Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Balo - Kısım 3
Her ne kadar dostane bir gülüş ve kendine güvenen bir
havayla öne çıkmış olsa da, Baron Argus Ladorio’nun içi hiçbir şekilde rahat
değildi.
“Nell’in unvanını koruması gerektiğine inanmıyorum,
ülkemizin içinde aktif bir rol oynam---”
“Garip bir söz Sör Ladorio.” Argus’un mükemmel derecede
sabit bir ses tonuyla seslendirdiği dikkatlice inşa edilmiş argüman, kralın
piyonlarından biri tarafından yarıda kesilmişti. Ülkenin kırsal kesiminin
ortasında sadece küçük bir şehirden sorumlu olan Başkan Lurubia, saygısızlığını
açıkça gösteren bir şekilde sözünü bilerek yarıda kesmişti. “Kahraman unvanı,
saygınlığa göre değil, yeterliliğine göre bahşedilir. Bu unvanı daha az yeterli
birine vermek, önceliklerimizde hata yapmaktır ve halkın onun yeteneğinden
endişeli olmasından bağımsız olarak karar verilmelidir.”
“Ateş olmayan yerden duman çıkmayacağından,
vatandaşlarımızın endişelerini bir kenara bırakamayız Lord Lurubia.” dedi
Argus. “Dürüst olmak gerekirse, halkımızın tam olarak bu endişesi, onun
görevlerini gerçek anlamda yerine getirecek yeterlilikte olmadığının bir kanıtı
olduğuna inanıyorum.”
“Sengilia’da yaşanan olayı duymadınız mı?”
“Kesinlikle duydum, ama ne ifade etmek istediğinizi tam
olarak anlamadım...”
“Eğer bunu duymuş olsaydınız, o zaman Nell’in tek başına, tek
bir kayıp vermeden, bütün bir canavar ordusunu püskürttüğünü de duymuş
olurdunuz.”
“...Duymadığımı söyleyemem.”
Argos, kendi dümenini kendisine karşı kullanan başkandan
öyle rahatsız olmuştu ki, neredeyse bir öfke nöbetine girecekti, ama kralın
kendisinin sorumlu olduğu güruhun bulunması bir yana, diğer soyluların önünde
böyle bir şey yapacak kadar aptal değildi. Öfkesinin görülür tek belirtisi,
kaşının anlık olarak seğirmesiydi.
“Gücünün büyüklüğüne karşın herhangi bir rapor gönderememiş
olması sadece, karşılaşmak bile sıradan bir kişinin kesin ölümüne neden
olabilecek kadar güçlü, inanılmaz korkunç bir yaratıkla uğraşmakta olduğunun
bir kanıtı olur.” “Dönüşü eleştiri ile değil, övgüyle karşılanmalıdır. Kahraman
her şeye gücü yeten bir tanrı değil. Hiçbir zaman engellenmeyeceğini bekleyecek
kadar saf olamayız.”
Argus, hem diğer adamın onu herkesin içinde aşağılamasından
hem de kalabalıktaki birçok kişinin kahkahalarına engel olamamalarından dolayı
tekrar öfkelenmişti.
Diğer yandan kahraman, mırıldanarak onaylarken, özlem dolu
bir şekilde kendi kendine gülümsedi, “Bu doğru. Ve iki tanesiyle başa çıkmam
gerekiyordu. Hem Yuki hem de Lefi o kadar güçlü ki, yapabilecekleri tüm çılgın
şeyleri hayal bile edemezsiniz.” Ama kısık sesle söylediğinden, sözleri kimse
tarafından duyulmamıştı.
“O zaman neden doğrudan ilk ağzın fikrini duymuyoruz? Sen ne
dersin kahraman?” Baron, Raylow’a karşı konuşmaya devam etmenin onu sadece
dezavantajlı bir konuma sokacağını fark edince, daha hassas bir hedef aramıştı.
“Şu anki durum hakkında ne düşünüyorsun? Bu şekilde olmasından kaçınmayı çok
isterdim ama, ülkemizin şu anki durumda bulunmasından kısmen senin sorumlu
olduğun gerçeği değişmiyor.”
“Ah, şeyyy...” Nell onunla konuşulacağını beklemediğinden
bocaladı ama sadece kısa bir süreliğinde. “Kendimi olabileceğim ya da olmam
gerektiği kadar güçlü görmüyorum. En azından şimdilik. Hiç zamanında rapor
gönderememiş olmam ve tabii ki sizi bu kadar endişelendirmiş olmamın tek
sebebi, güçsüzlüğüm.”
Argus’un ağzında, kendine güvenen bir sırıtış belirmişti.
Aptal genç kız, tam da ümit ettiği şeyleri söylüyordu.
“Ama öyle olsa bile, pelerinimden vazgeçmeyeceğim. Böyle bir
zamanda dış baskılarla onu bir kenara atmak ne benim ne de bir başka gerçek
kahramanın yapabileceği bir şeydir.” sesi, inancını bütün balo salonuna
yaymıştı. “Bu görevi, ülkeyi korumak için üstlendim. İlk kabul gördüğümden bu
yana elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Ve bu, diğerleri ne düşünürse
düşünsün, yapmaya devam edeceğim şey. Çünkü duruşumla ilgili önemsediğim tek
görüş kendi görüşümdür.”
“Buna gerçekten inanıyor musun? Diğerlerinin görüşlerinin
tamamen alakasız olduğunu söyleyecek kadar sorumsuz bir iddiada bulunmakta
ciddi misin?”
“Evet. Çünkü öyleler.” Konuşurken, bakışlarını yavaşça odada
gezdirdi. “Bu rolün gereklerini yerine getirmek, sadece kendi irademin
ispatıdır. Bu ülkeyi tek bir şey için, sadece tek bir şey için koruyorum. Çünkü
Allysia’yı seviyorum. İşte bu yüzden, eğer şans verilirse, bana ait olan bu
görevi devam ettireceğim. İşte bu yüzden, hayatıma mal olsa bile pes etmemeyi
ve bu ülke için savaşmayı seçtim. Ve işte bu yüzden sadece ve sadece kendi
görüşüm alakalı.”
Açıklamasının ardından gelen gülümseme, kalabalığı bir başka
çılgınlığın içine sokmuştu. Her taraftan ona övgüler yağıyordu. Çoğu genç
erkek, onun cesaretinden bahsediyor, ona aziz diyor ve hem iç hem de dış
güzelliğini övüyordu.
İşte o zaman Argus’un maskesi nihayet düşmüştü. Tanınmış
olduğu tilkiye benzeyen gülümsemesi kaybolmuş, beraberinde sadece sinirli bir
somurtma gelmişti.
Onun eleştirisi karşısında geri adım atmamıştı. Elinden
geleni yapmasına karşın, zihnine doğrulttuğu her bir saldırı, sonuçsuz
çıkmıştı. Ve sadece o da değildi. Hiçbir huzursuzluk belirtisi yoktu. Ne kahramanda
ne kralda ne de ona sadık olanlarda.
Sadece birkaç kısık ses, baronun argümanını desteklediğini
dile getirmişti. Genelde tarafsız kalan kişilerden hiçbirinin ona desteğini
sunmasını beklemiyordu, ama dostlarının ve rüşvetle satın aldıklarının en
azından kendi mantığından yana olduğu izlenimi altındaydı. Bunun kısmen kendi
hatasından kaynaklandığını biliyordu. Kahramanın Sengilia’daki başarısı,
kahramanın argümanlarını daha ikna edici yapmıştı. Eğer canavar güruhunu tek
başına uzaklaştırmamış olsaydı, muhtemelen o zaman onun zayıflığının boyutunu
uzun uzun konuşmak isteyen birçok kişi olurdu. Onun yerinden edilmesini
isteyenler bile, halk içinde onu kınamanın şu anda çıkarlarına hiç hizmet
etmeyeceğini ve seslerini çıkarmanın onları azınlık konumuna düşüreceğini
anlamıştı. Bu yüzden, sessizce taraf değiştirip Argus’u ortada bıraktılar.
Ceplerine koyduğu aşırı miktarlardaki rüşvetlere rağmen.
Ancak, onu en çok sinirlendiren şey, başkalarının önünde
aşağılanmaktan ziyade, ciddiye alınmamış olmasıydı. Kahraman, onun yanıtını
beklemeden çoktan prenses ve yabancı bir ülkeden gelmiş gibi görünen diğer
çocuğu eğlendirmek için yanlarına gitmişti. Keza kral da ona sadece çok az dikkatini
vermişti. Gözleri ve kulakları, sanki Argus’un vaktini harcamaya değmeyecek
biri olduğunu ima eder şekilde, eğlenmekte olan kızına çevrilmişti.
Davranışları, içinde bulundukları durumun aslında ne kadar vahim olduğu
hakkında hiçbir fikirlerinin olmadığını ortaya çıkarmıştı.
Argus’un bir kozu vardı. Onu oynamak için son bir çekincesi
vardı: kahramanın nişanlısı. İkilinin şu anda balayı aşamasında olduğunu
duymuştu. Ve bu yüzden onun yanında olmasını ve ona desteğini sunmasını
beklemişti, özellikle güçlükle dolu böyle zamanlarda. Aslında casusları,
Maskeli Üstat’ın baloya katılmak için çok istekli olduğunu belirtmişti.
Ve buna karşın, ortada yoktu.
Argus, istemeden adamın perde arkasından bir şeyler
karıştırdığından şüphelenmişti. Sadece kendi sinirine dayalı olan, her şeyin ne
kadar kötü ilerlediği varsayımından kaynaklanıyordu. Bunu bilerek derin bir
nefes aldı, kendini sakinleştirdi ve bu düşünceyi bir kenara koydu.
Üstatın ne yapmakta olduğu gerçekten önemli değildi.
Planının son kısmının başarısı, kesinlikle her iki büyük tehdidin var olmasına
dayanarak hazırlanmıştı. Ama üstat gitmiş olsa bile, kendisi kesinlikle
başarılı olacaktı. Gereken tek gerçek ön koşul, kahramanın varlığıydı. Hitabet
sanatında yetenekli olması kötü giden her şeyin üzerini örteceğinden, eğer
üstat karışsa ve komplonun etkinliğini düşürse bile durumu istediği yöne doğru
yürütebileceğini biliyordu.
Güçlü mevkilerde olan müttefiklere sahip olmak iyiydi, ama
ne olursa olsun gerekli değillerdi. İhtiyaç duyduğu tek şey, aptal kitlelerin
gözlerini boyamak ve onları manipüle etmekti. Bu zamana kadar yaptığı gibi.
Başarısının bütün tohumlarını çoktan atmıştı. Kahramanın saygınlığını azaltmak
için yaydığı tüm söylentiler, sıradan halkın ondan şüphe etmesine sebep
olmuştu. Argus, her ne olursa olsun komplosunu kolaylıkla tekrar rayına
oturtabileceğinden emindi. Çünkü hala üstündü.
“Majesteleri, böyle keyifli bir akşamın ortasında size engel
olmaktan çok üzgünüm ama, dikkatinizi kısa bir süre istirham ediyorum.” Bir
asker, daha doğrusu kraliyet muhafızlarının bir üyesi, balo salonuna girdi ve
kralın yanına hızla ilerledi.
Muhafız raporunu majestelerinin kulaklarına fısıldarken,
birçok soylu da ikilinin etrafında toplanmaya ve çeşit çeşit dedikodu yapmaya
başladılar. Ama Argus onlara katılmadı.
Çünkü onların aksine o, başarısını kutluyordu.
“Hmmm...” kral, askeri dinledikten sonra sırtını dikleştirdi
ve bir süreliğine düşündü. “Bu sorunu bana bildirdiğin için teşekkür ederim.”
Muhafızı yolladıktan sonra, etrafında toplanan kalabalığa doğru döndü.
“Bayanlar ve Baylar beni dikkatli dinleyin. Kale, bir grup aptal tarafından
kuşatma altına alındı. Birkaç kişi kaleye sızdı ve silahlı bir saldırı
başlattı.”
Ses bütün balo salonuna yayıldı.
“Ne cüret! Böyle harika bir etkinliği mahvetmek!”
“Silahlı adamlar mı!? Burada mı!?”
İki farklı grup vardı. İlki panikleyenlerden oluşurken,
ikincisi kralın yanında toplanan askeri personelden oluşuyordu.
“Majesteleri, derhal burayı terketmeniz gerek! Lütfen, güvenli
bir yere kadar size eşlik etmemize izin verin!”
Bir grup subay etrafında toplandı ve kalkan görevi görüp onu
potansiyel saldırganlardan korumak için daire oluşturdu. Ama kaçmak yerine,
kral sadece konuşmaya devam etmişti.
“Sakin olun!” Odada bulunan çoğu kişinin aksine, hükümdar
kendine hakim olmuştu. Odada gürüldeyen sesi, tamamen düzeni sağlamasa da en
azından paniği azaltmıştı. “Panik içinde olmanın bir anlamı yok. Saldırganlara
çoktan uygun şekilde müdahale edildi. Bu duyuruyu yapmış olmamın sebebi, onları
defetmekten sorumlu adamın yakında burada olacağını size bildirmekti.”
Argus şüphelenmeye başlamıştı. Böyle bir duyuruyu
beklemiyordu. Adamlarına yerlerinden kımıldamamaları, görevleri tamamlandıktan
sonra baloya gelmemeleri söylenmişti. Kaygıyla dolmuştu. Bir şeyler yanlıştı.
“Girebilirsiniz!”
Kralın emriyle açılan kapılar, arkalarında bir çift adamı
gün yüzüne çıkarmıştı.
“N-ne!?” Baron irkildi.
Çünkü, ordusunun komutanı gerçekten de gelmişti. Sadece
kendi isteğiyle değil. Hala rütbesini ifade eden zırhı giymekte olan asker,
omzunda bulunduğu adamın aksine baygındı.
Argus diğer adamı şahsen hiç görmemişti.
Ama yine de onu tanımıştı.
Planlarını bozmasından endişelendiği adamdı.
Maskeli Üstat.
“İyi akşamlar.” dedi üstat. “Buraya birkaç kuklacıyı ezmeye
geldim.”