Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Dev Deniz Canavarının Yükselişi -- Ruh Titanı
“İyi işti çocuklar!” Bir denek olarak kullanmak için bir
canavarı sürüden ayırıp bir yöne çekmeyi az önce başarmış evcil hayvanlarıma
bağırmıştım. “Çevresini sarılı tutun! İşini bitireceğim!”
Planlarımı kolaylaştırmak için beş yaratığın her biri
daireyi bozmadıklarından emin olarak birkaç adım geriye çekilmişti. Canavar
kaçmaya kalktığında kolaylıkla engelleyebilecek kadar nispeten eş miktarlarda
aralık bırakmışlardı.
İlk laboratuvar farem panzursus olarak bilinen bir
yaratıktı. Tamamen bakıldığında diken dolu zırhlı bir kabuğa sahip bir ayıya
benziyordu. Boyumun iki katı yüksekliğindeydi, ama Uğursuz Orman canavarları
açısından bakıldığında ortalama boyutlarda bulunuyordu; boyut bakımından onu
çok aşan birçok yaratık vardı. Sanırım büyüklük gerçekten de önemli. ...Tekrar
düşündüm de, belki de değildir. Gördüğüm çoğu çılgın seviyelerdeki güçlü
şeylerin bazıları aslında gayet ufaktı. Sanırım bu, ne kadar büyük olduğundan
ziyade vücudunu nasıl kullandığınla alakalı.
Panzursuslar ormanın batı bölgesinde yaşayan canavarlar
kadar güçlü değillerdi, ama yine de sağlam güce sahiplerdi. Bölgede yaşayan
diğer her canavar gibi onlar da gardımı bir saniyeliğine bile olsa indirdiğim
anda beni vahşice katledebilme yetisine sahipti.
Kuşatılmak, Bay Ayı’yı teyakkuza geçmesine sebep olmuştu.
Dikkati dağıldığında ona saldıracaklarından endişe ettiğini gösterircesine
evcil hayvanlarıma bakmaya devam etmişti. Ama bu gerçekleşmemişti. Bugün,
sadece o ve ben olacaktık, erkek erkeğe.
“Uykunu yarıda kestiğim için üzgünüm ayı bey.” dedim. “Ama
teşhisiniz pek de iyi görünmüyor. Aşağı yukarı yolun sonuna vardın.” Konuşma
şeklim devam ettikçe daha da kendini beğenmiş bir hale gelmeye başlamıştı.
“Şahsi bir şey değil dostum. Bunu sadece kötü bir şans olarak düşün.” Bir
kolumu kaldırdım ve büyü enerjimi harekete geçirmeye başladım. “Ortaya çık! Dev
Deniz Canavarı!”
Büyüyü yardıma çağırdığım anda çok sayıda ruh bulunduğum
yere toplandı ve devasa bir doğu ejderhası formunu aldı. Uzun, yılansı vücudu
yüzgeç ve balıklardaki gibi parıltılı pullarla kaplııyken, başında ise keskin,
köpek dişlerine benzeyen dişlerle dizili devasa çeneler bulunuyordu Az çok her
zaman kullandığım su ejderhası büyüme benziyordu, ama boyut, güç ve ejderhalara
benzerliğı karşılaştırılamazdı. İkisini karıştırmak ölümcül bir hata olurdu.
“Muhahahaha!” Diye kahkaha attım. “Bunu görüyor musun?
Ciddileştiğim zaman işte bu olur! Ruh Titanı, Dev Deniz Canavarının
Yükselişi’ni seyredin!”
Pekala, şu anda muhtemelen kafanız biraz karışmıştır, o
yüzden açıklayayım. Bir ruh titanı, her elementten birçok ruhun birleşerek
oluşturduğu dev, süper güçlü bir ruha verdiğim isimdi ki bu, sınırlanmadan her
türlü büyüyü kullanabilecekleri anlamına geliyordu. Bu manyak bir şey değil mi?
Heh, size üzülüyorum çünkü bunlar, en azından bir iblis lordu kadar manaya
sahip değilseniz yapması imkansız şeylerdir. Ve tabii en ufak sınır bile
olmadan kullanmaya niyetiniz varsa. Lanet şey, mana barımın üçte birini
kullandı.
Her ne kadar ruh büyücülüğü yatkınlığımın az olduğu
elementlerde saldırmamı sağlıyor olsa da, kavramdan tamamen ayrılmış da
değildi. Yatkınlığımın olduğu elementlerin ruhları, olmayanlardan çok daha
fazla çekilme eğilimine sahipti ve böylece, emirlerimi daha çok dinlemeye
yatkın oluyorlardı. Bu yüzden yarattığım dev deniz canavarı genel olarak, en
güçlü yatkınlığımın olduğu su elementiyle ortak çalışabilen ruhlardan
oluşuyordu.
“Heh. Bunu görüyor musun, seni adi köpek? Bana denk
değilsin! Dev Deniz Canavarı’nın şeklini, korkunun şekl---argh!?” Gelen bir
saldırıyı zor bela atlatırken, atıp tutmam bir ciyaklamaya dönmüştü. “Dostum,
noluyor lan!? Kuralara göre oyna lanet olası! Monologumu bitirmeden saldırmaman
gerekirdi!”
Her ne kadar Sör Tüy Yumağı söylediklerimi anlamıyor olsa
da, yine de ruhun kontrolünde olan kişinin ben olduğumu kavrayabilmişti, bu
yüzden saçmalamalarımdaki açığı kullanarak yüksek hızlı bir saldırıyla beni
gafil avlamaya çalışmıştı. Hareketleri öyle hızlıydı ve devasa vücuduna öyle
uymuyordu ki, gelen hasardan güçlükle kaçabilmiştim.
Ancak zemin o kadar şanslı değildi. Üzerinde dikildiğim
kaya, tamamen paramparça olmuştu. Altında, arkadaş canlısı olmayan tüy
yumağının tırnaklarının boyutu ve keskinliği konusunda bir uyarı görevi gören
bir dizi dev yarık bulunuyordu; aynının pençe izleri... Her ne kadar haksızlık
konusunda atıp tutuyor olsam da, aslında ayının hoş görülmeyen bir şey
yaptığını düşünmüyordum. Güçlü olan hayatta kalırdı ve hayatından vazgeçmek
istemeyen bir yaratık için yapılacak tek mantıklı şeyi yapmıştı. Aksine hata,
sadece ve sadece benim aptallığımdan kaynaklanıyordu. Ve evet, kendinde hak
gören lanet olası bir bok parçasıydım. Kaybolun.
“Ez şunu!” Bir anlık düşünüp, içimden ölçüp biçtikten sonra
ruha, bir prensesin bir seferinde dağınık bir böcek ordusuyla karşı karşıyayken
devasa ama korunaksız olan savaşçıya yaptığı gibi, bir dizi ışın atmasını
emrettim. [1]
Dev Deniz Canavarımın nefes saldırıları, Lefi’nin
kükremeleri kadar güçlü değildi, ama yine de muhtemel topoğrafçılara bölge
haritalarını yeniden çizdirecek kadar güçlüydü. Her nefes verişe, her
tarafımızı kaplayan ormanın çevresini yeniden şekillendirecek kadar güçlü bir
lazer eşlik ediyordu. Ve üzerine bir de yarı ejderha neredeyse hiç duraklamadan
saldırı yapabiliyordu. [2]
Dev Deniz Canavarını iş üstünde görünce, geçmişte gördüğüm
yaratık filmlerinin birçoğu aklıma gelmişti. Ormanı bölge bölge yok etme şekli,
iki devasa canavarın kozlarını paylaştığı kötü bir devin nefes tabanlı ölümcül
saldırılarıyla bir şehri blok blok yok yok ettiği bir filmdeki düşmanla
neredeyse aynıydı. Yakınındaki her bir ağacı sadece sallanarak sökmesi de
benzerliğe katkıda bulunuyordu. [3]
Yaylım ateşi uzunca bir süre devam etti. Ama o kadar güçlü
olmasına rağmen zırhlı ayının işini bitirememişti. Ormanın batı kısmında boşuna
yaşamadığının bir kanıtı.
Dalga dalga saldırılara maruz kalmasının ardından bile
ayının kaybettiği tek şey, tek bir vücut üyesiydi. Ve her ne kadar yaralanmış
olsa da, geri adım atacağına dair bir emare göstermiyordu. Hatta çoktan karşı
saldırıya başlamıştı bile. Dev deniz canavarına ısırıklarıyla saldırıya geçmiş
ve kalan kaslı koluyla bir dizi sert darbeler yapmıştı. Bitmek bilmeyen bir
saldırıydı--devam etmek için bütün odaklanmaya gerek olan bir saldırıydı.
Bir başka deyişle, ben aklından çıkmıştım.
Ve bu, tesadüf eseri değildi.
“Enne!”
“Hı-hı!“
Canavara arkadan yaklaşırken kılıcımı kaldırdım ve boynuna,
Enne’in ağırlığının tam gücüyle destekli bir saldırı hedefledim.
Ayımsı piç saldırgan hareketimi hissetmiş ve ondan kaçmaya
kalkmıştı, ama iş işten geçmişti. Ne eti ne de zırhı silahıma direnememişti.
Vücudundan ayrılmış kafası yere düşerken, bir zamanlar boynu olan kütüğümsü et
parçasından havaya kanlar fışkırıyordu. Vücudu hareket etmeyi kesmişti, ama ne
olur ne olmaz diye karakter sayfasını açtım ve can çubuğunun boş olduğunu
doğruladım.
“Görünüşe göre işe yaradı.” Kılıcını pisleten kalan kanı
temizlemek için Enne’i savururken tatminkar bir şekilde başımı salladım.
Panzursus, Batı Uğursuz Orman’ının yaşyanlarından biri
olarak şöhretini gerçekten hak eden bir canavardı. Sadece Dev Deniz
Canavarı’nın bütün saldırılarından değil, meşgulken araya sıkıştırdıklarımı da
savuşturmuştu. Kör noktalarından gelen büyüler bile onun algısından kaçamamıştı.
Ve sonuç olarak öldürücü vuruşu bile fark etmişti. Saldırıyı yaparken hem
Gizlilik hem de Dikkat Yönlendirme kullanmış olmama rağmen.
Dikkat Yönlendirmeyi, ayıyı Dev Deniz Canavarı’na odaklamaya
zorlamak için kullandıktan sonra diğerini açıp arkasına gizlice ilerlemiştim.
Neredeyse mükemmel bir kombinasyondu. Güçlü bir tehdit olduğundan Dev Deniz
Canavarı’nın durumu, ayıyı odaklanması gereken kişinin o olduğu konusunda
kandırmamı kolaylaştırmıştı, yetenek sadece birince seviye olmasına rağmen.
Heh. Bu dünyaya ninja kavramını kazandırmaya başlamam çok uzun sürmeyecek.
Yakında kelimenin duyulması bile insanların kalbine yavaş yavaş korku ve panik
vermeye başlayacak.
“Her zaman bu kadar iyi gitmez tabii ama her neyse.” dedim,
şımarık fantazimi bir kenara atarak.
En büyük sorunum maliyetti. Dev Deniz Canavarım çoktan
dağılmaya başlamıştı. Mana havuzumun üçte birine mal olmuş olsa bile, çoktan
manası tükenmeye başlamıştı. Çağrı çok kısa süreliydi. Sadece var olması bile
mana çubuğunu yavaşça tüketmeye yetiyor ve saldırmak verimlilik sorununu sadece
daha kötü hale getiriyordu. Ne kadar göze çarpan ve güçlü olduğunu söylemeyi
sevsem de, teke tek düello dışında çok fazla başka durumda kullanabilecekmişim
gibi hissetmiyordum. Bu yeni oluşturduğum tekniği ne zaman pratiğe dökeceğimi
dikkatlice seçmek zorundaydım. Harcadığımın karşılığını daha çok almak için
belki biraz küçültebilirdim. Hmmm...
Ne olursa olsun, elimin altında sağlam bir başka koz olduğu
anlamına geldiğinden, deney az ya da çok başarılı olduğu için yine de
mutluydum.
“Pekala, hadi kendimize biraz daha av bulalım.” evcil
havanlarıma konuşurken etrafıma bakındım. “Bir dakika... bana mı öyle geliyor
yoksa biraz farklı mı görünüyorsun?”
Orochi soruma, yarım gülümsemenin yılan versiyonuyla, “Ah,
nihayet fark edebildin.” der gibi yanıtladı.
Yılanların gülümseyebileceğinden değil tabii. Ya da farklı
ifadeler yapabileceğinden falan da değil ama her neyse. Ne demek istediğimi
anladınız. Biraz düşündükten sonra dev kan yılanının karakter sayfasını açtım,
ve onun hiç de bir dev kan yılanı olmadığını keşfettim.
“Bir dakika, evrim mi geçirdiniz!? Ne zaman oldu lan bu...?”
Görünüşe göre artık “Aşağılık Kızıl Yılan Kral” türünün bir
üyesiydi. Ve bu değişim her en kadar yeni yeteneklerle gelmemiş olsa da, gözle
görülür bir stat sıçramasına sebep olmuştu. Ayrıca, var olan yetenekleri de,
son kontrolümden bu yana çok daha yüksek seviyelere gelmişti. Görünüş açısından
biraz farklıydı, ama genel olarak neredeyse aynıydı. Geçirdiği en göze çarpan
değişim, horoz ibiğine benzeyen bir dizi omurga çıkarmış ve artık daha koyu,
kan kırmızısı bir tonda olmasıydı.
Geriye bakıp kendime evrimin tam olarak ne zaman
gerçekleştiğini sordum, ama açıkçası hiçbir fikrim yoktu. Eğitimi ve büyümesi
ile alakalı her şeyi tamamen Rir’in gözetimine bırakmıştım. Sanki anlamış gibi,
tam onu düşünmeye başladığım anda Rir havlamıştı. Her ne kadar kurtça
konuşamıyor olsam da, en azından yılanın görünüşünde gerçekleşen bariz
değişimleri nasıl oldu da fark edemediğimi sorduğunu anlamıştım.
“Demek istediğim, omurga çıkardığını falan bir süre önce
fark ettim ama, sadece daha şık görünmeye çalıştığını düşünmüştüm. Bilirsin
işte, kafaya jöle sürmek gibi falan.”
Rir sanki, “Tabii ki hayır... Neden böyle bir şey yapsın
ki?” der gibi, bıkkın bir şekilde inlemişti.
T-tamam, şimdi tekrar düşününce bunun kulağa ne kadar
salakça geldiğini biliyorum, ama beni dinleyin. Uğursuz Orman’daki bazı
canavarlar, kamuflaj falan gibi şeyler için farklı farklı bir sürü çılgınlıklar
yapabiliyor, tamam mı? O yüzden hep, eğer yeterince zorlarsa Orochi’nin kendine
birkaç omurga büyütmüş olabileceğini düşündüm.
“Doğru...” yalandan öksürdüm. “Her neyse, gayet havalı
görünüyorsun dostum. Aferin sana.” Onun, kendimin ve diğerlerinin dikkatini,
bir anlık hatalı yargılamamdan başka bir yere çekmek için sırtına birkaç kez
hafifçe vururken, fenrir olmayan diğer evcil hayvanlarımı ne olur ne olmaz diye
hızlıca analiz ettim. “Görünüşe göre şu ana kadar evrim geçiren sadece sensin
ha?”
Diğer üçü de biraz gelişmişti, ama şu ana kadar evrim
geçiren sadece Orochi’ydi. Yani, nedenini anlayabiliyorum. Hem ön safta
savaştığından hem de ana savaşçı olduğundan, en fazla tecrübeyi kazananın o
olduğu aşikardı.
Rir’e göre, diğer hepsi şimdiden evrimin eşiğindeydi ve
onların da evrim geçirmesi sadece an meselesiydi. Güzel. Hepsi evrim geçirince
onlara bir hatıra hediyesi falan almalıyım.
“İyi iş çocuklar! Aynen devam!” dedim. “Tek yapmanız
gereken, bir iblis lordunun orta seviye bossunun olması gerektiği gibi güçlü ve
korkutucu olana kadar evrim geçirmeye devam etmeniz.”
Ve böylece, bunu söyleyip her şeyi kontrol ettikten sonra
güneş batana dek avlanmaya devam ettik.
***
Eve döner dönmez, “Bir yetişkin değil misin sen Yuki?” diye
sordu Lefi. Yüzünde acı bir gülümseme vardı. “Neden bu kadar kir pas
içindesin?”
“Özür dilerim hanımım.”
Eğer ejderha onunla ilk karşılaştığımız zamanki kadar tembel
ve verimsiz olsaydı, bana ders vermesi için onu tartışmaya davet ederdim. Ama
doğrusu, ev işlerine yardım etmeye başladığı ve böylece bir yetişkin gibi
davrandığı için, karşılık olarak söyleyebileceğim pek bir şey yoktu. Yine de
bu, kendimi haklı çıkarmaya çalışmamı engelleyemezdi.
“Doğruyu söylemek gerekirse, bu tamamen benim hatam değil.
Seni öldürmek isteyen şeylerle savaşmaya çıktığın zaman kan ve toprağa bulanmak
gayet normal.”
“Bunun gayet farkındayım.” dedi. "Yine de kocamın,
oyundan dönmüş bir çocuk kadar pis olarak döndüğünü gördükten sonra bir şey
söylemeden duramadım.”
Eeeevet... makul. Buna hayır diyemem.
“Bir an evvel kendini yıkasan iyi olur.”
“Hay hay.”
Ben dolaba doğru ilerlerken, sanki bana katılmak istediğini
belirten bir sessizlikle Enne, kendini kişileştirdi ve beni takip etmeye
başladı. Geri çevirmek için bir sebebim olmadığından, ikimiz için de temiz
kıyafet aldığımdan emin oldum.
“Bu akşam sana katılacağım. Hatta kendini iyice yıkadığından
emin olacağım.” dedi ejderha.
“Şey... Bu biraz ani oldu. Nereden çıktı bu?” Biraz telaşlı
bir şekilde sormuştum.
Birlikte banyo yapmamız sıradışı değildi, ama ilk defa beni
yıkamayı teklif ediyordu. Normalde tam tersine saçını yıkamamı emrederdi.
“Akşam yemeği hazr olmadan önce hala zaman var. Ne kadar
yorulduğunu gayet iyi bildiğimden, bunu çabalarının bir ödülü olarak düşün.”
“Hı-hı... Peki aslında neyin peşindesin?”
“Nadiren sunduğun tatlı çeşitlerinden istiyorum.”
Aynen. Bu olduğunu anlamıştım. Hiç değişmediğini görmek
güzel. Kendi kendime gülümsedim. Pekala, hayır demek için bir sebebim
olmadığından, banyodan çıktıktan sonra ona birkaç atıştırmalık verebilirim.
***
[1] Nausicaä of the Valley of the Wind göndermesi. Birkaç ay önce izlediğim harika bir Studio Ghibli baş yapıtı. Ghibli filmlerini izlemeyenler kesinlikle bakmalı.
[2] Topoğrafya, yer şekillerinin bir kağıt üzerinde harita ve tablo şeklinde gösterilmesi ile ilgili ölçüm, hesap ve çizim işlemlerinin hepsi.
[3] Godzilla filmlerine gönderme.