Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Olayı Sona Erdirmek - Kısım 1
Gecenin geç saatleriydi. Balo bitmişti; ay çoktan
gökyüzündeki yolculuğunu yarılamış ve Alshir’in sakinleri yataklarında mışıl
mışıl uyuyordu. Uyanık olanlar genellikle, karargahlarının koridorlarında hızlı
bir şekilde yürüyen kutsal şövalyeler gibi, görev icabı olanları kapsıyordu.
Atılan her adıma metal bir zırh tıngırtısı eşlik ediyordu. Yapmakta oldukları
iş idari bir işten ziyade, güç kullanılmasını gerektirebilecek bir işti.
Grubun başında, Faldien Ordusu’nun komutanı olan Carlotta De
Maya bulunuyordu. Henüz bir dizi savaştan çıkmış olmasına rağmen hiçbir
bitkinlik belirtisi göstermiyordu; varış noktası olan kapıya gelene kadar tam
hızda ilerlemeye devam etmişti. Adamları hizaya geçtikten sonra kapıyı
tıklamadan direkt içeri girdi.
“N-neler oluyor!? Salaş, papazvari cübbesinin altından bile
görülebilen koca göbeğe sahip içerideki adam, ses onu uykusundan zorla
uyandırınca yatağından doğruldu. “C-Carlotta!? Neden buradasınız? Yatak odama
girmene iznin yok! Derhal çıkma---”
“Böyle geç bir saatte rahatsız ettiğim için özür dilerim,
ama bu konu geçiştirilemezdi.” Şövalye yüksek rütbeli görevlinin sözünü
gülümseyerek kesmişti. “Kardinal Afdol Dollmorral Lane, sizi vatana ihanet
suçundan tutukluyorum.”
“Vatana ihanet mi? Bu saçmalık!”
Kardinal durumu anlayamamış gibiydi. Bir çift paladin
tarafından tutuklandıktan sonra bir şeyler diyebilmişti.
“B-bir tür yanlışlık olmalı!” Diye bağırdıktan sonra
masasının başındaki şövalyelere döndü. “Ve şunu kesin! Odamı dağıtmayın ve
belgelerimi incelemeyi de kesin! Çok gizli belgelerdir!” Onlara bağırması
bittikten sonra birliğin komutanına döndü ve sert bir bakış attı. “Bundan
öylece kurtulabileceğini mi sanıyorsun!? Bu adaletsizliktir, bu küfürdür! Diğer
kardinaller bunu duyunca, seni derhal görevinden aldıracaklar!”
“Çok fazla bunamışsın.” diye iç çekti Carlotta. “Böyle ciddi
bir şeyi kendi başıma yaptığımı gerçekten düşünüyor musun?”
Dalga geçer gibi gülümseyen paladin bir parşömen kağıdı
çıkardı ve tutukladığı adamın okuyabileceği kadar yakınında tuttu.
“Üzerinden dikkatlice geçmeni öneririm.”
“Ne...? Hayır...!” Gözlerim ardına kadar açılmıştı. “Olamaz!
Neden bu kadar fazlası imzalamayı seçti!?”
Bu resmi bir mektuptu, onu aforoz ettiklerini belirten bir
mektup. Ve, Afdol ve en yakın arkadaşlarından biri dışında her bir kardinal
tarafından imzalanmıştı.
“Artık gerçek bir din adamı olarak görülmüyorsun Afdol ve
kilise ülkeye karşı artık sana koruma sağlamayacak.”
“B-bu olamaz...!”
“Oluyor kardinal, eski kardinal. Oluyor. Zamanın tükendi.”
dedi paladin. “Götürün onu çocuklar!”
“Peki hanımım!”
Adamlarının yeni emekliye eşlik etmesini izleyen Carlotta
keyiflenmişti. Yakın zamanda yeni yatak odası olacak hücreye yerleştirilmesini
bilmek onu heyecanlandırmıştı. Kardinal görüşünden kaybolmadan önce, yetkin
biri olarak tanıdığı bir başak kişi koridordan ona doğru yaklaşmıştı. Onun
yardımcı komutanıydı. Kapı eşiğine vardıktan sonra, tecrübeli asker onu
selamladı.
“Komutanım, Kardinal Elgar’ı başarılı bir şekilde
tutukladığımızı haber vermek için geldim.”
“Harika iş. Onun emrinde çalışanlardan haber var mı?
Herhangi bir hamle yaptılar mı?”
“Hayır hanımım. İş birliği yapmaya ve tüm emirlerimize
uymaya niyetliler.”
“Çok garip...” fazla becerikli paladin kaşlarını çattı.” “En
azından bir direniş olmasını bekliyordum.”
“Bu gerçekten de bir olasılıktı hanımım, ama neden olduğunu
bildiğimden eminim.” dedi. “Çünkü biz astlar üstlerimizi seçme hakkına sahip
değiliz.”
“Sanırım bu, bir komutan olarak bağlılığınızı korumak
istiyorsam etkinliğimi artırmak için daha çok çaba harcamam gerektiği anlamına
geliyor.” diye güldü Carlotta.
“Eğer bunu yaparsanız, o zaman her bir soylunun derin uyuma
yetisini elinden alırsınız hanımım.” dedi yardımcı komutan.
“Aynısı ordunun üst rütbeleri için de geçerli.” diye ekledi
bir başka paladin.
“Canavarları unutmayın. Bölgedeki her şey kuyruklarını
kıstırıp kaçacaktır.” diye ekledi bir üçüncüsü.
“Bunların kötü olduğunu düşünüyorsanız, gecekondu mahallelerinin
ev sahipleri haberleri duyana kadar bekleyin. Suratları kireç gibi bembeyaz
olacak.” diye güldü bir dördüncü.
Yorumları bütün grubu güldürmüştü. Çok geçmeden odadaki
gülmekten yarılmıştı.
“Eğer siz çocuklar bu kadar çok iş istiyorsanız, size uymaktan
gayet memnuniyet duyarım.” dedi Carlotta cesur bir gülümsemeyle. “Daha önceden
konuşmanız gerekti. Yıllardır sizi iliklerinize kadar çalıştırmayı istiyordum.”
Odadaki her bir adam, yardımcı komutan dışında, bir grup
korkmuş kedi gibi anında dağılmıştı. Birçok farklı eşyayı ve dokümanı aldılar,
olabildiğince meşgul olduklarını göstermeye çalışır gibi her birine dikkatli
bir şekilde baktılar. Bu Carlotta’nın kendini biraz gülümsemeye zorlamasına
serbep olmuştu, ama kısa süre sonra daha ciddi bir ifade için kaybolmasına izin
vermişti.
“En iyisi işe geri dönelim. Hala yapılacak birçok şey var ve
bu mükemmel yemeği eğer yemeyi başaramazsak, onu hazırlayan adamla yüzleşmeye
çok utanırım.”
“Üstadı kastediyor olmalısınız. O kim gerçekten? Onu ilk kez
prensin ayaklanması sırasında duydum.”
“Açıkçası bilmiyorum Ama onunla devamlı bir ilişkinin bizim
yararımıza olacağından eminim. Sadece inanılmaz kabiliyetli olduğunu değil,
ayrıca bizimle çalışmaya dünden razı olduğunu da gösterdi. Dahası, Nell’in
kalpten bir şekilde hem ona güvendiğini hem de onu sevdiğini biliyorum. Ve bana
kalırsa, tek önemli olan şey de bu.”
“Nell’e hep düşkündün.” dedi yardımcı komutan. “Gerçi
sanırım ben, daha doğrusu biz de aynı şekilde hissediyoruz.” Arkadaşlarından
bir bütün olarak bahsederken bakışlarını odada gezdirdi. Nell’e saygı gösteren
sadece kendi birliğinin üyeleri değildi. Neredeyse her paladin gösteriyordu.
“O kesin.” dedi Carlotta. “Sizin aksinize, o gerçekten şirin
birisi. Ve hepimiz için hep küçük bir kız kardeş gibi olmuştu.”
“Yorumun ilk kısmına hiç gerek yoktu.”
Yardımcı komutan yüzüne şaka yaptığını ima eden bir şaşkın
ifade takınmıştı, ama Carlotta ilgisizce geçiştirdi. Mizah açlıkları artık
yatışan iki subay hemen işlerine geri döndü.
***
Büyük finalin gerçekleştiği balonun üzerinden birkaç gün
geçmişti. Plana göre ilerlemeyen sadece birkaç şey vardı. Argus bir hapishaneye
taşınmıştı ve Jaynor ise başka bir hamle yapmasını engellemek amacıyla ev
hapsine alınmıştı. Henüz unvanı elinden alınmamıştı, ama sadece an meselesi
olduğundan gayet emindim.
Tek sorun, bakanın gerçek niyetlerini henüz anlayamamış
olmamızdı. Ne kral ne de ben onu çözmeyi başaramadığımız için, biraz
tartıştıktan sonra, biraz daha iş çevirmeye çalışmasını mümkün kılacak kadar
güvenliği bilerek zayıflatma sonucuna vardık. Hatta hem kralın hem de
Carlotta’nın adamlarının, Jaynor’un inşa etmek için büyük çaba harcadığı,
harekete geçmezse hızla yıkılacak örgütün içindeki Argus’un yakın
arkadaşlarının peşine düştüğü bilgisini ona verecek kadar ileri bile gitmiştik.
Her ne kadar bunun tamamen bir tuzak olduğunun farkında olsa bile bir şeyler
yapacağından emindik. Ama yapmadı. Öylece oturdu ve gerçekleşmesine izin verdi.
Dizginleri daha da gevşetme seçeneğimiz hep vardı, ama bir anlamı yoktu. Atın
niyetini doğrudan kendi ağzından duymak çok daha iyi bir seçimdi.
Beni mevcut duruma sokan şey işte bu düşüncelerdi. Bakanın
tutuklu olduğu malikanenin dışında bir yere yerleşmiştim. Kralın birçok adamı,
evin çevresi boyunca konuşlanmıştı. Doğal olarak bu, çok fazla dikkat çekmişti,
ama yaklaşan tüm meraklı gözler detaylı inceleme yapmalarına izin verilmeden
hemen uzaklaştırılıyorlardı. Malikane ve çevresinin kraliyet muhafızları
tarafından doldurulduğunu düşünebilirsiniz, ama durum bunun tam tersiydi. Evin
çevresine girmelerine izin verilmiyordu çünkü zaten ilk incelemeleri
tamamlamışlardı. Bakanın özel mülküne daha fazla giren çıkanın olması, hala
saygı duyulan bir figür olması sebebiyle, görgü kurallarına aykırı olurdu.
Tekrar belirtmek gerekirse, zamanla unvanı elinden kesin
olarak alınacaktı, ama bu henüz gerçekleşmemişti. Çok fazla sempatizanı vardı
ve cezasını temellendirirken tartışmasız bir ifade sağlamayı başaramamak kralın
isteyeceği son şeydi: bir başka potansiyel darbe. Gerçi ben yine de içeri sızıp
girmeyi planlıyordum. Yakalanmadığım sürece hiçbir olumsuz yanı yoktu ve hatta
ileri gidip, çıkmadan önce kraldan bunun için izin bile almıştım. Aşırıya
kaçmaktan uzak durmak koşuluyla bana onay vermişti. Hala neden bu kadar endişeli
göründüğünü anlayamıyordum. Her şey iyi olacak. Tamamen.
Gizliliği açmak için gözden uzak bir yere girdikten sonra
bakanın mülküne ayak bastım ve canımın istediği gibi dolaşmaya başladım. Hem ön
bahçe kapısından hem de evin ön kapısından yol boyunca karşılaştığım
muhafızları, hizmetçileri ve diğer işçileri umursamadan, elimi kolumu
sallayarak girdim. Benime aksime onlar, her ne kadar gergin bir şekilde olsa
da, her zamanki görevleriyle ilgileniyorlardı. Ama gerginlikleri benim sorunum
olmadığı için onları umursamadım ve doğrudan Jaynor’un şu anki konumuna
ilerledim. Yaptığım gözcülük, binanın iç krokisini beynime kazıdığı için,
binanın içinde kesin, kendinden emin adımlarla ilerledim.
Artık yüzümü gizli tutmanın bir anlamı olmadığını gayet iyi
biliyordum. Çoktan Jaynor’a gösterdim--ve bunu yaparken neredeyse herkese de
göstermiş oldum. Yine de sadece stil amacıyla maskemi taktığımdan emin oldum.
Maskeleri iyiden iyiye sevmeye başladığım için şu anki eylemimin tekrar
kullanmak için mükemmel bir bahane olduğunu düşünmüştüm.
Hedefime, yaşlı herifin çalışma odasına varmamın üzerine
beni gözlerden gizleyen saklı tutan büyüyü devre dışı bıraktım ve içeri girdim.
Geldiğimi ona haber veren tek şey, kapının açılışına eşlik eden gıcırtıydı.
“Seni bekliyordum Üstat.” dedi sessiz, sakin bir sesle. “Şu
işi bitirmem için bana biraz izin ver.”
Yaşlı adam, masası bir sürü belgeyle kaplı kral gibi,
masasında tek başına oturuyordu. Beni beklediğini söylerken doğruyu söylediği
açıktı. Davranışlarında bir şaşkınlık belirtisi bile yoktu. Hatta, başını
kaldırmamıştı bile. Konuşurken sadece ellerindeki kağıtları okumaya devam
etmişti.
“Peki.” dedim. “O zaman sen işinle ilgilenirken ben de
rahatıma bakayım.”
Koltuklarından birine oturdum ve kollarımı bağladım. Bir iki
dakika sonra nihayet işini bitirdi ve bana doğru baktı. Yüzü, sakinliğin
tasviri gibiydi; örgütü fiilen çoktan dağılmış olmasına rağmen ne en ufak panik
ne de tetikte olma hali vardı. Ve bu sadece öyle davrandığı için değildi. Süper
güçlü duyu gücüm bana kalp atışının yavaş ve düzenli olduğunu söylüyordu.
“Bu kadar sabırlı bir şekilde beklediğin için teşekkür
ederim.” dedi. “Peki neden beni görmeye geldin?” Sesi, nazik yaşlı bir
beyefendininkine benziyordu.
“Adamları yakalanan biri için son derece rahat görünüyorsun.”
Benim sesim ise aksine kendini beğenmişlikle doluydu. “O yüzden uğrayıp hala
aklının yerinde olup olmadığını kontrol etmeye karar verdim.”
“Oh, çok teşekkür ederim. Ne kadar da düşüncelisin.”
Açık düşmanca tavrıma verdiği karşılık, soğuk bir gülümseme
olmuştu. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım onu çözemiyordum. Bir şey planlıyor ya
da bana saldırmaya çalışacak gibi görünmüyordu. Lanet olası yaşlı kurnaz tilki.
“Pekala, sikerler. Doğrudan konuya giriyorum.” dedim,
doğrudan gözlerinin içine bakarak. “Şu anda kafandan neler geçiyor?”
“Hmmm... Ne düşündüğümü mü bilmek istiyorsun?” Devam etmeden
önce kısa süreliğine durakladı. “Pekala. Kabul etmemek için bir sebep
görmüyorum.” Yaşlı adam ellerini birbirine kenetlerken öne doğru eğildi,
“Planlarımı iptal ettim, çünkü artık bir gereklilik değiller.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Yani, çoktan her şeyi hem Majestelerinin hem de senin
ellerine bırakmaya karar verdim.” dedi, normal bir şekilde. “İblis lordu
olduğun için, sana emanet etmenin bu ülke için en iyisi olduğuna karar verdim
Yuki.”