Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Bir Tur Gachapon Oynayalım!
Deliksiz bir gece uykusu, Illuna’yı ölümün pençesinden
kurtarmaya yetmişti. Hatta o kadar sağlıklıydı ki gördüğüme inanmakta
zorlanıyordum. Başta sıradan bir dilenci kızı gibi görünüyordu. Kana, toprağa
ve pisliğe bulanmış paçavra gibi kıyafetler içindeki bu kızın bu kadar güzel
olduğunu fark etmemiştim. Ama şimdi, parlak sarı saçlara, büyük kahverengi
gözlere ve ünlüleri kıskandıracak kadar güzel bir yüze sahip olduğunu
görebiliyordum. Boyu ise şirinliğine şirinlik katıyordu. Boyu, onu her
gördüğümde kafasını okşama hissi verecek kadar uzundu. Birkaç sene sonra onu
gören her erkeğin etrafında pervane olacağına eminim.
Lefi bana bir keresinde vampirlerin ve sukkubusların güzel
olduğunu ama Illuna’nın normalden de güzel olduğunu söylemişti. Irkını hesaba
katmadan da onun ortalamanın üstü bir güzelliğe sahip olduğunu
söyleyebilirdiniz. Eminim onu kaçıranlar da bunu fark etmiş olacaklardı ki köyde
onun dışındaki herkesi öldürmüşlerdi.
Tabii ki ona, üzerindeki paçavralar yerine gerçek kıyafetler
verdim. Lefi’ninkiyle aynı ama daha küçük olan tek parça bir elbise giyiyordu
Saç renkleri farklıydı ve Lefi’nin boynuzları ve kuyruğu vardı ama özellikle yan
yana durdukları zaman ikisi kardeş gibi gözüküyordu. Bunun en önemli sebebi
ikisinin de yadsınamaz bir güzelliğe sahip olmalarıydı.
“Vay! Bu da ne!?” Vampir zindanın içinde koşturup, gördüğü
her şeyi merakla inceleyip soruyordu.
“Ne? He, o mu? Zıplayan korsan oyunu.”
“Zıplayan korsan oyunu mu? O da ne?”
“Deneyerek daha iyi anlarsın. Etrafındaki oyuncak kılıçları
görüyor musun?”
“Evet?”
“Varilin kenarındaki deliklerden birine sokmayı dene.”
“Tamam!”
Dediklerimi dinleyen Illuna, zavallı Karasakal’ı birkaç
plastik bıçakla sakatlamıştı. Başta bir şey olmadı ama oyuncak hareket edene
kadar denemeye devam etti. Gerilmiş haldeki plastik parça tak diye bir ses
çıkarıp üzerindeki korsanı varilin dışına fırlatmıştı.
“Vay!” Illuna Karasakalı alıp bana doğru koştu. Ödülünü
havaya kaldırdı ve benim aynen karşılık verdiğim şekilde, büyük bir
gülümsemeyle konuştu. “Bunu gördün mü,
Yuki? Varilin içindeki adam havaya uçtu!”
Zindan hayatına pek de heyecanlı diyemezdik. Pek bir şey
olmadı ve gerçek bir iş yapmak zorunda da değildim. Pasif gelirim zindan
sakinlerine yeter de artardı. Hem benim hem de Lefi’nin can sıkıntısını
gidermek için bir şeyler yapmam gerekiyordu, bu yüzden eğlenmek için rastgele
ucuz şeyler satın aldım.
Gerçi ejder kız, zıplayan korsan oyununu oynamayı
reddediyordu. Lefi’nin ilk oyununda, iyi dostumuz Bay Karasakal tam yüzünün
ortasına çarpmıştı, bu yüzden o zamandan beri hem ondan hem de oyundan uzak
duruyordu.
Genç vampirin mutlu koşturmacalarını birkaç kez izledikten
sonra tahtıma oturup rahatladım. Bu süslü sandalyeye artık alıştığımdan,
baştaki garip hisler gitmiş, artık inanılmaz rahat ve doğru hissettirmeye
başlamıştı. Menüyü açtım ve birkaç önemli istatistiği kontrol ettim.
Hmm... Görünüşe göre iyi para kazanmaya başlamıştım.
Zindanın kapsadığı bölgeyi genişletmek istiyordum ama şu anda fazladan pasif
gelire ihtiyacım yoktu. Çok pahalı bir şey için para biriktirmeye karar
vermediğim sürece buna ihtiyacım olmayacaktı. Yani... Sonunda biraz
“eğlenebilirdim”.
Her zaman RNGesus’un [1] ödülünü merak etmiştim ama DP’nin
boşa gideceğinden korkmuştum, gerçi tamamen boşa gidecek de diyemezdik ama
neyse. Cidden, yaptığım tek şey seçeneklerimi değerlendirmekti. Gacha’nın ne
vereceği bir yerde yazmıyordu, bu yüzden birkaç kez deneyip ne vereceğini
görmek yapılacak en bariz ve doğal şeydi. Beni ayartmasına izin vermiyordum.
Yoo.
Bir süre kendimi haklı çıkarmaya çalıştıktan sonra gachapon
kısmına basıp seçenekleri gözden geçirmeye başladım. Menü düzen çok basitti.
Sadece dört buton vardı. Her birinin üzerinde fiyatını gösteren sayısal
değerleri vardı. Bir bakalım... 100, 1k, 10k, 100k. Muhtemelen daha pahalı
olanlarda daha yüksek şans ve daha iyi ödüller vardı ama 10k ve 100k bana biraz
pahalı gelmişti. 100’lükte muhtemelen büyük ödül yerine çöp şeyler vardı, bu
yüzden şimdilik 1k’lık olanı seçecektim.
Buna karar verdikten sonra butona bastım. Shii’yi çağırdığım
zamana benzer şekilde beyaz ışık saçan parçacıklar önümde toplanmaya ve şekil
almaya başladı.
“Bu bir... tabanca mı?” Aa. Güzel.” Elimde beliren bu şey
aslında tek silindirli bir altıpatlardı. Başta tabanca demiştim ama sonradan
fark ettim ki bu tuhaf bir altıpatlardı. Tabancalarda silindir olmazdı sonuçta.
Silahın hem kabzası hem de namlusu süslü oymalarla işlenmişti.
Bunu oymasını kim yaptıysa gerçekten zevk sahibi olmalıydı.
Etrafına iyice baktıktan sonra silahın neler yapabildiğini
görmek için onu analiz ettim.
***
Büyülü Altıpatlar: Mermi olarak büyü enerjisi kullanan,
menzilli silah. Yedi mermi alabilir.
***
“Vay. Hiç de kötü değil.” Silah gerçekten çok hoşuma
gitmişti. Bir oyunda görmüş olsam, cüzdanımı ekrana fırlatıp tüm tuşlara
abanmama neden olacak türden bir silahtı. Bundan şüphem yoktu. İyi bir ödül
kazanmıştım. Gacha’nın nadir ödüllerinden biri olduğuna emindim.
Silahı hemen denemek istesem de durup bir tur daha gacha
oynamak istedim. Şu an silahı denememin pek bir anlamı yoktu. Gacha’dan
kazanacak daha bir sürü havalı şeyler vardı, bu yüzden biraz daha eşya
kazanmayı bekleyip hepsini birden denemeye karar verdim. Ayrıca şanslı günümde
gibiydim, bunu kaçırmadan devam etsem daha iyi olacaktı.
***
Ah tanrım, neden? Aptal silahı aldıktan sonra neden
durmadım?
Birkaç dakika sonra kendimi kararlarımı sorgularken
bulmuştum. Deli gibi gacha oynamıştım ve bir yığın çöpe bakıyordum. Oyunlarım
sonunda kazandıklarım şunlardı
Tencere Kapağı x 3
Sert Bulaşık Fırçası x 2
Kalıp Sabun x 2
Ahşap Kupa x 1
Bir Tür Kumaş x 1
Tuzluk x 2
Tahta Kaşık x 1
Kenevir İp Yumağı x 1
Doldurulmuş Hayvan x 1
Tupperware Kabı x 1
Parmak Kukla x 1
Plastik Poşet x 1
Anahtarlık x 1
Kalem x 1
Bir Tür Kordon x 1
Tahtın önünde bulunan bu çöp yığınının her bir üyesinin
değeri 100 DP’nin altındaydı.
Kumarbaz Yanılgısı’na düştüğüme inanamıyordum. Salak gibi
zokayı yutmuştum... Lanet olsun. Her seferinde kendime kötü şans serisinin
biteceğini söylemiş ve az sonra jackpotu tutturacağıma inanmıştım. Yanıldığım
belliydi. Of... Şansımı Shii’ninkinden bile kötü olduğunu unutmuştum ve üstelik
Shii lanet bir yapışkandı. Bir yapışkan! Olabilecek en zayıf canavar!
Yemin ederim bu şey dibine kadar hileli. Daha fazla oynamam
için ilk başta bu silahı vermiş olmalıydı. Hay sıçayım. Aptal “rastgele” sayı
üreticisi [2] beni parmağında oynatmıştı. Bir de en sıradan eşya neden lanet
tencere kapağıydı ki!? 3 tencere kapağını napayım, götüme mi sokayım!? Tencesi
bile yok bunların! Hadi ama! Neden çok rastlanan eşya en azından
yararlanabileceğim ya da tüketebileceğim bir şey değildi ki? Neden bu kadar işe
yaramaz bir şey olmalıydı ki?
Hayat enerjim çekilmiş gibi, iç çekip tahta kendimi
bıraktım. Önümdeki çöp yığını aptal gibi ve motivasyonsuz hissetmeme neden
olmuştu. Yaptıklarım Illuna’nın dikkatini çekmiş ve onu bana soru sormaya
itmişti.
“Şu tuhaf mavi şey de nedir?” Direkt olarak az önce
kurcaladığım ekranı işaret etmişti.
“Ah, bu mu? Bu zindanın menüsü. Bunu, zindanı kon---bir
dakika.” Durmuştum. “Bunu görebiliyor musun?”
Sorduğu soruyu düşünmeden, refleks olarak cevap vermiştim.
“Evet! Tuhaf, parlak ve biraz da yarı saydam gibi!” Vampir
gülümseyerek cevap vermişti.
Ama, bir dakika, bir dakika? Bu menüyü görebilen tek kişi
ben olmam gerekmiyor muydu? En son Lefi bile göremiyordu, o zaman Illuna nasıl
görüyordu ki?
“Ben de yaptığın şeyi denemek istiyorum. Çok eğlenceli
gözüküyor!”
“Ahhhh... Tabii. Ama sadece bir kere, tamam mı? Onun da
Kumarbaz Yanılgısı’na düşmesini istemiyordum. DP olmamasından değil.
“Yaşasın! Teşekkürler Yuki!” Vampir tahta sıçradı, dizlerime
tırmanıp kucağıma oturdu. “Ah... Nasıl bir şeyler çıkartıyorum?”
“Bu tuşu görüyor musun?”
“Üstten ikinciyi mi?”
“Evet. Parmağınla ona tıkla.”
“Tamam!” Illuna mutlu bir şekilde süzülen ekrana tıklamıştı.
Taht odasına ışık doldu. Önceki seferlerden daha fazla
parlayan parçacık vardı. Hatta tüm taht odasını kör edici bir ışıkla boyayacak
kadar fazlaydı.
“Lanet olsun.” Gözlerim yuvalarından çıkıyor gibiydi.
“Vaaay, çok güzel!”
O kadar çok ışık parçası toplanmıştı ki, hemen bir şekil
alamamıştı. Gacha’nın çıkardığı şeyin şimdilik dört bacağı ve bir kuyruğu
vardı.
Işık tamamen kaybolunca geriye canlı, benden oldukça uzun ve
kalıplı bir yaratık kalmıştı. Baştan aşağı, yeni yağmış kar gibi ışıldayan,
parlak beyaz bir kürkle kaplıydı. Sivri, her biri bir kayayı ikiye yarabilecek
kadar keskin pençeler ayaklarından dışarı uzanıyordu. Bize odakladığı
bakışları, onun zeki bir yaratık olduğunu ima ediyordu. Sanırım bu yaratığın,
daha doğrusu kurdun, düşündüğünü söyleyebilirdim. Öyle sıradan bir hayvan
değildi. Genel izlenimim bu kurtta saygın ve nazik bir hava olduğuydu.
Illuna’nın bu şansını tarif edebilecek tek bir kelime vardı:
jackpot. O kadar şaşırmıştım ki ağzım açık kalmıştı.
***
Genel Bilgiler
İsim: Yok
Sınıf: Fenrir
Sınıf: Kurtların Efendisi
Seviye: 1
HP: 1810/1810
MP: 5452/5452
Kuvvet: 607
Dayanıklılık: 685
Çeviklik: 784
Büyü: 872
Maharet: 890
Şans: 140
Eşsiz Yetenekler
Yüksek Hız [3]
Devinimli Zincirler
Dönüşüm
Yetenekler
Pençe Hüneri II
Buz Büyüsü IV
Yıldırım Büyüsü IV
Kriz Saptama IV
Ünvanlar
İblis Lordu’nun soydaşı
***
Ah... Yanılıyor muyum, yoksa şu şey bir fenrir miydi? Yani,
şu İskandinav Mitolojisi’ndeki, Tanrı-Yiyen kurt muydu? Bundan anladığım tek
şey bu dünyada fenrir bir mit değildi.
Ama, bu da ne şimdi? Bu şeyin istatistikleri çok yüksek.
Lanet olsun. Aynı seviyede olsak bu şey beni çok net bir biçimde aşardı. Şu an
bile benden daha çevikti. Bir sürü yeteneği vardı ve sınıfı da çok iyiydi.
Yani, yok artık. Daha yeni doğmuş olmasına rağmen şimdiden Kurtların
Efendisi’ydi.
“Vay! Çok büyük bir kurt bu!” Illuna ciyaklayıp dizlerimden
inip kurda doğru koşmuştu.
“Bir dakika! Bekle!” Küçük kızın peşinden koşup onu
durdurmaya çalıştım. Ahhh sıçtık. Kesin onu yiyecekti.
Neyse ki yanılıyordum. Bu dev kurt bizi sahibi gibi
görüyordu. Illuna’nın bacağına yapışmasına aldırmamıştı. Hatta öne doğru eğilip
gözlerini aşağı indirerek uysal olduğunu göstermişti.
“Vaaay, çok yumuşak!”
“Gerçekten cesurmuşsun Illuna. Ya sana saldırsaydı, ne
yapardın?”
“Kötü bir kurt gibi kokmuyordu, bu yüzden sorun yok!”
Ne? Bu bi vampir olayı mı? Bir şeyin tehlikeli olup
olmadığını söyleyen bir yeteneği yok gibiydi ama bayağı güvenerek söylemişti.
Bir şey yapmayan Shii, fenrire doğru yaklaştı. Slime, sanki
bir ders verircesine kurdun önünde durup etrafında zıpladı. Bir şey
söylememesine rağmen burada işlerin nasıl yürüdüğünü anlatıyor gibiydi. Shii,
göğsünü şişirip büyük büyük konuşan çocuklar gibi gözüküyordu.
Daha güçlü olmasına rağmen, Fenrir, yapışkanın ondan daha
üstünmüş gibi davranmasını dert etmemişti. Hatta kurt dediği her şeyi dinliyor
gibiydi. Öyle de denebilir tabii.
Vay be. Bu gerçekten olgun bir davranış. Fenrir, dostum. Sen
adamsın.
“Çağırmak için ne şaşırtıcı bir yaratık.” dedi Lefi, bize
doğru gelirken. Tembellik içinde uyurken, tüm bu karmaşa onu uyandırmıştı.
“Evet, onu anladım. Gerçekten güçlü gözüküyor, değil mi?”
“Tarifin yeterli değil. Bu yaratığın potansiyelini bile
kapsamıyor. Çağırdığınız bu fenrir, genç bir yavru. Henüz gerçek gücünün
farkında değil.” dedi Lefi, ciddi bir şekilde. “Büyüyünce benim gibi,
efsanelerde bahsi geçecek bir yaratık olacak. Bir tanesiyle eskiden savaşmıştım
ve öyle güçlüydü ki, başka bir tanesiyle karşı karşıya gelmek istememiştim.”
[3]
“Lanet olsun.” O kadar güçlü müydü? Lefi’nin de
doğrulamasına inanamıyorum. Bir dakika, az önce onun bir yavru olduğunu mu
söyledi? Şu anda bile benden büyük olmasına rağmen? Kurdun son halini gözümün
önüne getirince biraz korktum. Neyse ki şimdilik taht odasına sığacak kadar
küçüktü.
“Kabul etmeliyim ki hem kızdan hem de Shii’den etkilendim.
Böyle bir yaratıkla karşılaşmalarına rağmen ikisi de geri durmadılar. Günün
birinde çok güçlü ve etkili bireyler olurlarsa şaşırmam.”
Değil mi?
[1] RNGesus, RNG ve Jesus’ın birleştirilmiş hali. RNG
tanrısı demeye çalışıyor. Kelime şakası olduğu için aynı tuttum.
[2] RNG’nin
türkçesi. Random number generator. [3] Bütün bu kurt/fenrir olayı aslıdna ince
bir Pokemon göndermesi. Arcanine isimli pokemon “Efsanevi Pokemon” olarak bilinir.
Diğer pokemonlar çalmadan önce özel hareketi Yüksek Hız’dı. *