Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Ziyaretçi - Kısım 1
“Tekrar ziyarete gelmelisiniz! Ne olursa olsun!”
“Bekleyeceğiz!”
“Hı-hı. Kesinlikle.”
Illuna, Shii ve Enne sırayla Iryll’e veda etti. Yakında yola
çıkacak ikiliyi uğurlamak için herkes gibi kızlar da kalenin önünde
toplanmıştı.
“Tabii ki! Ve belki benim kalemde oynamak için siz
gelirsiniz! Hepinize kaleyi gezdirmeyi çok isterim!” diye karşılık verdi
prenses. Geldiğinden bu yana gözle görülür bir değişimden geçmişti. Üç tam günü
dışarıda geçirince teni bronzlaşmıştı; ilk ışınlandığı zamankinden çok daha
koyu bir renkti.
Kızların gülümseyerek birbirleriyle el sıkışmalarını
izledikten sonra bakışlarımı onlardan çevirdim ve yetişkin sakinlerle konuşmaya
başladım.
“Sağ salim geçebilmeleri için onları ormandan ben
geçireceğim.”
“Doğru bir karar. Uzunca bir süre ayrı kalacaksınız, o
yüzden düzgün bir veda etmelisin.” dedi Lefi. “Ve aynı söz onun olduğu kadar
senin için de geçerli Nell.” Ejderha doğrudan kahramanın gözlerine bakmıştı.
“Sürekli kendimi tekrar ettiğimin farkındayım ama, yürüdüğün yol ne kadar
zorlaşırsa zorlaşsın, senin yanında olduğumuzu ve ihtiyacın olduğunda sana
desteğimizi sunacağımızı hatırlatmak isterim.”
“Bu doğru Nell! Yolun her bir adımında seninle, tam yanında
olacağız!” dedi Lyuu.
“İkinize de teşekkür ederim.” Lefi ve Lyuu ile konuştuktan
sonra Nell, üçünü her zamanki nazik gülümsemesiyle izleyen iblis kıza döndü.
“Üzgünüm Leila. Artık sana ev işlerinde yardımcı olamayacağım, o yüzden zindanı
çekip çevirme işi sana kalacak.”
“Endişelenmene hiç gerek yok. Her şey kontrolüm altında.”
Koyun kız nazik, güven veren bir gülümsemeyle karşılık vermişti.
Görünüşe göre vedalaşma bitmek üzereydi.
“Pekala kızlar, gitme vakti geldi.” Herkes son kez
vedalaştıktan sonra Rir’e bindim ve iki yolcuyla birlikte bir başkasını da
çağırdım. “Sen de Enne.”
“Hı-hı.” diye cevapladı güvenilir silahım.
“Güle güle Nell! Güle güle Iryll!” dedi Illuna.
“Güle güle!” dedi Shii.
“Hoşça kalın! Yakında görüşmek üzere!” Iryll, Enne ve Rir’in
üzerindeki bana katılan Nell diğer kızlara el sallamıştı.
Yerleştikten sonra kurt ilerlemeye başlamıştı.
***
“Kalmama izin verdiğiniz için çok teşekkür ederim Bay İblis
Lordu! Çok eğlendim!” Prenses Rir’in kürküyle oynarken enerjik bir şekilde
konuşuyordu.
“Sorun değil, eğlenmiş olduğuna sevindim.” dedim hafifçe
gülerek. “Görünüşe göre diğer kızlarla da gayet iyi anlaştınız.”
“Evet! Bu zamana kadar sahip olduğum en yakın arkaşlarım
onlar. Tekrar gelebilir miyim?”
“Tabii ki. İstediğin zaman.”
Onunla konuşurken bir yandan doğru yönde gittiğimizden emin
olmak için haritaya bakıyordum. Görünüşe göre varmak üzereydik.
“Hey... şey... Yuki? Sana bir şey sormamın sakıncası var
mı?” dedi Nell.
“Evet tabii, nedir?”
“Doğru yönde gittiğimizden emin misin? Çünkü şehrin şu
tarafta olduğundan gayet eminim.” dedi varış noktamızdan farklı bir yeri işaret
ederek.
“Berbat bir yön duygun olmasını düşündüğümüzde gerçekten
hatırlıyor olmana şaşırdım.”
“Nell’in kötü bir yön duygusu mu var?” diye sordu Iryll,
şaşkın gözlerle.
“Hem de nasıl. Alfyro’yu bize gezdirmeye çalıştığı zamanı
hala hatırlıyorum. Of dostum, tamamen kaybol---”
”K-kapa çeneni Yuki! Bunu ona anlatmana gerek yoktu!”
Sözlerimi aceleyle kesmişti ama çok geç kalmıştı. Çoktan her şeyi anlatmıştım.
Dediklerine güldükten sonra Rir’den inerken, “Göreceksin.”
diyerek, şüphelerine belirsiz bir cevap vermiştim. “Çoktan geldik, o yüzden
birazdan göreceksin.”
Çalılığı manipüle etmek için zindanın özelliklerini
kullandım ve etrafındaki yeşilliğin içinde görünmesini neredeyse imkansız hale
getiren bitki tabanlı bir tasarıma sahip gizli bir kapıyı açığa çıkardım.
“Bu kapı... kaledekiler gibi mi?” diye sordu Nell.
“Evet ve doğrudan Alfyro’ya açılıyor.” dedim, normal bir
şekilde. “Eh, yani sayılır. Teknik olarak, şehrin hemen dışındaki ormana
açılıyor, ama aynı şey sayılır.”
“Ne?”
“Alfyro, bilirsin işte, yaşlı başkanın şehri? Hani başkente
gitmek için bize araba ayarlayan adam?”
Bir süre Nell sessiz kalmıştı. Konu hakkındaki düşüncelerini
ifade etmek için kelime bulmakta zorlanıyor gibiydi.
“...Bu ne zamandır burada?” diye sordu.
“Ah, yani, bir süredir var. Şehre son ziyaretimizin ardından
yaptım.” Dedim. “Eğer kendi işini yapmaya devam edeceksen, o zaman Allysia’ya
açılan bir iki kapıya ihtiyacım olur diye düşündüm.”
“Başkan bunu biliyor mu?”
“Yoo. Hiçbir fikri yok.”
Bölgemi o kadar büyütmüştüm ki, sadece Alfyro’ya ulaşmıyor,
ama ayrıca onu sarıyordu da. Bölgemi şehre doğru ufak ufak büyütmek, varlığını
öğrendiğim günden beri yavaş yavaş üzerine çalıştığım bir şeydi; büyük şehrin
iyi bir DP kaynağı olacağını hep düşünüyordum. Nell ya da yaşlı kahya kadar
güçlü kimselere ev sahipliği yapmıyordu, ama yine de beklediğim kadarını
alıyordum. Miktarın fazlalığı, kalite yoksunluğunu kapatıyordu. Bunu daha önce
yapmadığım için pişman olmaya başlamıştım. Daha çok yakın zamanda katmış olmama
rağmen, şimdiden kendini amorti etmeye doğru iyi bir ilerleme kaydetmişti.
Gerçi... bütün bu eklemelerle falan bile, Lefi’nin getirdiği DP’nin yakınında
bile alamıyordum. Ne kadar güçlü olduğunun gerçek bir hatırlatmasıydı.
Allysia’nın başkenti, gözümü diktiğim bir başka bölgeydi.
Uğursuz Orman’ın yakınlarında bulunan diğer şehirler gibi, orası da kesinlikle
alışveriş listemdeydi--ve Nell’in ana ikamet yeri olduğundan bayağı yüksek
seviyeydi de--ama yakınlardaki her şeyi ele geçirmek, birkaç on seneye yayarak
yapılması gereken bir şeydi... Ormanın bir çeyreğini ele geçirmek, tam bir
buçuk yılımı almış bir işti. Heh. Karanlık nüfuzum sınır tanımıyordu ve
durdurmak isteyenlerin haberi olmadan yayılmaya devam edecekti. Bir gün,
güneşin aydınlattığı her şey benim olacak! Hahahahahah!
Kalenin her yerinde görülen kapıların aksine bu, farklı
yerlere açılamıyordu. Sadece Alfyro’nun hemen dışındaki benzer kapıya bağlıydı.
Kolayca anlaşılacağı üzere, bu kurulum, kaleyi daha savunulabilir yapmak için
hazırlanmış bir önlemdi. Zindan sakinlerinden biri olmadan kullanılamıyor
olmasına rağmen, iki kapıyı da bulundukları ormanların ortasına kurma zahmetine
girme sebebim de aynıydı. Pişman olmaktansa tedbirli davranmak daha iyidir,
değil mi?
Kapı olayları bir yana, Alfyro’ya gidişleri çoktan
bekleniyordu. Başkentten ayrılmadan önce krala bahsettiğim teslim yeri
orasıydı. Şehre vardıktan sonra iki kızın başkente geri götürülmesi işi başkana
kalıyordu. Onları güvenle taşıyacağından hiç şüphem yoktu.
“Sör Raylow bunu duyduğunda başına büyük bir ağrı
saplanacak...” Nell başta ciddi bir şekilde konuşmuştu. Yaşlı başkan için
düşüncelerini içten bir şekilde ifade etmişti. Ama kısa süre sonra daha
kaygısız, haylaz ve muzip bir tavır takınmıştı. “Boynunu çoktan kötücül pençelerin
arasına aldığından haberi yok.”
“Bu sadece iblis lordu işi.” dedim. “En azından bu kadar
sinsi gibi olmaya çalışmasaydık, bu kadar tehditkar olamazdık.”
“Öff Yuki. İşte yine iblis lordu muhabbetine girdin.” Nell
iç çekti.
“E iblis lorduyum.” dedim, gülerek. “Neyse, yollarımızı
ayıracağımız yer burası. Başkente kadar size eşlik etmek isterdim ama...”
“Merak etmeyin Bay İblis Lordu! Bizim için o kadar zahmete
girmenize gerek yok! Zaten gereğinden çok şey yaptınıız!” dedi Iryll.
“Başımızın çaresine bakarız Yuki. Zaten çoktan Sör Raylow’la
başkente bizi geri götürmesi hakkında konuştum ve ayarlamaları yapmasını
istedim.” dedi Nell. “Ve Uğursuz Orman’ın dışında karşıma çıkan herhangi bir
şeyle başa çıkacak kadar güçlüyüm.”
“Pekâlâ. Eğer ısrar ediyorsan, o zaman sözüne güveneceğim.
Ama dikkatli ol, tamam mı?”
“Biliyorum. Olacağım.” dedi. “Ah ve son bir şey daha!”
Aramızdaki boşluğu kapattı ve beni sıkı ama nazik bir şekilde sarmaladı.
“Bu hiç adil değil Nell! Ben de ona sarılmak istiyorum!”
Prenses hemen kilisenin en değerli parçasının yaptığını taklit etti ve
kollarını belime doladı.
Ani gelişme sebebiyle bir anlığına sendeledim, ama kısa süre
sonra kendime geldim ve bir kolumu Nell’in beline sararken diğeriyle Iryll’in
başını okşadım.
Bir süre böyle kaldık.
Ve bir süre daha.
Ve biraz daha.
“Pekala, bu yeterli olmalı.”
Birkaç saniye geçtikten sonra, Nell istemsizce beni bıraktı
ve geri çekildi. Gözlerimiz buluşsun diye yukarı doğru baktı ve hafifçe
gülümsedi. Yemin ederim en tatlı şey.
“Şimdi gidiyorum. Güle güle Yuki. Size de Enne, Rir.”
“Yakında görüşürüz.” diye karşılık verdim.
“Birbirimizi kesinlikle tekrar görmemiz gerek! Ne olursa
olsun! Ve aynısı senin için de geçerli Enne!” dedi prenses.
“Hı-hı.” Enne başını salladı. “Hoşça kal Iryll. Hoşça kal
Nell.”
Kapıya adımlarını attıktan sonra iki kız el salladı ve
zamanla gözden kaybolana kadar el sallamaya devam ettiler. Kaybolmuş olmaları
hareket etmeme yetmemişti. Kapıyı sessizce kapatıp onu zindan menüsünden
gizlemeden önce uzunca bir süre öylece bakmaya devam etmiştim.
Gözlerimi kapatıp son bir derin nefes aldıktan sonra,
yanımda kalan ikiliye döndüm. “...Hadi eve dönelim.”
“Nell gittiği için üzgün müsün?” diye sordu Enne.
“Biraz, evet.” dedim saçlarını karıştırırken. “Biraz yalnız
hissediyorum, muhtemelen kaleye dönünce herkesin beni neşelendirmesi
gerekecek.”
“Hı-hı.“
Parmaklarının ucuna kalktı ve beni teselli etmek için
rolleri takas ederek başımı okşamaya başladı. Gülmek istediğim bir andı. Ama
yapamamıştım. Ve moralim kötü olduğundan değildi.
Rir hırlamaya başladı. Uzaktaki bir şeye gözlerini dikerek
başını eğdi ve sırtını dikti. İfadesi sert, hatta agresifti. Yan yana birçok
güçlü düşmanla savaşmış olmamıza rağmen, bu zamana kadar onda gördüğüm en
gergin, en panik ifadeydi. Bu kadar fazla alarm halinde hiç olmamıştı.
“Sorun nedir oğlum?”
Soruya cevap vermesine gerek yoktu. Gerginliğini hissettiğim
anda haritam birden açılmıştı.
Ekran, tek bir kırmızı noktaya odaklanmıştı.
Bir istilacıya.
Tamamen alışkanlıktan üzerine tıkladım ve detaylara göz
gezdirdim.
***
Genel Bilgiler
İsim: Y**d**sil
Irk: ******
Sınıf: *****t Lort
Seviye: 9**
HP: *2****/*2****
MP: *6****4***/*6****4***
Kuvvet: ***8*
Can: ****
Çeviklik: 3****
Büyü: *3****9*
Maharet: *****
Şans: ****
Unvanlar
Ara***rm**ı
Dün** E**n
Bil** Ge**r*n
***
“Bu... da... ne... lan?” Çıkarabildiğim tek cümle, boğuk bir
fısıltı olarak çıkmıştı.
Yeni düşmanım benden öyle güçlüydü ki, bilgisini almakta
tamamen yetersiz kalmıştım.
Lefi’nin aksine o, olası gözetleyicileri uzaklaştırmak için
kendi statlarını bilerek açık etmiyordu. Ama seviyesinin dokuz yüzlerde
olduğunu gün gibi görebiliyordum.
O’nun gibi.
Olabilecek en yüksek seviye tehdit olan yaşayan bir musibet
seviyesindeydi.
Düşünce aklımdan geçtiği an, ışık görmüş tavşan gibi
kalmamam gerektiğinin farkına vardığım andı. O yüzden harekete geçtim. Elimden
gelen bütün hızla.
“Orochi, Yata, Byakku, Wsprit! Hemen kaleye dönün! Yolda
karşılaştığınız her şeyi boşverin ve olabildiğince kısa sürede geri dönmeye
odaklanın!” Zindanın Uzakkonuş sistemini kullanarak bir emi verirken, tuzak
menüsünü açıp her şeyi etkinleştirdim.
Geçmesini bekleyemeyeceğim bir fırtınaydı. Savaş
kaçınılmazdı. Çünkü, bir sebepten ötürü, doğrudan kaleye doğru gidiyordu. Bu
hızla devam ederse, birkaç saate ulaşırdı.
“Hay sıçayım!” Sıkıntılı bir şekilde küfretmiştim. “Rir,
bizi kaleye tam hızla geri götür! Enne, kılıç formunda kal!”
İki dostum da onayladıklarını dillendirdi ve emirlerimi uygulamaya
koyuldu. Enne Kişileşmeyi devre dışı bıraktı ve sırtına sağlam bir şekilde
oturduğum anda Rir şimşek gibi atıldı.