Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Fetihin Sonu - Kısım 3
İblis lordunu hızlıca analiz ettiğimde şu sonuçları aldım:
***
Irk: Draugr [1]
Sınıf: Hortlak Hükümdar
Seviye: 108
***
Maceracıların bize sağladığı bilgiler doğruydu; güçlü bir
büyücüydü. Ona şahsen bakmak, kuvvet ve can statlarının tamamen dip yaptığını,
ama büyünün dayandığı statlarının şaşırtıcı derecede yüksek olduğunu görmemi
sağlamıştı. Gerçi, ortalama olarak Nell’den daha güçlü olsa da benim statlarım
hala iki kat daha yüksekti. Tabii bu gardımı indirebileceğim anlamına
gelmiyordu.
“B-b-b-b-b-büüüüütt-t-t-ttüüün inssssssssaaaaannlarııııı
y-y-y-yoook e-e-eeettttt!”
“...Pekala, görünüşe göre birileri kafayı kesinlikle
kırmış.”
Neredeyse derisiz parmaklarıyla kafatasını tırmalarken ciyak
ciyak bağırdı. Bakışları da insanlığa karşı güttüğü kinle beslenen sesi gibi
kötülükle doluydu. Başta, saf kötülüğünün bize karşı olduğunu düşünmüştüm, ama
tekrar incelediğimde bunun çok uzakta, denizin ötesinde olan biri için olduğunu
anladım.
Ruhundan sızan kötü niyetin, gösterdiği tiksintinin iblis
lordu olarak sınıflandırılan birine uyduğu söylenebilirdi. Resme mükemmel bir
şekilde uyuyordu. Ama bu, özünde, beni onu sorgulamaya itti. Elimde olmadan şu
anki haline gelmeden önce başına gelen bütün şeyleri merak ediyordum--nefes
alma yeteneğini kaybetmeden önce. Maceracıların onun tamamen kafayı sıyırmış
olduğundan bahsetmiş olabileceğini düşünebilirsiniz... Bana sorarsanız biraz
önemli bir şey gibi geliyor.
Nell şüpheli bir şekilde, “Hala onunla konuşmaya çalışmak
istiyor musun...?” diye sordu.
“Bu planda birkaç ufak sorunun olduğunu biraz düşünmeye
başladım, ama muhtemelen evet.”
Hortlak hükümdar kadar çıldırmış biriyle konuşmak, iletişim
kurmakta ne kadar iyi olursanız olun, tamamen imkansız görünüyordu. En büyük
engel, onu yok etmek için burada olmamıza rağmen bize bile bakmıyor oluşuydu.
Ah pekala... En azından bir deneyelim. Buraya kadar gelip şansımı denememenin
ne anlamı vardı, değil mi?
Boğazımı temizledim, en soğukkanlı, kendimi beğenmiş
sırıtışımı takındım ve bir zamanlar bir insan olan şeye seslendim. “Hey iblis
lordu, görünüşe göre bayağı eğleniyorsun. Eğlenceye katılmamıza ne de---oha!”
Bir kara alev topu hiçbir uyarı olmadan bana doğru fırladı.
Ondan sıyrılabilmiş olmamın tek sebebi, büyülü gözümün yaklaşmakta olan büyü
hakkında beni uyarmış olmasıydı. Piç herif!
“L-l-l-laaaaan-n-enet-tttt o-o-ollllllll-lsssssuuu-u-unnnnn
sssss-ss-s-saaan-n-n-naaaaaa ins-ssssssss-sssss-aaaaaan! Bütütütün
innnnnnnsanananlaaar ölölööllmeeeliiiiililiiiiiiiiiiiii!”
“Dostum... Bu hastalıklı bir düşünce.” Homurdanmam hızlıca
bir bağırışa dönüştü. “Ve kendine gel! Ben insan bile değilim seni mankafa!”
Bana doğru fırlayan ilk saldırı, diğerlerinin sadece
ilkiydi. Onun hemen arkasından gelen mürekkep rengi alevlerle yapılmış yaylım
ateşine suyla karşılık verdim, ancak seçimim beni üzecekti.
Büyüsü benimkini yutmuştu. Yakıcı saldırıya maruz kaldığı
anda büyük duvarımda delikler açılmaya başlamıştı. Ve ne buharlaşma yüzünden ne
de ona benzeyen bir şey yüzündendi. Su sanki aynı anda hem tüketilmiş, hem
rengi değişmiş ve hem de çürümeye zorlanmış gibiydi. Parlak mermilerden sadece
birkaçı su tabanlı savunma mekanizması tarafından yok edilmişti. Geri kalanlar
takip ettikleri mermiler tarafından yaratılmış deliklerden kolaylıkla geçip
gitmişti.
“Siktir siktir siktir siktir!” Doğrudan hiçbir isabet
almayacak kadar hızlı bir şekilde sağa sola sıçradım. Bir mermi tesadüfen
tişörtümü sıyırdı. Sadece sıyırmıştı ama belli ki bu yetmişti. Tişörtüm de
savunma duvarım gibi değişmeye başladı. Temas noktası hem asıl hem de en önemli
nokta olması sebebiyle hızla rengini kaybetmeye başladı. Çürüme de hemen
ardından gelmişti. İçten dışa hızla kendini tüketmeye başlamıştı. “Bu ne lan!?”
Bu durumdan uzak durmanın benim için daha iyi olduğunu
bildiğim için tişörtümü çıkardım ve çok uzak bir noktaya sıçradım,
saldırılarından daha kolay kaçınabileceğim bir noktaya.
Nell, “İyi misin!?” diye sordu. Benim aksime o, saldırıları
mükemmel bir şekilde atlatabilmişti.
Sorusu beni güdülemişti. Hemen kendime bir göz attım ve
tişört dışında tamamen sağlıklıydım. Vücudumun hiçbir kısmı büyüsünün sebep
olduğu hasara maruz kalmamıştı.
“Evet, ben iyiyim. Görünüşe göre şu şeylerden hiçbiri
tarafından vurulmamak iyi olur, ha?”
“Muhtemelen!” dedi bir başka saldırı dalgasını atlatırken.
Eeeevet... Diğer şeylere yaptıklarını düşününce, bir vücuda
çarptığında ne olacağını düşünmeyi istediğimi hiç sanmıyorum.
Bir süre büyünün yapısını düşündükten sonra, öyle
görünmesine karşın, onun muhtemelen bir ateş büyüsü olmadığını fark ettim. Kara
büyü daha olası bir adaydı, özellikle listesinde doğrudan saldırı yapabileceği
tek yetenek bu olduğu düşünülürse. Malım.
“Kara büyü hakkında ne biliyorsun?” Diye sordum.
Yaylım ateşi hala devam ediyordu, ama sadece bir yerine
düzinelerce su duvarını arka arkaya fırlatarak fikir yürütmek için bir savunma
koridoru kurmayı başarmıştım. Ancak bu, öylece durduğum anlamına gelmiyordu.
Bir yandan bu fırsatı, Nell heyulalarla ilgilenirken etraftaki iskeletleri
parçalamak için koşturarak kullanıyordum. Bu, doğal olarak kabul ettiğimiz bir
iş bölümüydü. İşlem sırasında tek kelime bile etmemek, beni açıkçası bayağı
rahatlanmış ve içimi özgüven ve keyifle doldurmuştu.
“Kara büyü genellikle lichler ve benzeri diğer yaratıklar
tarafından kullanılır.” dedi. “Eğer sana isabet ederse vücudunu yavaş yavaş
tüketir ve ayrıca bunama ve körlük gibi diğer hoş olmayan durumlara da sebep
olabilir.” [2]
Ah tanrım... hastalık yapan durum etkileri mi? Öfff... hoş
değil. Hem de hiç. Genel olarak konuşursak, negatif etkilere az çok bağışık
sayılırım. Eğer benden zayıf herhangi biri bana negatif etki yapan bir şeyle
vurmaya kalkarsa, içimdeki büyü enerjimin yoğunluğundan dolayı hiçbir şey
olmaz. Ama aynısı yüzüncü seviyeye gelmiş bir iblis lordu kadar güçlü bir şey
için söylenemez. Öffffff... Bütün bu çürütme saçmalığı ne can sıkıcı ya. Eğer
sahip olduğum bütün lanet olası büyüleri çürütürse ona karşı kendimi nasıl
savunayım lan!? Hah... pekala... Boş yapma ve eğlenme zamanım bitti artık,
sanırım. Evet, siktir et. Şu kara büyü saçmalığını düşünüp durmaya sokayım.
Doğrudan dalacağım.
“Tabii ya, Nell, bu bana şeyi hatırlattı. Sana hiç en yeni
büyülerimi gösterme fırsatım olmadı, değil mi?” Diye yarım bir gülüş attım.
“Bu, sana küçük bir göz atma fırsatı sunmak için mükemmel bir şans.” Manamın
üçte birini tek, draugrın ayaklarını yerden kesip uçuracak kadar saldırı
gücüyle aşırı yüklü bir emre aktardım. “Dev Deniz Canavarı!”
Devasa sayılarda ruh tarafından oluşturulmuş ejderhamsı
birleşim çağrıma kulak verdi ve taht odasının içinde belirdi. Mezarlığın içinde
oluşturduğum toprak ejderha gibi, dev deniz canavarı da çok büyük bir devdi.
Boyu öyle yüksekti ki, sadece birkaç santimetre ile tavana çarpmaktan
kurtulmuştu ve bu, boynu hedefi olan hortlağa doğru eğilmiş halindeyken
olmuştu.
Ve kısa bir gecikmenin ardından ona doğru kükredi. Arenada
çınlayan hayvani çığlık öyle güçlüydü ki, kafası pek de yerinde olmayan iblis
lordunun bile dikkatini çekmişti. Kafasının içinde kalmış birkaç küçük mantık
kırıntısı karşısındaki tehditi tanıdığı anda bütün kara enerjisini ona doğru
yönlendirdi.
“Nell!”
“Tamamdır! Soyutla! Ayırma Kalkanı!”
Özel olarak bir şey söylememe gerek bile kalmadan bani
anladı ve dev deniz canavarını bir ışık kalkanıyla korudu. Onun büyüsü bile
hortlağın kara büyüsünü tamamen savunmaya yetmemişti. Savunma olarak
kullandığım sulu duvarların aksine, ışık gayet iyi bir iş çıkarmıştı.
Nihayetinde kötücül alevlere boyun eğme işlemine başlamadan önce yaklaşık on
küsur saniye kadar karanlığı uzak tutmayı başarmıştı. Kalkanının bazı
kısımlarında delikler açılmış, diğer kısımları ise sanki hiç var olmamış gibi
kaybolmuştu.
Ama bu yeterliydi.
Dev deniz canavarı Nell’in kazandığı zamanda bütün büyü
enerjisini ağzında topladı---
“Saldır! Tam güç!”
---ve saldı.
Kulakları sağır eden bir patlama oldu.
Ejdersi perinin odayı doldurup her bir iskeleti ve heyulayı
buharlaştıran nefes saldırısı tarafından yayılan kör edici ışık yüzünden hiçbir
şey görülemiyordu. Biz bile ondan kaçamamıştık. Bizi uçuran artçı şok öyle
tesirliydi ki, beni sanki dünyanın sonuu getiren bir fırtınaya kapılmış gibi
hissettirmişti.
Yanımdan bir şaşkınlık çığlığı yükselince, sesin kaynağına
doğru dönerken yüzümde pis bir gülümseme belirmişti.
“Eee, ne düşünüyorsun? Ruh büyüsü kesinlikle havalı, değil
mi?”
Çılgına dönmüş bir şekilde, “Öyle, ama şimdi bunun sırası
değildi! Bu kadar küçük bir odada böyle bir saldırı yapmak çılgınlık!” diye
bağırdı. “Ayırma Kalkanı!”
İkimizi koruyacak kadar geniş yaptığından emin olduğuna
bakarak beni ne kadar çok sevdiğini söyleyebilirsiniz.
Büyü yok olurken dev deniz canavarının kendisi de yok
olmuştu. Ona sağladığım bütün manayı harcaması şeklinin bozulmasına ve yavaş
yavaş yok olmasına sebep olmuştu. Ruhlar uzaklaşırken görüşümüz de nihayet
berraklaşmaya başlamıştı. En sonunda aşırı güçlü saldırımın sonuçlarına tanık
olmuştum.
“Görünüşe göre hala hayatta.” diye mırıldandım. “Daha azını
beklememeliydim.”
Draugrın vücudunun kalan yarısı ağır hasar almış ve kavrulmuş
olmasına karşın, ucu ucuna olsa da hala hayattaydı. Bir üfleme bile hortlağı
devirip işini bitirmeye yeterdi. Mevcut olmayan alt vücudunu saymasak bile,
işlevlerini yerine getiremeyecek kadar fazla parçasını kaybetmişti.
Yine de gözleri ateşli, nefretle beslenen bir tutku ile
yanıyordu. Ve bana karşı değildi. Ama başka bir şeye--birisine. Bu inanılmaz
güçlü hortlak yaratığını doğuran kin hala aynı şekilde mevcuttu.
“Anladım.” Dedim sessizce. “Gerçekten anladım dostum. Ama
çoktan öldün. Her şey çoktan bitti.”
Zaten öldün ve olan çoktan oldu. Yaptacağın hiçbir şey
yapılan her neyse, onu geri çevirmeyecek. O yüzden sadece... dur. Seni delirten
bütün o şeyleri düşünmeyi kes. Artık düzeltilemeyecek her şeyi düzeltmek için
bu kadar uğraşmayı kes. Artık bunu yapmana gerek yok. Çünkü, mantık dahilinde
olduğu sürece, sorumluluğunu üstleneceğim ve senin yerine yapacağım. Tek yapman
gereken ayaklarını uzatmak, gözlerini kapatmak ve huzur içinde dinlenmek. Bunu
hak ettin. Herkes kadar.
Düşüncelerim zihnimden geçerken gürzümü savurdum. Ve iblis
lordu masalının perdesini indirdim.
***
Nell draugrın ufalanmış kalıntılarına bakarak, “...Berbat
hissediyorum.” dedi. “Bu gerçekten rahatsızlık vericiydi. Onun neden böyle
olduğunu merak ediyorum...”
“Bilmiyorum, ama zindanın canavarlarının bu kadar kindar ve
agresif olmalarının sebebinin o olduğunu sanıyorum.”
Zindanda yaşayan heyulalar ve benimkinde yaşayan üçü
arasındaki farkı çözmeye çalışırken bir süre geçmişti. Ve nihayetinde, bu
zindanın heyulalarının insanoğluna karşı sadece kötülük hissederken benimkiler
daha nötr bir bakış açısına sahip olduğundan, vardığım sonuç, heyulaların
özellikle kendilerinin farklı olmasından ziyade efendilerinin farklı
olmalarıydı. Bana kalırsa, iblis lordları kendi kanından gördükleriyle iki
yönlü, sözsüz olarak iletişebildiği için, bu açıklama gayet mantıklıydı.
“Bu şaşırtıcı derecede mantıklı geliyor.” dedi Nell. “Bu,
neden Rei, Rui ve Lowe’in eşek şakalarını sevdiğini açıkalrken, Shii’nin de
etrafında olan biten karşısında neden rahat ve ilgisiz olduğunu açıklıyor.”
“...Evet, öyle söyleyince nasıl hissetmem gerektiğinden pek
emin olamadım.”
“Bunu inkar etmeye çalışma bile.” dedi. “Benim kadar sen de
biliyorsun ki, insanlarla uğraşmayı seviyorsun ve odada olup biteni anlamamak
için elinden geleni yapıyorsun.”
Ahahaha… evet, bunu inkar edemem. Tartışmayı
kazanamayacağımı fark etmemin üzerine hızlıca boğazımı temizledim ve konuyu,
dikkati kişiliğimden başka bir yere çekecek şekilde değiştirdim. “H-her neyse,
hadi zindan çekirdeğini alalım da yapılacaklar listesinden bir şey daha
eksilsin.”
Karşılık vermesini beklemeden etrafa bakmaya başladım ve
hatta bana bir başka eleştiri yöneltmediğinden emin olmak için sesli bir
şekilde konuşmaya başladım. “Bir bakalııım... zindan çekirdeğiii... zindan
çekirdeğiii...”
Aradığım şeyi bulmak için bir kapıdan geçip bir zamanlar
kaptan köşkü olan bir odaya girmem gerekti. Her yer cehennem gibiydi. Sanki en
az bir kez ters düz edilmiş gibiydi. Ama diğer birkaç eşyanın dışında zindan
çekirdeği masanın üzerinde, ortada duruyordu.
Yanardöner, gökkuşağı renkleriyle parıldayan benimkinin
aksine bu koyu, kanlı bir kırmızı rengindeydi. Carlotta’nın isteği üzerine onu
arıyorduk. Onu, hem değerli olduğundan hem de başarımızın bir simgesi olmaya yetecek
bir kanıt olduğundan getirmemizi istemişti. Ama ona uzandığım anda kayboldu.
Sanki doğrudan parmak uçlarımdan içeri emilmişti.
“Şey... Yuki?” Birkaç saniyelik sessizliğin ardından, Nell
sorgulayan bir tonda bana seslenmişti.
Hazırlıksız yakalanan tek kişi o değildi. Ona tepki vermeden
önce birkaç kez göz kırptım, ellerim ve zindan çekirdeğinin az önceki konumu
arasında gözlerimi bir ileri bir geri götürdüm ve hatta orada bir şey
olmadığından emin olmak için ellerimi salladım.
“Şeyyy... bunun olacağını ben de beklemiyordum. Hatta tam
olarak ne olduğundan ben bile emin değilim. Ona dokunur dokunmaz kayboldu
sanki.”
Hatta farkında olmadan yanlışlıka çantama atmış olmadığımdan
emin olmak için envanterimi bile açtım. Şuna da bakın, orada da yok. Bir dakika...
Kontrol ettiğim bir sonraki şey, zindan yönetim sekmesi
içeren ana menümdü. Evet... işte orada...
Düzenlenebiliyordu ve her zamanki şekillerde
değiştirilebiliyordu; nüfuz alanını genişletebiliyor, kat ekleyebiliyor ve
istediğim herhangi şekillerde değişiklikler yapabiliyordum.
“Dur... yani bu... artık bu zindanın benim olduğu anlamına
mı geliyor...?”
Aynı miktarda kafası karışmış Nell de, “Hı? Zindanın
kontrolünü mü aldın?” diye sordu.
Tüm menüleri kapatıp ona döndükten sonra, “Öyle görünüyor...”
diye mırıldandım. “Şöyle ki, artık çekirdeği geri götüremeyecekmişiz gibi
görünüyor. Ne yapsak?”
“Yapılacak bir şey olduğunu sanmıyorum... Olan oldu.”
Eeeeevet... bu tam da benim
düşündüğüm şeydi.
[2] Lich: Çeşitli fantastik
kurgularda lich terimi hareketli ya da hareketsiz bütün cesetler için
kullanılır. Rol yapma oyunlarıyla bu terimin anlamı değişmiştir. Günümüzde kullanılan
lich terimi, sonsuz yaşam için nadir bulunan malzemelerle bir büyü ayini
yaparak hortlağa dönüşen, ölü diriltme konusunda yetenekli büyücüler için
kullanılır. Zombi ve benzeri akılsız hortlakların aksine zeka ve büyü
yeteneklerine hala sahiplerdir.