Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kralın Kalesine İkinci Ziyaret
Yaşlı başkan kapılara ulaştığımızda arabasından indi. Ama
evrak işleri için değil. Bu işi şövalyelerine bırakmıştı. Bunun yerine,
çevresini taradıktan sonra bizim arabamıza gizlice geldi ve bizimle kısık bir
sesle konuştu. Açıkça, Nell’in geldiğini sır olarak saklama amacıyla alınmış
bir önlemdi.
“Hemen kaleye gidip Majesteleri’ni ziyaret edeceğim. İkiniz
bana katılacak mısınız?”
Nell bana bakıp fikrimi belirtmemi beklediği için, omuz
silkerek cevapladım. “Sana kalmış. Ben sadece peşinizden geleceğim.”
“Kiliseyi az çok ziyaret etmek istiyorum ama, önce kaleyi
ziyaret etmek benim için daha iyi olacak. Kraldan özür dilemem gerek.” dedi.
“Özür dilemeni gerektirecek bir şey yok. Ona sorun açmış
olsan da, majestelerinin kafasına takmayacağından kesinlikle eminim.” dedi
başkan. “Ama yapmak istediğin şey buysa, seni durdurmayacağım. Arabanızın
dünyanın en rahat yeri olmadığını biliyorum, ama sizden bir süre daha içinde
kalmanızı isteyeceğim. Kaleye kısa süre içinde varacağız.” Onunla gideceğimizi
doğrulayan Raylow, hızla kendi arabasına döndü.
“Dostum... Böyle zamanlarda dostlara sahip olmak, her şeyi
kolaylaştırıyor.”
“Hı-hı.” diye onayladı kahraman. “Ona ne kadar teşekkür
etsem yetmez. Bizim için çok şey yaptı.”
Her ne kadar sözlü olarak bir yorum yapmamış olsam da,
içimden onu onayladım. Illuna olayının sonunda, yaşlı başkanı son kez göreceğim
zaman olacak diye düşünmüştüm hep. Buna karşın, bir şekilde tekrar tekrar
ortaklık yaptığım birkaç kişiden biri haline gelmişti. Hatta, Nell’in dışında
en yakın olduğum insan olduğunu söyleyebilirim bile.
Giriş iznini alır almaz, arabamızın tekerleri bizi şehrin
içine doğru götürdü. Birden bir gürültü dalgası hücum etti. Çaresizlik içinde
olmadığı zamanlar, Alshir’in iblis diyarının başkenti kadar canlı bir yer
olduğu ortaya çıkmıştı. Sokakları o kadar kalabalıktı ki, sadece dışarıya
bakmak bile rahatsız hissetmeme yetmişti. Şehrin şu anki durumuyla,
hatırladığım durumu arasındaki fark, gece ile gündüz arasındaki kadar büyüktü.
Önceki sefer buradayken, tam bir hayalet şehir olduğuna yemin edebilirdim.
Bir miktar tedirgin gibi görünen Nell’e baktım. Büyük bir
ödlek gibi davranıyor ve gerginlik ve rahatsızlığın birleşimi bir hisle kımıl
kımıl hareket ediyordu. Ama yine de, ağır bir karar taşıdığını biliyordum. Bunu
hissedebiliyordum. Gerginliğinin altındaydı, ama kesinlikle oradaydı. Onu
tanıdığım kısa zaman içinde, Nell sulu gözlü biri olmaktan, kahraman sıfatını
gerçekten hak eden birisine dönüşmüştü.
Bu yüzden bir şey dememeyi seçmiştim. Koltuğuma geri
yaslanıp kollarımı birleştirirken sadece gülümsedim.
***
Her ne kadar başkentin yolları hem geniş hem de iyi döşenmiş
olsa da, kabul edilebilir bir hızda gidebilmemiz için trafik fazlasıyla
yoğundu, bu yüzden şehrin merkezinde bulunan fildişi kaleye ulaşabilmemiz yarım
saatimizi almıştı. Varlığı her zamanki gibi çarpıcıydı. Şehre tepeden bakışında
kesinlikle bir tür güzellik vardı.
Ana kapıda biraz evrak işinden sonra, kendimizi duvarlarının
içinde bulduk. Son ziyaretimde etrafından dolaşmış ve istediğim yere ulaşmak
için arka kapıları kullanmıştım. Ama bu sefer doğrudan ön kapıdan dalıyordum.
Gerçi daldığım falan da yok ama her neyse. Anladınız işte.
Krala güveniyordum. Ama yine de tetikteydim. Düşmanların
hareket halinde olduğunu biliyordum ve etkin bir şekilde günümü rezil etmek
için fırsat kolluyorlardı. Bunları aklımda tutarak, envanterimden tanıdık gelen
bir maske çıkardım ve arabadan çıkarken onu yüzüme geçirdim.
“Gerçekten hala onu kullanmaya niyetin var mı?” diye sordu
başkan.
“Evet, çünkü kralla zaten yüz yüze konuşmuş falan olsak da,
onun varlığında bu şeyi hiç çıkarmadım. O yüzden, o olmadan beni
tanımayabileceğini düşündüm.”
“Yüzünü hiç göstermemiş olmana rağmen buna gerçekten yüz
yüze diyebilir misin?” diye sordu yaşlı adam.
Yani... bir bakıma sayılır, değil mi? Demek istediğim, yine
de birbirimize dönüktük, o yüzden öyle sayılmalı? Sanırım?
“Sanırım... çıkarmanız sizin için en iyisi olur.” Sesi,
birkaç farklı duyguyu barındırıyordu, keyif ve tereddüt de aralarındaydı.
“Hı? Nedenmiş?”
Sorum, bir bakıma hemen cevaplanmıştı, ancak sorduğum kişi
tarafından değil.
“S-siz, Maskeli Üstat olabilir misiniz?”
“Nasıl?”
Arkamı dönünce, ürkmüş bir askerle karşılaştım. Kalenin
diğer birçok yaşlı ve tecrübeli görünen muhafızının aksine o genç ve muhtemelen
benden daha küçüktü. Şeyy, bir dakika, yok, bu doğru olamaz. Ben kaçım ki, bir
yıl iki aylık falan mı oldum? Pekala şeyyy... evet. Doğru ya.
“B-bu onun maskesi! Nerde görsem tanırım! S-sen gerçekten de
O’sun! Alshir’i kurtaran gizemli usta savaşçısın!”
“Ş-şeyyy, muhtemelen... sanırım...?”
*
Ne? Yani, sanırım neden bunda karar kıldıklarını
anlayabiliyorum. Çok az şeyi açık ettiğim için pek de seçenekleri yoktu. Ama
yine de. Bu ne lan?
“V-v-v-vay beee! Bunun gerçekten yaşandığına inanamıyorum!
Sonunda kurtarıcımızla tanıştım! Hem de şahsen! Bu sanki bir rüyanın gerçek
olması gibi!” diye duyurdu muhafız. “İ-imzanızı alabilme şansım var mıdır
acaba?”
“Şeyyy... tabii, olur sanırım?”
Askerin aşırı coşkulu heyecanından dolayı şaşırdığımdan, hiç
düşünmeden bana uzattığı kaleme benzeyen aygıtı ve bir kağıt parçasını
yanlışlıkla kabul etmiştim. Ne yazmam gerektiği hakkında bir fikrim
olmadığından, aklıma ilk gelen şeyi karalamaya başladım: “Hadi oradan. Bunu
gerçekten imzalayacağımı mı düşündün? Hayatta olmaz.” Japonca tabii ki.
“Çok teşekkür ederim!” dedi asker. “Bu hafleri...pek
tanıyamadım ama çok güçlü, çok etkileyici görünüyorlar! Teşekkürler,
teşekkürler! Bunu kesinlikle bir aile yadigarı yapacağım!”
“Şeyyy... senin yerinde olsam yapmazdım.”
Asker söylediğim öneriyi duymamış olacak, mutlu bir şekilde
nöbet yerine dönerken neşeli bir melodi mırıldanıyordu.
“Y-toksa bu düşündüğüm kişi mi?”
“Ö-öyle olmalı...”
“O Maskeli Üstat!”
Gamsız adamın saçmalıkları diğer muhafızların benim
varlığımı fark etmesine sebep olmuştu. Bir yandan arkadaşlarına fısıldarlarken,
bir yandan bana hayranlıkla bakmaya ve beni övmeye başladılar.
“Pekala...” iki yoldaşıma döndüm. “İkinizden biri nelerin döndüğünü
anlatacak mı? Çünkü şu anda bana bir sürü adamın bakıp durduğu hissini almaya
başladım.”
“Bunun sebebi, buralarda çok meşhur olmandan kaynaklanıyor
olmalı.” dedi Nell. “Şehir efsanesi gibi bir şey haline geldin. Neredeyse
herkes seni duydu.”
“Herkesin dilindesin.” diye ekledi Raylow. “Ve gayet haklı
olarak. İşler onlar için hiç iyi gitmezken birden ortaya çıktın ve sadece
kraliyet ailesinin kalan iki üyesini kurtarmakla kalmadın, ülkenin kendisini de
kurtardın. O zamandan bu yana şehirde senin hakkında bir sürü söylenti dönüyor.
Bunların çoğu muhafızlardan geliyor.” Söylediklerini desteklemek için
bakışlarını askerlere çevirdi. “Etrafta geziniyor ve Alshir’in kurtuluşunda
omuz omuza çarpıştıklarını herkese anlatıyorlar.”
“Senin ana kahraman olduğun bir sürü tiyatro oyunu bile
var.” dedi Nell gülerek. “Senin bir iblis lordu olduğunu bilseler nasıl
hissederlerdi diye merak ediyorum.”
“Bunu benim söylememin kabalık olduğunu biliyorum, özellikle
senin karşında, ama bu oyunların tanıtımını yapan posterleri görmek, her zaman
beni duygusal olarak yıpratmıştır.” dedi başkan, kuru bir kahkahayla. “Her
seferinde hem neşe hem de tam tersini hissediyordum.”
Cidden mi? Ve o kadar zaman varken bana bunu şimdi mi
söylüyorlar!? Manyak mısınız!?
“Peki şey... bana bir uyarı falan yapamaz mıydınız?”
“Niyetim öyleydi.” dedi Raylow. “Sengilia’da maskeyi
taktığını gördükten sonra sana bundan bahsetmeyi hafızama kaydetmiştim. Ama
ertesi sabah takmayınca aklımdan çıkmış. İşine yarar mı bilmiyorum ama özür
dilerim.”
“Özür dilerim.” dedi Nell. “Burada olmayalı çok oldu, o
yüzden tamamen unutmuşum.”
“...Peki, tamam, her neyse. Hadi işimize bakalım. Etrafta
çok fazla takılmayı gerçekten istemiyorum, çünkü görünüşe göre başa çıkması
büyük can sıkıntısı olacak bir şey.”
“Katılıyorum. Beni takip edin, hemen ikinizi Majestelerinin
bizi kabul edeceği odaya götüreceğim.” dedi başkan.
“Dur, onunla hemen mi görüşeceğiz? Daha yeni gelmedik mi? En
azından bir saat falan bekleriz diye düşünmüştüm.”
“Üçümüzün varlığını öğrenen majesteleri, bizimle görüşmenin
elindeki işlerden daha önce geldiğine karar verdi. Nell ve benimle yapacağı
görüşmeler nispeten yüksek öncelikli sayılır ve eminim senin için de aynısını
düşünüyordur.” dedi “Şimdi acele edelim.
Onun kadar önemli birini uzun süre bekletmemiz doğru olmaz.”