Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Zindan Fetih Operasyonu Başlasın! - Kısım 2
Nell’in yüzündeki katı, gergin ifade, envanterimin içini
kurcalamak için ilgimi gitmekte olduğumuz gemilere vermeyi kestiğimi görünce
şaşkın bir ifadeye dönüşmüştü.
“Ne yapıyo--bir dakika, onlar düşündüğüm şeyler mi!?”
Bir mitril bıçak setini çıkardığımı fark edince gözleri
açıldı. Birkaç benzer örneğe sahip olduğundan, onların ne olduğunu anında
tanımıştı, ama farklı bir efsun taşıma olasılığından dolayı biraz şüpheli kalmıştı.
“Göreceksin.” Ona kısa bir sırıtmadan sonra motoru durdurup
bize eşlik eden diğer iki bota doğru bağırdım. “Hey Carlotta, bir saniyeliğine
frenleyin! Ve diğerine de aynısını yaptır!”
“Frenlemek mi?” Şaşırmıştı, ama çabucak isteğimie uymaya
karar verdi ve herkese durmaları için emir verdi.
Üçünün de el frenlerini çektiğinden emin olunca, elimde
tuttuğum bıçaktan yelpazeye manamı akıttım, kısa bir duraklamanın ardından
doğrudan filonun içine doğru fırlattım.
Bıçaklar istenen hedeflere temas ettiği anda sefer
üyelerinin arasından birkaç korku ve şaşkınlık bağırtısı koptu. Gürültülü bir
kükremeye eşlik eden ani bir ışık parlaması öyle yoğundu ki, filoyu, okyanusu
ve etrafındaki her şeyi kırmızı ve siyahın bir karışımına boyamıştı. Patlama
öyle büyüktü ki ısıdan biz bile etkilendik ve şok dalgaları öyle kuvvetliydi ki
ufak botlarımızın mide bulandıracak kadar şiddetli dalgalarla sarsılmasına
sebep olmuştu.
Sonuç beklendiği gibiydi. Fırlattığım her bir tek
kullanımlık silah, Efsunlama yeteneğimi sonuna kadar yükseltmemle açılan büyü
halkası olan Patlayan Közler’le efsunlanmıştı. Teoride, öyle büyük bir kuvvetle
patlıyordu ki, hedefinden geriye kelimenin tam anlamıyle hiçbir şey
bırakmıyordu--toz zerresi bile.
Bir başka deyişle büyü halkası, onunla efsunlanan herhangi
bir şeyi uluslararası anlaşmaların yasaklayacağı türden bir yanıcı silaha
çevirebiliyordu. Şaka olmadığının kanıtı olarak tükettiği mana
gösterilebilirdi. Her ne kadar mana gereksinimi, Lefi’yi şaşırtmak şöyle
dursun, harekete geçirecek kadar bile olmasa da, ortalama bir insanın gerçek
anlamda sağlayabileceği miktarın çok dışında kalıyordu. Sürekli bir saldırı
benim bile manamı tüketirdi; yakıt ikmali yapmadan önce sadece bir düzine
yelpaze fırlatabiliyordum. Ama bu, Patlayan Közler’in etkisiz olduğu anlamına
gelmiyordu. Bilakis, tam tersiydi.
En hafif tabirle, düşman tepkileri yere çakılmıştı. Önceden
kırmızıyla kaplı haritamda sadece birkaç düşman sinyali görünüyordu. Sonuçları
gözümle de görmek isterdim, ama hala bir şey çıkaramayacağım kadar fazla
dumanla kaplıydı. Ancak görebildiğim parçalara bakarak, birkaç gemi gövdesini
parçaladığım ve birkaçını da aleve verdiğimi görsel olarak doğrulayabilmiştim.
Hasarın boyutu tamamen facia seviyesindeydi. Dostum, övünmek gibi olmasın ama,
bu şeyleri nişanlamada gittikçe iyileşmişim. Eski ben onda iki tuttursa şanslı
sayılırdı.
“Heh. Size acıyorum piçler! Benim gibi bir ibli---şey,
gizemli maskeli savaşçıya karşı hiçbir şansınız yok! Görün ve ağlayın
orospular, çünkü sizin için cehenneme tek yöne bilet---bir dakika, ne?”
Vurduğum her geminin nihayetinde yanıp kül olacak ve
batacağını düşünmüştüm, ama görünüşe göre, yanılmıştım. Diğer iblis lordu
yetkisini kullanarak bunun olmasını engellemişti.
Yarattığım delikleri çevreleyen ahşap materyal canlanmıştı.
Kıpırdanmaya ve her bir darbenin merkezine doğru uzamaya başlamıştı. Ve çok
geçmeden, vermiş olduğum hasarın çoğu giderilmişti. Bu, çabalarımın boşa
gittiği anlamına gelmezdi tabii. Yangın hala devam ediyordu ve söyleyebildiğim
kadarıyla, öldürdüğüm bütün canavarlar hala ölüydü. Eğer zindanının büyük bir
kısmını savunmasız bırakmak istemiyorsa onların yerlerine de yenilerini
koyacaktı. Dahası, zindanlar ve mekanikleriyle haşır neşir olan biri olarak,
zararın giderilmesinin düşman iblis lordu için pahalıya patladığının gayet
farkındaydım.
Hmm... şimdi ne var? Saldırının etkili olduğunu biliyor
olsam da, aynı saldırıyı tekrarlamanın anlamı olup olmadığından pek emin
değildim. Sürekli saldırıyla iblis lordunun DP’sini tüketerek kaynaksız
bırakmak, bunu tam bir kaynak yarışı haline getirmek kesinlikle bir seçenekti.
Kazanan, mana havuzumla sahip olduğu DP rezervleri arasındaki göreceli farka
göre belli olurdu. Yani nispeten. Teknik olarak geri çekilip yenileyebildiğim
için sınırsız manam vardı. Ve daha biriktirdiğim mana iksir kasalarını hesaba
katmadım bile.
Yine de büyü enerjimi korumak ve normal biri gibi davranmak
da aynı derecede mantıklı geliyordu. Bir başka iblis lordunun zindanını görmek
ziyaretimin arkasındaki itici güçlerden biriydi. Bunu başaramamak ve kolay
yoldan zafere gitmek, zekice bir çözümden ziyade kaçmış bir fırsat gibi
görünüyordu.
Sonuçta, hangi seçenekte karar kılamamış bir şekildeyken
yorgun bir iç çekişle düşüncelerimden çekilip çıkarıldım.
“...Bu planından az önce bitirdiğimiz toplantıda bahsetmiş
olsan gayet müteşekkir olurdum.” dedi Carlotta, burun kemerine masaj yaparken.
Evet... kusura bakma. Bu fikri az önce bulduğumdan, yemin
ederim benim hatam değil. İçimden kendimi haklı çıkarabilsem de, gereksiz
düşüncelerimi sesli bir şekilde dile getirmemiştim. Daha mantıklı yanım hatalı
olduğumun gayet farkındaydı.
“L-lanet olsun kardeşim, bu manyakçaydı. Elinde sağlam güçlü
şeyler varmış dostum.” dedi Reyus.
İltifatını elimi sallayarak karşıladım. Carlotta’nın isteği
üzerinde bütün gün boyunca maskemi taktığımdan görememişti, ama sırıtıyordum.
“Bunu tekrar yapman mümkün mü?” diye sordu Carlotta. Komutan
çoktan ilk şoku atlatmış ve daha dengeli bir düşünce haline geri dönmüştü.
“Muhtemelen, ama bundan çok fazla bir şey çıkacağından
şüpheliyim. Kendimizi bir yıpratma savaşına kitleyeceğimiz için, mana havuzumu
hesaba katarsak, işleri her zamanki yolla çözsek muhtemelen daha iyi olur.”
“Makul. Böyle bir saldırı kesinlikle olağanüstü miktarlarda
büyü enerjisi gerektiriyordur. Arka arkaya, hızlıca kullanılabildiğini
düşünemiyorum.” dedi. “Açıkçası, şimdiden yeterince yaptım. Artık o kadar
düşmanla uğraşmak zorunda değiliz. Dahasını istemek biraz açgözlülük olur.”
Şeyyy... Sanırım ben bunu daha kötü ifade edebilirdim. Ah,
her neyse. Bence yeterli. Kalbini Ateşe Ver Operasyonu’nu beklemeye alma ve
daha geleneksel bir yaklaşım seçme zamanı. Vuhuuuuuuu! Tamamen yeni bir macera
bekliyor!
***
“Vay canına... dikkatli davranmak gerek.” Ayağımı güverteden
çekip çıkardım. Geminin en üst katını oluşturan ahşap tahtalar kendi
ağırlığıyla çökmüştü.
Bordalamak tamamen sakin geçmişti. Motorlu botlarımızdan
indik, yan yatmış, yarı batık gemiye tırmandık ve sonra filonun ortasında
bulunan çok daha büyük bir gemiye doğru ilerledik. Daha büyük derken, gerçekten
büyük bir gemiden bahsediyorum. Boyutları etrafındaki diğer her şeyden o kadar
fazlaydı ki, onun filonun amiral gemisi olduğunu tek bakışta anlamıştım. Ve
maceracılara göre bordalamak iblis lorduna ulaşmamız için en kolay yoldu. [1]
“Hmmm... buradaki ayak basılacak yerler tamamen tarif
edildiği gibiymiş.” dedi Carlotta. “Pekala millet, bastığınız yere dikkat edin
ve düşmemeye çalışın. Hadi ilerleyelim.”
Emriyle birlikte güverteyi geçtik ve geminin içine girdik.
Beklenildiği gibi, içerisi de dışarısı kadar yıkık döküktü. Bir zamanlar
kudretli bir zırhlı olan gemilerin izleri her yere dağılmıştı. Hepsi ahşaptan
yapılma kupalar, tabaklar, dolaplar ve raflar herhangi bir yerde karşınıza
çıkabilirdi, ama hiçbiri artık kullanılabilecek durumda değildi. Hatta
sandalyelerden birinin sırtlığına hafifçe dokunduğum anda birden ufalanmaya
başlamıştı.
Bu zindanla ilgili bana daha ilginç gelen şey boyutları
değildi. Dışarısına şöyle bir bakarak, içerideki alanın çok daha büyük olduğu
muhtemeldi. O yüzden şeyy... evet, eğer bize yolu gösterecek kimsemiz olmasaydı
bu gezinti muhtemelen sonsuza kadar sürerdi...
Işık hüzmeleri, ara sıra geminin delik deşik duvarlarından
geçiyordu. Şurada burada birkaç yeri aydınlatmaya yetiyordu, ama tam olarak
görebilmek için yeterli değildi. Anca paladinler etrafı aydınlatmak için büyü
kullanmaya başlayınca gerçekten etrafa bakabilmiştik.
“Neredeyse hiç saldırıya uğramadık...” dedi Carlotta, ona
doğru gelen tek bir iskeleti öylece dağıtırken. “Son birkaç gelişinizde de
böyle miydi?”
“Anca rüyamda.” dedi Griffa. “Öncesinde de bu kadar kolay
olmasını dilerdim. Boğuştuğumuz sürülerin boyutunu görseniz hepiniz
şaşardınız.”
Ara sıra çıkan, tematya uygun olan ama ayrıca inanılmaz
zayıf iskeletler ya da zombileri bir yana koyarsak, kısmen benim sebep olmuş
olmam ya da olmamam sebebiyle patlayan közler olayından dolayı, neredeyse
hiçbir direnişle karşılaşmamıştık.
Savaştığımız birkaç şeyi süpürüp geçmek öyle kolaydı ki, hiç var olmasalardı
bile olurdu.
Bu arada, ürkütücü atmosfere rağmen Nell sahiden de iyi
gidiyordu. Az çok kendini tutuyordu ve sadece merhaba demek için birden ortaya
birisi çıkmadığı sürece iyi olmaya devam edecekti muhtemelen.
Bir süreliğine ilerleyiş o kadar sorunsuzdu ki, hiç kayda
değer bir şey olmamıştı.
“Bir dakika...Yoksa bu düşündüğüm şey mi?”
İlk dikkat çeken olay, sadece kutular ve varillerle dolu
olan bir odanın köşesinde gizlenmiş olan bir hazine sandığını tesadüfen fark
ettiğim zaman gerçekleşti. Türdaşlarından daha yüksek statlara sahip iki zırhlı
iskelet, sanki ganimet zulasını koruyormuş gibi odanın girişinde
dikiliyorlardı, ama bana göre onlar hiçbir şekilde bir engel sayılmazdı. YY ile
yaptığım tek bir hafif savuruş, ikisini de toza dönüştürmem için yetmişti. Of
dostum, gürzler gerçekten harika. Az çok bir kemik yığını olan herhangi bir
şeye karşı tamamen süper etkililerdi.
Sandığı süzdüğümü fark eden Reyus, “Dikkatli ol kardeşim.
Sandıklar genellikle sadece tuzaktır ya da dikkatini diğer tuzaklardan çekmek
için varlardır. Göz atmana değecek kadar değerli bir şey olduğundan şüpheliyim,
eğer içinde herhangi bir şey varsa tabii.” dedi. “Son gelişimizde böyle bir oda gördüğümü hiç
hatırlamıyorum da, o yüzden muhtemelen bir yemdir, ha?”
Ne demek istediğini kesinlikle anlamıştım. Bir oyunda değildik.
Aklı başında bir iblis lordunun onun peşinden gelen kişilere beleş öte beri
vermesinin bir sebebi yoktu ve tuzak olmayan bir sandık koymanın da bir anlamı
yoktu. Evet, ben de bilmiyorum. Ben de gerçekten sağa sola değerli eşyalar
bırakmam, gerçi benim durumumda bunun bir sebebi de etrafta koşturan çocukların
olması ve kazaları erkenden önlememek için hiçbir sebep yoktu, bu yüzden önemli
olan her şeyi kaldırdığımdan emin olurdum.
“Dikkatli olacağım.” dedim. “Ama yine de bir bakacağım.
Bunun hakkında iyi hissediyorum.”
Açıkçası, ne bir hazine sandığını açmanın kötü bir seçim
olmasını ne de boş olmasını umursuyordum. Karşılaştığım ilk sandıktı ve
kesinlikle açacaktım. Hangi manyak ilk sandığını açmaz ki? Yani cidden, kim
bunun bir tuzak olmasını umursar ki? Yapman gerekeni yaparsın.
Böyle söylemiş olsam da, tamamen salak olmamaya karar
verdim. En azından öncesinde Carlotta’dan izin aldığıma emin oldum. Neyse ki
olumlu karşıladı ve sanki o kadar kişi içinden benim tuzağa yakalanacak son
kişi olduğumu düşünüyormuş gibi, umurunda olmadığını belirtti. Ayrıca sandığa
odaklandım ve düşman saptama yeteneğimin herhangi bir kırmızı alarm
vermediğinden, yani bir mimik ya da ona benzer bir şey olmadığından emin oldum.
[2]
Büyülü Göz, onun bir çift büyülü mekanizma ile bağlantılı
olduğunu doğrulamıştı; biri kilidin içinde ve bir başkası da sandığın içinde.
Eğer devam etmek istiyorsam onu etkisiz hale getirmem gerekiyordu. Ve her ne
kadar şahsen bunun için bir tekniğim olmasa da, tam da böyle bir durumun olacağını
bekleyerek önceden bir gizli silah hazırlamıştım.
Yeni aldığım zımbırtıya bakarak, “Şeyyy... o nedir?"
diye sordu Nell. “Biraz kötücül bir şey gibi görünüyor.”
“Sanıyorum efsunlu bir eşya.” dedi Carlotta. “Ama daha önce
böyle bir şey gördüğümü sanmıyorum.”
Envanterimden çıkardığım şey bir “eldi.” Daha çok kemikten
yapılma bir şeymiş gibi görünüyordu ve beş tane ince, her biri sivriltilmiş ve
bıçağa benzeyen görünüşe sahip parmak bulunuyordu. Sanki büyü enerjisinin
gövdesi boyunca daha kolay yayılmasını sağlamak için yapılmış büyülü damarlar,
her bir parmağın ucuna kadar ilerliyordu.
İsmi Kem El’di ve serisindeki diğer hepsinde olduğu gibi, bu
da zindanın özünden doğmuş olan bir golemdi. Yeteneklerine, tuzakları etkisiz
hale getirme, kilit açma ve ikisi arasındaki her şey dahildi. Bunu, tarayacağı
şey her neyse ona parmak uçlarından mana yayarak bir çözüm buluyor ve sonra o
çözümü uyguluyordu. Bana göre, zindan temizleyicisi olma özentisi birisi için
mükemmel bir aletti.
Görevlerini gerçekleştirmek için harcadığı zaman, görevinin
zorluğuna göre değişiyordu ama deneylerime göre görevlerini sadece çok kısa
zamanalrda halledebiliyordu. Hatta test etmek için önceki dünyamdan bir kilit
aldım, ki onu kelimenin tam anlamıyla anında açmıştı. Kem El öyle iyi
çalışıyordu ki keşke daha önce bir tane alsaydım diye düşünmeye
başlamıştım--ama alamıyordum. Ruhların Efendisi beni güçlendirdikten sonra
ortaya çıktığından, anlaşılan nispeten yüksek seviye bir eşyaydı.
“Hadi.”
Önceden mana ile dolu geldiği için, onu sandığın olduğu yöne
doğru fırlatırken hemen çalıştırdım. Kutunun üzerine indikten sonra golem serçe
ve baş parmaklarıyla kendini doğrulttu ve diğer üç parmağıyla kutuyu incelemeye
koyuldu. Üzerinde çalıştığı eşyanın doğasını anlamayı başardıktan sonra anahtar
deliğinin içine girdi, içine doğru kıvrıla kıvrıla oturdu ve büyüsünü
gerçekleştirdi.
“Pekala, bitti!” Sandığın içinden bir tık sesi duyar duymaz
neşeli bir şekilde bağırdım.
Neşeli bir şekilde sandığa doğru ilerleyip kapağını
kaldırırken olayı izleyen çekirdek çitleyicilerinden bir dizi şaşkınlık sesleri
yükseldi.
Her iki hayatımda da izlediğim en hatırlanası şeylerden
biri, Hayalet Gemi adındaki filmdeydi. Genel olarak korku filmleriyle aram iyi
gibidir, ama özellikle bu, beni tamamen ve bütünüyle travmatize eden bir
sahneye sahipti. O sahnede, karakterler birkaç tane konserve kutusunu açarak
kendilerine biraz yemek bulmuşlardı. Aslında bulamamışlardı.
Muhtemelen, “Ne bu şimdi Yuki? Neden birden böyle bir şeyin
konusunu açtın?” falan diyeceksiniz. Yani... göreceksiniz...
“N-ne..”
Sandık ağzına kadar doluydu. Kurtçuklarla. Ve kapağını
kaldırırken, kapağa yapışmış birkaç tane böcek elimin her yerine çıkmıştı.
“HASSSSSSSSSİKTİİİİİİİİİR!?”
Her bir böceği elimden atmak için deli gibi sallayıp hızla
geri çekilirken kapağı bıraktım ve sandığı düşürdüm. Birden kendimi, dehşet
içinde titreyerek beline yapıştığım Nell’in yanında buldum. Siktir siktir
siktir! Hepsi gitti mi elimden? Lütfen evet deyin. Yani, cidden. Sikeyim.
Sanki bir çocuk teselli eder gibi hafifçe başıma vurarak,
“O-ooo şey... bu berbattı.” dedi. “Sorun değil, artık gittiler.”
“Ü-üzgünüm Nell... Sanırım artık yolun sonuna geldim. Belki
birkaç dakikam daha kalmıştır.”
“Saçmalama. Birkaç böcekten dolayı korkmak seni öldürmez.”
Sıcaklığı ve alaycı ama sevgi dolu gülümsemesi, ruh halimin
düzeltmesine yardımcı olmuştu. Ama zavallı biriymiş gibi bir görüntü çizmiş
olmama karşın, ona yapışmaya devam ettim. Bırakamazdım. En azından şimdilik.
Hala kendi başıma dikilemeyecek kadar hızlı ve derin nefes alıyordum.
“Peki... Peki... İyiyim. Dostum... bu beni altıma sıçırttı.
Hay anasını. Tüylerim cidden diken diken oldu.” Denememe rağmen, hala gerçekten
konuşmaktan çok uzakmış gibi hissediyodum. Sikeyim, hatta doğru dürüst düşünemeyecekmişim
gibi hissediyordum. Lanet olsun. Şu anda gerçekten emin olduğum tek şey,
tüylerimin deli gibi diken diken olduğuydu. Dostum, vay anasını. En tepeden en
dibe vurmuştum. Sikeyim böyle işi ya. Ruh sağlığınızı hedefleyen tuzaklar
kesinlikle boktan. Bu beni tamamen hazırlıksız yakaladı. Ve en kötü yanı da
içinde sadece ve sadece kurtçukların olması! Yani, siktir git! Onca şeye rağmen
hiçbir şey kazanamamak? Lanet olsun! Lanet olsun sana İblis Lordu! Bunu
hatırlayacağımdan emin olabilirsin, çünkü seni fena pataklayacağım!
“Büyük büyük konuşmaktan bir korkak gibi çığlık atmaya...”
dedi Griffa.
“...Ne düşündüğünüzü biliyorum, ama dövüşte, o muhtemelen
içimizdeki en güçlü kişi.” dedi, sözleri arkasındaki kutsal şövalyelerin garip
garip gülmesine sebep olan Carlotta.
H-hadi ama... Benim yerimde olsaydınız sizin de
korkacağından gayet eminim. Ellerimin her yerinde kurtçuklar dolaşırken
soğukkanlı numarası yapmamın hiçbir şekilde imkanı yoktu! Siktirip gidin!
[1] Bordalamak, iki deniz taşıtının birbirine yanaşmasıdır.
Genellikle deniz savaşı olan film/roman vs.de çokça karşılaşılır.
[2] Mimik,vücudunu hareketsiz bir canlıya dönüştürebilen bir
hayali yaratık. Genellikle RPG’lerde oyuncuları kandırmak için hazine sandığı
şekline bürünür.