Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Takipçiyi Takip Etmek
“Bana mı öyle geliyor, yoksa siz paladinler birçok farklı
şeyden mi sorumlusunuz?” Diye sordum, olay yerine doğru giden Nell’e eşlik
ederek. “Bayağı can sıkıcı olmalı.”
“O kadar da kötü değil. Farklı türden bir sürü görevden
sorumluyuz, ama pratikte nadiren bu yönde hareket ederiz. Örneğin, tesadüfen
böyle bir olayın yaşandığı yerde bulunuyorsak, yapmamız gereken tek şey
arabuluculuktur. Normalde, daha şiddetli hale gelmekte olan tartışmalar,
halledebilmeleri için şehir muhafızlarına haber verilir.” diye açıkladı. “Böyle
bir şeyi kendim sadece birkaç kez yapmak zorunda kaldım.”
“Gerçekten mi? Neredeyse hiç yapmamış birisi için
arabuluculuk işine gayet alışkın gibi görünüyorsun.”
“Bunun sebebi Carlotta’nın, neredeyse muhtemel her durumla
başa çıkabilmeyi bana öğretmesidir.”
Bunu anlayabiliyorum. O, böyle şeylerde iyi olan birisi gibi
görünüyor gerçekten de.
Meydana gelen olay, şaşırtıcı derecede boştu. Olayın
kapsadığı tek şey, sarhoş bir adamın, içinde sızmaya başladığı restoranın
sahibiyle hiç de dostane olmayan bir tartışmaya girmek gibi, tipik sarhoş
hareketleri yapmasıydı. Nell’in dahil olduğu durumdaki rolü, her iki tarafı da
sakinleştirmek ve sarhoşu, dükkana verdiği hasarı karşılaması için ikna
etmekti. Hem sarhoş adamı hem de dükkan sahibinin kararından memnun olduğundan
emin olduktan sonra, olay yerini terk etti ve onları, kendi gözetimi olmadan
devam etmeleri için kendi hallerine bıraktı.
“...Sadece arabuluculukta iyi olduğum için bu kadar kolay
halletmiş olabileceğimi pek de düşünmüyorum.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Senin sinirli olman, bu kadar işbirlikçi olmalarına
yardımcı oldu. Onlara öfkeyle bakmaya başladığın anda ikisi de bembeyaz oldu.”
dedi. “Ve senin öfkene maruz kalmak, çoğu insanın razı olmasına yeter de artar
bile.”
“Şey, ah... ahaha...”
Gergin bir şekilde gülerek, suçlamayı savuşturdum. Her ne
kadar o, davranışlarımı haklı görmese de, ben görüyordum. Dükkan sahibi ona
aptal kadın deyip bu işten uzak durmasını söylerken, sarhoş da onun kalçalarını
ellemeye çalışmış ve onunla yalnız vakit geçirmek için para teklif etmişti.
Yani, hadi ama, beni gerçekten suçlayabilir misiniz? Ben tamamen doğru
taraftayım. Beni sinirlendirmeye karar vermeselerdi, işin dışında kalırdım. Onu
küçük görüp beni kızdırmak onların hatası, benim değil. Değil mi?
“Benim adıma kızmandan dolayı gerçekten mutluyum, ama buna
gerçekten gerek yok.” dedi. “Herkesin beni küçümsemesine zaten alışığım. Artık
canımı sıkmadığı için, bunu sorun etmek zorunda değilsin.”
“Üzgün olmadığım için üzgünüm.” dedim. “Buna çoktan alışmış
olduğunu anlayabiliyorum, ama ben alışık değilim. Ve buna alışmayı da
düşünmüyorum. İşler böyle olacak. Senin hakkında kötü konuşan herkese
sinirleneceğim.”
Somurtmaya çalıştı, ama bunun yerine tedirgin bir şekilde
gülümsedi.
“...Sana gerçekten kızmak istiyorum, ama yapamıyorum.”
“Evet, biliyorum. Zaten bu yüzden o şekilde söyledim.” Elini
tutarken ona doğru yarım gülümsedim. “Pekâlâ, hadi gidelim. Görülecek hala çok
şey var.”
“Of Yuki, hiç adil oynamazsın, değil mi...?” Bıkkınlıkla
karışık bir neşe ile iç çekerken parmaklarımı birazcık sıkmıştı.
***
Güneş ufkun altında kaybolup, ay ve yıldızlar bir bulut
yorganının altına gizlenirken, Alshir, birkaç aydınlatma kaynağıyla baş başa
kalmıştı. En parlak fenerler ya da lambalar bile birkaç düzine metrekareden
fazlasını aydınlatamıyordu.
“Pekala, hadi işe koyulalım.” Kanepeden kalktım ve kendimi,
müstakbel eşim adına yapmak zorunda olduğum elimizdeki göreve hazırlamak için
gerindim. “Kısa süre içinde geri gelirim.”
“Hı-hı. Orada dikkatli ol.” dedikten sonra, bana eşlik
etmesi gereken kişiye dönerek. “Onu koru, olur mu?”
“...Koruyacağım.” dedi Enne.
“Bir dakika, beni güvende tutmasını ondan mı istiyorsun? Tam
tersi olması gerekmez mi?”
“Söylemedim çünkü, söylememe gerek olmadığını biliyorum. Bir
şey demesem bile onu güvende tutmak için elinden gelen her şeyi yapacağını
biliyorum.” dedi Nell. “Bu yüzden, seni güvende tutması daha önemli. Silahın
olarak, noksanlıklarını kapatabilecek tek kişi o.”
“Merak etme.” dedi Enne. “Sahibi güvende tutacağım.”
“Sağ ol Enne. Sana güveniyorum.” Kahraman, kılıç kızın
başını okşarken gülümsedi.
Maskemi takıp, yüzümü arkasında gizlemeden önce gösterdiğim
son ifade, birbirleriyle olan etkileşimlerine yarım gülümsemek olmuştu.
“Böyle geç saatlere kadar seni uyanık tuttuğum için
üzgünüm.” dedim Enne’i omzuma yaslarken. “Ama gerçekten yapacak bir şey yok.
İşe koyulm zamanımız geldi.”
“Sorun değil.”
Onu kişileştiren yeteneği devre dışı bıraktı ve bilincini
kılıcın içine geri gönderdi. Nell’le vedalaştıktan sonra camdan dışarı atladım
ve kalenin dışına doğru ilerlemeye başladım.
Gizlilik aktif olduğu için, gece nöbetinde olan muhafızların
yanında öylece geçebildim ve görülmeden, şehrin birçok arka sokaklarından
birinin içine karıştım. Yeteneğin etkisi inanılmazdı. Beni fark ettiklerine
dair hiçbir emare göstermemişlerdi ve gözlerinin önünde yaran bir espri ya da
büyük çapta eşek şakası yapsam bile fark etmezlerdi--yapacağımdan değil tabii.
Arka sokaklarda gizli kalmak, kale arazisinde kalmakta daha
da kolaydı. Burası daha da karanlıktı. Yakındaki binalardan cılız ışıklar
yayılıyordu ve bulutların arasından ara sıra bir iki yıldız çıkıyordu, ama
hepsi bu kadardı. Girdiğim dar geçidin büyük bir kısmı kapkaranlıktı.
“Günün nasıldı Enne? Prensesle geçirdiğin bütün o zamandan
keyif aldın mı?” Gecede ilerlerken kılıcımla konuşmuştum.
“Hı-hı. Kaleyi gezdik. Eğlenceliydi.” dedi. “Ve Iryll
Illuna’ya çok benziyor.”
“Bu konuda bayağı haklısın.” dedim, gülerek. “İkisi de
enerjiyle dolup taşıyor.”
“İsimleri de benziyor.”
“Şeyyy... Evet, biraz benziyor.”
Ne demek istediğini az buçuk anlamıştım. İkisi de I ile
başlıyordu ve uzunluğu da yaklaşık aynıydı, ama yine de nispeten ayırt
edilebilir olduklarını düşünüyordum.
“Sen eğlendin mi sahip?”
“Evet, Nell’le çok eğlendik. Bu kadar fazla yalnız vakit
geçirmemize izin verdiğin için sağ ol.” dedim. “Bize boş vakit açmak için
kendini zorladığını biliyorum.”
“Sorun değil. Ben de Iryll ile eğlendim. Ve seninle her
zaman olabilirim. Ama Nell olamaz.”
“Evet...”
“O yüzden elinden geldiğince onunla vakit geçir, tamam mı
sahip?”
“Ben de tam olarak bunu yapmayı planlıyordum.” Parmaklarımı,
sanki başını okşuyormuş gibi, kınında gezdirdim.
Kaleden ayrılma sebebim, gündüz yerleştirdiğim bir kem
gözün, takipçimizin tekrar harekete geçtiğini bana bildirmiş olmasıydı. Son
hareketinden bu yana çok zaman geçmişti. Döndüğümüzden bu yana kalede
takılmıştı ve bu günlük bu kadar dediğimizden emin olunca ayrılmıştı. Bir başka
deyişle, muhtemelen bulduklarını rapor etmek için efendisine gidiyordu.
Casusa zarar vermeye niyetim yoktu. En azından şimdilik.
Nell’e yanlış yapmak için gündemlerinde olan her şeyi toparlamadan önce kendimi
tutmam gerektiğini biliyordum. Şu anki görevim, onu harekat üssüne kadar takip
ederek kime rapor verdiğini bulmak ve ona ne söyleyeceğini öğrenmekti.
Özellikle, sağda solda bizi takip etme sebepleriyle ve maskenin altında nasıl
göründüğümü bilip bilmediğiyle ilgileniyordum. İlerlemek için ihtiyacım olan
tek bilgi buydu.
Görevimi tamamlamak için aslında Enne’e ihtiyacım yoktu, ama
düşman bölgesine girmeyi seçtiğim için, silahımın yanımda olmasının daha iyi
olacağını biliyordum. Düşmanla dolu bir sığınağa silahsız bir şekilde girmek
tamamen saçmalık olurdu.
Gerçi, içeri öylece girmeyi planlamıyordum. En azından
şahsen değil.
“Görünüşe göre ona yetişiyoruz.”
Envanterimden bir kem kulak salıverdim ve önümüzdeki adamı
takip ettirdim. Gayet enerjik bir hızda ilerliyordu, ama tam şarjlı yaratık,
onun hızına rahatlıkla yetişiyordu. Sessizce kanatlarını çırptı ve hedef olarak
seçtiğim adamın arkasından süzülmeye başladı. Büyülü özellikleri, avcumdan
ayrılır ayrılmaz gecenin karanlığıyla bir olmasına imkan veriyordu.
Hem kem göz hem de kem kulağı harekete geçirdikten sonra,
uzaktan da olsa, görmem ve duymam gereken her şeyi bilecektim. Ne girmeme gerek
vardı ne de düşman üssüne saldırıya geçmeme gerek vardı. Eğer kem kulağı gündüz
etkinleştirmiş olsam, onu kovalayıp takip etmeme hiç gerek kalmazdı. Ama
yapmadım. Bu, tamamen benim hatamdan değildi. Tamamen. Ben şeyy... Düşman üssünü
şahsen görmek istedim, çünkü haritada görmek ve kameradan görmek yeterli
değildi. Ve şeyy... Yakında olmak, neredeyse şarjı bitmekte olan kem gözü geri
almamı daha da kolay hale getiriyordu. Evet. Ondan.
“Hı...?”
Göz hapsine aldığım adam varış noktasına ulaştığında
düşüncelerimden sıyrıldım. Bu bir binaydı, tanıdığım bir bina. Nell ve benim
ziyaret ettiğimiz bir bina. Birlikte.
Kilise.
Bir dakika. Ne? Ne haltlar dönüyor burada? Beklentilerim
tamamen çöp olmuştu. Adamın, Argus ya da ilişkili olduğu diğer soylulardan
herhangi birine ait bir malikaneyi ziyaret edeceğini düşünmüştüm. Nell’in üyesi
olduğu organizasyonu değil.
Kilisenin gözlerinin gizli bir şekilde bizde olması hiç
mantıklı gelmemişti. Kendi sebepleri olduğundan eminim, ama duymak istediğim
bir şey olduğunu hayal edemiyordum. Sonuç olarak, geri dönmenin iyi bir seçenek
olmadığı ortaya çıkmıştı. Kalede kalmanın Nell’in bilmemesi daha iyi olan
birçok şeyle beraber takipçinin kim olduğunu öğrenmesine sebep olabilirdi. Ve
şükür ki benimle gelmek isteyince onu geri çevirdim. Her şeyi bize bırakmaktan
hiç hoşlanmadığını biliyorum, ama bu, diğer seçenekten çok daha iyiydi. Neyse,
bu kadar düşünmek yeter. Casusluk zamanı.