Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kahramanın Sözde Varisi - Kısım 3
Kaleden ayrıldıktan sonra, Nell ve ben uzun bir süre şehirde
dolaşarak vakite geçirdik. Sonunda kilisenin genel merkezi olarak işlev gören
çok süslü binaya ulaşmamız, yaklaşık yarım saat kadar sürmüştü. Beklenildiği
üzere bina, inanılmaz büyüktü ve dünya mirası sit alanı olarak kabul görecek
kadar tarihi değer taşıyordu.
Planlarımızda küçük bir aksama olmuştu ve her ne kadar bu
bizi kısa süreliğine etkilemiş olsa da, uzun vadede pek bir şey değiştirmemişti.
Asıl fikrimiz, hem Nell’in geldiğini hem de nişanlandığımızı patronu olan hanım
şövalye aracılığıyla kiliseye haber vermekti. Ama bu plan, Nell’in üstünün şu
anda şehirde olmaması nedeniyle suya düşmüştü. Başka bir yerde bir iki görev
tamamlamak için bir vazifeye gönderilmişti. Nişanımızı yüksek rütbelerden
birine açıklamak, bu kişilerden herhangi biriyle tanışıklığım olmaması ve
Nell’in mevcut pozisyonunun dengesizliği sebebiyle pek mantıklı gelmediğinden,
bunu şimdilik ertelemeye karar vermiştik.
Hatta üstlerine rapor verirken ona katılmamıştım da.
Kiliseyle ve bulunan resmi herhnagi birisiyle tamamen alakasız birisi olarak
ben, o üst rütbelerle konuşurken bekleme odasında beklemek zorunda kalmıştım.
Beni yalnız bıraktığı için kötü hissediyor olacak ki,
döndüğünde ilk iş olarak beni mahcup bir gülümsemeyle selamladıktan sonra
konuşmaların sırasında olan her şey hakkında beni de bilgilendirmişti.
Carlotta’nın üstü, görünüşe göre onu fırçalamıştı; uzun süren yokluğundan hiç
memnun değildi. Biliyor musunuz, içeri alınmam kabul edilse bile, dışarıda
beklemek muhtemelen daha iyi bir seçenek olurdu diye düşünmeye başlamıştım.
Muhtemelen sinirlenir ve uygunsuz davranışlar sergilerdim.
Nell ile evlenmeye karar verdikten çok sonra, evliliğin
Allysia’da nispeten basit bir iş olduğunu öğrenmiştim. Japonya’nın aksine, ne
bir dizi belge imzalamak ne de bir kilisede evlenmek zorunda kalmak gibi
karmaşık şeylere gerek yoktu. Kilisenin, evlilik için olduğunu varsaymıştım,
ama görünüşe göre yanılmıştım. Sadece, dük gibiler ve kraliyet ailesi üyeleri
gibi yüksek seviyedeki soylular böyle zor, ritüelistik süreçlerden geçmek
zorundaydı.
Sıradan halk için, işleri başlatmak için gereken tek şey bir
anlaşmaydı. Bir tarafın ailesine haber vermek bile, her ne kadar doğal olarak
genel bir uygulama olsa da, neredeyse gerekli görülmüyordu. Onun yapacağı
yolculuğa katılma sebeplerimden biri de buydu. Nell’in ebeveynleriyle, daha
doğrusu ebeveyniyle tanışmak zorundaydım. Hayatımdaki kadınlardan birini tek
başına büyütmekten sorumlu olan kadınla tanışmayı ben bile önemli görüyordum.
Şüphesiz, bütün bu yolculuğun en zor kısımlarından olacak. Sadece bunu düşünmek
bile gerilmeme neden oluyor. Hadi Yuki, bunu yapabilirsin. Kafanda birkaç kere
üzerinden geçersen sorun olmaz.
Aklımda bu düşüncelerle kaleye döndük ve bu gecelik bu kadar
dedik.
***
Ertesi sabah, tamamen talihsiz bir başlangıç diyebileceğimiz
bir güne uyandık. Kendimi, kraliyet ordusunun eğitim alanı olan, kaleye bağlı
olan kolezyuma benzeyen bir yapının ortasında dikiliyorken buldum. Ve kolezyuma
benziyor derken, bunda ciddiyim. Koltukları falan bile vardı. Pekala, ne
düşündüğünüzü biliyoruım. “Ne alaka Yuki? Nasıl oldu da burayı boyladın?”
Açıkçası, şahsen ben de pek emin değilim.
Burada olmam tabii ki de kendi isteğimle değildi. Sabahım
garip geçmişti. Enne ve Nell arasında geçen bir konuşma nedeniyle uyandığım
için kahvaltının çoğunu yarı uykulu geçirdim. Yemekten sonra, neredeyse hemen
bir tür hizmetçi tarafından ziyaret edildim. Bu hizmetçi, birisi tarafından çağırıldığımı
bana bildirmek için gelmişti. Doğal olarak ilk düşüncem “Neden ben?”di.
Herhangi birinin, kahraman yerine beni görmeyi tercih etmesininde bir sebep
göremiyordum. Günün geri kalanı için planlarımı henüz ayarlamadığımdan,
merağıma yenik düşmeye izin vermiştim--ta ki varış noktama varır varmaz birden
pişmanlık duyana kadar.
Beni getirtmekle uğraşan soylu, tanımaktan hiç memnun
olmadığım birisiydi.
“Düello için sahne ve her şey hazır!” Bay Züppe beni, bir
insanın yapabileceği en kendini beğenmiş sırıtışla karşıladı. Bana tepeden
bakıyormuş gibi görünmek için, kollarını bağlamıştı ve çenesini kaldırmıştı.
Öfff... Yine bu salak.
“Seninle düello yapmamı mı istiyorsun...?” İç çektim.
“Bu doğru üstat! Bir kılıç al ve kendini hazırla ki bana
denk olmadığını ilk ve son kez kanıtlayayım!”
“Hı-hı...” dönerken gözlerimi devirmiştim. “Pekala, kendi
kendine takılmanda sana iyi eğlenceler. Ben odama gidiyorum. Görüşürüz.”
“Hı? B-b-bir dakika! Nereye gidiyorsun?! Neden meydan
okumamı reddediyorsun!?”
Dükün oğlu, çıkışla aramda fiziksel bir bariyer olmaya
çalışır gibi önümde şaşırmış bir şekilde daireler çiziyordu.
“Ne demek neden reddediyorum? Seni bilmiyorum ama, ben senin
herhangi bir saçmalığınla uğraşmak için bir sebep göremiyorum.”
Yani, cidden. Bu ne saçmalık lan? Daha dün bu salağın kıçını
tekmelemedim mi? Israrcılığa bak. Başta Bay Züppe’nin güçlü mü yoksa salak gibi
mi davrandığından emin değildim. Ama yaşadıklarımızı tekrar düşündüğümde, kısa
sürede muhtemelen ikincisi olduğunu fark ettim. Sergilediği hiçbir harekette en
ufak bir zeka belirtisi yoktu.
Yarattığımız tüm karmaşa, alanda bulunan diğer askerlerin de
doğal olarak bakışlarını bize çevirmesine sebep olmuştu. Uzakta, sessizce
birbirlerine fısıldamaya başlamışlardı, ama benim ince ayarlanmış hislerim,
yine de onları duymaya yetmişti.
“Hey çocuklar, gördüğüm şeyi siz de görüyor musunuz...?
Çünkü bana kalırsa şu adam Maskeli Üstat.” dedi bir kraliyet muhafızı.
“Öyle olmalı. Yüzündeki maske, diğerlerinin tarif ettiğine
mükemmel bir şekilde uyuyor.” dedi bir başkası. “Birkaç hizmetçiden, onun bir
süredir kalede kaldığından bahsettiğini duymuştum. Bunun sadece bir söylenti
olduğunu sanmıştım.”
“Görünüşe göre Sör Manuel ile konuşuyor.” diye ekledi bir
üçüncü.
“Evet öyle gibi, ama neden üstat öyle biriyle konuşsun ki?”
“Yani, Sör Manuel’in nasıl biri olduğunu bilirsin...”
“Doğru... Haklısın. Üstadın bile onunla uğraşmak zorunda
olduğuna inanamıyorum...”
Ben de onu can sıkıcı bulan tek kişi olduğumu düşünüyordum.
Bay Züppe’nin girişken kişiliğinin hiç kimsenin hoşuna gitmediği ortaya
çıkmıştı--ve görünüşe göre bunun gibi durumlara sürekli sebep oluyordu.
“İsteğini geri çeviremezsin.” Arkasındaki dedikodunun
farkında olmayan soylu, kendine güvenle dolu bir sesle konuşmasına devam
etmişti. “Bu istek, hem bir dükün ikinci oğlundan, hem de yakında kahramanın
yerini alacak kişiden geliyor.”
“Yakında kahramanın yerini alacak kişi mi?” Şaşırmıştım. “Ve
bu da kimmiş?”
“Ben tabii ki! Başka kim olacak!?” Sinirlenmiş şekilde bana
bağırdıktan sonra, hem soğukkanlılığını geri kazanmak hem de konuyu değiştirmek
için yalandan öksürmüştü. “Dün yanından ayrılmak zorundaydım, çünkü acilen
ilgilenmem gereken bir şey olduğunu fark ettim. Yakında bu ülkenin kahramanı
olacağım için, bana yukarıdan bakmana izin veremem. O yüzden bugün, sana gerçek
gücümü göstereceğim.”
Pekala, şunu açıklığa kavuşturalım. Bu beyinsiz mal Nell’in
yerini mi alacak? Cidden mi? Saçmalamayın. Statlarının ne kadar düşük olduğuna
bir bakın... Yani tabii, bir insan için gayet iyi sayılara sahip, ama bu pek de
bir şey ifade etmiyor. Nell hep daha güçlüydü, sadece başladığı zaman için
bile.
“Vaay Manny, sen bayağı havalısın. Kendi kendine ilan
ettiğin unvanlar çooook etkileyici.” Tekrar gözlerimi devirmiştim. “Ama hey,
biliyor musun, bu iyi bir hayal. Elinden geleni yap. Eminim zamanla bir
kahraman olacak kadar güçlenirsin.”
“B-bu kendi ilan ettiğim bir şey değil!” Diye bağırdı,
sinirli bir şekilde. “Bu fikri ortaya tan kişi ben değilim, bunu yapmamın tek
sebebi, bu görevin nihayetinde bana düşeceğinin söylenmesi!”
“...Yani bana, seni bu sorumluluğa itenin başka birisi
olduğunu mu söylüyorsun?”
“Evet öyle! Bana, Allysia’yı istikrarlı tutabilmemiz için
gücüme ihtiyaç duyulabileceği ve ülkenin sonraki kahramanı olmam gerektiği
söylendi!”
İlginç... Şansımın yaver gittiğine dair kendime bir not
aldıktan sonra, Bay Züppe’nin durumunu düşünmeye başladım. Onu kahraman
koltuğuna oturtmak isteyen adam, muhtemelen Nell’i indirmekle uğraşan adamla
aynı kişiydi. İkisinin alakasız kişiler olduğundan bayağı şüpheliydim. Dükün
oğlu, bu iş için mükemmel bir uyuma sahipti. Soyu ve ortalama üstü kuvvetiyle
birleşince, onu etrafta kahraman olarak dolaştırmak için mükemmel bir aday
yapıyordu. Ve beyin gücünden yoksunluğu, durumu derinlemesine düşünmek ya da
onu destekleyenlerin peşinde olduğu karanlık işlerin ne olduğunu kapabilecek
kapasitede olmadığından, bir avantajdı. Aptallarla çalışmanın iki ağzı da
keskin bir kılıç, değil mi? Durumu tamamen lehime kullanma ve ondaki tüm
bilgiyi kapma zamanı.
Aşırı iyi giyinmiş soylu, kesinlikle yüksekleri hedefliyordu
ama zekası bir yana, kişiliği de ona pek yarar sağlamıyordu. Bir kahraman,
kamuya mal olmuş bir kişiydi, yani insanların onu sevmesini istiyorsa, gurunu
yutması gerekiyordu. Her açıdan Nell’e rakip olabileceğinden değil, ama olsaydı
bile.
“Pekala Manny, bir şey diyeyim mi? Fikrimi değiştirdim.
Seninle dövüşeceğim falan. Ama sadece bir şartla. Eğer kazanırsam, sana sonraki
kahraman olacağını söyleyen kişiyi bana söyleyeceksin.”
“Tek istediğin şey bu mu?” Bana şüpheli bir şekilde baktı.
“Peki. Ve eğer beni yenecek kadar güçlüysen, o zaman kahraman pelerinini
devraldığımda belki, belki seni adamlarımdan biri yapmayı düşünebilirim.”
Konuşurken, bir yandan yakınındaki bir rafa gitti ve bir çift ahşap kılıç aldı.
“Ama zaten bunun asla olmayacağını biliyorum. Çünkü ben, gerçekten çok
güçlüyüm!"
Gururlu bir şekilde davranmaya devam ederken, alıştırma
silahlarından birini bana doğru attı.
“Evet şeyy... bunu şimdiden reddedeceğim.” dedim. “Gerçek
kılıçlar yerine ahşap kılıç kullanmak istediğinden emin misin?”
“Tabii ki! Bu alıştırmanın amacı, kendimizi geliştirmek.
Eğitim sırasında ciddi yaralar alma riskine girmek aptalca olur.”
Hmm... Düşündüğümden daha az aptalmış. Bunu, beni öldürmeye
çalışmak için bir bahane olarak kullanmasını beklemiştim.
“Bay İblis Lordu!”
Uzaktan gelen bir ses, insan kulağının duyma mesafesinden
uzak olduğu kesin olan bir ses, düşüncelerimi yarıda kesti. Başımın iki
yanından çıkan uzantılar, sezilerimin saptadığı konuşmaya doğru dikkatimi
verirken kıpırdadı.
“...Bay İblis lordu?” dedi Ronia, şüpheli bir şekilde.
“Ah şey... aldırma. Bir süre önce Leydi Iryll ile hayali bir
oyun oynuyorduk. Ben kahramandım ve Yuki de iblis lordu olduğundan, bunun
takıldığını düşünüyorum.” dedi Nell.
“Anladım...” büyücü pek ikna olmuş görünmüyordu, ama bu
konuyu daha fazla kurcalamamayı seçmişti.
“Bu kulağa gerçekten eğlenceli geliyor, ama daha önce
oynad---” Iryll konuşmaya başlamıştı, ama cümlesini bitiremeden Nell araya
girmişti.
“P-pekala, görünüşe göre biriyle düello yapmak üzere, o
yüzden gidip ona tezahürat edelim Leydi Iryll!”
“Bu harika bir fikir!” diye yanıtladı minik prenses.
“Elinizden geleni yapın Bay İblis Lordu! Yapabileceğini biliyorum!”
Prensese dönerek ona dikkatimi verdiğimi göstermeye kadar vermiştim.
Bunu yaptığımda, dikkatimi çekmek için büyük hareketlerle el sallamaya
başlamıştı. Görünüşe göre kızlar tribünlere oturmuştu. Hepsinin burada olmasına
biraz şaşırmıştım, ama bunun muhtemelen, peşimden gelmeden önce Nell’in onları
alması sebebiyle olduğunu anlamıştım. Pekala Nell, büyücü kızın kim olduğumu
öğrenmemesi sana düşüyor. Beni hayal kırıklığına uğratma. Sana güveniyorum.