Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Onu Sabit Tut
Ertesi sabah, tamamen yenilenmiş ve günün getireceklerine
tamamen hazır bir şekilde bir kez daha hanın lobisinde toplandık.
“Sadece kısa bir öğleden sonra için gayet iyi
bronzlaşmışsınız...” Carlotta bize bıkkın bir gülümsemeyle bakmıştı.
“Evet, çok eğlendik.”
“Ö-özür dilerim... Kafamızda gerçek bir amaçla buraya
geldiğimizi biliyorum, ama kendimi eğlenmeye kaptırdım.”
Ben otuz iki dişle yanıtlamaktan mutlu olsam da, Nell,
görevdeyken kendini salmasından dolayı utanmış hissediyordu--her ne kadar
yakında başlayacağımız bir görev olduğu için kendimizi tamamen yormamak adına
sadece bir saat sonra sağda koşturarak oynamayı bırakmış olsak bile. Ondan
sonra üzermizi değiştirdik, şehre gittik ve amaçsız bir şekilde, turistik
yerleri gezip gördükten sonra nihayet denize sıfır bir restorantta akşam yemeği
yemeye karar verdik. Tıkabasa doyduktan sonra hemen hana döndük ve güzel bir
uyku çektik.
Sonuçta hatırlanmaya yetecek kadar eğlenceli bir gün
olmuştu. Dostum... Böyle stres atmayalı uzun zaman olmuştu.
Zindanın atmosferi harikaydı. Ama çok daha gürültülü,
patırtılı bir yerdi. Bu kötü bir şey
değildi tabii ki, ama bacaklarımı uzatıp rahatlamak için zaman bulmak benim
için çok zor oluyordu. Ve güneşin tadını çıkarmak, bu ihtiyacımı tamamen yerine
getirmişti.
“Özür dilemene gerek yok.” dedi Carlotta. “Dinlenmeni
söyleyen kişi bendim. Tam tersi, rahatlamış olmandan memnun olurum.”
Kıza nazikçe gülümsedikten sonra boğazını temizledi ve onun
mevkisinde olan birinden beklenecek sertlik ve ciddiyetteki ifadesini takındı.
“Maceracılar Loncası’na gitme zamanımız geldi. Gitmeye hazır
mısınız?”
“Dün sormayı unuttum ama, neden loncaya gidiyoruz?” Diye
sordum.
“İstilaya gideceğimiz zindan loncanın denetimi altında.
Kutsal şövalye olarak, ve maceracı olmayarak, bizim, ayrılmadan önce
yapacağımız şeyi onlara bildirmemiz gerekiyor.” diye açıkladı. “Ayrıca zindanın
planı hakkında bir şekilde bilgisi olan bir grubu da yanımıza alacağız.”
“Yani demek istediğin, kendimize rehberler alacağımız...”
İyi bir fikirdi ve onlar olmadan dolaşmaktansa onlarla
birlikte hareket etmek daha iyiydi. Her ne kadar kendi zindanımı avucumun içi
gibi biliyor olsam da, saldıracağım zindan hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Toplayabildiğimiz en ufak bilginin bile yardımı dokunurdu.
“Hazırız.” dedi Nell. “Aşağı inmeden önce her şeyi
hazırladık.”
“Güzel. O zaman gidelim.” dedi Carlotta.
***
Girdiğimiz bina az çok klasik bir lonca gibiydi. Bir görev
tahtası, bir resepsiyon masası ve üstüne bir barı bile vardı.
“Günaydın. Size nasıl yardımcı olabilirim?” Yirmilerinde bir
genç kız gibi görünen resepsiyonist, ona doğru yaklaşırken bizleri selamladı.
“Bizler Faldien Ordusu’ndanız.” diye yanıtladı Carlotta.
“Önceden yolladığımız mektup uyarınca lonca başkanıyla konuşmak istiyoruz.”
“Ah, paladinler! Sizi bekliyorduk. Lütfen biraz bekleyin.
Birazdan lonca bakanıyla beraber geleceğim.”
Masasından ayrıldı ve arkadaki merdivenlerden yukarı çıktı.
Geri döndüğünde, yaşı kurumun hiyerarşisi içindeki mevkisiyle hiç uyumlu gibi
olmayan bir adamla geldiğini gördük. Genç, sıska ve moda anlayışını tamamen
ortaya seren süslü kıyafetler giyiyordu.
“Hoş geldiniz paladinler. Ben Jay, Poezahr’ın lonca
başkanıyım. Sör Abel bana bilmem gereken her şeyi anlattı.” dedi. “Bize yardım
için bunca yolu geldiğiniz için teşekkür ederim.”
“Teşekkür etmenize hiç gerek yok. Farkında olduğunuzdan
eminim, burada olmamız sadece karşılıklı menafattendir.”
“Bu şekilde düşünmenizden memnun oldum.” dedi Jay. “Öyleyse,
hoşbeşle daha fazla vakit kaybetmeyeceğim. Bana bir saniye verin.” Carlotta’yı
geçti ve sesini yükseltti. “Griffa, Reyus, Lurolle! Buraya gelin!”
Bağırışı, bardaki üç maceracının isimlerini sırayla duydukça
tepki vermesine sebep oldu.
“Sen mi çağırdın?” İlk cevap veren adam klasik kılıç kalkan
kombinasyonuyla donanmıştı. Önde olması, büyük ihtimalle grubun lideri olduğunu
gösteriyordu.
“Geldik.” dedi hafif zırh ve yayıyla bir adam.
“İkiniz çok kabasınız. Lonca başkanına en azından saygı
gösteriyor gibi yapamaz mısınız?” Hafif kumaş zırhı onların büyücüleri
olduğunun bir göstergesi olan grubun içindeki kız, ikisini de azarladıktan
sonra lonca başkanına döndü. “Hemen geliyoruz efendim.”
Mythril seviyesinde sayılıyorlardı, yani bu, sistemin
tepesine ulaşmadan önce sadece iki seviyeleri kaldığını gösteriyordu. Statları
bu derecelendirmenin hakısz olmadığını gösteriyordu; sayıları, tabii ki iki
istisna dışında, paladinlerinkilerle çok benzerlik gösteriyordu.
Benim gibi, onların bir şekilde önemsiz tipler olmadığını
anlamış Carlotta, “...Görünüşe göre bize elitlerinizi getirmişsiniz.” diye
mırıldandı.
“Bunlar iblis lordunu etkisiz hale getirmek için gönderilmiş
orijinal grubun bir parçasıydılar. Dövüşte aktif bir rol oynamalarına karşın,
gruptan yara almadan dönen tek kişiler onlar. İşinize yarayacaklarından şüphem
yok.”
“Etkileyici, gerçekten etkileyici.” dedi Carlotta, grubun
liderine dönerken. “Seninle çalışmayı dört gözle bekliyorum.”
“Bizi öyle övmene gerek yok. Aslında o kadar sert değiliz.
Uğursuz Orman’da az daha kendimizi öldürüyor olmamızın üzerinden çok geçmediği
için, dikkatli bir şekilde ilerledik.”
Kılıç ustasıyla birlikte olan diğeri, mütevazılık ve kendini
küçümsemeyle karışık bir şekilde övgüyü savdı. Hiçliğin ortasındaki küçük bir
kasabada büyümüş birinde duyabileceğiniz tarzda bir aksanla konuşuyordu. Bir
dakika, az önce o Uğursuz Orman mı dedi? Sanırım ara sıra nadir malzemeler
toplamak için orman dolaylarına giren gruplardan biri olmalılar. Bunu yapan
başka birkaç kişiyi not aldığımı hatırlıyorum.
“Bu kadar karamsarlık yeter.” diye azarladı lonca başkanı.
“Üçünüz orada bir grup olarak loncayı temsil edeceksiniz, o yüzden
başarısızlıklarınızdan yakınmak yerine kendinize gelip elinizden geleni yapın.”
“İş oraya geldiğinde endişelenecek hiçbir şey yok. Zaten elimzden
gelen her şeyi yapmayı planlıyorduk.” dedi Griffa, isteksizce.
İşte tam o anda anladım. Carlotta’nın karşılıklı menfaat
yorumu nihayet mantıklı gelmeye başlamıştı.
Anlıyorum. Bu sadece herhangi bir iblis lordunu pataklamakla alakalı
değildi. Kilisenin birilerini gönderme sebebi, insanları korumak için gerçekten
yeterli güce sahip olduğunu kanıtlamak istemesiyken, lonca ise bunu
saygınlığını yitirmek istemediği için yapıyordu. Rehber olayı sadece bir
bahaneydi.
Temsil edilme olayını düşününce, henüz bir görev
tamamlamamış falan olsam da, teknik olarak benim de bir maceracı olduğumu
anımsamıştım. Hem Lefi hem de ben, kapıdan geçmeyi daha kolay hale getirme için
kayıt olmuştuk. Kolaylıkla kartımı çıkarıp loncanın adamlarına teknik olarak
onlardan biri olduğumu gösterebilirdim, ama bundan bahsetmememin benim için
daha iyi olduğunu fark etmiştim.
Sebebi mi?
Adım.
Gerçek ismimle kaydolmuştum.
Diğerlerinin dışında Carlotta’dan ismimi saklamanın hiçbir
anlamı yoktu. Sık sık birlikte çalışmamız ve her etkileşimimzdeki
davranışlarından, onun güvenilir biri olduğunu hissetmiştim. Ama birden ortaya
atarsam garip olurdu. Ne söylemem gerek? Öylece, “Ah, bu arada bunca zamandır
adım hakkında yalan söylüyordum.” falan mı demeliydim? Evet, ben de bilmiyorum.
Demek istediğim, adımı gerçekten bilmesi gerekiyor mu? Zaten bana her zaman
Maskeli deyip duruyor. Eh... sanırım bunu daha az garip bir fırsatta
söyleyeceğim.
***
Birkaç tane daha formaliteyi hallettikten sonra, loncadan
ayrıldık ve iskeleye doğru ilerledik. Önünde durduğumuz rıhtımda, gayet büyük,
rüzgarla çalışan bir gemi bulunuyordu.
“Vay canına... oraya bu şekilde mi gitmeyi planlıyoruz?”
Aracımıza bakarken nefesim kesilmişti. Bu dünyanın sınıflandırma sistemine göre
tam olarak ne olduğunu bilmiyordum, ama büyük boyutu ve yelkenlerine bakarak
bunun bir tür kalyon olduğunu özümsemiştim--daha önce bir kalyon gördüğümden
değil tabii. Hatta bu, gerçekten yelkenle çalışan bir şeyi ilk kez görüşümdü,
nokta. Buna en yakın tecrübem, birkaç yıl önce çıktığım gemi gezisiydi. Ve
sıkıcı, eski modern düzeneğin aksine, bu şey gerçekten bende bir macera hissi
uyandırıyordu. Yelkenler sevgidir. Yelkenler hayattır. [1]
“Kalyon” öyle büyüktü ki, düzgün ve sorunsuz çalışması için
birkaç düzine güçlü adamdan oluşan bir mürettebata ihtiyacı vardı. Denizciler
gemiye çıkan yükleme rampasından durmadan bir aşağı bir yukarı inip çıkıyor,
çıkarken yanlarında büyük, çeşitli eşyalar taşıyorlardı.
“Peki şey... bunu söylemek için geç kaldığımı biliyorum ama,
tam olarak neden gemiye biniyorduk?”
Bana ne kadar az bilgi verildiğini gösteren sorum, yanımdaki
kız tarafından yanıtlandı.
“Ah.. doğru ya, sanırım sana henüz zindan hakkında pek bir
şey anlatmadık.” dedi Nell. “Bir gemiye ihtiyacımız var, çünkü zindan denizde.”
“Denizde mi? Gerçekten mi?”
Yani bu, okyanusun ortasında rastgele bir mağara var demek
mi? ...Yok canım, bu doğru olamaz, değil mi? Muhtemelen bir adada falandır,
değil mi? Bir dakika, bir adanın üzerinde olması denizde olmakla aynı şey mi?
Olmadığından eminim...
Şaşkınlık içinde, bir sürü farklı seçeenğin içinde beynimi
zorlamaya çalışmak yerine, arkadaş arama jokerime güvenmeye karar vermiştim.
Cevap için söz konusu arkadaşa bakmak, sadece sesini duyarak algılayamadığım
bir şeyi fark etmeme sebep olmuştu.
“Vay canına, şey, bayağı mutsuz bir surat. Illuna’nın akşam
yemeğinde yeşil biber yiyeceğimiz gördüğündeki yüz ifadesiyle neredeyse aynı.”
dedim.
“Bu... gerçekten anlaması kolay bir örnek oldu.” Güldükten
sonra açıklamaya başladı. “Gitmekte olduğumuz zindan şey... lanetli bir gemi.”
“Bir ne?”
Nell, zindanın ilk keşfinin heyula ve iskeletler gibi
hortlak canavarların Poezahr’ın yakınlarında çıkmaya başlamasıyla olduğunu
açıkladı. Araştırma için gönderilen kişiler, denizin ortasında kalmış bir gemi
keşfettiler. Kurtulan olup olmadığına bakmak için gemiye yaklaştıklarında, bir
hortlak dalgası tarafından saldırıya uğramalarının zerine hemen kaçmak
durumunda kalmışlardı. Ek araştırmalar nihayetinde geminin, ya da daha doğrusu
gemilerin, birden ortaya çıkan hortlak akınlarından sorumlu olan bir zindanın
parçası olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Bu kadar büyük bir gemiye ihtiyacımızın olma sebebi, hem
yeniden ikmal noktası hem de harekat üssü olarak kullanılması gerektiğiydi.
Herkeste bemimki gibi boyutsal cepleri olmuş olsaydı daha küçük bir gemi
kullanmamız teknik olarak olası olurdu, ama böyle yetenekler ve eşyalar nadir
ve her zaman istediğin kadar eşya alacak kapasitede olmuyorlar.
“Peki şey... iyi olacağından emin misin?” Diye sordum. “Seni
bilmem ama ben, senin gibi kolaylıkla korkabilen biriyle ağzına kadar hayaletle
dolu bir gemiyi gezmenin iyi bir fikir olduğundan pek emin değilim.”
Bunu dört gözle bekliyordum gerçi. Ödü kopunca çok tatlı
oluyor. On üzerinden on tatlı.
“B-biraz korkak bir kedi olduğumu biliyorum, ama iş
iştir...”
Yakın geleceğin neler getirebileceğine odaklanmamaya
çalışmamak için gözlerini ufka çevirdi. Haklı olduğu bir nokta da vardı. İş
işti. Sırf sevmiyorsun diye kaçamazsın.
Pişman bir şekilde inleyerek, “Görevi düşünmeden kabul
etmemin sebebi, bir zindanın temizlenmek zorunda olduğunu duymamdı.” dedi. “Ama
sonra bütün detayları duymaya başladım ve şimdi bundan gerçekten pişmanım...”
Uzun, derin bir iç çekerken omuzlarını düşürmüş ve başını
eğmişti.
“Endişelenmemeye çalış. Tek başına yapmak zorunda olduğun
bir şey değil.” Elimi başına koydum. “Ben yanındayım ve bütünüyle cesaretsiz
oluşun dışındaki her şeyi düzeltebilirim.”
“Son kısmı çıkarmış olsaydın gerçekten güzel bir cümle
olabilirdi...” mutsuz bir şekilde bana suratını astı.
“Benim hatam, benim hatam. Bu sadece, bilirsin işte, sana
öyle aşık oldum ki, seni kızdırmak yaşama amaçlarımdan biri haline geldi.”
“Bu beni azıcık bile mutlu etmiyor. Hatta, bu kadar mutsuz
ettiğine neredeyse şaşacağım.”
Şaşkın bir şekilde bunları söylerken yanaklarını şişirince,
gemiye binerken kahkaha atmama sebep olmuştu.
“Herkes gemiye!” Birkaç dakika sonra, bir şekilde
diğerlerinden daha da büyük olan kaptan, gür bir sesle birkaç emir saydırmıştı.
“Yelkenleri açın!”
“Hay hay! Kaptan!”
“Ve demir alın!”
“Demir alınıyor!”
Adamları bağırışlarını tekrar ederek, geminin her yerinde
iletişimin kurulduğunu gösteriyorlardı. Çok geçmeden geminin yelkenleri açıldı,
bizi iskeleye bağlayan ipler toplandı ve yola çıktık.
[1] Kalyon, çok güverteli, üç direkli, yelkenli bir gemidir.
Ayrıca son iki cümle de bir internet memeini kullanmış. Bir şeyi tapınacak
kadar sevme göstergesi. Burada abartı olarak kullanıyor tabii ki.