Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Zindan Seferi - Kısım 2
“Bu yerden kaçabilecek gibi durmuyorum değil mi?” Tandıdık
şehir ufukta belirince kendi kendime mırıldanmıştım. Alfyro’ya bir iki kezden
fazla geleceğimi gerçekten hiç düşünmüyordum. Her bir ziyaretim muhtemelen
sonuncu olacakmış gibi görünüyordu. Ve hal böyleyken, şehre o kadar sık
dönüyordum ki doğrudan bir portal bile kurabilirdim.
Yaşlı başkanın şehri Nell ve benim buluşmaya karar
verdiğimiz şehirdi. Plan, bizi zindana en yakın şehre götürecek arabadaki o ve
takımına katılmamdı. İşte, çoktan oradalar ve bekliyorlar. Bir çift tanıdık
şekle sahip küçük, hafif zırhlı bir muhafız, şehrin ana kapısının hemen yanında
bekliyordu.
“Oh, hey! Buraya!” Nell yaklaştığımı fark ettiği an bana
ellerini sallamaya başlamıştı.
“Hey Nell, görünüşe göre her zamanki gibi enerji dolusun.”
dedim. “Daha yakın zamanda konuştuğumuzu biliyorum, ama sonunda seni şahsen
görebilmiş olmaktan yine de mutluyum.”
“Ben şey... de mutluyum, ama bu... tarz şeyleri yalnızken
konuşamaz söyleyemez misin? Diğer herkes dinlerken biraz utanç verici
oluyor...”
Ben saçlarını karıştırırken, garip bir şekilde ordusunun
diğer üyelerine baktı. Bu kadar utangaç olmasını çok seviyorum. Çok şirin.
“Peki, tamam. Ama başbaşa kaldığımız zaman, sen utançtan
kıvranana kadar ileri gideceğim kesinlikle.”
“Eğer bunun farkındaysan o kadar ileri gitme zahmetine
girmemeni tercih ederim...” biraz bıkkın ama aynı anda belirgin bir şekilde
mutluydu.
“Demek Maskeli Üstat maskesiz böyle görünüyormuş ha?
Düşündüğümden çok daha gençmiş.” dedi bir paladin.
Dediklerini duyunca hızla arkamı döndüm, her zamanki
palyaçoya benzeyen maskeyi envanterimden çıkarıp taktıktan sonra bir kez daha
ona doğru döndüm.
“Genç mi? Sen neden bahsediyorsun? Yaşım da benim kadar
şüpheli. Rastgele yaşımı tahmin etme.”
“Artık saklamaya çalışmanın bir mantığı olduğundan gerçekten
emin değilim Yuki.” diye fısıldadı Nell. “Tam tersi, o maskeyi taktığın sürece
daha çok dikkat çekeceğin kesin...”
Ah tabii ya... Doğruuuuuu.... Öyle bir şey vardı değil mi?
Onun aksine ben, maskemin artık herkes tarafından tanınan bir şey olduğu
gerçeğini tamamen unutmuştum. Onu takmak bütün bakışları üzerime çekerdi.
“... Hiç değişmeyeceksin Maskeli.” dedi bıkkın Carlotta.
“Son görüştüğümüz zamanki gibi maskaralık etmeyi hala çok sevdiğini görüyorum.”
“Evet evet, benden yeterince bahsettik.” maskemi çıkarırken,
kollarımı kaldırarak omuzlarımı silktim “Adamlarını tanıştırmaya ne dersin?”
“Kötü bir fikir değil.” Takımına doğru döndü. “Onu duydunuz,
kendinizi tanıtın. Soldan başla.”
Emriyle beraber her bir paladin çabucak kim olduklarını bana
özetlediler. Detaylarla pek ilgili değildim, ama Nell ve Carlotta, beş kişiden
ikisinin kadın olduğunu fark etmiştim. Komutanlarıyla kıyaslandığında--ve Nell
ile kıyaslanamayacak kadar--çok zayıf kalıyor olsalar da, her biri yine de
ortalama bir askerden yaklaşık iki kat güçlüydü.
“Bir zindanı temizlemek için bunun yeterli olacağından emin
misin?” Diye sordum.
“Güçlerimizi biraz daha artırmayı ben de isterdim, ama adamlarımın
çoğu başka bir işle görevlendirildi. Tek müsait olan bu takım.” dedi şövalye
leydi, yüzünü buruşturarak. “Yine de sen, Nell ve ben varken başarılı
olacağımızdan hala eminim. Açıkçası gelmeyi kabul ettiğin için çok minnettarım.
Sen olmadan çok daha riskli olurdu.”
“Eh, kabul etmemem için bir sebebim yoktu. Benim de
zindanları fethetmeye karşı şahsi çıkarlarım var.” Dedim. “Ah tabii ya,
neredeyse sormayı unutuyordum. Şu anda iblis lordu ne kadar güçlü?”
“Bu soruya, büyük ihtimalle çok güçlü, diyerek cevap
verebilirim. Onu yok etmek için oluşturulmuş grubu yenmeyi başardı.” diye
yanıtladı. “Tetikte olmamız bizim için iyi olur.”
Hmm... ilginç... Bunu gerçekten iple çekemeye başladım.
“Enne nerede?” diye sordu Nell. “Gelmiyor mu?”
“Yok. Bu sefer onu evde bıraktım.”
Normalde Enne ve savaş birlikte olurdu. Eğer kendimi savaşa
sokacağımı bildiğim sürece onu getirmemem için neredeyse hiçbir sebep olamazdı.
Neredeyse. İmza silahım süper güçlü, süper şirin ve kesinlikle oyunun son
kısımlarında kullanmaya değecek bir silahtı, ayrıca aşırı uzun bir namlusu
vardı. Nell'in söylediğine göre, baskına gittiğimiz zindan, Enne'i sağa sola
savuramayacağım kadar dar koridorlardan oluşuyormuş. Dahası, bir grupla
birlikte savaştığımı da hesaba katmak zorunda olacaktım. Enne’i etrafta
savurmak demek, onun devasa menziline girecek kadar şanssız herhangi bir
paladinin ölüm fermanını imzalamakla eşti. Ve böylece, her ne kadar üzgün olsak
da, kılıç kızı geride bırakmaya karar vermek zorunda kalmıştım.
“Enne dediğiniz kişi de kim?” diye sordu Carlotta.
“Onun en sevdiği kılıcı.” diye cevapladı Nell. "Bize
yardım ettiği ilk zaman kullandığı uzun, kızıl kılıcı hatırlıyor musun?”
“...Sanırım evet, şimdi sen söyleyince hatırladım.”
Doğru ya, aslında Carlotta Enne ile hiç tanışmadı.
“Tam ismi Zaien, ama ona kısaca Enne diyoruz.” dedim. “Öyle
şirin ki bir melek olabilir. Bir dahakine yanımda getirip ikinizi
tanıştırırım.”
“Bir... melek mi?” Bir kaşını kaldırdı.
“Şeyy, benim hatam, yanlış söyledim. Başmelek demek
istemiştim.”
“...Açıklığa kavuşturmak için soruyorum, bir kılıçtan
bahsediyoruz, değil mi?”
“Evet.”
“...Herkesin kendine göre tercihleri var sanırım.” Şövalye
leydi garip bir tipe bakıyormuş gibi bana baktı.
Ah, hadi ama...Bana öyle bakma. Muhtemelen kılıç fetişi
falan olan ahlaksız biri olduğu düşündüğünü biliyorum, ama bunun sebebi kılıç
kızların ne olduğunu bilmiyor olman. Gerçeği söylüyorum, tamamen ve sadece
gerçeği... Yemin ederim. Hatta onu gördüğün anda inatçı maskenin bile
dağılacağından 200% eminim.
“Ayrılmadan önce yapman gereken bir şey var mı?” Tekrar
gelmek içi bir süre bekledikten sonra, Carlotta boğazını temizledi ve konuşmayı
tekrar eski yoluna soktu. “Mümkün olan en kısa sürede yola çıkmak istiyorum.”
“Yok, tamamen hazırım.” dedim.
Evden ayrılmadan önce ihtiyacım olan her şeyi çoktan
almıştım. Envanterim tonlarca farklı çeşitte işe yarar alet ve eşyayla doluydu.
Heh heh heh. Kork ve titre iblis lordu. Günlerin sayılı olduğu için titre ve
karşımda diz çök. Varışım ecelin olacak!
“Mükemmel.” Tekrar askerlerine döndü. “Eee? Adamı duydunuz,
atlarınızı kalkış için derhal hazırlayın!”
“Peki hanımım!”
Diğer paladinler selam verdi ve sonra kontrol istasyonundan
çabucak bir çift araba getirdiler. Her biri iyi inşa edilmiş araçlara,
şövalyelerin zırhlarını süsleyen aynı arma oyuluydu.
“Maskeli, önde bulunan ilk arabada Nell ve bana
katılacaksın. Geri kalanınız ikinci arabayı paylaşacak. Hadi harekete geçin!”
***
“Ah tabii ya, bir süredir sormak istiyordum. Neden benden
size katılmamı istediniz ki?” Elindeki kartlara sert sert bakmakta olan ordu
komutanına sorumu yöneltmiştim.
Nell ve ben aileydik ve zaten birkaç sefer kutsal
şövalyelerle birlikte çalışmıştım. Ama öyle olsa bile, onlardan biri olmamama
rağmen benim yardımımı istemiş olmalarını garip bulmuştum. Kiliseye göre, o
kadar insan varken benim gelmemi istemelerinin bir sebebi yoktu, asker
sıkıntısı içinde olsalar da.
“Gerçek sebepten şahsen ben de pek emin değilim.” diye
yanıtladı Carloıtta. “Üst makamdakiler bize, genellikle dış kaynaklardan yardım
istememizin yasak olduğu gerçeğine rağmen gerek varsa senin desteğini istemekte
özgür olduğumuzu söyledi. Senin inanılmaz yeteneklerini bildiğim için, istenen
şeyi yapma zahmetine girmemek için bir sebep görmüyorum.”
Aah... Şimdi anladım... İçimden gözlerimi devirdim. Bahse
girerim bu, yaşlı piçin işiydi. Kutsal şövalyenin bile şaşırmasına sebep olan
şüpheli koşullar, sadece tesadüf olamayacak kadar fazla uygundu.
“...Sanırım bana çenemi tutup, dediklerime göre yaşamam
gerektiğini söylüyor.” diye başkası duyamayacak kadar sessiz bir şekilde
mırıldandım.
Her ne kadar öne çıkıp Nell’i korumak istemeye razı olsam
da, ona da söylediğim gibi, hiçbir şekilde beni kullanmasından memnun değildim.
Avucunun içinde olduğumu bilmek beni sinir ediyordu. Fırsatım varken onu
öldürmem gerektiğini biliyordum. Hay sıçayım ya.
“Sorun nedir?” diye sordu Nell.
“Hiçbir şey. Merak etme.” Bir nefes aldım ve sakinleştim.
“Senin sıran Carlotta.”
“D-doğru...” diye kekeledi şövalye. “Sanırım... bunu
seçiyorum!” Kartın arkasını çevirdiği anda yüzü, şaşkınlık ve üzüntüyle karışık
bir ifadeye bürünmüştü.
“Böyle bir yüz ifadesi, papazı çektiğini belli ediyor.”
dedim gülerek.
“Sanırım bu, Carlotta’nın böyle tepki verdiğini ilk
görüşüm...” dedi Nell, alaycı bir gülümsemeyle.
Normal bir günde kart oynandığında Sadrazam, Batak ya da
diğer nispeten karmaşık oyunlar oynanır. Ama Carlotta’nın benim dünyamdaki
oyunlar konusunda hiçbir tecrübesi olmadığından, kolay anlaşılabilen klasik
papaz kaçtı oyununu oynuyorduk. Beklenildiği üzere kaybediyordu. [1]
“Kartların kendileri gayet basit, ama oyunlar beklediğimden
çok daha karmaşık.” dedi. “Ama artık bütün simgeleri, resimleri ve kendi
rakamlarını ezberledim.”
“Bir dakika, ciddi misin!? Bu kadar hızlı mı?”
Ona inanamamıştım. Sadece bir el papaz kaçtı oynamıştık.
“Henüz daha öğrenirken beni yenmeyi başardın, şimdi ise sana
aynı şekilde karşılık verme zamanım geldi.”
“Hı-hı... Peki şuna ne dersin?” Derken bir kart kaldırdım.
“Karo on bir.” dedi hemen.
Şey... vay be. Şövalye leydinin kafası bayağı sağlam
çalışıyor. Gerçi, bütün bir ordudan sorumlu olduğunu falan düşününce, bunun
beni şaşırtmaması gerekirdi.
“Peki, tamam. Meydan okuma kabul edilmiştir.” “Acemilik
zamanın artık sona erdi. Bu oyunda akıl oyunlarının ne denli derin
olabileceğini sana göstereceğim.”
Zindanda oynadığımız oyunlar, rahat oyunlar diyarının çoktan
ötesine geçmişti. Onlar sayesinde, bu dünyanın insanlarının reenkarnasyonum
öncesinde tanıdıklarımdan çok daha yüksek seviyede olduklarını öğrenmek zorunda
kalmıştım. Diğer bir sürü inanılmaz yeteneklerinin yanında, gelişmiş duyuları,
kalp atış hızlarını duymalarına ve karşısındakinin ifadesindeki en ufak
değişimleri bile algılamalarını sağlıyordu. Ve rakibinin elinde ne olduğunu
belirlemeye yardımcı olmak için gözlemlerinden topladıkları bütün bilgiyi
kullanırlardı.
Lefi ve ben oynarken iş neredeyse her zaman bir tahmin ve
hesaplama yarışına dönüşüyordu. Ve bu, aşağı yukarı neden hep benim kazandığımı
açıklıyordu. Lefi’nin poker suratı tamamen berbattı. [2]
“Duymak istediğim tam olarak da buydu.” dedi şövalye,
sırıtarak. “Her bir tekniğini görüp ezeceğim.”
Karşılıklı atışmamızı da yaptıktan sonra desteyi karıştırdık
ve ikinci raunda geçtik.
***
[1] Sadrazam: Oyuncuların kartlarını küçükten büyüğe doğru ortaya açarak ellerindeki kartları bitirmeye çalıştığı bir iskambil oyunu.
[2] Poker suratı: Aslında ifadesiz yüz diyebilirdim, ama böylesi daha doğru hissettirdi. Poker oynarken oyuncular ellerinde iyi kart olup olmadığını belli etmemek için hiçbir duygularını yüzlerinde belli etmemeye çalışır. Terim bundan türemiştir, ama neredeyse bütün blöf içeren oyunlarda uygulanabilir. Bu ifadesiz surata “poker face” yani poker suratı denir.