Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Zindan Fetih Operasyonu Başlasın! - Kısım 1
“Geçti, gecenin en karanlık saatleri kadar geçti. Görünürde
tanıdığım birinin olması bir yana, tek bir ruh bile yoktu.” Görevimizde bize
katılan yay kullanan maceracı Reyus, fısıltıyla konuşuyordu. Alçak, ürkütücü
ses tonu, üzerimizden geçen karanlık bulutlar ve ilerleyen geminin ara sıra
çıkardığı gıcırtılarla daha etkileyici oluyordu. “Bütün arkadaşları birkaç
kadeh içkiden sonra kendi gemilerine dönmüştü. Ama bir sebepten birisi, bir
şey, kaptanın ismini söylemeye başladı...”
Dinleyenlerden gerginliğiyle savaşmaya çalışan birisinin
yutkunması duyulmuştu.
“Arkasını döndüğünde, karşısında bir iskelet gördü. Sefil,
etsiz yaratık, kemikleri sanki güler gibi takırdayarak, onun adını tekrar
tekrar sayıkladı.”
Reyus, dramatik etki olsun diye durakladı. Ama her ne kadar
bazı paladinler tir tir titrese de, araya kimse girmemişti. Etrafında toplanmış
herkes nefeslerini tutmuş hikayenin sonlanmasını bekliyordu.
“Cesareti ve sarsılmaz iradesi ile bilinen bir adamdı. Ama
kaptan bile kuyruğunu kıstırdı ve gemisine doğru çılgın gibi koşarken bağırdı.”
Maceracı, anlatıcı sesini bir kenara bıraktı ve daha sıradan, rahat bir ses
tonuyla konuşmaya başladı. “O kaçmayı başardı, ama bu dikkatli olmamamız
gerektiği anlamına gelmiyor. Gitmekte olduğumuz yer, olabildiğince kötücül bir
yer. Hatta tanrının kendisinin burayı lanetlediği bile söylenir. Buraya vuran
bütün ruhlar, sonsuza kadar denizlerde dolaşmak ve bir daha asla toprağa ayak
basamamaya mahkumdur. Bu yüzden bizden nefret ediyor ve bize saldırıyorlar.”
Paladinlerden biri, “Tanrı ile alakalı olan kısmı nereden
duydun?” diye sordu.
“Etraftaki bütün denizcilerin hayalet gemilerle ilgili
söylediği şey bu. Hep böyle bir kadere mahkum olmanın, kutsal olanı küçümseyen
herhangi denizcinin kaderi olduğu söylerler.”
Bir tanrının dediğini yapmadın diye sonsuza kadar gemiyle
rastgele dolanmayla lanetlenmek mi? Bu bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? Şu
eski halk hikayesini, Uçan Hollandalı ile ilgili olan. Açıkçası bu dünyanın
benzer bir şeye sahip olmasına şaşırmadım. Olay örgüleri açısından gayet klişe
ve basit bir şey. İki hikaye arasındaki en büyük fark, dünyadayken Uçan
Hollandalı’nın bir efsaneden farksız olarak, bir çocuk hikayesi olarak görünmesiydi,
ama burada bu, öylece geçiştirilemezdi. Hatta yok etmek için yola çıktığımız
zindan, neredeyse bu kavramın mükkemmel olarak vücut bulmuş hali gibiydi.
Korkunç hikayeler, bu dünya bağlamında çok daha korkunçtu.
Çünkü hortlak yaratıklar sadece hayal ürünü değillerdi. Henüz mezarlarından
doğrulmamışlar kadar gerçekti. Örneğin iskelet, aslında ilk hortlak
canavarlardan olduğundan kolaylıkla açıklanabilirdi. Biliyor musunuz... tüm bu
hortlak ve korku olayları eskiden, ben ölmeden önce havalıydı çünkü çok...
doğaüstü geliyordu. Ama şimdi hepsi gerçekten var olduğundan, umursamam için
fazla normal ve gerçeğe gömülü olduğunu hissetmeye başladım.
“Onu ciddiye almazdım.” dedi büyücü Lurolle. “Sadece barda
duyduğu hikayelerden birini, orasına burasına birkaç küçük abartı ekleyerek
tekrar ediyor.” Sadece biraz daha büyükçe ve hali vakti yerinde bir kadının
yapacağı şekilde, kendi grup üyesine kınayan bakışlar attı.
“Hadi ama. Böyle hikayeler gerçekten olup olmadığını
anlayamadığın zaman ilginç hale geliyor. Sadece zararsız bir eğlence, bunu
bozmak zorunda değildin.”
“Zararsız mı? Daha geçen gün bir sarhoşun korku hikayesine
inandığın için bir köşeye gidip saklanmadın mı?”
Reyus dirençle karşılaşınca geri kaçtı. Sanki büyücünün
sözleri fiziksel olarak karnına isabet etmiş gibi.
Maceracı grubunun lideriyle birlikte güverteye çıkan
Carlotta, “Bu toplantının tam olarak beklediğim gibi işe yaradığını görmekten
memnunum.” dedi.
“Görünüşe göre herkes gayet iyi zaman geçiriyor.” dedi lonca
başkanı.
İkisi gemideki üst kademedekilerle buluşmayı henüz
sonlandırmıştı ve tam gülüşmemizin üzerine güverteye çıkmışlardı.
“Merhaba patron. Sana da şövalye leydi.”
görünüşe göre Carlotta’ya böyle seslenilmesi gerektiğini
düşünen tek kişi ben değilim.
“Üç... dört... beş...” Faldein Ordusu’nun komutanı bir süre
mevcut kişi sayısını saymıştı. “Görünüşe göre çoğunuz çoktan buradasınız.” Kaç
kişi olduğunu doğruladıktan sonra geminin içine doğru döndü ve mevcut olmayan
birkaç kişiye bağırdı. “Güverteye çıkın! Toplantı yapıyoruz!"
Burada olmayan birkaç paladin emirlerine hemen karşılık
verdi ve neredeyse tam olan gruba katıldı.
“Ve işte herkes burada.” dedi, memnun bir şekilde başını
salladı. “Pekala, hadi işe koyulalım. Griffa, zindanı gezmek için yeterince
zaman harcamış biri olarak sana soruyorum, özellikle bilmemiz gereken bir şey
var mı?”
Maceracı sadece topluluk önünde konuşmaya alışık olmadığı
gibi ayrıca şövalyenin birden ona seslenmesini de beklemiyor gibiydi. Başını
kaşıyarak ve hımlayarak biraz zaman geçirdikten sonra nihayet çözebilmişti.
“Aklıma birkaç şey geliyor. Hepinizin bilmesi gereken ilk
şey, gemiye binmeden önce altınızda ne olduğuna dikkat etmeniz.”
Bir kadın paladin, “Sudan mı bahsediyorsun?” diye sordu.
“Evet. Geminin dışındaki bütün canavarların kanatları
olduğunu görebileceksiniz. Yaklaşmaya başladığınız anda size doğru uçacaklar.
Ama bütün dikkatinizi onlara veremezsiniz, şöyle ki, zindanın bazı canavarları
derinliklerinde gezinir. İlk seferinde onlar için hazırlıklı değildik ve bir
gemiyi bir deniz yılanının ısırığına kaybettik. Gemilerden birinin hemen
altında ortaya çıktı ve zavallı şeyi parçalara ayırdı.”
Kılıç ustasının tarif ettiği olayın nasıl gerçekleştiğini az
çok anlayabilmiştim. Derinlikleri görmek söylemesi çok zor bir şeydi. Neyse ki habersiz
yakalanmayacaktım. Düşman saptama yeteneğimin gelen tehditleri temas kurmadan
önce yakalayacağı kesindi. Muhtemelen yine de tetikte olmak iyi bir fikirdi, ne
olur ne olmaz.
“Hepiniz muhtemelen içeri adım atar atmaz zindanın kıvrımlı
ve karmaşık olduğunu fark edeceksiniz. Gölgelerin olduğu yerde tetikte kalmanız
ve kontrol etmeden köşeleri dönmemek zorundasınız. Canavarlar dönmemizi
beklemeyi seviyorlar. En kötüsü ise mekanın canlı olması. Lanet labirent her
gelişimizde değişiyor.”
“Bir dakika, zindan planı değişiyor mu?” Diye sordum.
“Neredeyse her zaman.” dedi Griffa başıyla onaylayarak. “İlk
birkaç saldırımızda haritalar yapıyorduk, ama bu bir zaman kaybıydı. Birkaç
ziyaretin ardından olabildiğince kusurlu olmaya başlıyorlardı. Eğer bu lanet
olası zindan sürekli yeni bir şey yapıyor olmasa daha fazla ilerleme yapardık.”
Savını desteklemek adına çantasından birkaç farklı harita
çıkardı. Başta iblis lordunun benden bir şeyler kaptığına ve heyulaları
kullanarak istilacılara bir şeylerin değiştiğini düşündürmeye çalıştığından
şüphelenmiştim, ki aslında öyle değildi, ama haritalar bu durum için
birbirinden fazla farklıydı. Görünüşe göre zindan planı, aslında fiziksel
olarak değişiyor gibiydi. Hmm... bunun bir seçenek olduğunu düşünmemiştim.
Kesinlikle aklımda tutacağım.
“Size söyleyeceğim son şey, boğuşacağımız canavarların türü
hakkında olacak. Eminim hepiniz duymuşsunuzdur, sadece hortlak öldüreceğiz.
Tonlarca heyula, iskelet ve zombi olacak. İblis lordu bile hortlak.” diye
açıkladı. “Ama söyleyeceklerim bu kadar. Eminim siz paladinler hortlaklarla
başa çıkmada biz maceracılardan daha iyisinizdir. Sizden öğrenebildiğimiz
kadarını öğrenmeye çalışacağız.”
“Bunu duydunuz mu millet?” Carlotta, Griffa’nın bıraktığı
yerden devam etti. “Bir grup kutsal şövalyenin isteyebileceği en kolay
düşmanlarla yüz yüzeyiz. Eğer bu görevde başarısız olursak, genel merkez
kariyerlerimizi hemen sona erdirir, en azından bazılarımızın.”
Komutanın bakışları grubundaki en spesifik kişiye döndü.
“N-neden ayrı tutuyorsun...?”
Nell’in garip, utangaç cevabı diğer herkesi güldürmüştü.
***
Zindan konusuna dönmüş tartışmamız, gemimiz bir aşağı bir
yukarı sallanarak ilerlerken devam ediyordu, ta ki çanaklıktaki adam malum
haberi yayana kadar.
“Zindan göründü!”
Gözlerimi, teleskop kullanarak baktığı tarafa doğru
çevirdim. Çok uzakta bir şey olduğu kesindi. Ama bu şey o kadar uzaktaydı ki,
ufukta sadece basit bir toz zerresi gibi görünüyordu. Gittikçe yaklaşırken, toz
zerresi bariz, gözle görülür bir filo haline geldi -- batırmak için
gönderildiğimiz iblis lordunu barındıran filo.
Bir hayalet gemi grubuyla uğraşacağımızı ilk duyduğumda,
tamamen peşin hükümle, birkaç tane olacağını hayal etmiştim. En büyük
tahminlerim bile küçük bir filodan daha büyük olacağını düşünmemiştim. Tamamen
ve kesinlikle yanıldığımı söylememe gerek yok.
Larşımızdaki yıpranmış armadanın saf büyüklüğünü algılamaya
çalışırken, “Vay anasını...” demiştim. Sanki bir gemi mezarlığı, içinde
yatanları zorla canlandırmış ve yeniden yüzeye çıkarmıştı. Hayalet
donanmasındaki gemilerin büyük çoğunluğu tamamen enkazlardan oluşuyordu.
Direkleri kırılmış ve gövdeleri delik deşik olmuştu. Ama her ne kadar okyanusun
dibinde olmaları gerektiği gibi gözükse de, her bir zindan yapısı bir şekilde
yüzmeyi başarıyordu. Yüzmelerinin tek sebebinin bir zindan saçmalığı olduğuna
bahse girerim.
Aradığımız rehberlerin burada sadece siyasi sebepler
olmadığını ancak şimdi anlamıştım. Onlara ihtiyacımız vardı. Bu kadar büyük bir
zindanda taht odasını bulmak, o kadar meşakkatli bir işti ki, en azından doğru
yöne yönlendirecek biri olmadan, sonsuza kadar sürebilirdi.
Düşman saptama yeteneğim, gemiler menzilime girdikçe,
haritayı bir sürü uyarıyla doldurmaya başlamış ve bunu yaparak, görülebilen
herhangi canavarı tanımlamamı sağlamıştı. İskeletler gemilerin güvertelerini ve
iç kısımlarını doldururken, heyulalar ve hayalet ışıkları etraflarında ve
üzerlerinde süzülüyorlardı. Dostum... şu heyulalar... hiç şirin değiller. Her
zaman heyulaların ve şirinliğin birlikte olduğunu düşünmüştüm, evdeki kızlardan
dolayı ama şey... açıkçası, onlar da pek normal değildi. Dürüst olmak gerekirse
nasıl o şekilde geldiklerinden emin değildim. Onları çağırırken özel bir şey
bile yapmadım.
Acınası bir inilti, bakışlarımı gemilerden çevirmeme ve onlar
yerine yanımda titreyen kıza odaklamama sebep olmuştu.
“Nell, lütfen... daha gemiden inmedik bile.”
“B-ben iyiyim. Korkmadım.” dedi. “Kesinlikle korkmadım! Hiç
de bile!”
“Yani, istediğini söyleyebilirsin, ama bu hiçbir şeyi
değişti---”
“Ben! Hiç! Korkmadım!” Bastıra bastıra konuşurken yüzünü
benimkinin dibine doğru yaklaştırmıştı.
“Ö-öyle diyorsan...”
Yumuşamaktan başka bir şansım yoktu. Görünüşe göre inatçı
davranmasının sebebi, öyle olmaması gayet ortada olmasına rağmen iyi olduğuna kendisini
ikna etmek istemesiydi.
“Üzgünüm hanımım, ama saldırıya uğramadna en çok bu kadar
yaklaşabiliyoruz.” Kalyonu durdurduktan sonra bize katılan geminin kaptanı,
şövalye komutana konuşmuştu. “Geri kalan yolu botla gitmek zorundasınız.”
“Anlaşıldı. Planladığımız gibi, lütfen biz dönene kadar
bekleyin.” dedi Carlotta. “Pekala millet, tatil bitti! Ekipmanlarınızı kontrol
edin ve harekete geçmeye hazır olun!”
Paladinler denildiği gibi yapmaya başlarken, ben de aynısını
yapmalıyım diye düşündüm. Envanterimi açtım ve silahımı aldım.
“Bu bir gürz mü?” diye sordu Nell. “Büyük kılıçları daha çok
sevdiğini düşünmüştüm.”
“Öyle, ama bana bahsettiğin dar koridorları düşününce bunun
pek de iyi bir fikir olmadığını düşündüm.” dedim. “O yüzden sırf bu seferlik
özel bir şey hazırladım.”
Geçici olarak Enne’in yerini alan silah, az çok bir
kudjeldi. [1] Onu Analiz ettiğimde şu sonuçları aldım:
***
Yıkımın Yankısı
Kalite: S-
Tanım: Yuki ismindeki İblis Lordu tarafından yapılmış bir
küt silah. Tek amacı, yıkımla zaferi sağlamaktır.
***
Yıkımın Yankısı tamamen adamantitten yapılmaydı ve orta
uzunluktaki sopasının ucunda devasa, ağır bir uç vardı. Toplam uzunluğu Enne’in
biraz altındaydı, ve bir iki elli kılıcın boyu kadardı, ama namlulu bir silah
gibi Yıkımın Yankısı da sopasının uzunluğu sebebiyle çok daha yakın mesafelerde
kullanılabilirdi.
Enne nispeten ağır bir silahtı. Ama YY ortalama kütle
açısından tamamen üstündü. Öyle ağırdı ki, eğer yere bırakmaya karar verirsem,
yerde kalıcı bir iz bırakacağı az çok kesindi--zindan sınırları içinde bunun
bir sorun olacağından değil tabii.
İki efsunlama yuvası olduğundan, YY’ye bir büyü halkasını
ağırlığını artırmak için kullandım ve ikincisini, çarpışma anında patlamaya
sebep olması için kullandım, ki her ikisini de silahı tasarlarken aklımda olan
kaba kuvvet temasına katkıda bulunduğu için seçmiştim. Hepsini birleştirmek,
gürzü tek vuruşta öldürebilme yetisine sahip bir süper silaha çevirmişti.
Nell’in de söylediği gibi, bir büyük kılıç kullanmayı tercih
ederdim, ama bunu yapamıyordum. Eğer bir hançerden daha büyük herhangi bir
namlulu silah kullanırsam, Enne kesin küserdi. Ve hançer kullansam bile yine de
yapabilirdi. İşte bu yüzden, hiçbir şekilde kılıca benzemeyen bir şey kullanmak
zorundaydım. Bu dünyada iblis lordlarının yenemeyeceği üç şey var: eşler, kız
kardeşler ve kendi kızları. Ne üzücü, acınası bir varoluş bu...
Carlotta etrafını inceleyerek, “Görünüşe göre tamamen
hazırız.” dedi. “Harekete geçin!”
Onu ipten yapılmış merdivenlerden takip ettik ve her biri
çoktan geminin yanından denize indirilmiş, küçük bot üçlüsüne çıktık. Her
birinde, modern bir motor gibi çalışabilen birer efsunlanmış dümen mevcuttu, ki
bu onları, bir kayık gibi görünüyor olmalarına karşın aslında birer motorlu
tekne yapıyordu. Görünüşe göre, motor gibi teknolojiler kesinlikle mevcuttu
olmasına rağmen, aşırı pahalılardı. Üç taneye sahip olabilmemizin tek sebebi,
Poezahr’ın başkanının, iblis lordunun en kısa sürede etkisiz hale getirilmesi
için sefer başlar başlamaz epey para harcayıp bunları satın almasıydı. Görünüşe
göre iblis lordunun ortadan kaldırılması, öncelikler listesinin bayağı
yukarısındaydı.
“Orada iyi şanslar.” diye bağırdı kaptan. “Beyler, cesur
savaşçılarımıza selam durun!”
“Hay hay kaptan!”
Güvertedeki bütün denizciler onları görebileceğimiz bir
yerde toplanmış ve ellerini klasik askeriye şeklinde alınlarına yerleştirerek
gidişimizi izlemişti.
Büyülü motorlar yavaş ama kararlı bir şekilde bizi varış
noktamıza doğru götürüyordu. Yaklaştıkça, filo daha da korkutucu görünüyordu.
Nell kadar korkak değildim, ama ben bile, yıpranmış ahşap teknelerden yansıyan
rahatsız edici görüntüye baktıkça tüylerimin diken diken olduğunu
hissediyordum. Bir dakika... ahşap mı...? Bu, onların yanıcı olduğu anlamına
gelmiyor mu...?
[1] Kudjel, hem korunma amacıyla hem de savaşta silah olarak
kullanılabilen, kısa kalın sopa. Ucunda çıkıntıları olan metal bir baş
bulunabilir.