Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kahramanın Sözde Varisi - Kısım 2
“Ben kim miyim?” Diye soruyu tekrarladım. “Şöyle ki, aslında
bu soruyu nasıl cevaplamak istediğimden emin değilim.” Kahramana ve büyücüye
doğru kısa süreliğine, pek de gizli olmayan bir danışma için döndüm. “Siz
kızlar, kendimi nasıl tanıtmam gerektiğini düşünüyorsunuz? Gerçek ismimi ya da
bir takma isim söyleyebilirim ve hangisinin daha iyi olduğundan pek de emin değilim.”
Sorgulamamı, Bay Züppe’nin duyacağı kadar belirgin bir seste yapmıştım.
Ortalama bir Allysia’lı için, ismim Wye’ydi ve kahramanın
gizemli adamı olarak görev alıyordum. Ama yüzüm Sengilia’nın muhafızları
tarafından çoktan görülmüştü ve bu yüzden herkes biliyordu. Kim olduğumu daha
uzun bir süre saklamanın bir amacı olduğundan o kadar da emin değildim. Dahası,
bir takma isim ile evlenmeye pek de meraklı değildim. Bu fikir içime
sinmiyordu.
“Ah, şey, hmm... bu iyi bir soru.” dedi Nell. “Bence, zaten
nasıl göründüğünü bilen bir sürü insan olduğundan gerçek ismini
kullanabilirsin.”
“Bu kötü bir fikir.” diye karşı çıktı Ronia. “Eğer ona bir
isim söylemek istiyorsan, takma isim kullan.”
“Nedenmiş?” diye sordu kahraman, gözlerini açarak.
“Birisi hakkında iyi hislerin yoksa, kendin hakkında mümkün
olduğunca çok az şey söylemen gerekir.” diye yanıtladı, gerçekçi bir şekilde.
“Sonuna kadar bir takma isim kullanmaya devam etmesi iyi olur. Ne seçerseniz
seçin. Düşmanlarınızın öğrendiği her şey aleyhinize kullanılabilir. O yüzden
mümkün olduğunca az şey söylemeniz gerek.”
“O-onun hakkında nasıl hissettiğimi nerden bildin?!” diye
ciyakladı Nell.
“Hislerini gizlemekte kötüsün. Arkadaşın olarak, tam olarak
ne düşündüğünü bilmek benim için çocuk oyuncağı.”
“Anladım...” dedim, açıklamasını sindirirken. “Pekala, durum
buysa, kulağa daha mantıklıymış gibi gelen, takma adımı kullanmaya devam etmeyi
seçeceğim.” doğaçlama tartışmamızı sonlandırdım ve Bay Züppe’nin yüzüne döndüm.
“Ben kim miyim? Ben Wye, kahramanın gizemli adamı.”
“Bu takma adı az önce söylemedin mi zaten!? Sen beni ne
sanıyorsun!?” diye sert bir şekilde yanıtladı Bay Züppe, duygulu bir şekilde.
“Ne çocuksu bir saçmalık! Herhangi bir kahramanın senin gibi biriyle bırak
birlikte dolaşmayı, tanışık olmasını bile anlayamıyorum.”
Atıp tutmalarını umursamadım ve bu fırsatı, onu analiz edip
kim olduğu hakkında biraz bilgi almak için kullandım.
***
İsim: Manuel Klauser
Irk: İnsan
Sınıf: Orta Seviye Şövalye
Seviye: 25
***
Statları genel olarak 300 ile 350 arasında olduğundan, bu
her bir temel statının ortalama yetişkin bir insandan üç kat daha yüksek olduğu
anlamına geliyordu. Yetenekleri, sınıfına bakarsak pek de sıra dışı değildi ve
genellikle şövalyelerin kullanmayı sevdiği, Kılıç Ustalığı ve Kalkan Ustalığı
gibi yetenekleri içeriyordu. Sonuç olarak bayağı güçlüydü, bir insan için ve
kesinlikle, diğerlerinin yetkin olarak göreceği türden birine benziyordu.
“Eee? Ne istiyorsun Manny?” Diyerek kollarımı birleştirdim.
“Yapacak bir sürü işimiz olduğu için, önemli olmadığı sürece buralarda
takılamayız.”
“Demek kim olduğumu biliyorsun!” diye haykırdı Manuel. “Eğer
kim olduğumu biliyorsan, neden başka türlü davranıyorsun!? Hareketlerin çok
anlamsız!” Kalpten haykırdıktan sonra, Bay Züppe, konuyu değiştirmek için
boğazını temizledikten sonra daha sinir bozucu bir şekilde devam etti. “Hmph.
Kahraman yanında böyle gülünç adamları tuttuğu için, birçok kişinin neden ona
güvenini kaybettiğini kesinlikle anlayabiliyorum. Ama sanırım buna yapacak bir
şey yok. Genç bir kız olması bir yana, basit bir avamın, ona verilen rolün
beklentilerini karşılamasının imkanı yok! Liderimizin idrak yetersizliği
yüzünden bu ülke böyle sorunlu bir durumda.”
Söylenip durması öyle suçlayıcı ve saçmaydı ki, büyücü kızın
öfkeden şişmesine sebep olmuştu. Buna rağmen konuşmasına devam etti.
“Yaşanan her şey, onun güçsüz olmasından kaynaklanıyor! Hem
karizmatik hem de kudretli öncülüyle karşılaştırıldığında, o, sadece göz
zevkini bozan bir şey! Mevkiini heme--!”
Ronia, sinirini ifade etmek ve bu laflarıyla kendininkileri
kullanarak savaşmak için bir adım öne çıkmıştı.
Ama ben ondan önce davranmıştım.
Hızla öne çıktım, şerefsizin yüzünü yakaladım ve onu tek
kolumla havaya kaldırdım.
“Nell’e benim karşımda saygısızlık yapacak kadar
cesaretlisin.”
Güç kullanmaya başlarken, sert bir şekilde konuşmuştum.
Kendimi tutuyordum. Onu öldürmeye henüz niyetim yoktu, ama parmaklarım yine de
kafa tasına gömülüyordu.
“Argghhh!?” Kemikleri, kavrama gücümün altında gıcırdarken
acı içinde bağırmıştı. “N-ne cüretle bana güç kullanırsın!? Bundan o kadar
kolay kurtulamayacaksın!”
“Umurumda değil.”
“N-ne yaptığının farkında mısın!? Benim babam bir dük! Ve
ben onun ikinci oğluyum! Senin gibi bir avam için bir soyluya saldırmak gibi
bir davranış, başının uçması için yeter sebe--”
“Umurumda. Değil.”
Konuşurken onu öylece yakınımdaki bir duvara fırlattım.
Çarpışmaya acı dolu bir inleme eşlik ettikten sonra sırtı duvara sürterek yere
yığıldı.
Ona doğru yürüdükten sonra göz göze gelebilmek için önünde
çömeldim. “Ne kadar önemli biri olduğun umurumda değil. Babanın kim olduğu ya
da kimin tanıdığı umurumda değil.” diye kalın, tehtid edici bir homurtuyla
konuşmaya devam ettim. Her bir kelimem yavaş, ağır bir garezle çıkmıştı. “Ve
beni anlamakta zorluk çekiyor gibi göründüğünden, sana bunu daha güzel ve basit
anlatacağım. İki şey yaparım, dostlarımı güvende tutmak ve düşmanlarımı yok
etmek. Ve bu sebeple, nişanlım hakkında yarak kürek konuşmuş biri olan sana
bunu sormak zorundayım: sen düşmanlarımdan mısın?”
Yüzü bembeyaz olmuştu. Benden sürünerek kaçtı ve ayağa
kalktıktan sonra bir yandan küçük çapta bir suçludan beklenecek türde bir söz
bağırarak, kuyruğunu kıstırıp koridorda kaçmaya başladı. “Bunu yaptığına pişman
olacaksın! Yemin ederim!”
Gözlerim hala onda olsa da, onu kovalamakla uğraşmadım.
Bunun yerine, aheste aheste, yarı şaşkın bir şekilde ayağa kalktım.
“Bu ne be? Neden kaçıyor? Az önce kavga çıkarmaya çalışmıyor
muydu bu?”
“Biliyor musun, şunu gördükten sonra onun için kötü
hissetmeye başladım.” dedi Nell, kuru bir şekilde gülerek. “Ve şimdi düşününce,
birilerini korkutup, derinden sarsmakta gayet iyi olduğunu fark ettim.”
“Aaa, ne kaba. Beni bir tür serseriymişim gibi göstermeye
çalışıyorsun.” dedim. “Yani, işe yarıyor ama, değil mi? Hatta bayağı etkili
olduğunu söyleyebilirim. Doğru kişileri korkuttuğunda birçok sorundan
kaçınabilirsin.”
Her ne kadar bunu kabullenmek istemesem de gözdağı verme
konusunda, bilerek olmasa da bayağı iyileşmiştim. İblis lordu haline
geldiğimden bu yana yaşadığım olaylar öyle tesadüfiydi ki, bana birçok tecrübe
kazandırmıştı. Dostum... Bir sürü kötü şey yapıyordum, değil mi? Çünkü,
insanları donuna sıçırtmanın, dürüst insanların sahip olmayacağı türden bir
yetenek olduğundan eminim. Ups...
“Pekala, üzgünüm ama bu sadece dürüst bir gözlemdi.” dedi,
muzip bir şekilde gülümseyerek. “Ama teşekkür ederim Yuki. Benim için bu kadar
sinirlendiğin için.”
“Sorun değil.”
“...Nişanlı mı?” Bir bana bir Nell’e arka arkaya bakıp
dururken, kelimeyi şüpheli bir şekilde tekrarlamıştı.
“Ah, şey... hı-hı...” Nell bir süre kıpırdanıp durduktan
sonra utanarak başıyla onayladı. “Biz evleniyoruz. Henüz resmi bir şey yok, ama
benimle burada olmasının sebebi bu. Bunun hakkında diğerleriyle konuşuyoruz ve
formaliteleri hallediyoruz.”
“Ah...” büyücü çok kısa bir anlığına hayal kırıklığı içinde
somurtsa da, kısa süre sonra her zamanki ifadesinden çok daha ifadesiz bir yüz
takınmıştı. “Sanırım bu, kahramanlığı bırakacağın anlamına geliyor. Sen olmadan
buralar çok yalnız olacak. Ama sen mutluysan ben de mutluyum.”
“Hı? Bırakmak mı? Kahramanlığı bırakmıyorum.” dedi Nell.
“Hala devam edecek ve görevimi yapacağım.”
“...Ciddi misin?”
“N-neden olmayayım ki...?”
“Nell...” büyücü iç çektikten sonra bana doğru anlayışlı bir
şekilde baktı. “Onun adına üzgünüm. Normalde bu kadar inatçı değildir. Ama
bazen böyle davranıyor işte. Nedenini de bilmiyorum.”
“Eeehh... yani, kendi olmaya devam ederse işlerin nasıl
meydana geleceğini az çok tahmin ettiğimden, kendimi ne duruma soktuğumu
bilmiyor değilim.”
“İ-ikiniz ne diyorsunuz!? Neden garip olan kişi benmişim
gibi konuşuyorsunuz?” Nell, bizim ve onun düşünceleri arasındaki farklılıktan
dolayı tamamen şaşırmış gibiydi.
“Şöyle ki Nell, her zaman senin biraz tuhaf bir tip olduğunu
düşünmüştüm.” dedi büyücü kız.
“Bunu duymak isteyeceğim son kişilerden biri sensin!”
Biraz güldükten sonra konuyu değiştirdim.
“Peki şu salakla ne yapıyordun bu arada? İkiniz pek de
birlikte takılacak tipler gibi görünmüyorsunuz.”
Bay Züppe’nin Nell’e yönelttiği hakaretler, büyücünün
tepesinin tasını attırdığı çok belliydi. Ona attığı bakış, kana susamışlık
hissiyle doluydu ve asla bir arkadaşa atmayacağın türden bir bakıştı.
“İş içindi...” diye mırıldandı. “Ona büyü öğretmem
emredildi. Ve reddedemedim. Çünkü ben sarayın büyücülerinden biriyim ve babası
da bir dük.”
“Ööfff... Kulağa boktan bir iş gibi geliyor.”
“Ronia, en iyi büyücülerimizden biri olduğundan, ondan
eğitim almak için çeşit çeşit insan gelir.”
“Eeeevet, sizi bilmem ama, bana kalırsa bu, çok can sıkıcı
bir iş gibi geliyor. Çünkü görünüşe göre, muhtemelen sürekli Bay Züppe gibi
kendini beğenmiş piçlerle uğraşmak zorunda kalıyorsun.”
“Ne yazık ki haklısın. O kadar fazlalar ki, beni
çıldırtıyorlar. Değerli zamanımı onun gibi salaklara harcamak bana mantıklı
gelmiyor. Eğer iş için olmasaydı, ona iki kez bile bakmazdım.”
Normalde büyücünün ifadesi nispeten miniciktir. Ama bu sefer
değil. Uğraşmak zorunda bırakıldığı tüm şeylerden bıktığı belliydi. Bu...
bayağı stresli gibi. Ve bu kadar genç birinin uğraşmak zorunda kalmak
istemeyeceği türden bir işti. Başından çok şey geçmiş olmalıydı. Dostum, bir
iblis lordu olarak reenkarne olduğuma mutluyum. Toplum ve kurallarını
umursamamak muazzam bir lütuf.
Hayattaki yeni pozisyonum, karşıma çıkan her şeyle uğraşmak
gibi bir dezavantaja sahipti. Beni desteklemek için hiçbir sosyal güvemce ya da
güvenlik hizmeti yoktu. Ama bunu dert etmedim. Özgürlüğü, yaşamak zorunda kaldığım
her türlü olumsuzluğa tercih ederim. Bunu duydunuz mu çocuklar? Bir iblis lordu
olmak, evde “denemeniz” gereken bir şey.
“Uzun zamandır konuşuyoruz.” dedi Ronia. “İkinizin bir yere
gitmesi gerekmiyor muydu?”
“Ah tabii ya! Gitmemiz gerek!” diye bağırdı Nell. “Yarın,
sonraki gün ya da ne zaman vakit bulursan daha konuşuruz. Kalede kalacağımızdan
bizi bulman gayet kolay olacaktır.”
“Evet, uğramalısın.” diye ekledim. “Seninle takılmak gayet
eğlenceli ve Nell’in geçmişi hakkındaki utanç verici daha çok hikaye duymak
isterim.”
“Şansına küs, bu olmayacak değil mi Ronia?”
“Evet. Şansına küs. Ona bildiğim her şeyi anlatacağım.”
“L-lütfen anlatma!”
Ve böylece, büyücü kızla vedalaştık ve yollarımızı ayırdık.
Of dostum, sağlam şamataydı. Eğlenceli kızmış.