Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Zindan Seferi - Kısım 3
Yolculuğumuz herhangi önemli bir şey olmadan devam etti.
Geceyi küçük bir kasabadaki handa geçirdik ve ertesi gün varış noktamıza
kazasız belasız geldik.
Varış noktamızın yakınlarındaki bir yerde bir tepeyi aşmak
üzereyken tesadüf eseri camdan dışarı bakmıştım. Ve bakar bakmaz karşımda
canlı, sahil kenarına yerleştirilmiş bir büyük şehirle karşılaşmıştım. Denize
komşu şehir çok güzeldi. Kendini kısmen, parıldayan engin bir mavilik şeklinde
tasvir edilebilecek şekilde denizle sarmıştı. Bir düzine ya da daha fazla
geminin, uzak diyarlardan gelip giderken maviliklerin içinde hareket ettiği
görülebiliyordu. Büyüklüğü, gözlerimin önünde serili olan yerin muhtemelen
ülkenin en yoğun limanlarından biri olduğuna inanmama sebep olmuştu.
“Vay canına...” diye mırıldandım. “İşte bu, buna manzara
denir.”
“Okyanusu ilk kez görüşün mü?” diye sordu Nell.
“Yok.” dedim, gözlerimi lagünden ayırmadan . Ama son
görüşümün çok uzun zaman önce olduğu kesindi. [1]
Uğursuz Orman bir deniz sayılabilecek kadar büyük bir su
kütlesi içeriyordu. Onu birçok kez uzaktan, yükseklerde uçarken görmüştüm, ama
henüz ziyaret etmemiştim. Ormanın batı kısmının derinliklerinde ve eskiden
Lefi’nin kuzeyde bulunan evinin oradan alçalarak ilerleyen sıradağların öteki
tarafında bulunuyordu. Eğer ziyaret etmeye karar verirsem, en azından üç gün
sürecek yolculuk için tam teçhizatlı ve silahlı bir şekilde gitmeliydim. Bir
başka deyişle, reenkarnasyon sonrasında bir okyanusun yakınlarında bir yerde ilk
kez bulunuyordum.
“Burası sahil şehri Poezahr.” dedi Carlotta, ben hala
manzaranın tadını çıkarırken. “Şu anlık hareket üssümüz olacak. Gündemimizdeki
ilk görev, başkana bir ziyarette bulunmak. Korkarım bu, seni de yanımızda
götürmek zorunda olduğumuz bir şey.”
“Emriniz alınmıştır efendim.”
“Bir komutan olabilirim, ama kesinlikle senin komutanın
değilim...”
“Onu umursamayabilirsin.” dedi Nell. “Her zamanki gibi saçma
davranıyor.”
Kumralın kişiliğime yaptığı yorum, üstünün alaycı bir
şekilde gülmesine sebep olmuştu.
“İlk tanıştığımızda daha vakur ve ağırbaşlı görünüyordu.”
Vay canına, ne kaba bir söz. Sanki hayatı ciddiye
almıyormuşum gibi konuşuyorsun. Sadece bilginiz olsun diye söylüyorum, her
zaman her şeyi deli gibi ciddiye alıyorum. Bak aklıma ne geldi... Övünmek ve
atışmaya karşın, batak oynadığımızda götümü elime vermişti. Ben, beklenildiği
üzere, ne profesyonel bir kumarbazdım ne de bir kart ya da akıl oyununda genel
olarak iyiydim. Diğer yandan Carlotta, zihni sürekli beyin uyuşturacak kadar
karmaşık, siyaset adı verilen yedi boyutlu satranç gibi şeylerle uğraştığından,
kodamanlardan sayılırdı. Düzenli olarak korkutucu seviyedeki zeki
manipülatörlerle uğraşmak zorunda kalır ve onlara üstünlük sağlamaya çalışırdı.
O yüzden evet, benim gibi ortalama bir insa--şey, yani ortalama bir iblis
lordunun darmaduman olması şaşırtıcı değildi. Lafı gelmişken, son zamanlarda
Nell de batakta bayağı iyileşmişti. Öff... Lanet olası diğer dünyalılar. Ağzın
yanmadan onları hafife almanın imkanı yok.
Bir konuşmaya tutulmuşken, araba varış noktası olan şehrin
hemen dışındaki bir kontrol istasyonuna ulaştı. Arabamızı süren, ismini hayal
meyal Thello olarak hatırladığım paladin, muhafızlarla yaptığı kısa bir
konuşmanın ardından hiçbir sorun çıkmadan bizi kontrol noktasından geçirmişti.
Ve böylece, şehrin içine doğru yavaş yavaş ilerlemeye başladık.
Bu fırsatı değerlendirerek etrafa baktım ve dışarıda dolaşan
çoğu insanın hoş, güneşli bir sahilin yakınında olmalarından dolayı gayet koyu
tenlere sahip olduğu gözüme çarpmıştı. Ayrıca kıyafetleri de sıcak çevrelerine
uyum sağlamak adına nispeten ince, bol ve serin tutan şeylerdi. Nell bana dik
dik bakmaya başlayınca, dişi popülasyonuna bakmamaya ya da onları çok fazla
düşünmemeye karar verdim, ama çoktan anladığım üzere, sadece şehre göz
gezdirmek bile bir erkeği çok mutlu etmeye yeterdi.
Arabamız en sonunda büyük bir malikanenin, başkanın
malikanesinin önüne geldi. Görünüşe göre önceden konuştuğumuz muhafızlar
geleceğimizi çoktan haber vermiş olacak ki, birkaç tane hizmetçi binanın önünde
dikiliyor, bizi karşılamak için hazır bir şekilde bekliyordu.
“Geldik komutanım.” dedi sürücü.
“Teşekkürler Thello. Ve bizi buraya getirmekle iyi iş
başardın. Uzun bir yolculuktu.”
“Teşekkürler Thello.” diye tekrarladı Nell.
“Hepsi işimin bir parçası.” dedi şövalye.
Binanın önüne indik ve arkamızdaki arabada bulunan
paladinler hemen bize katılarak Carlotta’nın arkasında düzenli bir sıra
şeklinde dizildiler. Hepimiz toplanınca, tek bir tel bile gri saçı olmadığı
için işe uygun değilmiş gibi görünen genç görünen bir kahya eğilerek bizi
karşıladı.
“Tünaydın. Sizler beklediğimiz paladinler olmalısınız.
Arabalarınızı burada bırakabilirsiniz. Güvenilir valelerimizden biri onlarla
ilgilenecektir.”
Carlotta, “Teşekkürler.” dedikten sonra arkasını döndü.
“Nazulle, burada kal ve atlarla uygun bir şekilde ilgilenildiğinden emin ol.
Geri kalanınız, benimlesiniz.” Tekrar kahyaya döndü. “Yolu gösterin.”
***
“Sizinle tanışmak büyük zevk. Adım Abel Lebriad. Bana
Poezahr’ın başkanı derler.”
Bizi karşılayan adam aşağı yukarı klişe bir denizcinin vücut
bulmuş haliydi. Kaslı, yapılı bir vücuda, yanları bir asker gibi tıraşlanmış
kısa saçlara sahipti. Kalın, iri yarı kolları, güneşten kararmış derisine
rağmen hala görülebilen bir sürü farklı dövmelerle kaplıydı. Kullandığı
kelimeler epey nazik ve dostaneydi, ama konuşma şekli sertti. Sanki sesi,
denizde geçirdiği onca yılın yükünü taşıyordu. Biliyor musunuz, eğer onunla
başka şartlar alında tanışmış olsaydım, muhtemelen onun bir mafyanın başı falan
olduğunu düşünürdüm. Yani vay arkadaş, heriften elebaşı havası yayılıyor.
“Carlotta De Maya. O zevk bana ait.” dedi grubumuzun
kodamanı.
İki şahıs da kendini tanıttıktan sonra kısa, sert bir
şekilde el sıkıştılar.
“Hemen işe koyulalım... Demek isterdim, ama aklımda bir şey
var. Bunu sormam sizin için problem olur mu?” diye sordu.
“Tabii ki olmaz.”
“Şu kim? Bana kilisenin şövalyelerinden biriymiş gibi
görünmedi... Öyle mi...?”
Yüzündeki meraklı, şüpheli ifade, aşağı yukarı çoktan
anladığını ve sadece doğrulamak istediğini ima ediyor gibiydi. Maskemi giyiyor
olmam muhtemelen büyük bir yardımdı.
“O Wye.” dedi Carlotta. “Bize yardımcı olmak için burada.
Yaptığı işte gayet iyi olduğunu garanti edebilirim.”
“Selam.” dedim, sıradan, tembel bir el sallamayla.
Önceden Nell ile yaptığımız konuşmadan dolayı aslında
maskemi takmayı düşünmüyordum, ama Carlotta beni tersi için ikna etmişti.
Nell’e ve dolayısıyla ülkeye yardım için harcadığım onca efor, bana sağlam bir
saygınlık kazandırmıştı. Şövalye leydi, insanların beni tanımasına yardımcı
olması için onu kullanmamı istemişti. Ve görünüşe göre Bay Şişkin tam olarak
bunu yapmıştı. Pekala... Galiba Nell maskenin daha çok göze çarptığı konusunda
haklıydı.
“Demek diğer herkesin konuştuğu adam bu...” ifadesi bir
anlığına sertleşti, ama konuşmayı devam ettirmeye karar verdiği için, neredeyse
aynı anda tekrar gülümsemeye dönmüştü. “Dürüst olacağım. Üstleriniz iblis lordu
sorunumuza yardımcı olmak için küçük bir grup göndereceklerini söylediklerinde
ne düşünüyorlar diye merak ediyordum. Ama şimdi anlıyorum. Sizi sadece hafife
almışım.”
“Bana dürüst olduğunuz hep söylendi Sör Abel. Galiba
söylentiler doğruymuş.”
“Bir iblis lordları böyleyizdir. Hoş sözleri, objektif
doğruyu umursadığımız kadar umursamayız.” Omuz silkerek cevap verdi.
“Denizcilik ortak bir çabadır. Hepimiz aynı gemiye çıkıyor ve aynı amaçlar
uğruna çalışıyoruz. Eğer işler kötüleşmeye başlarsa muhakkak hepimiz ölürüz.
Güvensizlik sebebiyle gemiye binemeyeceğimizi düşündüğümüzde açık olmak ve
söylemek zorundayız. Bunu bir yetişkinliğe geçiş töreni olarak düşünün.”
“Bunu, sizinle açılmamıza izin vermeye karar verdiğiniz
olarak yorumluyorum?” diye sordu Carlotta.
“Tabii ki. Hem kahramanı hem de nadir bulunan Maskeli
Üstat’ı getirmiş olduğunuzdan, buraya aptal bir siyasi oyun için gelmediğinizi
söyleyebiliyorum. Zindana sağlam bir temizlik yapmak için burada olduğunuzdan,
size aynı açık yürekliliği sunmayı gayet doğal buluyorum.” Diyerek sırıttı.
“Poezahr’a hoş geldiniz dostlarım.”
***
“...Kilisenin bu kadar fazla kaynağını masaya süreceğini
beklemiyordum.” Paladinlerin malikaneden ayrılışını çalışma odasının
penceresinden izleyen Abel kısık bir tonda konuşmuştu.
“Evet. Hem sen hem ben kaptan.” dedi ona eşlik eden genç
kahya, misafirleri karşılarken kullandığından daha sert bir tonda. “Orospu
çocukları bir de gidip lanet olası kahramanı getirmiş. Bu yapacağın bir sik
değil, değil mi?”
“Kuvvetli birisi.” diye onayladı başkan. “Ama beni daha çok
şaşırtan şey, hem savaşçı kızın hem de Maskeli Üstat’ın onunla gelmesi. O üçlü
muhtemelen kilisenin en etkili elit grubu.”
“Şu siktiğimin maskeli herifin aslında onlarla olmadığını
duydum. Diğerleriyle uyumlu lanet olası metal kıyafetler de giymiyor.”
“Kesin olarak ilişkili olup olmaması önemli değil. Önemli
olan tek şey onun burada olması. Bu, en azından onlara yardımcı olma niyetinde
olduğu anlamına gelir.” dedi Abel. “Ama haklısın. Bu şüpheli. Yanlarında neden
dışarıdan birini getirdiler gibi sormak istediğim birçok soru var. Ve
cevaplarının bize yardımcı olabilecek bir şeyler vereceğinden şüpheliyim.”
İki adam da sessiz kaldı ve olasılıkları gözden geçirmek
için bir anlığına düşündü.
“Şu kilisedeki yaramazların aslında neyin peşinde
olduklarını düşünüyorsun?” Nihayetinde sessizliği bozan kahya olmuştu.
“Bilmiyorum.” dedi Abel. “En azından dedikleri gibi yapmayı
ve zindanı fethetme işinin sonunu getirmeyi planlıyorlar gibi görünüyor ve tek
yapacakları şey gerçekte buysa gayet rahatlarım. Çünkü, neyse. Her halükarda
çocuk, kilisenin ensemizde olmasını istemediğimiz aklında tut.” dedi. “Hatta,
savaşçı kızı bile istemiyoruz. Bu çok kötü olur. Onunla uğraşmak istemeyeceğim
kadar kurnaz.” Abel iç çekti. “Çoktan onu hoş karşılayacağımı söylediğim için,
herhangi bir şey yaşanmadan önce çocuklara gidip ona saygılı davranmalarını
söyle.”
“Hay hay kaptan.”
“Ve son kez söylüyorum, beni şöyle çağırma. Artık senin
kaptanın değilim. Artık bir başkanım.”
“Tabii ki efendim. Sözünüzden çıktığım için özür dilerim.”
Kahya az önceki haline anında dönünce, Abel kahkaha atmıştı.
“Şimdilik gözlerimiz üzerlerinde olsun. Kesin olarak
söyleyebileceğim tek şey, onların korkutucu bir grup olduğu. Her şey yolunda
gider ve işlerini yaparlarsa, o zaman sorun listemizden iblis lordunu
silebiliriz.”
Bir yandan kilisenin at arabalarının şehrin sokaklarında
kaybolmasını izleyen Abel sözlerini bitirdikten sonra sandalyesine yaslandı.
[1] Lagün: Deniz ya da okyanus gibi büyük su kütlelerine
bağlantısı olan sığ göller.