Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kahramanın Adamı, Doğruluğun İblis Lordu Sahneye Çıkar - Kısım 3
“İlerleme açısından ne noktadayız?” Gramofonun borusundan
burnu büyük bir erkek sesi duyuldu. Ses, tam da asilzadelerden beklenebilecek
gurur ve zarafette çıkmıştı.
“Başarılıyız efendim. Her şey sorunsuz ilerliyor.” diye
cevapladı bir ikinci, kaba sesli bir adam. “Yemi yuttular. Onların yardımlarına
koştuğumuzda çok sevineceklerini söylemek yanlış olmaz.”
“Bu harika. Ama gerçekten de başarı şansları olduklarından
eminler mi?” diye sordu ilk adam. “Sadece merakımı gidermek için soruyorum.
Durum her neyse, anlaşma bize sadece kolaylık sağlıyor.”
“Onlar öyle düşünmüyor. Kendilerini, ülkenin mevcut durumundaki
yanlışı düzeltmek için verilmesi gerekli kurbanlar olarak görüyorlar.”
“O zaman umalım da başarılı olmak için ellerinden gelenin en
iyisini yapsınlar. Bu ülke için.”
“Yapacaklarından eminim efendim.”
İki adam karşılıklı kötücül birer kahkaha attılar.
“Mükemmel. Görünüşe göre kaleye yapılacak saldırı
planlandığı şekilde ilerleyecek. Bu konuyu geçip, daha ince detaylardan
bahsedelim.”
Kayıt çalmaya devam ediyor, ikili “mükemmel planlarını”
tartışırken detay üzerine detay ifşa ediyordu.” Casus filmlerinde kahramanlar
ve kötüler, dinlenme korkusundan dolayı genellikle şifreli konuşurlardı, ama ne
Argus ne de konuştuğu kişi böyle bir şey yapmamıştı. Modern teknolojilerden
haberi yoktu ve muhtemelen evinin, kendini kısıtlamadan konuşması için güvenilir
birkaç yerden biri olduğunu düşünmüştü. Tedbirsizliği sayesinde sadece
hazırladığı komplo hakkında bilinebilecek her şeyi öğrenmekle ve çeşit çeşit
önlem bulmakla kalmamıştım, ayrıca kanıtı kendi kelimeleriyle sunmuştum.
Aksine, sesini kaydetmek için evini cihazlarla döşemek, onun ağzına sıçma
işleminin diğer herhangi kısmından çok daha zor olmuştu. Heh heh heh. Bu işin
nasıl tek taraflı olduğunu görüyor musun piç herif? Seni birden çıkardığım
saçmalıklarla nasıl tamamen köşeye sıkıştırdığımı görüyor musun? Bu yüzden
iblis lortlarına karşı gelmemelisin. Üstünlük için kaba kuvvetten fazlasına
sahibiz. Hatta daha iyi teknolojilerimiz bile var.
“Buradaki herkesin kabul edeceğinden emin olduğum üzere,
konuşan kişi kesinlikle sensin.” dedim, sırtında otururken bacak bacak üstüne
atarak. “Eee? Başka bahanen var mı? Yoksa nihayet sana kazdığım mezarlıktan
hileyle kaçmaya çalışmayı bıraktın mı?”
“O-o kaydı nasıl adın!?”
“Nasıl mı? Başka nasıl olabilir? Evine gizlice soktum ve sen
bir moron gibi vır vır konuşurken kayıt almasını sağladım. Ya ne olacaktı?”
“Bu imkansız! Yakalanmadan çalışma odama kadar gelmiş
olmanın mümkünatı yok!”
“Doğru ya, bir sürü alarmın falan vardı, değil mi? Evet,
kusura bakma. Hepsini bozdum.”
Hadi be. Böyle ilkel sistemlerin seni güvende tutacağını mı
sandın cidden? Ev içi güvenlik ağına büyülü gözümle baktığımda, kaçınıp onları
etkisi hale getirmek için ihtiyacım olan bütün bilgiyi almıştım.
“O-o zaman bu, topladığın kanıtların geçersiz olduğu
anlamına gelir! İ-illegal olarak toplanmış bir şeyi kanıt olarak sunamazsın!
V-ve zaten bunlar başından beri yalan! Bana kumpas kurmak için bir şekilde bunu
düzenlemiş olmalısın!”
“Dostum, gerçekten ne zaman pes etmen gerektiğini öğrenmen
gerek.” Saçma iddialarına aldırış etmeden gözlerimi devirdim. “Etrafına bak!
Gerçekten buradaki herhangi birinin söylediğin şeyleri artık umursayacağını mı
sanıyorsun?”
Zor da olsa başını kaldırdı ve odaya bakındı--karşısında bir
dizi soğuk, sert bakışlı insanlar vardı. Soylular, iki yüzlü piçler olmalarıyla
meşhurlardı, o yüzden yüzlerindeki ifade gerçek düşüncelerini ortaya koymamış
olabilirdi. Ama öyle olsa bile, odada bulunan herkesin Argus’u daha fazla
desteklemenin bir anlamı olmadığını hissettiği açıktı. Kendi tarafından olanlar
bile onu savunmak için seslerini yükseltmemişti.
Ona bakmayanlar sadece, malikanesini kem gözlerimle tararken
sık sık gördüğüm, en yakın arkadaşları olacak çöp torbalarıydı. Aslında onlar
gergin bir şekilde boncuk boncuk terlemekten Argus’a hiç bakamıyorlardı.
Beklentiler üzerine kurulu yüksek sosyetede, en faydalı
olacak yolu seçerdiniz. Bu yüzden fırsatçılar nadiren diğer şahıslardan
faydalanmayı kovalardı, hatta tesadüf eseri bu şahıslar tamamen cezai
eylemlerde bulunuyor olsalar bile. Ancak aynısı, en yakın müttefikler için
söylenemezdi. Faillerle yakın ilişkii içinde olanların, birkaç küçük iyiliğin
aksine gerçek ortaklık teklif edenlerin, komplo ortaya çıktığı zaman ceza
alacağı kesindi. Biliyor musunuz, bu şerefsizler bunu hak ediyor. Nell’e kazık
atmaya çalışırsanız karşılığında bunu alırsınız. Ve bana da. Merak etmeyin.
Sizi yerin altına gömdüğümde yaptığınız hataları düşünmek için dünya kadar
vaktiniz olacak.
“Koşulların netleştiği ve başka kimsenin söyleyecek bir şeyi
olmadığı anlaşılıyor. Muhafızlar, götürün onu!”
Kral bu sözü, aşırı dramatik bir el hareketiyle birlikte
derin, gürleyen bir sesle söylemişti. Emri kapının yanında duran iki muhafızın
bana doğru gelmesine sebep oldu. Eğilerek selam verince Argus’un sırtından
kalktım ve onu omuzlarından yakalayıp zorla kaldırarak yakalamalarına ve şikayetlerine
ve kıvranmalarına rağmen onu zorla götürdüler.
Balo salonunun yarısını geçtikten sonra bokkafalı
güvenebileceği birini gözüne kestirmişti.
“L-lordum! Lütfen bana yardım edin! Yanlış bir şey
yapmadım!”
Her ne kadar orta yaşlı olsa da sırtı sopa gibi dümdüz duran
yaşlı bir adama çaresizlik içinde yalvarırken gözleri dolmuştu--
“...Seni lehine söyleyecek hiçbir şeyim yok.”
--ancak soğuk bir şekilde reddedilmişti. Peşinde olduğum
bakan Jaynor Redrius, muhafızların iş ortağını salondan dışarı çıkarmalarını
izlerken, ne düşündüğü anlaşılamayan bir ifadeyle sadece tek bir cümle sarf
etmişti.
“Vay canına Bakan, bayağı soğuk birisiniz, öyle mi? Sizin
emriniz altında çalışmıyor muydu?” Jaynor’a doğru ilerledim ve ona meydan
okuyan bir sırıtış fırlattım.
Argus’u suçladığım zaman birçok soylu hareketlenmişti. Ama o
zamanki gürültü miktarı, ikinci suçlamamın ardından gelen kargaşanın yanından
bile geçemezdi. Çünkü baronun aksine bakan hem askeri hem de hükumet işlerinin
ortasında bulunan önemli bir figürdü.
“Seninle tanışmak bir zevk Maskeli Üstat.” dedi, hıhlayarak.
“Her ne kadar neden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim olmadığını söylemek
istesem de, mevcut durumda kulağa pek de inandırıcı gelmeyecektir.”
Aptalı oynamayı çalışmıştı, ama ilk hedefin aksine o, bunu
asaletli bir şekilde yapmıştı. Bahaneler ya da açıklamalarla uğraşmak yerine
benimle doğrudan yüzleşmişti. Sinir bozucu seviyede gürültücü olan diğer adamın
aksine Jaynor’un sesi alçaktı. Sanki boyun eğercesine konuşmuştu.
“...Cesaretli bir tepki Sör Redrius.” Kral yine derin,
gürleyen bir sesle konuşmuştu. Bu seferki, o kargaşada bile duyulacak kadar
yüksekti. “Kendinizi açıklayacak bir sözünüz var mı?” Adama hitap ederken
Argus’a gönderdiği kızgın bakışların aksine sert bakışlar atmıştı. Diğer adamın
niyetini tartmaya çalıştığını belirten bir bakıştı.
“Böyle zamanlarda gerçekten de nispeten acımasız bir mizaca
sahipsiniz majesteleri.” dedi Jaynor. “Siz de benim kadar biliyorsunuz ki,
sizin şu korkutucu adamınız beni çoktan köşeye sıkıştırdı. Söyleyeceğim hiçbir
şey dikkate alınmayacaktır.”
“Sanırım haklısın. Gerçi, her ne kadar Argus farklı
taraflarda çalışıyor gibi görünse de, bağlılığını gerçekten verdiği kişinin sen
olduğunun gayet farkındayım. Doğrudan üstü olarak, ona ait suçların sorumluluğunu
sen de paylaşıyorsun.”
Yüzsüz bir yalandı bu. Aslında ne kral ne de ben iki adamın
iş arkadaşlığının dışında, kesin olarak birbirleriyle ilişkili olduğunu
gösteren bir kanıt bulamamıştık. Ama yapabileceğimiz en iyi şey buydu. Argus’u
idare edemediği için Jaynor’u cezalandırma yolu, seçebileceğimiz tek yoldu.
Çünkü, her ne kadar baronu olaya dahil etmek kolay olduysa da, bakan değildi.
Gece gündüz gözümü üzerinde tuttum. Kralın adamları da öyle. Ve buna karşın,
Argus’un bir tür destek olabileceğini ima eden birkaç şey dışında bir şey
bulmayı başaramamıştık. Hepsi bu.
Savunma Bakanlığındaki görevinin hak edilmemiş olmadığını
kabul etmeliyim. Bok kafalıdan çok daha temkinliydi. İkisi şahsen görüşse bile,
Jaynor Argus’u bir iş arkadaşı değil de bir arkadaş olarak kabul etmişti her
zaman. Ve diğer adamın aksine o, kendisinin bir suç işlediğini ima edebilecek
herhangi bir şey söylememişti. Sanki izlendiğini biliyordu. Hatta bahse girerim
biliyordu da.
“Sanırım yapmak zorundayım. Pekala, benim durumumda olan
herhangi birinin yapacağı gibi kendi kendime çıkacağım.” dedi. “Erken
ayrılışımı mazur görün.”
Jaynor hiçbir direniş göstermeden bir çift kraliyet
muhafızının ona yaklaşması için bekledi ve balo salonunun dışına kadar onları
takip etti. Normalde onun tutuklanmasını görmek içimi bir başarı hissiyle
doldurmalıydı. Ama şu anda sadece bir şüphe hissi uyanıyordu. Bir dakika. Ne?
Bu kadar mı? Tutuklanmasına izin mi veriyor? Ne düşünüyor lan bu? Ben... ne?
Anlamıyorum.
Argus’un motivasyonu gayet açıktı. Araştırmalarım, baronun
kendi nüfuzunu artırmaya çalıştığını hemen ortaya çıkarmıştı. Diğer yandan
Jaynor tam bir gizemdi. Öğrendiğim hiçbir şey onun asıl niyetini ortaya
çıkaramamıştı. Ancak bu, kapsamlı isteklerinin farkında olmadığım anlamına
gelmiyordu. İnançlarının militaristik olduğunu ve ülkenin şu anki durumundan
memnun olmadığını biliyordum. Ama bu operasyondan ne kazanç sağlaması
gerektiğini anlayamıyordum. Ya da böyle riskli bir şeye girişmeyi seçtiyse
neden böyle kolay geri adım attığını.
Tüm mantık devrelerim onun bir şeylerin peşinde olduğunu,
hala oynayacağı bir kart olduğunu söylüyordu, ama başımı sallayarak bu
düşünceleri uzaklaştırdım. Bunun üzerine bu kadar düşünmenin bir anlamı yoktu.
Üçkağıt bitmişti ve onun tarafına çoktan zarar verilmişti. Bir şey diyeyim mi?
Siktir et. Dolambaçlı işlerle uğraşmanın bir anlamı yoktu. Pekala onunla oturup
konuşabilir, doğrudan yüzleşebilirdim. Ve eğer konuşmayı reddederse,
konuştururdum.
Şüpheleri olan tek kişi ben değildim. Jaynor ayrılırken,
kral da ona temkinli bir şekilde bakmaya devam etmişti. Ama nihayetinde kral,
benim gibi, yapılacak her şeyin yapıldığı sonucuna varmıştı. En azından şu
anlık. Kapılar Jaynor’un ardından kapandıktan sonra, hükümdar kalabalığa döndü
ve az önce şahit oldukları olayları hala tartışmakta olanların dikkatini çekmek
için ellerini çırptı.
“Bayanlar ve Baylar, dikkatinizi bana verir misiniz lütfen!”
dedi. “Gerçekten de bir dizi beklenmedik koşullara şahit olduğumuzu anlıyorum.
Ancak, baloyu böyle ufak rahatsızlık sebebiyle sona erdirmek için bir sebep
görmüyorum. Gece daha yeni başlıyor. Uygun gördüğünüz üzere tadını çıkarmayı
teklif ediyorum.”
Bir dakika, o az önce cidden ufak rahatsızlık mı dedi? Lanet
olsun. Demek istediğim, canını sıkmaya yetecek bir şey değilmiş gibi göstermeye
çalıştığını biliyorum, ama yine de buna ufak bir rahatsızlık demek birazcık
abartı, bana sorarsanız.
Her ne kadar partiye katılanların çoğunda suçlamalarımın
etkisi sebebiyle hala mırıldanmalar devam etse de, kralın sözlerini başlama
işareti olarak alan orkestra, müziğiyle kısa süre için balo salonunun moralini
yükseltti. Sarsılmış çiftler, dans pistine çıkıp etkinlikten istenen asıl
tecrübeyi tatmaya başlayınca, yavaş yavaş kendilerine geldiler. Gerçi, müziğe
göre hareket etmeye başlamışlar sadece azınlıktı. Çoğu kişi bunun yerine,
Argus’un ve Jaynor’un kararlarını ve arkasından gelebilecek her şey hakkındaki
gözlemlerini ve yorumlarını tartışmayı seçmişti.
“Biraz zamanınızı alabilir miyim Üstat?”
“Ben de ülkemizin kurtarıcısı olarak bilinen adam ile
konuşma fırsatını çok isterim.”
Birkaç soylu kişi konuşmak için bana doğru yaklaşmıştı, ama
bir kumral saçlı kız ile buluşmak adına hiçbirini umursamadım.
“Orada harika iş başardın.” Ona ulaşır ulaşmaz beni bir
gülümsemeyle karşıladı.
“Teşekkürler. Eğlenceli değildi. Bunun üzerine kafa yormak
deli gibi can sıkıcıydı.” diye homurdandım. “Yani, cidden. Bütün bu yüksek
sosyete olayı sadece... öfff...”
Aptal bir soylu olarak reenkarne olmadığımdan o kadar
memnunum ki. Bütün gün bu dingillerle takılma fikri kulağa iğrenç geliyor.
Almayayım.
“Bunu söyleyeceğini bekliyordum.” diye kıkırdadı. “Ben de
aynı hissediyorum.”
“Evet. Ama şimdi bunu aştık. O yüzden, neden gösterimizi
yapmıyoruz?”
“Ne gösterisi?”
“Dans gösterisi tabii ki.” Elini tutarken sırıttım.
“...Hı-hı.“ Kızarırken bir anlığına durakladıktan sonra
gülümsememe karşılık verdi ve başıyla onayladı.
“Hehehe...” kötücül bir kahkaha taklidi için elimden geleni
yaparken onu dans pistine doğru götürdüm. “Nihayet bütün eğitimlerimin boşa
çaba olmadığını sana gösterme zamanım geldi.”
“Tamam, bakalım nelerin varmış.” Diye kıkırdadı.
Birbirimize yaklaştıktan sonra etrafımızda dönerken yavaş
yavaş müzikle hareket etmeye ve birbirimizin gözlerine bakmaya başladık.
“Aa, aklıma ne geldi. Görünüşe göre erkeklerden bayağı bir
ilgi görüyormuşsun.” dedim. “Siktiğimin piçleri. İblis lordunun gelinine
asılacak kadar cesaretleri varmış.”
“Sanırım sadece benim unvanımla ilgileniyorlardı.” dedi
Nell, surat asarak. “Benimle dans etmek için de gerçekten ısrarcılardı.
Davetlerini geri çevirmek gerçekten can sıkıcı bir hal almıştı.
“Soylu toplumu hakkında gerçekten hiçbir bok bilmediğimi
bildiğim için, bu belki de pek büyük bir olay olmayabilir ama, bunun sorun
olmadığından emin misin? Teknik olarak, besin zincirinin üst sıralarında
değiller mi?”
“Muhtemelen en iyi fikir bu değildi. Gerçekten onurlu olmaya
eğilimliler, ama...”
“Ama?”
“B-ben şey... S-senin dışında biriyle dans etmek
istemiyorum.”
Vovovovov. Bu şirin yaratık da ne böyle? Lanet olsun,
kahraman, seni sevimli küçük tilki. Beni tam kalbimden vurdun. İblis lortlarına
hasar vermek zor olmalıydı, lanet olsun!
“...Sanırım iblis lordları gerçekten de kahramanlara karşı
zayıflar.” diye mırıldandım. “Bu lanet olası kritik bir isabetti.”
“Ö-öyle miydi? Sen gerçekten güçlü biri olduğundan, sanırım
bu benim de güçlendiğim anlamına geliyor.” Başta, taşkınlığımdan ötürü biraz
şaşırmış gibi görünüyordu, ama o da oyunuma katılmıştı.
“Bu hiç adil değil Nell! Bana da sıra gelsin!”
“Hı-hı... Adil değil.”
Birbirimizin saçmalıklarına güldükten sonra dans etmeye
devam ettik, ama hem prenses hem de kılıç araya girdi ve şikayetlerini dile
getirdi. Sonuç olarak ikisiyle de dans edene kadar darlandığımı söylememe gerek
bile yok.