Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yan Hikaye: Yggdrasil’in Ayrılışı
“Kutsanmış çocuk, kendisine dokunulmaz kalacağı tehlikesiz
bir sığınak sağlamıştı.” Ruhların efendisi, Uğursuz Orman’daki yalnız
yolculuğuna devam ederken kendi kendine konuşmuştu. Güvende olduğunu
doğruladığı kız hakkında düşünürken, doğal olarak zihni etrafındaki kişilere
çekildi, ki ardından vücudundan yavaş, hoşnut bir kahkaha kaçmıştı. “Ne akıl
çelici. Ruhum böyle heyecanlanmayalı çok uzun yıllar oldu.”
Etkileşimde bulunmayı henüz kesmiş olduğu şahısları tamamen
eğlendirici bulmuştu. Bir sürü farklı geçmişlere sahip renkli bir gruptu.
Zindan sakinlerinin her bir üyesi öyle ya da böyle dikkatini çekmişti, ama
antik yaratığın dikkatini en çok çeken ikili, büyük bir değişim geçirmiş olan
eski dostu ve böylesi ırklararası uyumu mümkün kulan sebep gibi görünen kişi
olan evlendiği adamdı. Yedi farklı ırktan oluşan kişilerle tanışmış ve bir insan
kahraman formunda olan sekizinci bir sakin olduğu da ona söylenmişti. Bilindiği
kadarıyla, farklılıklarına rağmen hiçbir uyuşmazlık yaşanmamıştı.
Bir konsept olarak ırklararası uyum, yaşlı ruhun çok cazip
bulduğu bir şeydi. Bu, kendisinin de gayret gösterdiği bir idealdi Ama hep
bunun imkansız olduğunu düşünmüştü. Başarılı olduğunu bildiği her bir deneme,
sadece kağıt üzerindeydi. Her bir ırkın kendi alışkanlıkları ve özellikleri
ardı. Farklı zamanlarda yer, farklı gerçekler yorumlarlar ve farklı erdemlere
ya da yaşam bakışlarına değer verirler. Bu farklılıklar genellikle çok küçüktü,
ama göze çarpan birkaç kişi, farklı geçmişlere sahip kişilerin uzun vadede
birbirleriyle arkadaşlıklarının tadını çıkarmalarını imkansız kılıyorlardı.
Irklararası iş birliğine dayanan bir politika hayata
geçirmeye çalışan her ülke başarısız olmuştu. Hepsi nihayetinde içeriden yok
olmuşlardı; onları zehirleyen iç büyük iç baskılara karşı tutunamamışlardı.
Daha ufak çaplı denemeler bile gerçek anlamda başarılı olamamıştı. Buna en
yakın olanlar, birbirlerinin varlığını tolare sadece bir avuç ırkın bulunduğu
küçük kasabalar ve köylerdi. Zaten en başta çok fazla şeytani ırk bulunması
sebebiyle, en başarılı şehirlerin çoğu iblisler tarafından yönetiliyordu.
Herhangi büyük şehirde birbirlerine karışmaya meyillilerdi. Ancak öyle olsa
bile, çoğu iblis kendi alt türlerinin üyeleri arasında yaşamayı tercih ediyor
ve kendi kökenlerinden olan kabilelerle birlikte kalmak zorunda kalıyordu.
Tarihin tekrar tekrar gösterdiği üzere, diğer ırkların
günlük yaşama kattığı anormalliklere saygı duyarken, başka ırktan olan birinin
dilediği gibi yaşaması neredeyse imkansızdı. Yine de, sakinlerin birbirlerinin
farklılıklarına saygı gösterme şekilleri, antik varlık üzerinde nedense Yüce
Ejderha’nın şu anki hali kadar büyük bir etki bırakmamıştı. Eski arkadaşının
yaşadığı değişimler öyle belirgindi ki, inanmakta zorlanmıştı.
Birkaç yüzyıl önce onunla ilk tanıştığında, onun için kendi
dışında başka kimse hakkında hiç ilgisi olmayan biri olduğunu düşünmüştü. En
öne çıkan özelliği, ona yaklaşan herkese gösterdiği taş kadar soğuk tutumuydu.
Ama şimdi buzlu kabuğu kaybolmuş, yerine etrafında var olanlara karşı sevgi ve
yakınlık gelmişti. Her daim sıkkın yüz ifadesi, çok yönlü ve canlı bir hale
dönüşmüştü. Nihayet kendini her şeye kadir bir varlık yerine bir birey, bir
kadın olarak görmeye başlamıştı. Ve antik varlık, onun neşesine tanıklık
ederken, aynı zamanda onu paylaşmıştı da. O kendi için mutlu olduğu kadar,
antik varlık da onun için mutluydu.
Ve biliyordu ki, onun dostluğuyla geçirdiği kısa zamanda,
onu değiştiren kişi iblis lorduydu. Onun etkisinde kalan tek kişi sadece
Leficios değildi. Etrafındakilerle olan etkileşimleri, etrafındakilerin de onun
hayat tarzından etkilendiğini antik varlığa yansıtmıştı.
“Sanırım kendine Yuki diyordu...” diye mırıldandı ruhların
efendisi. “Zihnimde tuttuğum tarihe onun adını kazısam iyi olur.”
Yggdrasil, iblis lortlarının karakter olarak tek düze
olmadıklarını biliyordu. Her birinin kendi eşsiz özellikleri vardı. Ama Yuki,
bu hesaba katılsa dahi tuhaf kalıyordu. Kendi türünün hiçbirine neredeyse hiç
benzemiyordu. Zindanın koruyucusuna sağladığı aşırı güce sahip olmanın bir
sonucu olarak gelen gurur ya da kibrin hiçbirine sahip olmamasıydı.
Mantıklıydı, hatta akıllıydı.
Ama hepsinden çok, değerleri vardı.
Başkalarını yargılama şekli ve karar vermesine sebep olan
faktörler, onu sadece her bir iblis lordundan ayırmıyor, ayrıca bu dünyadaki
her bir bireyden de ayırıyordu. Yüce Ejderha’nın kendisini dahil etsek bile,
açık ara en tuhaf zindan sakiniydi.
Çünkü o yabancı bir varlıktı. Kelimenin tam anlamıyla.
“Bu dünyanın tek başına varlığını sürdürmediğini hep
biliyordum, ama bir başkasından doğmuş bir iblis lorduyla sohbet etmek
gerçekten şans eseri gerçekleşen bir şey.” Gülerken sadece iblis lordu ile olan
konuşmalarını değil, ayrıca dünya gezgininin gümüş ejderha ile olan
etkileşimini de hatırlamıştı.
İkisinin özel bir bağ paylaştığı gün gibi ortadaydı.
Birbirlerine güveniyorlardı. Birbirlerini seviyorlardı. Birbirleri için
yaşıyorlardı.
Her biri, diğerine aynı derecede ihtiyaç duyuyordu.
Yuki olmadan, o asla değişemezdi. Asla sıcaklığı ya da
gerçek neşeyi bilemezdi.
Yggdrassil başta, birisinin Yüce Ejderha’ya bir şekilde
sevmenin ne anlama geldiğini öğretebilmiş olduğunu öğrendiğinde şaşkınlıkla
dolmuştu. Ama söz konusu kişi ile tanıştığında, bütün şaşkınlığı hemen
kaybolmuştu.
Çünkü Yuki, onu mükemmel bir şekilde tamamlıyordu.
Leficious’un onu tamamladığı gibi.
“Neşelerinin keyfini çağlar boyu çıkarmaları için dua
ediyorum.” dei. “Çünkü ben, her iki taraf için de öldürücü olan bir arkadaşla
ölümüne düello yapma fikrinden hiç haz almıyorum.”
Bu dünyanın koruyucusu olarak iblis lordu, eğer gözü dönerse
Leficios’u durdurmaya çalışmak dışında başka bir seçeneği olmadığını biliyordu.
Ve bunda, büyük ihtimalle, başarısız olacağını da.
Güç açısından onunla kıyaslanabilecek sadece birkaç seçkin
kişi düşünebiliyordu. Ama hiçbiri onunla tek başına mücadele edemezdi. Teraziyi
kendi taraflarına çevirmek için, her birisinin aynı anda ona saldırması
gerekiyordu.
Yüce Ejderha bu kadar absürt bir seviyedeydi. Yaşayan diğer
her bir canlıdan daha yüksek bir seviyedeydi.
Ve yenilmiş olsa bile, savaş sonrası etkiler büyük ihtimalle
medeniyetin çöküşüne yol açardı; birkaç çağ geriye gideceği kesindi.
Geçmişte böyle bir olayın korkusu Yggdrasil’in zihnini
endişeyle doldurmuştu. Muhtemel gibi görünüyordu, belki olması kesindi de. Ama
artık değildi. Onu şu anki halinde gördükten sonra, artık bunun olacağını hayal
bile edemiyordu.
İşte bu yüzden hayatlarını huzurla geçirmelerini diliyor,
bunun için dua ediyordu.
“İlham verici bir karşılaşmaydı.” Yggdrasil, ağaçların
arasından ilerlerken tekrar kendi kendine gülmüştü. “Bu dünya hala, gerçekten
de her defasında ortaya çıkan harikulade deneyimlerle dolu.”
Yuki’nin zindanı, muhtemelen dünyadaki en gelişmiş yerlerden
biriydi ve sadece gelişmeye devam edecekti. Zaman orayı, tekrar ziyaret etmeye
değer bir yer yapacaktı. Ve Ruhların Efendisi, bir gün bunu yapmak için can
atıyordu.