Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Genç Rakipler
Tamamen sezgiseldi. Gözleri buluştuğu anda, iki kız
karşılıklı, içgüdüsel olarak anlaşamayacaklarını anlamışlardı.
“Eve hoş geldin Enne.” dedi Illuna. “Yeni kız kim?”
“Iryll. Sahipleyken onunla tanıştım.” dedi kılıç. “Şimdi
arkadaş olduk.”
“Vay canına! Tanıştığıma memnun oldum Iryll! Ben Shii!”
“Ben de tanıştığıma memnun oldum Shii.” dedi prenses.
“Şey... Sen hangi ırktansın?”
“Ben bir yapışkanım!”
“Bir yapışkan mısın...?”
Iryll diğer kızın mutlu gülümsemesini şaşkın bir ifadeyle
karşıladı, ama bu ifade kısa süre sonra kayboldu. Her ne kadar daha önce hiç
insan şeklinde yapışkan duymamış olsa da, hemen aklına bir zindanda olduğu,
yani beklenmedik herhangi bir şeyle karşılaşmanın daha garip olabileceği aklına
gelmişti.
Aşırı arkadaş canlısı canavarı selamladıktan sonra prenses,
içgüdülerini tetikleyen kıza döndü. “Merhaba, seninle tanıştığıma memnun oldum.
Adın nedir?”
“Ben Illuna.” dedi sarışın. “Ben de tanıştığıma memnun oldum
Iryll."
Baştan, karşılaşma sıradan, arkadaşça bir konuşma gibi
görünmüştü, ama odada bulunan herkesin açıkça anladığı üzere, bunun tam
tersiydi. İki kız da, nispi uzunluklarını incelemek için birbirlerinin
kafalarının tepesine fırladı. Tarafsız olarak bakıldığında, aralarında gerçek
anlamda bir fark yoktu. Iryll’in sadece çok az daha uzun olduğu sonucuna
varmaları, ikisinin dikkatli incelemelerini gerektirmişti ve onlar için bu, tek
önemli şeydi.
Prenses ellerini beline koydu, olabildiğince uzun durmaya
çalıştı ve şirin bir kendini beğenmişlikle sırıtırken, Illuna kaybının üzüntüsü
içinde homurdandı. Neyse ki, vampir için henüz her şey bitmemişti. Hala bir
karşılaştırma ölçütü vardı.
Sanki eşzamanlanmışlar gibi, ikisinin gözleri birbirlerinin
göğüslerine döndüğü anda bir kez daha ciddileşmişti. Her ne kadar nedenini ya
da ne işe yaradıklarını bilmeseler de, erkeklerin daha büyük göğüslü kadınları
tercih ettiklerinin farkında olduklarından, birbirlerinin değerini ölçmek için
bir kategori haline getirdiler.
Bir kez daha aslında eşitlerdi, ama detaylı olarak yaptıkları
analiz, bu sefer Illuna’nın galip geldiğini göstermişti. Böylece, Illuna
göğsünü gururla kabartırken Iryll bozulmuş bir şekilde homurdanmıştı.
“Görünüşe göre berabere kaldık.” dedi prenses, kendine
geldikten sonra. “Biraz daha büyüdüğümüzde tekrar yüzleşelim.”
“Tamam.” dedi vampir. “Ama kaybetmeyeceğim!”
“Lafı ağzımdan aldın!”
Resmi olarak birbirlerini tanımalarının ardından iki genç
rakip sportmence el sıkıştı ve beraberlik ilan etti.
“Ne yapıyorlar?” diye sordu Shii.
“Bilmiyorum.” dedi Enne.
Hem kılıç hem de yapışkan, durumu anlamak adına yeni bir
bakış açısı kazanmak adına başlarını yana yatırmışlardı, ama bir işe
yaramamıştı.
“Kaleyi göstermek için mi onu dışarı çıkardın?”
“Hı-hı.” diye onayladı Enne. “Ona etrafı göstermek
istemiştim. Ve herkesle tanıştırmak da.”
“Tamam! O zaman hadi hep beraber ona etrafı gezdirelim!”
“Çok teşekkür edeaaaaaaah!?” Gözleri yuvalarından fırlarken
Iryll bir çığlık basmış, ancak bacaklarının arasından birkaç başın çıktığını
fark etmişti. “H-h-hayalet mi!?”
“I-ıh!” dedi Illuna. “Onlar heyulalar. Soldaki Rui, sağdaki
Lowe ve ortadaki ise Rei! Ve gerçekten harika olan şey ne biliyor musun? Onlar
kardeş!”
Prensesin aksine Illuna üçlünün garipliklerine öyle
alışkındı ki, kendilerini soktukları hali gördüğünde verdiği tepki, onları
tanıtmak olmuştu.
“A-ama heyulaların hayalet olmaları gerekmiyor mu?” diye
sordu Iryll, korku içinde titrerken.
“Öyleler mi...? Peki o zaman, sanırım onlar hayalet
olabilir. Pek emin değilim.”
Illuna doğrulama için etrafına bakındı, ama cevap olarak
herhangi bir şey bulamadı.
Shii ve Enne sırasıyla “bilmem.” ve “ben de bilmiyorum.”
derken, heyula kızlar ise birbirlerine bakarak şaşkın bir şekilde omuz
silktiler.
Söz konusu heyulaların bile sözlerini hiç anlamamış olması,
normalde grubun içindeki en kendinden emin olan Iryll’in kendinden şüphe etmeye
başlamasına sebep olmuştu.
“Ah pekala! Hayalet olup olmamaları önemli değil. Onlar yine
de arkadaşlarımız!”
“D-doğru. T-tanıştığıma memnun oldum.”
Kız kardeşler prensesin etrafında, sanki Iryll’in
selamlamasına iyi niyetle karşılık verir gibi dönmeye başlamıştı.
***
Başta, Iryll’in diğer kızlarla uyum sağlayıp sağlamayacağı
konusunda biraz endişeliydim. Neyse ki, gerçek bir prenses olsa bile, onu
zindanın geri kalan sakinleriyle tanıştırır tanıştırmaz diğer kızlarla
koşturarak uzaklaşması, endişelerimin yersiz olduğunu kanıtlamıştı, Sadece
söylüyorum, onları oynarken görmek, insanın iç huzurunu artırıyor. Tamamen
aydınlatıcı bir manzara.
“Vay canına Efendim.” dedi Lyuu. “Gerçekten de hızlı
çalışıyorsun. Ve bu sefer ileri gidip kendin için bir prenses kandırmışsın.”
“Ah lütfen ama.” dedim, gözlerimi devirerek. “Beni bir
playboymuş gibi göstermeye çalışma.”
Açıkçası, mevcut koşullar göz önünde bulundurulduğunda, ben
bile biraz abazan olabileceğimi düşünmeye başlamıştım, ama aptal bir playboy
olacak kadar düşük seviyede olmadığım kesindi. Şöyle ki, playboylar kızları
tavlamak için zahmete girerler ve ben tam olarak hiç böyle bir şey yapmadım.
Demek istediğim evet, bir grup canavar çağırmaktan sorumluyum ama, burada
yaşayan diğer herkes kendi istekleriyle taşındı. Bu öneriyi ilk yapan kişi hiç
ben olmadım. Bu yüzden ben bir playboy değilim. Nokta.
“İşte yine bahaneler buluyorsun.” Lyuu dirseğiyle yanımı
dürtüyordu. “Ama etrafında her isteğini yerine getirmek için bu kadar kız
varken bahanelerin hiç tutmuyor. Bir sapık olmadığını söyleyemezsin Efendim, ve
bu bir gerçek.”
Bana attığı sinir bozucu yarım gülüşe dayanamadığım için,
onu yanaklarından yakaladım ve çekmeye başladım.
“Öööbfff! Cfağnm afcıyor epfendfm! Bfunu niye
yapfıyorsufn!?”
“Yanakların her zaman hoş ve yumuşak Lyuu.” dedi.
Parmaklarım sanki cennette gibilerdi. Yüzü, Lefi’nin
kanatlarının hissettirdiği kadar bağımlılık yapıcı değildi, ama yine de kendi
içinde gerçekten hoştu. Aralarındaki fark, ipeksi bir yastıkla kabarık, yumuşak
bir yastık arasındaki fark gibiydi, bilmem anlatabildim mi? İkisi de harikaydı,
ama farklı açılardın.
“Tamfam epfendim! Dfediğinifz gibfi olfun! Fsonfsuza kadfar
bfenimle uğrafmanıza ifzin feremem!”
Savaş kurdu onunla uğraşmama aynı şiddetle karşılık
vermişti. Ellerini yanaklarıma götürdü ve sıkıp çekmeye başladı, ama ben araya
girip bir kelime sıkıştırana kadar. “Hah!” Dedim. “Bir iblis lorduna meydan
okumak mı istiyorsun? Pekala, aptallığının büyüklüğünü sana göstereceğim!”
Ne neden bu kadar gaza geldiğimi, ne de neden rol yapmaya
başladığımı gerçekten bilmiyorum, ama bu açıklamayı yaptıktan sonra onunla,
ikimizin de kaybetmeye niyeti olmayan bir dayanıklılık yarışına tutuştuk.
***
Gün içinde birkaç sat sonra asıl taht odasına dönünce, Lyuu
ve ben, bir kaşını kaldırıp şaşkın şaşkın bize bakan Lefi ile karşılaştık.
“Neden ikinizin de yanakları bu kadar şişti?”
“Ah bilirsin işte...”
Lyuu ve ben aynı anda benzer bir yanıt verdikten sonra garip
bir şekilde gülerek soruyu geçiştirdik--ejderhayı, girişimizden sonraki şaşkın
halinden çok daha şaşkın bir halde bırakan bir tepkiyle.