etmek zorundayım. Eğer
kahramanın nişanlısı gerçekten de Maskeli Üstat’sa, o zaman tetikte olmak
zorundayız. Durum her ne olursa olsun, gardımızı düşüremeyiz. Kakuza, benim en
savaş tecrübesi olan adamlarımdan biriydi. O bile kolaylıkla öldürüldüyse, o
zaman yapacağımız her yanlış hatanın potansiyel olarak ölümle sonuçlanacağı
varsayımını yapmak zorundayız.” Argus, seçeneklerini değerlendirmek için bir
süre durdu. “Ne olursa olsun, daha çok bilgiye ihtiyacımız var. Kahramana
saldırmayı durdurun. Onu izlemeye devam edin, ama makamını zayıflatmak için
yaptığımız bütün çabaları, sözde nişanlısını araştırmaya yönlendirin. Adamların
yarısını kullanabilirsin.”
“Derhal ilgileneceğim efendim.”
Argus’un adamı eğildi, arkasını döndü ve hemen odadan
ayrıldı.
Diğer adam gider gitmez, soylunun yüzündeki gülümseme söndü
ve yerini karanlık ve uğursuz bir ifadeye bıraktı.
“Bu saçmalık.” dedi. “Aptal bir kızı manipüle etmekte
başarısız olmak için ne kadar işe yaramaz olman gerekiyor? Ve yakalanmasına ve
muhtemelen sorgulanmasına izin de mi vermiş? Saçmalık. Piç herif kendi boğazını
kesmeliydi. Bu, çok daha onurlu bir seçim olurdu.” Bir süre dişlerini öfkeli
bir şekilde sıktıktan sonra, yavaş yavaş rahatladı.
“Ama sonuçta bir önemi yok. Dönüşün çok gecikti kahraman.
Planlarım çoktan işlemeye başladı. Senin için kalan tek şey çaresizlik.”
kuklacı kendini ertesi günkü oyununa hazırlarken, kısık
sesli, dalga geçercesine bir kahkaha odada yankılandı.
***
Şehirden ayrılalı birkaç saat olmuştu. Nell’in ayrıldığı
haberi duyulmuş olmalı ki, bizi yolcu etmek için büyük bir kalabalık
toplanmıştı. Küçük arabamız, gün doğumuna doğru yavaş yavaş ilerlerken,
insanlar bize bağırıyor ve el sallıyordu. Sabahki geçit töreni, bütün gün
yaşanan tek önemli olay olduğundan, canım çok sıkılmıştı.
“Ööööff... bu berbat. Yolculukların eğlenceli olması
gerektiğini sanıyordum.” Penceremin dışındaki sıkıcı manzarayla önümde yayılmış
duran daha az eğlendirici olan kartlar arasında gidip gelirken inlemiştim. “Ama
bu yolculuk bok gibi. Beynimin son zerresine kadar sıkıldım.”
“Başkentin çevresindeki manzara gittikçe daha da
sıkıcılaşıyor.” dedi Nell. “Oraya ulaşana kadar sadece aynı birkaç şeyi görmeye
devam edeceğiz.” Kartlarını masaya koydu ve elini açtı. “Full house.” [1]
“Lanet olsun. İki çift.” dedim kartlarımı açarak. “Kendini
hiç açık etmiyorsun he.”
“Yani, bu oyunu bir aydır her gün oynuyoruz.” dedi
gülümseyerek.
Desteyi karıştırırken kısık sesle, anlaşılamayan birkaç
küfür savurdum. Her ne kadar huysuz görünsem de, aslında tam tersiydi. Tam
tersine rahatlamış hissediyordum. Saçmalıklarım sebebiyle ortaya çıkmış Nell’in
öfkesi sonunda dinmişti. Artık göğsüme dirseğini sokmuyor ve gülümsemesinde
artık bir kızgınlık havası yoktu. Dostum, bu bayağı korkutucuydu. O kadar
korkutucuydu ki, herhangi bir kötücül ruha kafa tutardı.
Ruh hali, şüphesiz çabalarım sayesinde, gecenin ardından
düzelmişti. Neyse ki, kendimi maruz bıraktığım acılar işe yaramıştı. Detay
vermek gerekirse, yaptığı alışveriş gezisine eşlik etmek sorunu çözmüştü. Kısa
bir kestirmenin ardından yaptığımız ilk iş bu olmuştu ve gün boyu yaptığımız
tek şey de bu olmuştu. Of dostum... ne gündü ama.. Hatırlamak bile istemiyorum.
Bu tecrübe bana, kadın zihninin, basit erkekler tarafından
anlaşılmaması gereken bir bilmece olduğunu hatırlatmıştı. Cidden, neden bütün
kızlar alışveriş yapmayı bu kadar çok seviyor? Asla anlamıyorum. Yani, her
şeyden önce burası Japonya değil. Alışveriş yapmak için herhangi bir alışveriş
merkezi bile yok. İkincisi, buna nasıl bu kadar katlanabiliyorlar? Yani, lanet
olsun. Bu lanet olayın ne kadar yorucu olduğunu biliyor musunuz? Gerçi, sadece
bana öyle geliyor olabilir, çünkü bunu bütün gece yapmıştım, ama yine de...
Nell, beni tükenmenin eşiğindeyken bir oraya bir buraya
çekiştirmişti. Bu aktiviteden öyle bıkmıştım ki, içten ölmeye başlamıştım. Ve
buna karşın, o hala fazlasıyla istekliydi ve bir tur daha dolanmaya hazırdı.
Cidden, nasıl ya? Benim yorulamıyor olmam gerekirdi. Vücudum gerçekten
yorulamıyor olmalı. Sanırım bu, iblis lordlarının bile, alışveriş çılgını
kızlarla aşık atamayacağı anlamına geliyor. Lanet olsun.
Bir sonraki eli dağıtmak üzereyken, araba birden yavaşlamaya
başlayınca, desteyi bir kenara kaldırdım ve incelemek için başımı pencereden
çıkardım. Gözlerim, göz alabildiğine uzayıp giden duvarlar tarafından
karşılandı.
“Hassiktir! Sonunda geldik!”
Başkent, nihayet görünmüştü. Ayrıca, bu yüzden yavaşlamaya
başlamıştık. Yol, artık hiçliğin ortası kadar boş değildi. Önümüzde birkaç
başka araba daha vardı ve onlar nispeten daha aheste bir hızla ilerliyorlardı.
Yanımda sesli bir yutkunma duydum. Benim gibi başını
pencereden çıkarmış Nell, şehrin duvarlarını gördüğü anda donakalmıştı. Benim
aksime o, varışımızdan korkuyordu.
“Sorun olmayacak.” Bir elimi kafasının üzerine koydum ve
saçlarını karıştırdım. “Yolun her bir adımında seninle, tam yanında olacağım.
Ve seni kollayacak tek kişi de ben değilim.” Burada tonla dostun var. Her şey
yolunda gidecek.”.
“...Teşekkürler Yuki.”
Gözleri hala başkentin surlarında olan Nell, yavaş yavaş
başını salladı.
[1] Full house, poker oyunundaki ellerden biridir. Bir üçlü
ve bir ikili perin birleşiminden olur.