Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Fetihin Sonu - Kısım 2
“Kendi başınıza mı öldürmek istiyorsunuz?” Carlotta kısık
gözlerinden ters ters baktı. “Neden?”
Aynı şekilde Nell de şaşırmıştı ve haklıydı da. Bu öneri
birden ortaya çıkmış ve hiç önceden düşünülmemiş veya onun rızası alınmamıştı.
Çaktırmadan sessiz kalmasını işaret ettikten sonra Carlotta’ya döndüm ve bir
bahane sıktım.
“Pekala, şöyle ki, ben özel bir şeyler yapmak istiyorum,
bana yakın olmayan kimsenin bilmesini istemediğim bir şey.” dedim. “Ve beni
yanlış anlama. Bütün övgüyü üzerime almaya çalışıyor değilim. Yine de herkesin
katıldığını söyleyebiliriz.”
“Ve ikinizin bu işi kendi başınıza halletmeye yeterli
olacağına güveniyorsun?”
“Evet, aşağı yukarı. Bahsettiğim özel şey bir koz ve bu koz
iblis lordunun kıçına tekmeyi basmamızı bayağı garantiliyor. Şöyle ki,
başkalarının bunu öğrenmesini gerçekten tercih etmem.”
Şövalye bir süre sessiz kaldı.
Yorgun, kabullenmiş bir iç çektikten sonra, “Sanırım kendi
başınıza buna kalkışıyor olmanız ikiniz için daha kolay olur.” dedi. “Daha
küçük, daha elit bir grup sana daha geniş bir hareket alanı ve bir müttefiği
yaralama olasılığını düşünmeden daha büyük çaptaki büyüleri yapmanı sağlar.
Kozunu bir kenara bıraksak bile, geri kalanımızı denklemden çıkarmak muhtemelen
savaşı çok daha kolaylaştıracaktır.” Doğrudan gözlerimin içine baktı. “Sadece,
başarısızlığın bir seçenek olmadığının farkında ol. Bu öneri üzerine düşünmemin
bile tek sebebinin öneri sahibinin sen olman. Başka şartlar altında bunu
reddeder ve öneriyi sunan kişinin salak olduğunu söylerdim.”
“Merak etme, etrafımızda hiç salak yok. Yani evet, eğer
kendi başıma yapmak zorunda olduğumu söylesem şansımı çok zorlamış olurdum, ama
yanımda Nell varken başarısızlık imkansız.”
Bir anlığına bana baktı; garip cevabıma hazırlıksız
yakalanmıştı, ama sonra gülmeye başladı.
“Peki, tamam. İblis lordu senindir. Aşkının gücünü görmeyi
dört gözle bekliyorum.”
“Seni hayal kırıklığına uğratmayacak.”
“Ö-ööf... Siz ikiniz benimle uğraşmak için bir de
güçlerinizi mi birleştiriyorsunuz?”
Nell somurtunca Carlotta fazladan bir kez daha güldü,
ardından kaşlarını biraz çattı.
“Bize gösterdiğin şeylerden sonra hala bir kozunun olmasını
gerçekten beklemiyordum.” Bakışları dev solucanın kalıntılarına takılmıştı.
Omuz silkerek, “Yani, şey, her şeyin bir yeri ve zamanı
vardır.” dedim. “Ve elimin altında gizlediğim numaralar, sadece bu ikisi doğru
olduğunda ortaya çıkar.”
“Anladım... Pekala, o zaman sonraki gösterine beni davet etmeni
umacağım. Bütün numaralarını yakından görme fırsatını çok isterim.”
“Tabii... Hayıra ne dersin?” Dedim. “Davet edecek kadar
ileri gideceğim son kişi muhtemelen sensin.”
Nell’i kızdırmak için yaptığımız bütün şakalar gibi bu da
şövalye leydinin içten bir kahkaha atmasına sebep olmuştu.
***
“Peki neden birden bu öneriyi yaptın Yuki?” Diğerleri gözden
kaybolur kaybolmaz Nell’in yaptığı ilk şey gerekçelerimi sorgulamak olmuştu.
İblis lordunun yenilgisinin ardından şu anda bulunduğumuz
altuzaya ne olacağı hakkında kimsenin bir fikri olmadığını öğrenince
Carlotta’nın vardığı sonuç ortamı terk etmek olmuştu.
“Ah, onu mu soruyorsun? Şöyle ki, burayı yöneten iblis
lordunun benim de bir iblis lordu olduğumu bildiğine neredeyse yüzde yüz
eminim. Davranış şekli en azından aklı başında biri olduğunu gösteriyordu, o
yüzden “lanet olsun sana iblis lordu!” minvalinde bir şey dediğini başkalarının
duymasını ve kimliğimi ortaya çıkarmasını istemiyorum. Bu, şeyyy... bir yerde
her şeyi batırır.”
“Sadece bir canavar olmadığından bu, kulağa biraz sorun
çıkarabilir bir şeymiş gibi geliyor... ama tek sebep bu değil, değil mi?”
“Böyle düşünmene ne sebep oldu?”
Artık maskesiz yüzüme biraz baktıktan sonra, “Çünkü, bir
şeyler çevirdiğini anlamam için sana bir bakışım yetiyor.” dedi.
“Pekala, beni yakaladın.” Sırıttım. “Gerçi pek de bir şeyler
çevirdiğim söylenemez. Sadece ona bir şey sormak istiyorum.”
“O derken iblis lordunu mu kastediyorsun?”
“Evet.”
Aklımdaki soru, uzun bir süredir kafamı kurcalayan, hem
iblis lortlarını hem de zindanların doğasıyla ilgili olan bir soruydu. Esasında
soracağım şey, onların ne olduğuydu.
Bir iblis lordu olmak, akıl ve cisim oluşturmak için DP
olarak bilinen kaynağı kullanabilme yetisine sahip garip bir varlık olmak
demekti. Ve sadece geçici olarak da değil. DP kullanılarak yaratılan cisimler
kalıcıydı. En garip kısmı, bunu kullanarak önceki yaşamımdan, bu dünya için
tamamen yabancı olan eşyaları da yaratabiliyor olmamdı. Var olmayan
teknolojiler ve kavramlar tek bir tuşa basarak oluşturulabiliyordu.
Zindandan doğan canavarlar kendilerine has kişilikleri olan
organizmalardı. Ne akılsız birer botlardı ne de bir şablondan kopyala yapıştır
yapılmış bir şeylerdi, tam tersine gerçekten kendilerine haslardı. Yarattığım
bitkiler bile diğerleri kadar gerçekti. Zindanıma eklediğim her kat, kendi
başına yeni bir uzaydı ve neredeyse yeni bir dünya olarak bile
tanımlanabilirdi. Ve yeterince zaman ve kaynak verilirse, dünya sayılabilecek
kadar büyük bir kat yapabilmek gerçekten de mümkündü. Ve bütün yaratıklar
çevrelerine evrimle adapte olurken, iblis lortları değişime özellikle
açıklardı. Kendimizi göz açıp kapayıncaya kadar gerekli olan her şekle
kolaylıkla dönüştürebiliyorduk.
Bir başka deyişle, iblis lortları hangi forma ihtiyaç
duyuyorlarsa o formu alabilecek yetideyken, ayrıca yaşamla dolu gerçek bir
dünya da yaratabiliyorlardı--tanrıların gücünün yettiği neredeyse her şeyi
yapabiliyorduk.
Konuyla ilgili düşüncelerimi duyduktan sonra, “Tanrı olmaya
bu kadar yakışmayan başka biriyle tanıştığımı sanmıyorum...” dedi Nell.
“Ah lütfen.” yüzümde pis bir sırıtış belirdi. “Neden
bahsediyorsun? Ben var olmuş en cömert, en sevgi dolu tanrılardan biriyim.
Neresinden bakarsan bak, bu kadar erdemli bir tanrı asla bulamazsın.”
Sadece dalga geçiyordum, ama Nell’e bakmak için döndüğümde
anın tadını çıkaran tek kişinin ben olduğumu fark ettim. Bayağı bayağı gergin
görünüyordu.
“Sorun nedir?” Diye sordum.
“Şey... eğer gerçekten bir tanrı olduğun ortaya çıkarsa,
birden ortalıktan kaybolmazsın, değil mi?”
“Neden kaybolayım?”
“Ş-şey... Tanrılar ölümlü diyarlarında var olamazlar, değil
mi? Eğer gerçekten bir tanrıysan, o zaman bu bizi bırakmak zorunda kalacağın
anlamına geliyor...” sözlerinde tereddüt vardı, sanki gerçekleşeceğinden
korktuğu için söylemek istemiyormuş gibi.
“Dinle Nell...” ellerini tuttum ve doğrudan mücevhere
benzeyen gözlerinin içine baktım.
“H-h-hı hı? E-evet.” dedi tiz bir sesle. Ani hareketim onu
öyle panikletmiş ve utandırmıştı ki, yanakları kıpkırmızı bir şekilde
bakışlarını zemine çevirdi.
“Sen bir aptalsın!”
“...N-ne!?” Tüm utancı şaşkınlıkla yer değiştirdi.
“Dedim ki, sen bir aptalsın.” dedim. “E yani, kiminle
konuştuğunu bir düşün. Böyle saçma bir sebepten ötürü onca kişi arasından benim
mi kaybolacağımı düşünüyorsun? İyi dinle. Ben benim. Ne eksik ne fazla. Ne
olduğumun bir önemi yok. Ben hala ben olacağım ve bu, buralarda olup hayatımı
istediğim şekilde yaşayacağım anlamına geliyor, o yüzden endişelenmeyi bırak.”
Ondan gelen tek tepki sessizlikti. Cevaptan dolayı karşılık
veremeyecek kadar şaşırmıştı. Ama sözlerim doğruydu. Kendim dışında başka bir
şey olmaya niyetim yoktu. Ait olduğum yer zindanımdı ve onu bırakmayı hiç
düşünmüyordum. Benim için, bir iblis lordu, ejder kralı, tanrı ya da herhangi
bir şey olmamın bir önemi yoktu. Hiçbiri zerre önemli değildi. Aslında, bir kez
daha düşündüm de bu tamamen palavra. İblis lordu unvanıma gayet bağlandım. Yine
de önemli olan tek şey buydu. Diğer etiketler değil.
Kesin bir dille, “Her zaman ne istersem onu yapacağım ne
zaman istersem o zaman yapacağım, nerede istersem orada yapacağım, ki bu bir
tür tanrı olduğum ortaya çıksa bile.” dedim. “Diğerlerinin ne düşündüğü ya da
beklediği sikimde değil. Bu benim hayatım ve bunu zindanımdaki evimde tıkılı
bir şekilde geçireceğim. Nokta.”
“...Hı-hı.“ Rahat bir nefes alırken bağını göğsüme yasladı..
“Ne kadar evhamlısın.” dedim.
Gücenmiş gibi, “Benim hatam değil.” dedi ve hıhladı. “İblis lortlarının
gerçekten ne oldukları hakkında hiçbir şey bilmiyorum, bu yüzden endişelenmeden
de duramıyorum. Kaybolmanı gerçekten istemiyordum...”
“Demek istediğim, bunun uzun bir süredir kafamda olduğunu
söylediğimi biliyorum, ama açıkçası, bu o kadar umursadığım bir şey değil.
Kendimi gerçekten tanrı olarak görecek kadar kibirli değilim. Bu sadece bir
fikirdi.”
“…Mmmk.”
“Daha iyi hissetmeni sağlayacaksa...” dedim ve bir elimi
omzunun üzerine atarken diğer elimle elini kavradım ve sıktım.
“Teşekkürler.” Kıkırdadı ve o da benim elimi sıktı.
Kısa bir sıcak anın ardından bir adım geri çıktı. Gerginlik
yüzünden silinmiş, yerini huzurlu bir gülümsemeye bırakmıştı.
“Bu şekilde sonsuza kadar kalmayı gerçekten çok isterdim,
ama cidden işe geri dönmeliyiz.” dedi.
“Kalsak da umurumda olmazdı.”
“Kalamayız. İş önce gelir.” dedi kıkırdayarak.
“Eğer ısrar ediyorsan patron.” dedim, sanki gizli bir
örgütün adamıymış gibi.
Her zamanki haline dönmeden önce oyunuma katılırmışçasına
ağırbaşlı bir şekilde, “Güzel.” dedi. “Pekala, ne yapmak istediğini biliyorum,
ama iblis lordunun sana cevap vereceğini gerçekten düşünüyor musun?”
Omuz silkerek, “Muhtemelen vermeyecek.” dedim. “İşte bu
yüzden oturtup konuşturmadan önce onu eşek sudan gelene kadar dövmeyi
planlıyorum.”
“Oh... Şey... Bu tam da bir serserinin yapacağı rezillikte
bir şey, değil mi?”
“Önemsiz şeylere kafanı takma. Her iki türlü de uzlaşmaya
niyetimizin olmadığı biriyle karşı karşıyayız, yani o kadar da önemli bir şey
mi bu?”
Sonuçta biz, bilirsin işte... onunla işimiz bittiğinde ne
olursa olsun onu öldüreceğiz.
En iyi ihtimalle, zaten iblis lorduyla konuşabilme ihtimalimizin
20% dolaylarında bir şey olduğunu düşünmüştüm. Ama o kadar az olsa bile denemek
istiyordum. Sonuçta bir başka iblis lordunun zindanına dalma fırsatını her gün
yakalamıyordum.
“Pekala, eğer iblis lordu yalnız değilse, ben onunla
ilgilenirken yancılarını da sen halledeceksin.” dedim. “Ya da doğaçlama da
yapabiliriz.”
“O zaman bu, her zamankinden pek de farklı olmaz.” dedi.
“Evet. Hadi gidelim.”
Kapıyı açtım ve içeri girdim.
Girdiğimiz oda yine gemiye benzeyen bir şeye dönüşmüştü. Bir
tür gemi. Tamamen ahşaptan yapılmış olsa dahi zindanın geri kalanında gezerken
karşılaştığımız herhangi bir şeyden çok daha büyük görünüyordu. Ve en sonunda
da tek bir taht duruyordu.
Üzerinde, yırtık pırtık, eskimiş bir kaftan giyen bir
iskelet vardı. Birkaç ufak parça dışında vücudu neredeyse tamamen derisizdi.
Ama diğer bütün iskeletlerin aksine, bu şey ağzına kadar manayla doluydu.
Saf kötülük ve nefret içeren, kimliğini kesin bir şekilde
Ölümsüz Hortlak yapan bakışlarını bize çevirince gözleri soluk, tüyler ürperten
bir kırmızılıkla parlıyordu