Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Düzenli Olarak Temizlenmeyen Dolaplar Pislikle Dolmaya Mahkumdur
Ne?” Sadece Lefi’nin duyabileceği şaşkın bir inleme ağzımdan
kaçtı. Diğer herkes kendi işleriyle meşguldü.
Çıkardığım ses, bir reddedişten kaynaklanıyordu.
Uzay-zamanda her zamanki yarığı açtım ve yaptığım yüzük prototipini içine
attım, ancak geri sekti, yere düştü ve bir süre dönerek ilerledikten sonra
nihayet bir yanına devrilerek durdu.
“Ne oluyor be?” Hareketi tekrarladım, ama yine bir işe
yaramamıştı. En klasik sorun çözümü olan envanteri kapatıp tekrar açmak bile
bir sonuç vermemişti. “Buglandı mı acaba? Muhtemelen ondan değildir, değil mi?
Çünkü buglar gerçek hayatta olan şeyler değildir.” [1]
Aah... bir dakika... doğru... Üçüncü denemeden sonra,
nispeten önemsiz olduğunu düşündüğümden bir kenara attığım bir şeyi
hatırlamıştım: eşya kutum sınırsız büyüklükte değildi; boyutları, mana
havuzumun derinliğiyle doğru orantılıydı.
“Bir dakika, ciddi misin sen? Gerçekten sonuna kadar doldurmayı
başardım mı?”
Maksimum MP miktarım, Lefi’ninkinin yanında basit bir toz
zerresi gibi kalıyordu, ama ortalama birisine göre basbayağı sonsuz sayılırdı.
Limitini endişe etmeye ihtiyaç duymadan istediğim her şeyi hep boyutsal cebime
atıyordum. Ve içinde bulunanlar hakkında tamamen umursamaz da değildim.
Beni usta bir dedektife dönüştürmüş garip karışımın
etkisinden kurtulmamın hemen ardından, her şeyin üzerinden çabucak geçmiştim.
Gerçi inceleme sürecinde birkaç parça çöpün dışında hiçbir şey atmamıştım.
“Pekala. Görünüşe göre tekrar üzerinden geçmem gerekiyor.”
diye homurdandım, “ve sanırım bu sefer tam olarak temizlemem gerek.”
***
Birkaç ön kontrol yaptıktan sonra, eşyalarımı asıl taht
odasında aayıklamanın büyük bir dağınıklığa sebep olacağı besbelli olduğunu
fark edince dışarı çıkmaya karar verdim. Kendimi yeşillikte bulduktan sonra
sahip olduğum her şeyi türlerine gröe birkaç büyük yığına böldüm.
“Anlamıyorum.” Lefi önüne serili kelimenin tam anlamıyla
dağları süzerken iç çekmişti. “Bu kadar şey biriktirmeyi tam olarak nasıl
başardın?” Görünüşe göre ejderhanın yapacak başka bir şeyi olmadığı için kısa
gezintimde bana katılmayı seçmişti.
“Dürüst olayım. Ben de bilmiyorum.”
Ve her şey derken, her şeyi kastediyorum. Koleksiyon, çoğu
ceset olmak üzere, bu dünyaya ilk geldiğimden bu yana topladığım bütün eşyaları
içeriyordu. Zulanın en az yüzde altmışı ölü canavarlardan oluşuyordu. Hem
yiyecek hem de acil DP kaynağı görevi gördüklerinden, yeterli miktarda
tuttuğumu biliyordum, ama bu kadar fazla biriktirmiş olmayı beklemiyordum.
Ancak beni daha çok şaşırtan şey, beklettiğim eşyaların
yaklaşık olarak üçte biri kadarının silah olduğuydu; kendi yarattıklarım. İri
kılıçları silah seçimim olarak tanıdığımdan, çoğu büyük kılıçlardı, ama bu
çoğunluğun onlardan oluştuğu anlamına gelmiyordu. Ayrıca, büyük miktarda küt
darbe travmasına dayanan, büyük balta ve iki elli balyozlar gibi çok sayıda
başka silahlar da vardı. Geriye kalanların çoğunu sıradan tek elli kılıçlar
oluşturuyordu, ama ayrıca sadece gırgırına yaptığım birkaç hiç işe yaramayan
animelerden esinlenilmiş aşırı büyük boy tırpanlar ve süslü püslü kılıçlar da
vardı. Hay... Yani, yapacak daha iyi bir şey olmadığında bir şeyler yapıyorum,
ama yine de. Bunlar... çok fazla. Ve şu son grup özellikle çöp. Cosplay dışında
tamamen hiçbir amaçları yoktu.
Geri kalan eşyalar iksirler, kutu oyunları ve birkaç ufak
tefek önemsiz şeylerden oluşuyordu. Yer açmak özünde kolay bir işti. Tek yapmam
gereken, bu kadar fazla sayıda bekletmeme gerek olmaddığı için, beklettiğim
canavarların yarısını DP’ye çevirmekti. Ama bu sadece geçici bir çözümdü.
Yarattığım her şeyi biriktirme eğilimimi çözmüyordu.
Beklettiğim silahların hiçbirine ihtiyacım yoktu. Tek
ihtiyacım olan Enne’di ama yine de onları atmak istemiyordum. Her ne kadar
savaşta yetersiz olsalar da, çok fazla manevi değerleri vardı. Eeeh... evet,
siktir et. Onları şimdilik atmayacağım.
Buna karar verince geçici çözümümü uygulamaya koyuldum. Bunu
yaparken, bıkkın bir şekilde izleyen Lefi, silah yığınına göz gezdirmeye
başladı.
Ucunda, içinde kırmızı bir küre bulunan dairesel sarı bir
oluşum bulunan uzun metal bir asayı eline alarak, “Bu nedir?” diye sordu.
“Ah, o mu? Büyülü kızlar için bir asa.”
“Bir ne?”
“Büyülü kızlar için bir asa. Bana ver, sana ne demek istediğimi
göstereyim.”
Asayı ondan aldıktan sonra, sol kolumu öne uzatarak bir poz
verdim. Kolumu öyle eğmiştim ki, en alçaktaki parçası olan dirseğim, göğsümün
merkesinde bulunuyordu. Baş parmağımı, serçe parmağımı ve işaret parmağımı
çıkarırken, kalan ikisiyle asayı yerinde tutuyordum. Parmak tabancası yapıp
Lefi’ye doğrultmak için kullandığım diğer elim sol kolumun üzerinde duruyordu.
[2]
“Seni kutsal ay adına cezalandıracağım.” Dedim,
çıkarabildiğim en kızsı sesle.
“...”
İlk pozum onu eğlendirememiş olacak ki, asayı önüme doğru
uzatarak ve kalçamı bir yana doğru çıkararak bir başka poz verdim. Bu sefer
etkisini artırmak için bir de göz kırptım.
“Yıldız Işığı Kırıcı!” [3]
“...”
“Hadi ama, bakma bana öyle.” dedim. “Açıklığa kavuşturayım,
kafayı yemedim. Sadece rol yapıyordum.”
Aslında bunu kızlar için yapmıştım, ama farklı serilerdeki
farklı tasarımların tam olarak nasıl göründüğünü hatırlayamadığım için, hepsini
birleştirdim ve bir büyülü kız asasından ziyade daha çok büyücü asasına
benziyordu. Sonuç rahatsız ediciydi, hem de öyle rahatsız ediciydi ki, bunu
envantere fırlatıp onu unutmaya karar vermiştim.
“Ve bu nedir?” Lefi bir başka garip görünen silah almıştı.
“Bu bir tabancakılıç. Eğer belirli bir mesafede kalmaya
çalışıyorsan, tabancanın namlusu bir şeyler atabilmeni sağlıyorken, eğer
yakından dövüşmeye zorlanırsan da kılıcını kullanabiliyorsun.
“Nispeten kullanışlı gibi.” dedi. “Çok yönlü bir silah,
düşmanını öldürmek için birçok fırsat yaratır.”
“Evet, öyle düşünebilirsin, ama pratikte bu tam bir çöp.”
Bir tabancakılıcın alabileceği en etkili form, bir süngülü
silahtı. Ancak benimki daha çok, namlusu kılıçla birleşmiş anime kaçkını bir
şeye benziyordu. Kesinlikle havalıydı, ama bu kadardı. Rahatsuz edici koca
bebeklerin gözüne hoş gelmesi, tam anlamıyla tek kullanım alanıydı. Boş namlusu
kılıcın da çok narin olmasına sebep olmuştu; gerçek bir basınç altında kaldığı
anda kendini bırakırdı. Bu sadece kılıcı kırıp, yakın dövüşü uygulanamaz
yapmıyordu, ayrıca namlunun yamularak şeklinin bozulmasına ve ya silahın
tutukluk yapmasına ya da bütün mermilerini fırlatmasına sebep olurdu.
Tabancakılıcın değerini daha da düşüren bir başka dikkate
değer nokta ise, tabancaların genel olarak nispeten etkisiz olmasıydı. Tek
kullanışlı olanlar, efsunlanmış altıpatlarıma benzeyenlerdi. Barut bu dünyada
zaten var olan bir şeydi. Patlayıcı özelliği çoktan derinlemesine
araştırılmıştı ve barut teknolojisindeki gelişmeler o kadar ilerlemişti ki,
çoktan bir misket tüfeği üretilecek seviyeye gelmişti. Bunu öğrenmek beni
bayağı heyecanlandırmıştı. Hatta gaza gelip kendime de bir tüfek yapmıştım,
ancak tamamen hayal kırıklığıydı.
Nişan alamamam, silahın performans eksikliğine kesinlikle
katkıda bulunuyordu, ama bu denklemin içindeki tek sönük değişken değildi.
Uğursuz Orman’ın çoğu canavarı kalın derilere ya da kabuklara sahiplerdi;
mermiler hiçbir şey başaramadan üzerlerinden sekiyordu. Metalik mermilerin
delebildiği birkaç zayıf hedef vardı, ama gerçek bir zarar verecek kadar derine
penetre edemiyorlardı. Enne’i alıp hedefime sağlam bir tane çakmaktan daha
etkili bir örnek yaşanmamıştı.
Duyduğum kadarıyla mermiler sıradan canavarlara iyi hasar
verebiliyordu, ama hepsi bu kadardı. Irkların üyeleri bile kendilerini tek
atışlık silahlara karşı kolaylıkla koruyabiliyordu. Gelecekte işlerin değişme
ihtimali vardı--tam otomatik silahlar büyülü savunmaları etkisiz
bırakabilirdi--ama bir otomatik silah sahibi olmamın imkanı yoktu. Henüz icat
edilmemişlerdi, zindan kataloğunda hiç yoktu ve kendi başıma bir tane yaratacak
kadar bilgim hiç yoktu. Öyle olsa bile, bence yine de işe yaramazdı.
Uğursuz Orman’da bir silahın kullanılabileceği tek durum,
bir sopa olarak kullanmaktı, yanı kısacası, ateşli silahlat fiiliyatta tamamen
kullanışsızdı.
“Ve şu sadece bir kütük değil mi?”
“Yok, bir kütükten daha da fazlası. Bu silahlaştırılmış bir
kütük.”
“Silahlaştırılmış bir kütük mü? Bir fark görmüyorum.”
“Vampirlere karşı, bu şey tamamen ölümcül. Tek yapman
gereken bunlardan bir tane almak, askerlerine toplanmalarını söylemek ve onları
cehenneme göndermek.”
“Bunun işe yarayacağından kesinlikle emin misin?”
“Yani, evet. En azından diğer küt silahlar kadar etkili
olacağından, diğer şeylere karşı etkili olduğu kadar vampirlere karşı da etkili
olacaktır.”
“...”
Lefi, tekrar şaşkınlıktan sessizliğe gömülmüştü. Ama
konuşmasına gerek yoktu. Bıkkın ifadesi, kelimelere dökemediği her şeyi
anlatıyordu. Bakın, “Senin sorunun ne lan?” diye avazınız çıktığı kadar
bağırmak istediğinizi biliyorum, ama sakin olun, tamam mı? Düşünmeyin oraları.
Bu, evrensel bir gerçek olarak kabullenmeniz gereken bir şey.
Silahlara uzun, boş bir şekilde baktıktan sonra, ejder
başıyla onayladı. “...Sanırım zamanı geldi. Onları yakarak sana iyilik
yapacağım.”
“Yoyoyoyoyoyoyo! Bekle!”
İki elinde parlak, mavi bir alev yarattı, ama saldırısını
yapamadan o ve değerli yığınım arasına kendimi atabilmiştim.
“Neden beni durduruyorsun? Onları atmayı planlamıyor
muydun?” diye sordu bıkkın bir şekilde. “Onları hemen yok ederek sana yardımcı
oluyorum.”
“Hayııııır! Böyle değil! Onları öylece ateşe veremezsin!”
Yarı panik bir şekilde bağırmıştım. “Hangisinin çöpe gideceğini ve hangisini
tutacağıma karar vermek için onları ayıklamayı planlıyordum!”
“Neden?” Bir kaşını kaldırdı. “Bunların hepsi çöp değil mi?”
“Kesinlikle değil!
Buradaki her şeyin içinde ruhumdan bir parça var!”
Ejderhanın gözlerimin içine baktığı kısa bir duraklamanın
ardından, derin bir iç çekti.
“Pekala. Eğer durum buysa, o zaman geri çekileceğim.” dedi.
“Ama en azından asayı ve kütüğü kül edeceğim. Kalmalarına izin verilemeyecek
kadar sinir bozucular.”
“Ne!? Hayııııır! Asa olmaz! Kütük de olmaz! Nedeeeen!?”
Yalvarışlarım tamamen ve bütünüyle etkisizdi. Büyüsü, sanki
kamp ateşindeki kuru odunlar gibi ikisinin de ateş almasına sebep olmuştu.
Kütüğün bu şekilde yanması mantıklı gelmişti, ama asa tamamen metalden
yapılmıştı. Ve buna rağmen anında yok olmuştu. Oha lan! O alevler ne kadar
sıcaktı!?
“Şimdi acele et ve başla. Eğer bir yetişkin olarak kendi
arkanı temizlemezsen, yakında çocuklar seninle dalga geçecek.”
“Peki, tamam! Anladım zaten, o yüzden daha fazla alev
yaratmayı kes de işimi yapmama izin ver!”
Ve böylece, koleksiyonumu ayıklamaya başladım. Normal
şartlar altında, uzun, çok zahmetli bir işlem olurdu. Ama Lefi, en ufak
tereddüt gösterdiğim her şeyi ateşe vermeye çalıştığından, işi rekor zamanda
tamamlamayı başarmıştım.
[1] Bug, bilgisayar programlarındaki hatalara denir.
[2] Sailor Moon (Ay Savaşçısı) göndermesi.
[3] Magical Girl Lyrical Nanoha göndermesi sanırım bu da.