Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Ziyaretçi - Kısım 3
Peeekala... Sanırım Lefi adamın sadece bir ışık topu
olduğunu söylerken ne demek istediğini anlamaya başlıyorum. Çünkü şey... şöyle
kiiii... o tam da öyle. Hatta, onu tarif etme şekli hemen hemen doğruydu.
Karşımda “dikilen” yaratık... bir cübbeydi, daha da belirtmek gerekirse, önünde
süzülmekte olan bir asa bulunan küçük bir çocuk boyutlarında bir cübbeydi. Asa
öyle konumlanmıştı ki, neredeyse onu görünmez bir elle tuttuğunu düşünmek
istemiştim.
Onu cübbe diye tarif ederken ciddiydim. Cübbe içinde biri değildi,
tam aksine, cübbenin kendisiydi. Etrafta süzülüyor sayılırdı. Kabaca insan
şekline benzeyen bir şeyin üzerine asılı gibi duruyordu, ama insan şekli yoktu.
Kumaşın altında, var olduğunu farz ettiğim formu bir yana, insana biraz bile
yakın bir şey olsaydı kafasının nerede olacağı bariz bir şekilde görülebilecek,
yumruk büyüklüğünde tek bir ışık küresi dışında bir şey yoktu.
Bir yüzü ya da ses telleri olmadığı için, geleneksel şekilde
konuşması onun için mümkün değildi. Sözleri, doğrudan beynime gönderiliyor
gibiydi ve sesi, sanki bir makinenin sesi gibi inorganik ve sentetik gibiydi,
böyle denebilirse tabii.
Ancak onunla yüz yüze gelmiş olmak, onunla ilgili en dikkat
çeken kısımın görünüşü olmadığını anlamamı sağlamıştı. Aksine en dikkat çeken
kısmı, varlığından yayılan ezici saf güç hissi, aurasıydı. Yakınlarında durmak,
varlığının çekimini, ağırlığını hissetmeme fazlasıyla yetmişti. Eeeevet. O
Lefi’nin ayarında.
En hayranlık uyandıran kısım, aktif olarak baskılıyor
olmasına karşın, aurasının her bir gözeneğimden geçtiğini hissetmemdi. Saf
gücü, vücudu olmamasına rağmen bulunduğu yeri tam olarak saptayabilmemi
sağlamıştı.
“...Ben de tanıştığıma memnun oldum Ruhların Efendisi. Ben
Yuki ve zaten farkında olduğun üzere, ben bir İblis Lorduyum.” dedim. “Pekala,
devam etmek hakkında bir şeyler dediğini biliyorum, ama devam etmeden önce, şu
ejder hükümdarlığı olayını açıklayacak mısın? Ne olmuş ona?”
Sanki bir bilim insanı bilinen bir gerçeği söylüyormuş gibi,
“Ejder Efendisi unvanı, kaybedenden kazanana geçen bir unvandır. Öncülünün
ölümüyle gelen sessizlik sebebiyle, taç sana geçti.” dedi, yumuşak, duygu
bulundurmayan bir şekilde.
Aa doğru... şimdi söyleyince, saçma duran ejderha/iblis
lordu unvanını şu salağı öldürdükten sonra almıştım değil mi? Unvanın tanımı,
ejderhaların kralı olduğumdan bahsediyordu, o yüzden açıklama için Lefi’ye
sormuştum. O zaman bana, endişelenmek bir yana, bahsetmenin bile değmeyeceği
bir şey olduğunu söyleyerek geçiştirmişti. Bir şey çıkmayacak gibi
gözüktüğünden, onun sözüne güvendim ve sözde var olmayan tacımı tereddüt
etmeden başımdan savdım.
“Ejderha köyünün düştüğü kaos halini güdüleyen şeyin ne
olduğunu şimdi anlıyorum. Tacı birden kayboldu ve bilinmeyen bir sonradan
görmeye geçmiş.”
Sözleri, bakışlarımdan kaçınmak için hemen yüzünü çeviren
Lefi’ye bakmamı güdülemişti.
“Biliyor muydun?” Diye sordum.
“T-tabii ki hayır.” dedi, sahte gücenmiş bir havada. “B-bu
düşünce hiç aklımdan geçmedi.”
İkimiz de küstahça bir yalan söylediğini gayet farkında
olduğumuzdan, maskesini kırmak için gerken tek şey birkaç saniye yan gözle
bakmaktı. Kısa süre sonra yavaş, gönülsüz bir açıklamaya başladı.
“...Gyogarr kral olduğunda köyün bir anarşi haline düşmeden
kalmasının hiçbir şansının bulunmadığını biliyordum.” dedi, hala bakışlarını
kaçırarak. “Ve ayrıca, ölümünden sonra çok daha kötüye gidebileceğinin de gayet
farkındaydım.”
“O zaman neden daha önceden söylemedin?”
“Köyden ayrılmam, yıkıcı bir öfkeyle birlikte
gerçekleştiğinden, o zamandan beri köye yaklaşmak bana çok zor geldi.” dedi.
“Sana gerçeği söylemedim, çünkü geriye dönmeye hiç niyetim yoktu.”
“Bir dakika, yoksa bu diğer bütün ejderhaların seni düşman
olarak gördüğü anlamına mı geliyor?”
“Görmüyorlar. Tersinin gerçeğe daha yakın olduğunu
söyleyebilirim...”
Bana düzgün bir açıklama yapmak yerine lafı geveleyip
duruyordu, o yüzden Ruhların Efendisi araya girdi ve onun yerine kendisi bana
bir açıklama yaptı.
“Bağlı olduğun ejderha, bütün yaratımların üzerinde hüküm
süren bir kişidir. Soydaşları tarafından yüceltilir ve ejder türünün altında
toplanması gereken bir idol olarak onu ilahlaştırırlar. Onun hükümdarlığı için
can atanlar, şu anda taşıdığın makamı ele geçirmek için ona yalvarmışlardır.
Ama boşaydı. Sürekli yapılan rahatsızlık, onu Ejder Efendisi görevine sahip
çıkması için onu teşvik etmeyi başaramamış ve onu bir öfke ve memnuniyetsizlik
haline sokmuştu. Öfke içinde, yıkım ile kendi özgürlüğünü aramıştı. Öfkesinin
alevleri, yaşayanların yarısını bütün bir ay çevrimi boyunca hareketsiz
bırakacak kadar büyük yaralarla bırakarak, köyü harabenin bir tanımı haline
getirmişti.”
Hmm... Demek Lefi birçok soruna sebep oldu ve evinden kaçtı
öyle mi? Eskiden bu kadar erkek fatma olduğunu bilmiyordum.
“Birden yeni karakter özellikleri kazanman için biraz geç
değil mi?” Dedim.
“K-karakter özellikleri derken ne kastettiğini bilmiyorum,
ama durum her neyse, köyde yaşananlar benim suçum değil! İtirazlarımı dinlemeyi
reddettiler!” Yarı sinirli, yarı rahatsız gibi görünüyordu. Ortalığı kasıp
kavurması hakkında garip hissettiğini söylemesi kolaydı.
Tekrar düşündüm de, biraz hatalıyım değil mi? Daha
derinlemesine düşününce, Lefi’nin erkek fatma özelliğini birden kazanmış olmadığını
fark ettim. Aksine, davranışları benim gayet yakından tanıdığım bir yanından
kaynaklanıyordu; sadece kendi kararlarını takip etmeye inat etmek. Bu sıralar
zindanın diğer tüm sakinleriyle iyi geçiniyordu, ama asıl mizacı kendini
beğenmişlikti. Aslında bu da tam doğru değil. Daha çok, kendisinden başka
kimseye hiç ilgi duymamıştı.
Anlayabildiğim bir özellikti... Çünkü ben de en azından bir
noktaya kadar, öyleydim. Aynı benim dünyamın benim etrafımda dönerek başlaması
gibi, onunki de onun etrafında dönerek başlamıştı. İkimiz de günlük hayatımıza
başkalarının dahil olmasından hoşlanmıyorduk.
“Durum her neyse, bir şey yapmadan durmanın artık bir anlamı
yok.” dedi yalandan olduğu belli olan bir öksürükle. “Konuşmamıza daha rahat
bir ortamda devam edebilmek için evimize rahatlıkla girip oturabiliriz.”
“Evet, sana sormak istediğim birkaç iyi sorum olduğundan,
içeri gelebilirsin.” diye onayladım.
Onunla konuştuktan sonra, düşman görünmediği sonucuna
vardım. Anahtar kelime: görünmediği. Gerçek anlamda bir ışık küresi olması,
ifadelerini ya da niyetini tam olarak anlamamı nispeten zorlaştırıyordu.
Kararım daha çok, en ufak tetikte olmamış olduğunu gösteren Lefi’nin
davranışlarına dayanıyordu.
Ayrıca o, Lefi’nin arkadaşıydı. Şüphelerim olsa da ona biraz
olsun güvenebilirim değil mi?
“Çok müteşekkirim.”
Ve böylece, Lefi’yle birlikte ziyaretçiyi zindanın
derinlerine götürdük.
***
“Bu sen misin Guru!?”
Beni şaşırtan bir şekilde, dönüşümüz üzerine seslenilen kişi
Lefi ya da benim aksime Ruhların Efendisi olmuştu. En garip olan kısmı ise, o
kadar kişinin içinde, Illuna’nın ona seslenmiş olmasıydı. Gözleri ardına kadar
açık bir şekilde donakalmıştı.
“Guru...? Birbirinizi tanıyor musunuz?”
“Tanışmışlığımız var.” dedi ruh. “Sağlığının hala iyi
olduğunu görmek beni mutlu etti.”
Rahat bir nefes almıştı--ya da en azından sözlerini, rahat
nefes aldığını göstermek ister şekilde söylemişti.
“Demek onu kutsayan kişi sendin?” diye sordu Lefi.
“Kutsamasının detaylarını inceleyemedim, ama uzun zamandır senin işin
olduğundan şüpheleniyordum.”
“En küçük ayrıntılar bile neredeyse gözünden kaçamıyor, eski
dostum.” kapüşonlu figürün başı hafifçe eğildi, sanki başını eğermiş gibi.
“Kutsama mı? Ne kutsaması?” Diye sordum şaşkın bir şekilde.
Ruhların efendisi, ziyaretine sebep olan koşulları
açıklamaya geçmek için sorumu fırsat olarak görmüştü. Görünüşe göre malum yaşam
formu, zamanını dünyayı gezerek geçiriyordu. Birkaç yıl önce yolculuğu, onu
küçük ama güzel bir köye götürmüştü. İçinde yaşayanlar, toprağı doğal dünyadan
ayırmıyor, aksine onunla uyum içinde yaşıyordu. Ruhlar da doğayla tamamen bir
olarak yaşayan yaratıklar olarak, kralları kendini bu köyün içinde yaşayanların--vampirlerin--hayat
biçimlerine tamamen hayran kalmıştı.
Görünüşü hiçbir şekilde normal olmadığından, köylüler başta
ondan ürkmüştü. Ama bazı bölgelerde ruhlar toprağın tanrıları olarak
tapıldığından, aldırış etmeden onu sıcak bir şekilde karşıladılar. Onlarla bir
süre kaldı. Ve Illuna ile bu ziyareti süresinde tanışmıştı. Onunla irtibata
geçince, onun perileri manipüle etmek için gerekli yatkınlığa sahip olduğunu
fark etmişti.. Ve böylece, ona lütfunu bahşetmişti.
“Birini vasıta yapmak iki gerekliliğe ihtiyaç duyar; kalbin
saflığı ve tüm yaratımlar için tarafsız bir düşünce.” diye açıkladı ruhların
efendisi. “Bu nitelikleri karşılayanlar seyrek bulunur. Bilgeliğin aktarımını
gerçekleştirme görevi, böyle biri keşfedildiğinde bana düşer.”
Seyrek derken ciddiydi. Görünüşe göre Illuna, birkaç yüz
senedir kutsadığı ilk kişiydi.
Onu kutsadığından bu yana çok zaman geçtiğinden, Illuna’nın
köyüne döndüğünde sadece harabelerle karşılaşmıştı.
“Yani demek istediğin, aslında onu kontrol etmek için buraya
geldiğin mi?”
“Onun halkı beni en büyük dostları olarak kabul etti ve
sonsuz cömertlik gösterdi. Köyün kendi çocuğu olarak hüküm verdiği çocuğun
güvenliğini kontrol etmekten sadece memnuniyet duyarım.”
Vampir toplumunu anlatmaya geçmişti. Kan emicilerin yerleşim
yeri, iblis diyarının geri kalanından izole bir yerdi. Sadece birkaç düzineye
ev sahipliği yapardı ve çocuklar sadece birkaç yılda bir doğardı. Bu kadar
nadir olmaları, herkes tarafından sevilmelerine ve sadece kendi ebeveynleri
tarafından yetiştirilmemelerine yol açmıştı. Topluluğun her bir üyesi onu kendi
kızları olarak görüyordu. Sanırım bu yüzden böyle iyi bir kızdı.
“Yine de, şu anki ikamet yeri beklenmedik. Onu, bir zamanlar
yaşadığı yerden kaçıran günahkarlara ne oldu?”
“Biraz uzun bir hikaye, ama temelde tam olarak beklediğin
şekilde gerçekleşti.” dedim. “Onu kaçıranlar çoktan yerin dibini boyladı.
Onları tümüyle yok ettim ve senin için alınacak pek bir intikam kalmadı. Bunu
senden çaldığım için üzgünüm.”
“Ne... dikkate değer.” Ruhların efendisi, kinayeli konuşmamı
minnettarlıkla karşılamıştı. “Benim yerime onların hak ettiği cezayı
uyguladığın için sana müteşekkirim.”
“Eeh... Doğal olan neyse onu yaptım.” dedim. “Illuna’nın
senin için önemli falan olduğunu biliyorum. Aynısı burası için de geçerli.
Benim için aşağı yukarı bir kız kardeş sayılır.”
Bana teşekkür etmesini gerek görmemiştim, ne olursa olsun. O
gün işlediğim cinayetlerin hiçbiri bir başkası için değildi. Hatta Illuna için
bile. Öldürdüğüm herkesi, kendim için öldürdüm. Ne eksik, ne fazla.
“Ah gümüş ejderha, şu anda anlıyorum ki, ifade
edilebilirliğindeki değişimin başlıca sebebi ondan kaynaklanıyor.”
“...Bunun bir sır olarak kalmasını isterdim, ama
tanışıklığımızın uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda sanırım yapılabilecek
bir şey yok.” diye iç çekti, acı bir şekilde.
“Çekilmiş bir kılıca benzetilebilirsin.” dedi ruhların
efendisi, hafif bir gülümsemeyle. “Hiç kimse senin dikkatini çekemez. Bu değişim
bana sevinç getiriyor. Şu anda böyle çok yapılı ifadeler yapabiliyor olmanı
biliyor olmayı hayırlı görüyorum.”
“Senin gibi değilim.” dedi ejderha, sert, buruk bir şekilde.
“Sonsuza kadar değişmeden kalamam.”
Her ne kadar ziyaretçimizden pek de memnun olmasa da, ben
kesinlikle memnundum. Varlığı, benim bile göremeyeceğim ifadeler yapmasına
sebep oluyordu.
“Sanırım kalamazsın. Yine de Yüce Ejderha, bu dünyada senin
kendine bir eş seçeceğini düşünmeye cesaret edebilecek hiç kimse yok. Öyle
sersemletici bir şey ki bu, gerçekliğinin yayılması, dünyanın kendisini ters
düz edebilecek kapasitede.”
“Bu bir mübalağa.” dedi Lefi.
“Bu, karşı çıkmam gereken bir gerçeklik savı.”
Kendini ifade etme ve kelime seçimleri bana, unvanının
açıklamasını okumak için büyük ihtimalle Analiz kullandığını düşündürmüştü.
Bahsi geçmişken, neden Analize sahip olsam bile Illuna’nın kutsaması hakkında
hiçbir şey bilmediğimi merak etmiş olabileceğinizi biliyorum. Cevap, Ruhların
Efendisi’nin onu gizleyen kişi olduğu ve büyüsünün arkasını görebilmemi
engelleyecek kadar güçlü olduğuydu.
“Özür dilerim. Sana ruhlar konusundan bahsetmem gerekirdi.”
Başlangıçta konuşmamızın merkezi olan kişi, çekingen bir özürle aramıza
katıldı. Gözleri nemlenmişti ve sanki her şeyi bize anlatmadığı için gerçekten
çok berbat hissediyor gibiydi.
Bir anlığına nasıl davranmam gerektiğinden pek emin
değildim, ama kısa bir süre içimden kafa yorduktan sonra, şaka yaptığımı ima
eden bir şaşkınlıkla ona göz kırpmayı seçmiştim.
“Hmm? Neden özür diliyorsun?”
“Ne?” Vampir bana geri göz kırpmıştı.
“Yani, bize söylemene gerek yoktu. Ayrıca ne derler
bilirsin. Sırlar, bir kadının cazibesinin bir parçasıdır.” dedim sırıtarak.
“Yuki haklı. Özür dilemen için bir sebep yok. Ne idüğü
belirsiz bir adamın, en iyi ihtimalle şüpheli görünen bir kutsamasını kabul
etmeye zorlandın. Özür dilemesi gereken biri varsa bu sen değil, o olmalı.”
dedi Lefi, bana destek çıkarak.
“Kutsamamı zararlı olarak görebilecek tek kişi sensin.” diye
dalga geçti ruhların efendisi.
“Öyleyse, kandırdığın bütün zavallı aptalların sesini hesaba
katacak kadar yüksek sesle konuşacağım.”
“Suskun olmanı rica etmekten başka bir alternatifim yok.”
“Biliyor musunuz, şimdi bir düşününce, birinin Lefi’ye bir
çocukmuş gibi davrandığı tek zaman bu olabilir.” diye sesli bir şekilde
düşündüm.
“Hmph,” diye homurdandı. “Öyle bir yaşta ki, ne kadar uzun
bir hayat yaşamış olursak olalım, onun gözünde hepimiz onun çocuklarıyız.”
“Bana mı öyle geliyor, yoksa zaman ölçeğinin orantısı
tamamen darmadağın mı oldu? Çünkü bin yıl bana çok uzun geliyor. Eğer ona göre
hala bir çocuk sayılıyorsan... of dostum...”
Cidden...
“Teşekkürler Yuki! Teşekkürler Lefi! En iyisisiniz!” Tüm
sırlarını bize başından söylemediğini gerçekten umursamadığımızı gördükten
sonra, Illuna bize doğru koştu ve ikimize de kocaman sarıldı.