Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Beni Top Oynamaya Çıkar
“Yenileceksin Lefi.” Ben çimenliğin ortasında duran
üstünkörü yapılmış atıcı tümseğinin üzerinde dikilirken, gümüş ejderhaya laf
atmıştım.
“Beni hafife alma Yuki! Meydan okuman sadece yenilgiyle sonuçlanacak!”
İki eliyle tuttuğu sopayı sırayla iki omzuna da kaldırdı ve
kendini fırlatılan şeylere vurmak için hazırlıyordu. Hazır olduğunu gördükten
sonra bir duruşa geçtim. Abartı bir şekilde bir bacağımı kaldırıp bir süre bu
pozisyonda durduktan sonra, insan olmayan vücudumun tüm gücüyle kolumu havada
kamçı gibi savururken kükredim. Hareket sona erince kavradığım beyzbol topunu
serbest bıraktım ve havada bir lazer gibi ilerlemesine izin verdim.
Bir anlığına Lefi gözlerini kıstıktan sonra top tam ona
ulaşmak üzereyken tekrar ardına kadar açtı.
“Onu gördüm! Ve kaçırmayacağım!”
Kalçasını çevirdi ve sopayı havada geniş bir yay çizerek
savurdu. Sopa öyle hızlıydı ki, büyük ihtimalle bir ses patlaması olduğunu
tahmin ettiğim bir şey etrafında patladı. Savuruşuna eşlik eden hava hücumu,
önüne çıkan her şeyi yolundan kolaylıkla saptırabileceğine beni ikna etmişti.
Ama saptıramamıştı.
Ölümcül bir hatası vardı--elindeki alete aşina olmaması.
Ejderha sopayı çok erken savurmuştu. Ve çok hızlı da. Savuruşunu tamamladığında
top tam yanından uçmuş, tam da vuruş bölgesine isabet etmiş ve skoru benim
lehime değiştirmişti.
“N-ne!?” diye bağırdı. “B-bu imkansız! Tam da görüşümdeydi!”
“Aferin.” gülerek dalga geçtim. “Nasıl kaçırmayacağını
bağıra bağıra anlatırken kaçırmış olmana aferin.” bir kez daha kahkaha
patlatmıştım. “Lanet şey sıyırıp geçmedi bile.”
“B-bu tamamen bir talihsizlik zinciri! Tekrar
gerçekleşmeyecek!” Hıhlayıp arkasını dönerken, yanaklarına büyük bir kızarıklık
yayılmıştı.
Topu mükemmel bir şekilde gördüğünden şüphelenmiyordum, ama
bu, ona vurabileceği anlamına gelmek zorunda değildi. Beyzbol tam da böyle bir
oyundu.
“Yüreklisin çocuk. En azından hakkını teslim edeyim.”
“Yüzündeki sinir bozucu gülümsemeyi birazdan sileceğim.”
diye öfledi. “Üstünlüğün uzun süre sende kalacağını varsayma hatasına düşme.”
“İstediğini söyle, hala yenileceksin.” Kırmızı beyaz
kuyruklu yıldızı Rir’den alırken, bir başkasını eşimi kızdırmak için ona doğru
atmıştım.
Lefi gibi, hiç de minik olmayan köpek yavrusu da nispeten siniri
bozulmuş gibi hissediyordu. Topçu çocuk rolünün ona verilmiş olmasından
şikayetçiydi ama kuyruğu ona ihanet ediyordu. Topun peşinden bir oraya bir
buraya giderken ileri geri oynama şekli, belirttiği kadar memnuniyetsiz
olmadığını kanıtlıyordu.
Ben pek de bir beyzbol sever sayılmam. Sadece canım
sıkıldığı için Lefi’ye sormuştum ve tesadüfen aklıma gelen ilk şey buydu. Ve
açıkçası yaşadığım tecrübe, ederinden çok daha fazlasını alıyordum. Onu böyle
hüsrana sokmuş olmak, etkinliğin normalden çok daha eğlenceli olmasını
sağlamıştı.
“Henüz kaybetmedim.” dedi. “Bu sadece birinci atıştı ve
beyzbolun üç tanesine ihtiyacı olduğunu biliyorum!"
“Makul.” dedim.
Hakem olarak da görev alıyordum, ama bunun tek sebebi, onun
beyzbol hakkında benden çok daha az şey biliyor olmasıydı. Maruz kalmamış olmam
demek, hayal gücümü ne kadar zorlarsam zorlayayım kararlarımda kendime güvenli
olmadığım anlamına geliyordu, ama sadece hızlı toplar atabiliyor olmam işleri
basitleştirdiğinden, en azından adil olacağımdan nispeten emindim. Ayrıca, eğer
karar veremezsek her zaman tekrar yapma şansımız vardı.
“Başarabilirsin Lefi! Sana inanıyorum!” diye tezahürat yaptı
Illuna.
“Ben de!” diye bağırdı Shii.
Seyirciler bugün her zamankinden biraz daha sessizdi.
Seyirciler vampir, yapışkan ve sese katkıda bulunamayan heyulalardan
oluşuyordu. Bunun yerine, ele geçirdikleri oyuncak bebeklerin kollarını
kaldırmışlar, tezahürata tesadüfen uyum gösteren hareketlerle sallıyorlardı.
Normalde Enne de altı koltuğun sonuncusunu doldururdu, ama bugün katılamayacak
kadar meşguldü. Bugünkü ajandası, tamamen Leila ile satranç oynama ile doluydu.
“İzleyin genç olanlar. Yüzündeki pis sırıtmayı silmem ve yüz
ifadesini göz yaşlarıyla dolu bir ifadeye dönüştürmem bir an meselesi.”
“Ah, lütfen. Dene de görelim!”
Tekrar bacağımı kaldırdıktan sonra yüksek hızlı bir başka
topu ona doğru fırlattım. Saf hızından ben bile etkilenmiştim, ki herhangi bir
büyük beyzbol ligi oyuncusunun fırlatabileceği hızı çoktan aşmıştım.
Bu sefer Lefi gözlerini kapatmamıştı. Ardına kadar açmış ve
yol boyunca topa tamamen odaklanmıştı. Ve bu sefer, hatalarından ders çıkarmış
ve zamanından önce savurmak yerine tam zamanında savurmuştu.
Zihnimde alarm çanları çalmaya başlamıştı.
Sopa topun tam ortasından vurdu ve havaya fırlattı.
“Hassiktir!”
Doğrudan yüzüme. Eldivenimi kaldırıp araya girebilmemin tek
sebebi Kriz Saptamaydı. Çarpmanın ağırlığı öyle saçmaydı ki, bir top güllesini
yakalamışım gibi hissetmiştim. Eldivenin tam ortasına isabet etmiş olmasına
rağmen, havaya fırlamamak için kendimi hazırlamak zorunda kalmıştım.
“Yakalamanın kaybetmeyle eşdeğer olması ne yazık.” diye
homurdandı Lefi, memnuniyetsizce.
“E-evet...” paniklemenin eşiğinde olduğum gerçeğini
gizlemeye çalışırken, dediklerini onayladım. “Görünüşe göre bu sefer ben
kazandım.”
Hüsrana uğradığı açık bir şekilde, “Bu zafer senin ilk ve
son zaferin olacak! Tekrar kazanmana izin vermeyeceğim!” diye lanet etti.
Hay anasını satayım. Bu korkunçtu. Neredeyse öleceğim
sandım, çünkü onu biraz fazla kızdırdım. Ölümcül topu yakalayamasaydım ne kadar
tatsız bir sonla karşılaşacağımı hayal ederken ensemden aşağı terler damlamaya
başlamıştı. En ufak bir hata, çimenliğin beynimle süslenmesine sebep
olacağından emindim. O kadar ağırdı.
Bana geri fırlattığı topun ne kadar güçlü olduğunun kanıtı,
artık çarpışma noktasında bir yanık izi bulunan eldivenden anlaşılabilirdi.
Bundan bir on tane daha gelse, eldiven paramparça olurdu.
Hala donakalmış bir şekilde, “Bu ölümcül bir geri dönüş
vuruşuydu... Öleceğimi sandım...” diye mırıldandım.
“Bu bahsettiğin geri dönüş de nedir?”
“Topu atıcıya geri fırlatmaya deniyor.”
“Endişelenme Yuki. Başını kaybetsen bile seni kısa süre
içinde eski haline getiririm.”
“Hiç yardımcı olmuyorsun!” Diye şikayet ettim.
Evet şeyy...ben gayet rahat bir adamım, ama hiç bir şey
olmazmış gibi davranabileceğim büyüklükte taşaklarım yoktu. Ölümle yaşam
arasındaki ince çizgide gezinmek, eğlenmek için yapacağım bir şey kesinlikle
değildi. Zaten nasıl oldu da topu doğrudan bana doğru fırlattı ki? Bu daha
sopayı ikinci savuruşu, lanet olsun! Kesin hile! Tam bir aşırı güçlü yüce
ejderha saçmalığı dönüyor.
“Şimdi ikinci devreye başlayalım! Az önce kaybettim, çünkü
bu oyunu daha önce hiç oynamadım!”
“E-evet, tabii, ikinci raunda hayır diyemem. Benim gibi
gerçek erkekler böyle küçük şeyleri kafasına takmaz.” dedim. “Ama hiçbir şeyin
değişmeyeceğini aklında tut. Kaç kez oynarsak oynayalım, galip gelen hep ben
olacağım.”
“Hah! Daha iddialı bir laf duymamıştım.” diye hıhladı.
“Sopanın nasıl kullanılacağına alıştım. Tekrar kaçırmayacağım.”
Bütün böbürlenmelerime karşın, kazanacağıma dair inancım
sıfırdı. İkinci savuruşu gayet yeterliydi ve üçüncüsünde topu saha dışına
fırlatması muhtemeldi. Neyse ki, tam da bu durum için önceden bir şey
hazırlamıştım.
Bir bacağımı kaldırıp, durup ve nihayet fırlatmak için
harekete geçtiğimde, yüzümde koca bir sırıtış belirmişti. Top elimden, bir
elektromanyetik toptan çıkan mermi gibi vurucu alanına doğru fırlamıştı. Ama
ahşap silaha alıştığı için, Lefi sopayı tam da doğru zamanda savurmuş ve topa
tam isabetle vurmuştu.
Ya da en azından top ani, doğal olmayan bir alçalma
yapmasaydı.
“N-ne!? İmkansız!” diye bağırdı.
“Hahahahaha!” Diye kahkaha attım. “İşte biz buna mucize atış
deriz! Ve elimde bu olduğu sürece karşımda hiç kimse duramaz! Kudretim bütün
Britanya’yı fethedecek!”
“Bütün Britanya mı!?” Şaşkınlık içinde birkaç adım geriye
gittikten sonra sözlerimi ve pozumun karışımını tam olarak sindirebildi. “Seni
anladığımı pek sanmıyorum.”
Bazen bu tarz şeylere verdiği tepkileri çok seviyorum.
Tekrarlamak gerekirse, hızlı bir top fırlatmaktan başka hiçbir şekilde
fırlatamıyordum. Topa falso vermek ya da hızını uçuşunun ortasında değiştirmek
gibi teknikler, yeteneklerimin kapsamını aşıyordu. O yüzden şunu
sorabilirsiniz, nasıl oldu da top birden alçaldı? Şöyle ki sevgili dostlarım,
cevap gayet ortada. Bu sıradan bir top değildi. Hatta ilk iki atışımda
kullandığımla aynı toptan bile değildi. Bunu anlamadığınıza bahse girerim.
Fırlatmaya hazırlanırken, kullandığım topla içi rastgele bir
demir parçasıyla doldurulmuş topu değiştirmek için kısa süreliğine envanterimi
ufacık açtım. Metal ağırlık merkezin dışında olduğundan, topun orijinal
rotasından sapacağı tamamıyla garantiydi. Dahası, gidiş yönünü okumak tamamen
imkansızdı. Fırlatıcı olan ben bile nereye gideceğini bilmiyordum.
Bir başka deyişle, hile yapmıştım. Oyuna hiç aşina
olmadığından hile yaptığımı anlayacak yetide olmayan birine karşı hile
yapmıştım. Şimdi, muhtemelen benim bir pislik olduğumu falan düşünüyorsunuzdur,
ama bu, aslında, mükemmel derecede uygun. Ne derler bilirsiniz. Suçu
kanıtlanana kadar herkes masumdur. Ve suçlu olduğumu kanıtlayacak kimse yoksa,
o zaman bir melek kadar masum olduğum açık demektir.
“İyi denemeydi, ama mucize atışımı yenebilmenin imkanı yok.”
diye sataştım.
“Meydan okumanı kabul ediyorum Yuki. Dünyadaki bütün
yaratıkların en azametlisi olan Yüce Ejderha’nın gücünü, seni yenerek
göstereceğim!”
“İşte benim karım.” diye yarım gülümsedim. “Gönder bakalım!
Ne söylersen söyle, ne denersen dene bir işe yaramayacak. Tekniğim her zaman
senden bir iki adım önde olacak!”
Kendimi dördüncü yüzleşmemize hazırlarken mucize atışımla
övünmek adına hile yaptığım gerçeğini yoksaymaya devam etmeye karar vermiştim.
Topu fırlatırken, “Al bakalım!” Diye bağırdım. Geçen sefer,
ona ulaşana kadar yolundan sapmamıştı, ama bu sefer öyle hızlı bir şekilde sağa
sola sapıyordu ki, ardıl görüntüler yaratmaya başlamıştı.
“Seni tamamen görüyorum!” Ejderha, topun tutarsız
hareketlerine rağmen bir adım öne çıkıp topa tam isabetle vururken bağırmıştı.
“N-ne!?” Top bir kez daha doğrudan yüzüme uçarken, malum bir
İtalyan vampir gibi şaşkınlık içerisinde haykırmıştım. [1]
Öncekini yeteneklerimin yardımıyla yakalamayı başarmıştım.
Ama aynı olaylar kendini tekrar etmeyi reddetmişti. Çünkü topu yakalasam bile
onu durduramazdım. İçinde bulunan demir kütlesini artıracaktı, yani hızıyla
birleşince eldivenimi halledemeyeceği bir kuvvet meydana getirecekti.
Deri eldiven yırtıldı. Ve bunu yaparken, eldivenin doğrudan
başımın yanından uçmasına sebep oldu.
“Graarhhggghgh!?” Yerden havalanıp sırt üstü uçarken çığlığı
basmıştım.
“Eyvah...” dedi Lefi.
“Gizli... Tekniğim... yenildi...” bilincim bulanmaya
başlamıştı ama saf irade gücüyle son bir söz söyleyebilmiştim.
Her şey kararırken gördüğüm son şey, paniklemiş Lefi’nin
bana doğru koştuğuydu. Lanet olsun... Hile yapmanın kötü bir fikir olduğunu
biliyordum.
***
[1] Sanırım Jojo’s Bizarre Adventure’daki Will Anthonio
Zeppeli karakterine gönderme. Başka İtalyan vampir bilen varsa ortaya çıksın!
Çok hakim değilim.