Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kahramanın Adamı, Doğruluğun İblis Lordu Sahneye Çıkar - Kısım 1
Nell, Enne ve prensesle yollarımı ayırdıktan sonra yaptığım
ilk şey, bir grup adama katılmaktı. Benim aksime, onlar resmi kıyafetler
giymiyordu. Ne de kalenin arazisinde bulunmalarına izin verilmişti. Eldeki
verilere bakarsak, kralın bahçesine izinsiz girmişlerdi.
“Al bakalım piç kuruzu!” En yakınımdaki izinsiz gireni
suratından yakalayıp, suratını iyice sıkıp ve dostlarından birine fırlattıktan
sonra grubun bütün üyeleri, birden ortaya çıkmış olmamın şokunu atlatmayı
başardı. Kabul etmeliyim ki, yaptığım açılış alçakçaydı, ama öyle olsa bile,
hareket edememeleri kendi sorunlarıydı, benim değil.
“S-sen de kimsin!?”
Sorusuna cevap vermek yerine, karnına güzel bir döner tekme
attıktan sonra yanındaki adamı yumruklayarak zavallı adamın dönerek havaya
fırlatmıştım.
“Ne oluyor lan!? Lanet olsun!”
Diğerleri anca dostlarından dördünün düştüğünü gördükten
sonra kılıçlarını çekebilmiş ve savurmaya başlamıştı. Bütün bir gruplardı, ama
statlarımızın arasındaki fark hasar almaktan kaçınmamı, bire saymak kadar
kolaylaştırıyordu. Kalabalığın içinden bir yandan saldırılarından kaçarken, bir
yandan yumruklarla ve tekmelerle ilerledim. Kılıçlarını sadece çıplak ellerimle
kolaylıkla kırmış olmam, etkisiz hale gelmeden önce şaşkınlıktan
donakalmalarına sebep olmuştu.
“Neyle uğraştığını anlıyo---” başları gibi görünen adam beni
konuşarak ikna etmeye çalışmıştı, ama ikna olmaya niyetim yoktu.
“Kapa lan çeneni, aptal! Saçmalıklarına ayıracak zamanım
yok!”
Hızlı bir başlangıçtan sonra vücudumun alt kısmını kaldırdım
ve yüzüne yukarıdan aşağı doğru bir tekme indirdim. Bununla birlikte ayakta
kalan son adam da düşmüştü, daha doğrusu düşmemişti. Saldırım, başını
arkasındaki duvara gömmüş ve o şekilde kalmasına sebep olmuştu.
Bütün grubun ayağımın dibinde baygın yatması, sadece birkaç
dakikamı almıştı.
“Bu tam bir katliamdı, Maskeli.”
Tanıdık bir kadın şövalye, bıkkın bir sesle beni selamladı.
O, Carlotta De Maya sadece Nell’in patronu değil, aynı zamanda, arkasındaki
sayısız adamdan anlaşılacağı üzere, bütün paladin ordusunun lideriydi. Onu tam
olarak tanıdığımı söyleyemezdim ama yabancı da değildi. Alshir’i ilk
ziyaretimde bana birçok yardımı dokunmuştu ve çabalarımı desteklemişti.
“Evet, şöyle ki, eğer benim yerimde olsan sen de zıvanadan
çıkardın. Bir grup azgın soylu nişanlıma asılırken, benim burada boş boş oturup
zaman harcayacağımı mı sanıyorsun? Hayatta olmaz! Acilen geriye dönmem ve
pislikleri uzaklaşana kadar püskürtmem gerek.”
“Durumu tarif edişin, sanki bunun gerçekleşeceğini tam
olarak gördüğünü ima ediyor.” Güldükten sonra, daha meraklı bir şekilde devam
etmişti. “Ve ikiniz tam olarak ne zaman nişanlandınız? Bu kadar yakın
olduğunuzu fark etmemişim.”
“Evet, değildik, ama sonra bir şeyler yaşandı.”
“Şeyler mi?”
“Evet, hem de çok fazla.”
“Anladım...” diyerek güldü. “Daha bilgilendirici bir cevap
umuyordum, ama sanırım şimdilik bununla yetineceğim.”
“Her neyse, eğer buradaysan, başlarında olman gereken bütün ahmakları
hallettiğini tahmin edersem muhtemelen yanılmam diye düşünyüorum, öyle mi?”
“Doğru. Bizi haberdar ettiğin her bir grubu, daha doğrudan
tuzağa yürüdüklerini fark edemeden bastırdık ve yakaladık.”
“Güzel. O zaman geriye kalan tek şey, kalenin içinde takılan
birkaç adamı halletmek ve bu gecelik paydos etmek.”
“Katılıyorum. Nell’e zarar vermeye çalışan her kim olursa
olsun, gözünün yaşına bakılmayacak.”
Karşılıklı hırçın bir şekilde sırıtırken kaleye geri dönüş
yoluna koyulduk. Konuşmalarımızdan anlaşılacağı üzere, ortak bir operasyonun
ortasındaydık. Araştırmalarım nihayetinde, kilisenin büyük bir çoğunluğunun
aslında Nell’in gönderilmesini istemediği sonucuna varmıştı. Sadece iki büyük
baş, iki kardinal, bunu istiyordu. Birisi gizlice gözetlediğim şerefsizdi,
diğeri ise onun yakın arkadaşlarından biriydi. Kendi adamları bile onlara itaat
etme meraklısı değildi, ama nüfuzlarının ne boyutlarda yayıldığını bilmiyordum.
Bu yüzden kiliseyle bir iş birliği yapmak kolay olmamıştı.
Carlotta, onların komutasının dışında bir orduya aitti ve dini organizasyon
içinde bulunan güvenebileceğimi bildiğim tek nüfuzlu kişiydi. Kral bile ona
kefil olmuştu. Yine de, ona ilk yaklaşma çabam, söz konusu kişi şehirde
bulunmadığından, pek de iyi gitmemişti. Tahmin edilen dönüş zamanı belli
olmayan bir iş için şehir dışında olduğundan, o an için kilisenin yardımını
güvenceye almaktan vazgeçmiştim.
Neyse ki tesadüf eseri son anda dönmüş olduğu için onunla
bağlantıya geçtim ve yardımını istedim. Durumları hakkında bilgi alır almaz,
şövalya hanım hemen yardım teklif etmişti. Görünüşe göre, “bunamış yaşlı
morukların kiliseyi istedikleri gibi yönetmelerine” pek de meraklı değildi.
Yardımının yararlılığının sınırı yok gibiydi. Göz açıp kapayıncaya kadar bizim
tarafımızda olacaklara ve olmayacaklara saptayabilmişti. Hatta, aşırı yetkin
paladin, ikna edilmesi gereken herkesi konuşarak ikna edecek kadar ileri bile
gitmişti. Onun sayesinde, kilisenin işlerini umursama konseptini az çok
sallayabilmiştim. Ve sadece bu da değildi. Ayrıca, elimdeki görevde bana
yardımcı olmaları için bir grup şövalye bile konuşlandırmıştı: dahil olan
herkesi yakalamak. Bu sadece, şehrin en önemli hükumet binalarının birçoğunun
yakınına konuşlanmış serseri gruplarını kapsamıyor, ayrıca onları yakalamaya
hazır olan askerleri de kapsıyordu.
Düşmanlarımın yürüttüğü “dahiyane plan”, klasik, “çözmek
için sorun çıkarmanın” basit bir uyarlamasıydı. Gizlice bir sorun çıkarmayı
planlamışlar, böylece bunu çözerek övgü almaktı. Yani, bugün Alshır’de
toplanmış bütün serserilerin burda olmasının tek sebebi, parayla tutulmuş
olmalarıydı. Her ne kadar onlardan, bir aptalın yardakçıları olarak bahsetmeye
niyetim olmasa da, magandaların büyük bir kısmı, teknik olarak Allysialı
askerlerdi, özellikle prensin isyanı sırasında onun tarafında olanlardı. Sadece
emirlere uyduklarından, kral ülkenin kontrolünü ele geçirmek için o kadar
çabaladıktan sonra bile, adamların hiçbiri cezalandırılmamıştı. Ama bu,
gerçekten affedildikleri anlamına gelmiyordu. Kabahatlerinin farkında olan diğerleriyle
birlikte iş arkadaşları, onlara her zaman şüpheli ve saygısız bakışlar
atmışlardı. Ve bundan hiç memnun olmadıkları açıktı.
Muhtemelen Argus’un onları kendi olayına dahil olmaları için
ikna edebilmiş olmasının sebebi de buydu. Ben Alshir’e gelmeden önce
gerçekleşmiş olduğudnan, konuşmanın tam olarak nasıl ilerlediğinden emin
değildim. Durum her neyse, serseriler tuzağa düştüklerinin farkındalarmış gibi
görünmüyorlardı, yani bu, muhtemelen rollerini oynadıktan sonra
susturulacakları anlamına geliyordu. Eh, benim problemim değil. Boktan kararlar
alıp boktan müttefikleri seçerlerse başlarına bu gelir.
Nell, saldırganları uzaklaştırma kısmında görev almazken ve
sadece akşamın tadını çıkarmaya devam ederken, siyasi rakipleri her şeyi
halletmesi için kendi adamlarını kullanacak, sonra bu olayı onun gereksizliğine
ve Allysia’yı güvende tutanların aslında onlar olduğuna dair bir kanıt olarak
kullanacaklardı.
Eğer propagandaları halka yayılırsa, o zaman Nell’in durumu
kesinlikle kötüleşecekti. Çünkü ülkesi, ona körü körüne ona güvenemeyecek kadar
korkuyla yoğrulmuştu. Halkın kesin zafer getirebilecek birisine ya da bir şeye
ihtiyacı vardı. İnançları sağlam kaldığı sürece güven duyabilecekleri, onları
asla hayal kırıklığına uğratmayacak bir sembole ihtiyaçları vardı. Eğer Nell’in
gücünün boyutlarını biliyor olsalardı, o zaman onun hakkında kötü konuşmaya
cüret bile edemezlerdi. Ama bilmiyorlardı. Bu yüzden duydukları söylentileri
yayıyorlardı. Ve bu yüzden, ülkenin hükümdarının tehdit altındayken onun sadece
yiyip, içip, dans ettiğini öğrenmek, ona bağladıkları son umut parçalarını da
yok edecekti.
“Söylemem gerek, gerçekten korkutucu bir adamsın.” Sonraki
görevimize doğru ilerlerken, şövalye kadın benimle konuşmuştu.
“Ne demek istiyorsun?”
“Savaş hünerlerin inanılmaz. Normalde senin kalibrendeki
adamların başka bir yeteneğe sahip olmaması beklenir, ama sen, bu olay
süresince, bilgi toplama konusunda da gayet yetenekli olduğunu kanıtladın. Tek
başına bu kadar bilgi toplayabilmiş olman gerçeği, neredeyse her şeyi
görebildiğinden şüphelenmeme sebep olacak.”
“...Pekala, makul. Gerçekten de biraz korkutucuyum, öyle
baktığın zaman.” dedim gülümseyerek. Şövalye hanımın tahmini şaşırtıcı derecede
isabetliydi.. Her şeyi görmüyordum ama, kem gözlerimi ve kem kulaklarımı doğru
yerleştirdiğim sürece ne istersem onu görür ve duyabilirdim.
Alshir’deki günlerim meşgul geçmişti.. Perde arkasından,
görgü kuralı öğrenmek olsun, dans etme sanatını kendime zorla sokmak olsun ya
da Enne ve prensesle evcilik oynamak olsun, hep şunu bunu yapıp duruyordum.
Casusluk üzerine çabalamak, nihayetinde mükemmel bir yatırım olduğunu
kanıtlamıştı. Karşı olduğum aptal, kendi evinin sınırları içinde planları
hakkında atıp tutarken, gizlice dolaşıp onu duyabilecek kadar iyi olduğum
ihtimalini asla aikkate almamıştı. Sürekli her bir detayı önüme döküp durması,
birkaç kez beni güldürmüştü. Heh. Bir iblis lordunu hafife alırsan böyle olur
işte.
Gerçi, bilmek, savaşın sadece yarısıydı. Başkentteki her bir
serseriyi ben bile tek başıma temizleyemezdim, en azından zamanında. Sayıları
çok fazlaydı. Ayrıca, kralın adamlarının yardımını almak da ne yazık ki mümkün
değildi. Kraliyet muhafızları güvenlikle uğraşmakla meşguldü ve benim
saçmalıklarım için hiç boş vakitleri yoktu. Neyse ki şövalye hanım son anda
baskın yaptı ve günü kurtardı.
“Ama demek istediğim, gerçekten, beklenildiği kadar tabii
ki. Kralın grubunda olmak, en iyiler için ayrılmış bir yer olmalı, değil mi?”
“Gerçekten onun adamlarından biri olduğunu ima ediyorsun.”
dedi paladin, bilen bir sırıtışla.
“Neden bahsettiğini bilmiyorum.” Soruyu omuz silkerek
geçiştirdim. “Görünüşe göre kraliyet muhafızları biraz ileride bir gruba denk
gelmiş. Aptalın adamlarından oluşan bir ikinci grup biraz daha uzakta bekliyor.
Görünüşe göre araya girip “yardımcı olmak” için bekliyorlar, çünkü muhtemelen
savaş başladığı anda ortada belirmek biraz şüpheli olurdu.” Uzaktaki bir yere
bakarken gözlerimi kısmıştım. “Cahil rolü yaparak onları temizlemeye ne
dersin?”
“Memnuniyetle.” Omzunun üzerinden geriye baktı ve bir emir
verdi. “Dinleyin beyler! Kraliyet muhafızı olmayan herkes düşmandır. Ne
söylerlerse söylesinler onları tutuklayın!”
“Peki hanımım!”
Altında çalışan paladinler, Nell’in iş arkadaşları ve
meslektaşları, coşkulu bir sesle kollarını kaldırdırırken hızlanmaya
başladılar.
***
Gruba bir süre daha liderlik ettim. Çatışma noktasına
ulaşmamız birkaç dakikamızı almıştı.
Her ne kadar kralın adamları hazırlıksız yakalanmış olsa da,
serseri-asker adamlarla kendi başlarına mücadele edebilmişlerdi. Hatta, biz
araya girmesek bile muhtemelen galip çıkabilirlermiş gibi görünüyordu,
özellikle kraliyet muhafızlarının diğer üyeleri onlara zamanında yetiştiği
için. Mevcut durum kısmen adamların tetikte olmalarından kaynaklanıyordu. Kral,
kalenin saldırıya uğrayabileceğine dair onları uyarmıştı--dolaylı da olsa,
potansiyel aptalların Argus’un planlarını anladığımızı öğrenmelerine engel
olmak için.
“Pekala şövalye hanım, kraliyet muhafızlarına destek işini
sana bırakıyorum.”
“Anlaşıldı. Sen nereye gideceksin?”
“Ah, bilirsin işte, sadece baloya gideceğim. Bu fırsatı,
bütün bu saçmalıkların arkasındaki piçe onun ensesinde olduğumuzun fark
etmesini sağlayacağım ve ayrıca yarasına biraz tuz basacağım.”
Bu ve ardından birkaç ayrılık cümlesinden sonra uzaklaştım.
Her ne kadar baloya gideceğimi söylemiş olsam da, aslında oraya hemen
gitmeyecektim. Orası ikinci durağımdı. İlk durağımda çok daha fazla asker
popülasyonu vardı. Dramatik bir giriş yapmak için bekleyen grubun arkasına
sızdım ve hemen dışarıdan izleyen birinin şaşırıp beni deli zannetmelerine
sebep olacak bir şey yaptım. Havaya bir kaplan dizi attım, ardından kontrol
yakalamasıyla devam ettim ve kollarım açık bir şekilde dönmeye başladım. [1]
Eğer Büyülü Göz’e sahip biri durumu görseydi, benim deli
olmadığımı hemen fark ederdi. Ya da yalnız olmadığımı.
“Neden beni görebiliyorsun!?”
“Kendinizi gizlemek için böyle zavallı bir denemenin
gözümden kaçmanızı sağlayacağını mı sandın, salak?” Hız kazanıp kollarımı daha
da güçlü bir şekilde döndürmeye başlarken mayak gibi gülmüştüm.
Yeterli momentumu kazandıktan sonra, tuttuğum ayak bileğini
serbest bıraktım ve sahibini düşman saflarının ortasına fırlattım. Hareket
ettiği hız, az önce fark ettiğim adamın büyüsünü bozmuş ve dostlarına çarparken
görünmesini sağlamıştı. Hmm... görünüşe göre üç tane falan avladım. Ehhh...
yarısını indirmeyi planlamıştım ama hiç yoktan iyidir sanırım.
İlk saldırıda yere düşmeyenler silahlarını çekti ve etrafımı
sardı.
“Sen... kahramanın adamı mısın?” Soru, yüzü bir tam miğferin
altına şüpheli bir şekilde gizlenmiş bir adam tarafından sorulmuştu. Zırhı
diğer herkesten biraz daha süslüydü, ki bu, onun bu birimin komutanı olduğunu
ima ediyordu. Dikkatimi çeken bir diğer şey ise sesiydi. Sesi, çoğu erkeğin
orta yaş krizinden geçerkenki yaşlarda olduğunu hissettirmişti.
Yüzü tamamen görünmüyor olsa da, onun tam olarak kim
olduğunu bildiğimi söylememe gerek bile yok. Topladığım bilgiler bu herifin,
başkente geliş yolunda kendimizi içinde bulduğumuz olaya sebep olan şerefsizin
altında çalışan adamlardan biri olduğunu söylemişti.
“Ah, görünüşe göre sizler beni çoktan tanıyorsunuz.” dedim.
“Bu doğru. Kahramanın en inançlı astlarından biriyim. Ve bu yüzden, bir
ibli--şey, adalete inanan ve uygulayan biri olarak, buraya birkaç kötü adamın kıçına
şaplak atmaya geldim.”
“Eğer amacın adaletse, o zaman bize saldırmaman gerek!
Buraya sadece yardıma geldik, çünkü kalenin yakın zamanda bir saldırıya maruz
kalacağını fark ettik!”
“Bu bir palavra ve bunu biliyorsun! Siz yarak kafalar,
kraliyet muhafızlarının çoktan savaşmakta olduğunu bildiğiniz belli olmasına
rağmen öylece duruyorsunuz!”
“Bu bir yanlış anlaşılma! Ve tamamen asılsız! Böyle bir
iddia için hiçbir dayanağın yok!” diye bağırdı komutan. “Eğer bize karşı
çıkmaya devam edersen, o zaman seni bir istilacı oalraaaaaagh!?”
Onu daha fazla dinleyecek kadar kafayı yememiştim; çoktan
onun hiç masum olmadığını biliyordum, o yüzden yüzüne bir yumruk geçirerek
çenesini kapadım ve adamlarını yerlerinden hoplattım.
“Ne!? Bu ne cüret!” diye bağırdı birisi.
“Seni sinsi korkak!” diye bağırdı bir başkası.
“İltifat için teşekkürler.” Adamın işini bitirirken kötücül
bir şekilde gülmüştüm.
Askerler iyi eğitimliydi. Ben başlatır başlatmaz karşılık
vermeye başlamışlardı, ama yine de çok zayıflardı. Uğursuz Orman’ın cin
cüceleri bile onlardan daha tehdit ediciydi. Her ne kadar bilincini yitirmiş
vücutlarını sağa sola fırlatıyor olsam da, potansiyel negatif tepkiler yüzünden
kimseyi gerçekten öldürmüyordum. Bunun yerine, normalde kızlarla oynarken
kullandığım teknikleri kullanıyordum; aile üyelerimi incitmemek için elimden
geleni yaparken edindiğim kontrol, her bir adamı zorluk çekmeden bayıltacak
kadar kuvvet uygulamamı sağlıyordu.
Evdeyken, sadece yumurta kırmak için bile sık sık beni
çağırırlardı. Heh. Hatta bana Yumurta Kırmanın İblis Lordu derlerdi. Siz de bu
kadar havalı olmak isterdiniz.
“Pekala, bu işte bu kadardı.” derken, şövalye hanımın
desteklemek için gittiği kraliyet muhafızlarına doğru baktım. “Ve görünüşe göre
onun da işi bitmiş.”
Hala gündemim yapılacak birkaç şey kaldığından, arkamı
temizleme işini Carlotta’ya bırakarak, komutanı yakasından yakaladım ve baloya
doğru giderken arkamdan sürükledim.
[1] Street Fighter göndermesi. Kaplan tekmesi Sagat’ın,
döner yumruk Zangief’in saldırısı. Kontrol yakalaması ise her karaktere özel
olan, yakalayarak yapılan bir hareket.