Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Ziyaretçi - Kısım 4
Başlangıçtaki telaşı aştıktan ve Ruhların Efendisi’ni geri
kalan sakinlerle tanıştırdıktan sonra, daha derin bir konuşma için alçak bir
masanın karşısına geçtik.
“Şey...” Leila gözlerini kapüşonlu figüre çevirmiş bir
şekilde tereddütlü bir şekilde sormuştu. “Atıştırmalık bir şeyler ya da çay
ister misiniz...?” Beklenmedik misafire nasıl davranması gerektiğini
bilmediğinden, aşırı hamarat hizmetçi bile şaşırmıştı.
“Gösterdiğin özen içime minnettarlık yayıyor, koyun boynuzlu
ırkın çocuğu.” dedi. “Ne yazık ki formum yiyecek tüketmekten aciz olduğu için
reddetmek zorundayım.”
“Dur, o zaman yemeden içmeden tam olarak nasıl hayatta
kalıyorsun?”
Eski Japon halk hikayelerinden çıkmış ve dağın sisli
bölgelerinde yaşayan bir mistik gibi demeyin.
“Ben ruh ırkındanım. Onun sayesinde hayatımı idame
ettirebildiğimden, büyü sanatlarını besleyen öz benim tek ihtiyacımdır” dedi.
Böyle mi çalışıyor? Amma da şey... fantastik gibi.
“Ona inanma Yuki. Sana yalan söylüyor.” Ben içselleştirmeyi
ve kabullenmeyi bitirir bitirmez, Lefi ruhun iddiasını yalanlamıştı. “Var olmak
için manaya ihtiyacı olmadığından eminim. Uzun zaman önce, Hadean Helldrake
adıyla bilinen bir rakiple savaşa tutuşmuştuk. Bu sözde şeytani figürün Ruhlar
Efendisi’ni bir saldırıyla yok ettğini gördüm. Ondan geriye hiçbir şey
kalmamıştı ve bölgede hiçbir büyü parçası da kalmamıştı. Sonunda öldüğünü
tahmin etmiştim. Ama sadece bir süre sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi
yeniden oluşmuştu. Bu sefer ağır darbeyi yiyen Helldrake’ti.” Alay etti ve
gözlerini kısarak ona baktı.
“Ne çağrışım yapan bir dizi anı ama...” ancak ruhların
efendisi nostaljinin tadını çıkarmak için ilgisiz kalmış ve suçlayan
bakışlarını umursamamıştı. “Onları son ziyaretimden bu yana çok uzun zaman
geçti.”
Sözlerini herhangi şekil veya yöntemle reddetmek yerine,
dolaylı olarak onu kabul etmişti.
“Vay canına şey... Bunun hakkında söylemek istediğim sürüyle
şey var ama, hepsinden önce bu Helldrake olayı nedir?”
“O bir zamanlar mutsuz mizaçlı bir ejderhaydı, hem o hem de
ölü diriltmeye olan merakıyla bilinirdi.” diye açıklamaya başladı Lefi. “Sanatı
sağlıksız bir sıklıkla kullandı ve zaman buldukça onunla deneyler yaptı. Bu
olaylardan birinde hata yaptı ve kendine bir hortlaklaştırma büyüsü yaptı ve
bunu yaparak, hayatını kaybetmeden hortlakların bir üyesi haline geldi.
Dönüşümle birlikte gelen öfke dolu güdüler mantıklı düşünme yetisini yok etmiş
ve onu akılsız bir öfke nöbetine sürüklemişti. Hadean Helldrake, ona ırklar
tarafından verilmiş bir isim.”
“Şey...” normalde misafirlerimiz varken, tipik bir
hizmetçinin yapacağı gibi, sessiz ve hazırda kalmayı tercih eden Leila,
konuşmaya katılmıştı. “Ölü Diyarı’nın Efsanesi’ndeki ejderhadan mı
bahsediyorsunuz?”
“Böyle bir efsane duymadım.” dedi Lefi.
“Bu eski bir halk hikayesidir. Ölü diyarını yöneten ejderha
Hadean Helldrake’in, günahkarlık ve ahlaksızlık çok yayıldığı için ırklara
sinirli olduğunu anlatır. Üzerindeki dünyaya daha fazla katlanamayan ejderha,
dünyanın derinliklerinden bir ölü ordusuyla onu yıkmak için yükselir, ancak bir
kutsal elçi tarafından durdurulur.”
“Büyük ihtimalle aynı ejderhadan bahsediyoruz. Genellikle
etrafını ölü ordularıyla çevirirdi.” dedi Lefi. “Ancak gerçeklik, efsanelerden
farklı. İçe dönüktü ve genellikle kasvetli ve neşesiz görünürdü ve kesinlikle
kontrolden çıkmıştı, ama o ölü diyarından değildi. Aynı şekilde, onun
çılgınlığına son veren yaşlı aptal, hiçbir şekilde kutsal bir elçi değildi.”
“Ne ilginç... Demek efsane böyle türedi...”
İnanılmaz heyecanlanmış bir Leila bir not defteri çıkardı ve
hemen bir dizi gözlem ve sonucu karalamaya başladı. Bir dakika,... Bana mı öyle
geliyor, yoksa az önce o şeyi eteğinin altından mı çıkardı? İmkanı yok, değil
mi? Yani, onun bir hizmetçi olduğunu biliyorum, ama o F.A.R.C. Tarafından
yetiştirilmiş bir gerilla değil ve bir şemsiye gibi gizlenmesi bir yana, sağda
solda bir SPAS-12’nin bulunduğundan bile şüpheliydim. Eteğinin altında bir el
bombası saklıyor olmasının imkanı da yok, değil mi? Değil mi...? [1]
“Sorun nedir Yuki?” diye sordu Lefi. “Neden Leila’ya dik dik
bakıyorsun?”
“...Çok kısa eteğinin altına bakmak istemiştim.”
“Beni kızdırmak için o kadar ümitsiz durumda mısın?” Ejderha
gürledi.
“Ne?” Lefi’nin bana soğuk bakışlar attığını fark ettiğim
anda düşüncelerimden sıyrılmıştım. “B-bir dakika, onu kastetmedim! Sadece saf,
masım bir merağımı ifade ediyordum!” Panikle bağırdım.
“Söz konusu davranış etek altına bakmaksa masumiyetten
bahsedilemez.” dedi.
“Ş-şeyy... evet, haklısın.”
Kendimi savunmak için söyleyecek hiçbir şeyim kalmamıştı.
Kurcalanacak hiçbir açığı kalmamış mükemmel mantıklı bir tespit yapmıştı.
“Eğer istediğiniz buysa efendim...” iblis kız üniformasının
kenarlarını kaldırmaya başlarken kızarmış ve bakışlarını kaçırmıştı.
“N-n-ne yapıyorsun Leila!? Beni öldürmeye mi çalışıyorsun!?”
Paniklediğim anda utangaç maskesini düşürdü ve kıkırdamaya
başladı. Ah lanet olsun. Benimle tamamen taşak geçiyordu.
“Kurduğunuz bağlar göz kamaştırıcı.” Ruhların efendisi içten
bir kahkaha atmıştı. “Hepinizin şu andaki davranışları, gün be gün yaşanan
şeyler mi?”
“Evet! Her zaman böyledir!” dedi Illuna. “Ama Lefi ve Yuki
içimizde birbirine en yakın olanlar. Bu kadar iyi geçiniyor olduklarını görmek
beni neredeyse kıskandırıyor!”
“Bu açıklamayı duyduğuma memnun oldum.” Ruhların efendisi
yine mutlu bir şekilde gülmüştü.
Illuna-Ruhların Efendisi etkileşiminden bahsetmişken...
Vampir kız, garip, fantastik yaratığa guru demişti, çünkü köyünde yaşayanlar
için o, tam da öyle birisiydi. Köye, istedikleri tüm bilgiyi vermiş olması
gerçeğinden kaynaklanıyordu; sordukları her bir soruyu, hatasız bir şekilde,
bilgelikle yanıtlamıştı. İşte bu yüzden vampirler ortaklaşa olarak ona guru
diyorlardı.
Bilinmeyen bu varlığın cinsiyetini ayırt etmekte çok fazla
zorlanmıştım ve cinsiyetsiz unvaı, gizemi çözmek için hiçbir şekilde bana
yardımcı olmuyordu. Gerçi Lefi, Ruhların Efendisi’nden erkekmiş gibi
bahsetmişti ve kabul etmemek için bir sebep görmediğimden, ben de aynısını
yapmıştım.
“Ah doğru.” boğazımı “ihtiyaç duyduğum için” temizledikten
sonra ejder sakinimize döndüm ve hızlıca konuyu değiştirdim. “Aklıma geldi, bir
süredir sormak istiyordum, ejderhaların köyünde mi doğdun?”
“Sanırım öyle, evet.”
“O zaman bu, orasının ebeveynlerinin olduğu yer olduğu
anlamına mı geliyor?”
“Hiçbir ebeveynim yok.” dedi Lefi. “Ejderhaların doğmasının
iki yolu vardır. İblis ırkının kökenleri hakkında söylediklerimi hatırlıyor
musun?”
Büyülü parçacıklar ve rastgele üreme ile ilgili dersini
anımsarken, “Evet, az çok,” dedim, “ne olmuş ona?”
“Aynısı ejderhalar için de yaşanabilir. Bazılarımız bir çift
eş olmayı seçtiği zaman doğar, ama diğerleri sadece var olur. Ben ikinci gruba
dahilim.”
“Hmm... Anladım, yani sen de benim doğduğum şekilde doğdun,
öyle mi?”
“Bu doğru.”
Biliyor musunuz, bunu bilmek beni bir nebze de olsa mutlu
etti. Ama bunu ne ona ne de bir başkasına asla söylemeyeceğim. Bu, lanet mezara
kadar taşıyacağım bir sır.
Ejderhalardan, özellikle Ruhların Efendisi’nin varlığında
bahsediyor olmak, Illuna kaçırıldığında yardımımıza gelenleri hatırlatmıştı. Lefi’nin
aksine onlar Uğursuz Orman’ın yerlileriydi. Başka bir yerden göç etmenin
aksine, onlar burada doğmuşlardı. Zaman zaman onlarla karşılaştım, ama nerdeyse
her bir nadir karşılaşmamız, statları benimkini tamamen gölgede bıraksa da,
onların bana korku dolu bakışlar atıp bir yandan hızlıca kaçmalarıyla
sonuçlanıyordu. Gözleri, tamamen, “Bu kadar korkutucu biriyle bu kadar zaman
geçirebilecek yetide olmana şaşırdım.” mesajı veren bakışlar atıyordu. Bu kadar
korkunç birinin sadece arkadaşlığından keyif almadığımı, ayrıca onunla evlenmiş
olduğumu bilmeleri, benim hakkımdaki bu şekilde hissetmelerine sebep olmuştu.
Yani, benden karımdan korktukları için korkmak yerine, akıl hastanesine yatması
gereken birinden korktukları gibi korkuyorlardı. Şahsen, Lefi ile aynı ırktan
olduklarından onlarla iyi geçinmek ve iyi komşular olmak isterdim, ama onlar
her zaman benden kaçmaya çalışma zahmetine giriyorlardı. Üzgün surat.
Lefi’den korkuyor olmaları, uzun bir zaman önce meydana
gelmiş bir çatışmadan kaynaklanıyordu. Uğursuz Orman’a ilk vardığında, onu
bölgelerinden uzaklaştırmak için sayı üstünlüklerini kullanmaya kalkmışlar, ama
tamamen ve bütünüyle dayak yemişlerdi. Ona göre, kazara “biraz” fazla ileri
gitmişti, çünkü Yüce Ejderha unvanını taşıdığı günden bu yana kendi ırkından
birileri ilk defa ona meydan okumuştu. Açıklaması biraz detaysızdı, ama az çok
gizli kalan kısımları anladım ve tam olarak ne yaşandığını tahmin ettim.
Düşünerek biraz zaman geçirdikten sonra başımı kaldırınca,
odadaki iki en zeki kişinin yüksek seviye bir konuşmaya tutuştuğunu gördüm.
“O zaman ruhların halinin etraflarındaki doğal dünyanın
durumu ile çok alakalı olduğunu farz etmek doğru olur mu?” diye sordu Leila.
“Örneğin, eğer bir bölgedeki büyü parçacıkları bozulursa, bölgedeki ruhlar da çarpıklaşır
ve anormal ve beklenmedik davranışlar olarak değerlendirilecek şeyler
sergilemeye mi başlarlar? Sanıyorum ki...”
Şey.. Ne...?
“Açıklamaların hatasız. Benim olduğum gibi bir ruh olmayı
nasip eden ve benim olduğum gibi idrak yeteneğine ve ben kavramının farkında
olmasını sağlayan birer ikincil diziye sahip olan bir koşullar dizisi vardır.
Ve bu kuralın kanıtı, sadece ruhlarla gösterilmemiştir. Tüm fauna, içlerinde
büyü özünü barındırabilir ve ona bağlı olan enerjiyi içselleştirebilir. Ancak,
gözlenen uyum...”
Evet... Sanırım beni kaybettiler.
“O zaman bu, büyü enerjisinin, en azından bir miktar, hem
ben hissinde hem de bilişsel yeteneklerden sorumlu olduğu anlamına gelir mi?
Sanırım ırklar ayrıca...”
Evet, tamamen izlemiyorum.
Ruhların efendisinin Illuna ve Leila ile yaptığı konuşmalar,
apayrı iki izlenim bırakmıştı. Illuna ile konuştuğunda sıradan ama bilgili bir
yaşlı bir adam gibi görünürken, Leila ile konuştuğunda ise, yetenekli, yüksek
öğrenim gören bir öğrencisine rehberlik eden, her şeyi bilen bir profesöre
dönüşüyordu. Vay anasını, Leila’nın bilgiye olan açlığı gerçekten şaka
değilmiş. Yaşadığın sıkıntı için özür dilerim, ruhların efendisi dostum.
Şeyy, bir saniye. Tekrar bakınca, bundan hiç de canı
sıkılmış görünmüyor. Hatta bundan tamamen keyif alıyor. Demek istediğim,
nedenini biraz anlayabiliyorum sanırım. Leila kadar zeki birine bir şeyler
öğretmek muhtemelen biraz eğlencelidir. Pekala, eğer hoşuna giden şey buysa, o
zaman bir sorun olmayacaktır sanırım.
[1] Black Lagoon göndermesi. Animedeki Rosarita Cisneros ya
da Roberta adıyla bilinen hizmetçi karaktere gönderme. F.A.R.C. Kolombiya’da
faaliyet göstermiş bir gerilla hareketidir.