Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

26 Ekim 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
994 Görüntülenme
Bu bölümü 26 Kişi beğendi.
Cilt 19

Fetihin Sonu - Kısım 2

“Kendi başınıza mı öldürmek istiyorsunuz?” Carlotta kısık gözlerinden ters ters baktı. “Neden?”

 

Aynı şekilde Nell de şaşırmıştı ve haklıydı da. Bu öneri birden ortaya çıkmış ve hiç önceden düşünülmemiş veya onun rızası alınmamıştı. Çaktırmadan sessiz kalmasını işaret ettikten sonra Carlotta’ya döndüm ve bir bahane sıktım.

 

“Pekala, şöyle ki, ben özel bir şeyler yapmak istiyorum, bana yakın olmayan kimsenin bilmesini istemediğim bir şey.” dedim. “Ve beni yanlış anlama. Bütün övgüyü üzerime almaya çalışıyor değilim. Yine de herkesin katıldığını söyleyebiliriz.”

“Ve ikinizin bu işi kendi başınıza halletmeye yeterli olacağına güveniyorsun?”

“Evet, aşağı yukarı. Bahsettiğim özel şey bir koz ve bu koz iblis lordunun kıçına tekmeyi basmamızı bayağı garantiliyor. Şöyle ki, başkalarının bunu öğrenmesini gerçekten tercih etmem.”

 

Şövalye bir süre sessiz kaldı.

 

Yorgun, kabullenmiş bir iç çektikten sonra, “Sanırım kendi başınıza buna kalkışıyor olmanız ikiniz için daha kolay olur.” dedi. “Daha küçük, daha elit bir grup sana daha geniş bir hareket alanı ve bir müttefiği yaralama olasılığını düşünmeden daha büyük çaptaki büyüleri yapmanı sağlar. Kozunu bir kenara bıraksak bile, geri kalanımızı denklemden çıkarmak muhtemelen savaşı çok daha kolaylaştıracaktır.” Doğrudan gözlerimin içine baktı. “Sadece, başarısızlığın bir seçenek olmadığının farkında ol. Bu öneri üzerine düşünmemin bile tek sebebinin öneri sahibinin sen olman. Başka şartlar altında bunu reddeder ve öneriyi sunan kişinin salak olduğunu söylerdim.”

“Merak etme, etrafımızda hiç salak yok. Yani evet, eğer kendi başıma yapmak zorunda olduğumu söylesem şansımı çok zorlamış olurdum, ama yanımda Nell varken başarısızlık imkansız.”

 

Bir anlığına bana baktı; garip cevabıma hazırlıksız yakalanmıştı, ama sonra gülmeye başladı.

 

“Peki, tamam. İblis lordu senindir. Aşkının gücünü görmeyi dört gözle bekliyorum.”

“Seni hayal kırıklığına uğratmayacak.”

“Ö-ööf... Siz ikiniz benimle uğraşmak için bir de güçlerinizi mi birleştiriyorsunuz?”

 

Nell somurtunca Carlotta fazladan bir kez daha güldü, ardından kaşlarını biraz çattı.

 

“Bize gösterdiğin şeylerden sonra hala bir kozunun olmasını gerçekten beklemiyordum.” Bakışları dev solucanın kalıntılarına takılmıştı.

Omuz silkerek, “Yani, şey, her şeyin bir yeri ve zamanı vardır.” dedim. “Ve elimin altında gizlediğim numaralar, sadece bu ikisi doğru olduğunda ortaya çıkar.”

“Anladım... Pekala, o zaman sonraki gösterine beni davet etmeni umacağım. Bütün numaralarını yakından görme fırsatını çok isterim.”

“Tabii... Hayıra ne dersin?” Dedim. “Davet edecek kadar ileri gideceğim son kişi muhtemelen sensin.”

 

Nell’i kızdırmak için yaptığımız bütün şakalar gibi bu da şövalye leydinin içten bir kahkaha atmasına sebep olmuştu.

 

***

 

“Peki neden birden bu öneriyi yaptın Yuki?” Diğerleri gözden kaybolur kaybolmaz Nell’in yaptığı ilk şey gerekçelerimi sorgulamak olmuştu.

 

İblis lordunun yenilgisinin ardından şu anda bulunduğumuz altuzaya ne olacağı hakkında kimsenin bir fikri olmadığını öğrenince Carlotta’nın vardığı sonuç ortamı terk etmek olmuştu.

 

“Ah, onu mu soruyorsun? Şöyle ki, burayı yöneten iblis lordunun benim de bir iblis lordu olduğumu bildiğine neredeyse yüzde yüz eminim. Davranış şekli en azından aklı başında biri olduğunu gösteriyordu, o yüzden “lanet olsun sana iblis lordu!” minvalinde bir şey dediğini başkalarının duymasını ve kimliğimi ortaya çıkarmasını istemiyorum. Bu, şeyyy... bir yerde her şeyi batırır.”

“Sadece bir canavar olmadığından bu, kulağa biraz sorun çıkarabilir bir şeymiş gibi geliyor... ama tek sebep bu değil, değil mi?”

“Böyle düşünmene ne sebep oldu?”

Artık maskesiz yüzüme biraz baktıktan sonra, “Çünkü, bir şeyler çevirdiğini anlamam için sana bir bakışım yetiyor.” dedi.

“Pekala, beni yakaladın.” Sırıttım. “Gerçi pek de bir şeyler çevirdiğim söylenemez. Sadece ona bir şey sormak istiyorum.”

“O derken iblis lordunu mu kastediyorsun?”

“Evet.”

 

Aklımdaki soru, uzun bir süredir kafamı kurcalayan, hem iblis lortlarını hem de zindanların doğasıyla ilgili olan bir soruydu. Esasında soracağım şey, onların ne olduğuydu.

 

Bir iblis lordu olmak, akıl ve cisim oluşturmak için DP olarak bilinen kaynağı kullanabilme yetisine sahip garip bir varlık olmak demekti. Ve sadece geçici olarak da değil. DP kullanılarak yaratılan cisimler kalıcıydı. En garip kısmı, bunu kullanarak önceki yaşamımdan, bu dünya için tamamen yabancı olan eşyaları da yaratabiliyor olmamdı. Var olmayan teknolojiler ve kavramlar tek bir tuşa basarak oluşturulabiliyordu.

 

Zindandan doğan canavarlar kendilerine has kişilikleri olan organizmalardı. Ne akılsız birer botlardı ne de bir şablondan kopyala yapıştır yapılmış bir şeylerdi, tam tersine gerçekten kendilerine haslardı. Yarattığım bitkiler bile diğerleri kadar gerçekti. Zindanıma eklediğim her kat, kendi başına yeni bir uzaydı ve neredeyse yeni bir dünya olarak bile tanımlanabilirdi. Ve yeterince zaman ve kaynak verilirse, dünya sayılabilecek kadar büyük bir kat yapabilmek gerçekten de mümkündü. Ve bütün yaratıklar çevrelerine evrimle adapte olurken, iblis lortları değişime özellikle açıklardı. Kendimizi göz açıp kapayıncaya kadar gerekli olan her şekle kolaylıkla dönüştürebiliyorduk.

 

Bir başka deyişle, iblis lortları hangi forma ihtiyaç duyuyorlarsa o formu alabilecek yetideyken, ayrıca yaşamla dolu gerçek bir dünya da yaratabiliyorlardı--tanrıların gücünün yettiği neredeyse her şeyi yapabiliyorduk.

 

Konuyla ilgili düşüncelerimi duyduktan sonra, “Tanrı olmaya bu kadar yakışmayan başka biriyle tanıştığımı sanmıyorum...” dedi Nell.

“Ah lütfen.” yüzümde pis bir sırıtış belirdi. “Neden bahsediyorsun? Ben var olmuş en cömert, en sevgi dolu tanrılardan biriyim. Neresinden bakarsan bak, bu kadar erdemli bir tanrı asla bulamazsın.”

 

Sadece dalga geçiyordum, ama Nell’e bakmak için döndüğümde anın tadını çıkaran tek kişinin ben olduğumu fark ettim. Bayağı bayağı gergin görünüyordu.

 

“Sorun nedir?” Diye sordum.

“Şey... eğer gerçekten bir tanrı olduğun ortaya çıkarsa, birden ortalıktan kaybolmazsın, değil mi?”

“Neden kaybolayım?”

“Ş-şey... Tanrılar ölümlü diyarlarında var olamazlar, değil mi? Eğer gerçekten bir tanrıysan, o zaman bu bizi bırakmak zorunda kalacağın anlamına geliyor...” sözlerinde tereddüt vardı, sanki gerçekleşeceğinden korktuğu için söylemek istemiyormuş gibi.

“Dinle Nell...” ellerini tuttum ve doğrudan mücevhere benzeyen gözlerinin içine baktım.

“H-h-hı hı? E-evet.” dedi tiz bir sesle. Ani hareketim onu öyle panikletmiş ve utandırmıştı ki, yanakları kıpkırmızı bir şekilde bakışlarını zemine çevirdi.

“Sen bir aptalsın!”

“...N-ne!?” Tüm utancı şaşkınlıkla yer değiştirdi.

“Dedim ki, sen bir aptalsın.” dedim. “E yani, kiminle konuştuğunu bir düşün. Böyle saçma bir sebepten ötürü onca kişi arasından benim mi kaybolacağımı düşünüyorsun? İyi dinle. Ben benim. Ne eksik ne fazla. Ne olduğumun bir önemi yok. Ben hala ben olacağım ve bu, buralarda olup hayatımı istediğim şekilde yaşayacağım anlamına geliyor, o yüzden endişelenmeyi bırak.”

 

Ondan gelen tek tepki sessizlikti. Cevaptan dolayı karşılık veremeyecek kadar şaşırmıştı. Ama sözlerim doğruydu. Kendim dışında başka bir şey olmaya niyetim yoktu. Ait olduğum yer zindanımdı ve onu bırakmayı hiç düşünmüyordum. Benim için, bir iblis lordu, ejder kralı, tanrı ya da herhangi bir şey olmamın bir önemi yoktu. Hiçbiri zerre önemli değildi. Aslında, bir kez daha düşündüm de bu tamamen palavra. İblis lordu unvanıma gayet bağlandım. Yine de önemli olan tek şey buydu. Diğer etiketler değil.

 

Kesin bir dille, “Her zaman ne istersem onu yapacağım ne zaman istersem o zaman yapacağım, nerede istersem orada yapacağım, ki bu bir tür tanrı olduğum ortaya çıksa bile.” dedim. “Diğerlerinin ne düşündüğü ya da beklediği sikimde değil. Bu benim hayatım ve bunu zindanımdaki evimde tıkılı bir şekilde geçireceğim. Nokta.”

“...Hı-hı.“ Rahat bir nefes alırken bağını göğsüme yasladı..

“Ne kadar evhamlısın.” dedim.

Gücenmiş gibi, “Benim hatam değil.” dedi ve hıhladı. “İblis lortlarının gerçekten ne oldukları hakkında hiçbir şey bilmiyorum, bu yüzden endişelenmeden de duramıyorum. Kaybolmanı gerçekten istemiyordum...”

“Demek istediğim, bunun uzun bir süredir kafamda olduğunu söylediğimi biliyorum, ama açıkçası, bu o kadar umursadığım bir şey değil. Kendimi gerçekten tanrı olarak görecek kadar kibirli değilim. Bu sadece bir fikirdi.”

“…Mmmk.”

“Daha iyi hissetmeni sağlayacaksa...” dedim ve bir elimi omzunun üzerine atarken diğer elimle elini kavradım ve sıktım.

“Teşekkürler.” Kıkırdadı ve o da benim elimi sıktı.

 

Kısa bir sıcak anın ardından bir adım geri çıktı. Gerginlik yüzünden silinmiş, yerini huzurlu bir gülümsemeye bırakmıştı.

 

“Bu şekilde sonsuza kadar kalmayı gerçekten çok isterdim, ama cidden işe geri dönmeliyiz.” dedi.

“Kalsak da umurumda olmazdı.”

“Kalamayız. İş önce gelir.” dedi kıkırdayarak.

“Eğer ısrar ediyorsan patron.” dedim, sanki gizli bir örgütün adamıymış gibi.

Her zamanki haline dönmeden önce oyunuma katılırmışçasına ağırbaşlı bir şekilde, “Güzel.” dedi. “Pekala, ne yapmak istediğini biliyorum, ama iblis lordunun sana cevap vereceğini gerçekten düşünüyor musun?”

Omuz silkerek, “Muhtemelen vermeyecek.” dedim. “İşte bu yüzden oturtup konuşturmadan önce onu eşek sudan gelene kadar dövmeyi planlıyorum.”

“Oh... Şey... Bu tam da bir serserinin yapacağı rezillikte bir şey, değil mi?”

“Önemsiz şeylere kafanı takma. Her iki türlü de uzlaşmaya niyetimizin olmadığı biriyle karşı karşıyayız, yani o kadar da önemli bir şey mi bu?”

 

Sonuçta biz, bilirsin işte... onunla işimiz bittiğinde ne olursa olsun onu öldüreceğiz.

 

En iyi ihtimalle, zaten iblis lorduyla konuşabilme ihtimalimizin 20% dolaylarında bir şey olduğunu düşünmüştüm. Ama o kadar az olsa bile denemek istiyordum. Sonuçta bir başka iblis lordunun zindanına dalma fırsatını her gün yakalamıyordum.

 

“Pekala, eğer iblis lordu yalnız değilse, ben onunla ilgilenirken yancılarını da sen halledeceksin.” dedim. “Ya da doğaçlama da yapabiliriz.”

“O zaman bu, her zamankinden pek de farklı olmaz.” dedi.

“Evet. Hadi gidelim.”

 

Kapıyı açtım ve içeri girdim.

 

Girdiğimiz oda yine gemiye benzeyen bir şeye dönüşmüştü. Bir tür gemi. Tamamen ahşaptan yapılmış olsa dahi zindanın geri kalanında gezerken karşılaştığımız herhangi bir şeyden çok daha büyük görünüyordu. Ve en sonunda da tek bir taht duruyordu.

 

Üzerinde, yırtık pırtık, eskimiş bir kaftan giyen bir iskelet vardı. Birkaç ufak parça dışında vücudu neredeyse tamamen derisizdi. Ama diğer bütün iskeletlerin aksine, bu şey ağzına kadar manayla doluydu.

 

Saf kötülük ve nefret içeren, kimliğini kesin bir şekilde Ölümsüz Hortlak yapan bakışlarını bize çevirince gözleri soluk, tüyler ürperten bir kırmızılıkla parlıyordu

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-02 12:42:39
bu bölümde tanrı muhabbeti geçti ya acayip öfkelendim
Kunai 52 (151 puan) Üye
2020-10-29 15:16:49
Elinize sağlık teşekkürler.
ThisIsTurk (88 puan) Üye
2020-10-27 16:30:47
Seri guncel biliyorum ama lutfen daha seri gelsin su bolumler
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-10-27 12:07:25
çeviri için teşekkürler. zindan sonunda bitiyor gelsin yeni arc'lar.
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-10-27 10:30:15
Sonunda bitecek gibi zindan
OkuyucuS0 (1869 puan) Üye
2020-10-27 01:28:04
Aman tanrım bir lich
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-10-26 21:05:35
Çeviri ve edit için teșekkürler.
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-10-26 21:05:28
Bu yavșaktan 2-3 birșey öğrenebilirsek zindana bayağı bir power up gelir gibime geliyor.
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-10-27 12:08:04
agamoneypls (207 puan) Üye
2020-10-28 09:52:27
@maahhaam, Şaşırdıkmı, şaşırmadık:)
Hermes (9 puan) Üye
2020-10-26 20:47:29
çeviri için teşekkürler ^^