Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kafeste
Mmmh...?” İnleyen Illuna, tuhaf bir hisle uyandı. Sıcak ve
yumuşacık yatağından eser yoktu. Sert, katı ve soğuk bir şeyin üzerinde
yatıyordu. Ve rüyalarından uyandıran şey de yüzeyin bu konforsuzluğuydu zaten.
Otururken yüzünü buruşturdu. Görüşü hala bulanık olduğu için
etrafa bakmadan önce gözlerini ovuşturdu. Gördüğü ilk şey eşit aralıklarla
döşenmiş demir çubuklardı. Kafasının tam üzerinde ise bir başka metal plaka
duruyordu; içinde bulunduğu kafes o kadar küçüktü ki ayağa bile kalkamıyordu.
Gördüğü şeyle beklediği şey arasındaki farklılık küçük
vampiri aniden uykulu halinden çıkarmıştı. Boynuna bakınca tam da beklediği
şeyi görünce midesi bulanmaya başladı; boynuna takılı bir tasma vardı. Boynunu
saran metal halka, halkadan kafesin dibine bağlı olan zincirle neredeyse aynı
genişlikteydi. Boynundaki tasmadan büyü enerjisi yayılıyordu. Kaçmasını
engellemesi için büyüyle efsunlandığını anlamıştı.
Akıllı bir kız olduğundan vampir durumun farkına kolayca
varmıştı. Yakalanmış ve kafese tıkılmıştı. Hemen zihnini tarayıp ne olduğunu
anlamaya çalıştı.
Hatırladığında ise korkuyle iç çekmişti.
Dışarıda oyun oynarken olmuştu. Çalıların içinde iki adam
fırlamış ve üzerine garip bir tür sıvı dökmüşlerdi. Ve sonrasında etraf
kararmıştı.
Illuna’nın gözleri hızla çevresini taramaya başlamıştı. Oda
loştu. Etrafıyla ilgili bir şey görmek çok zordu ama yalnız olmadığını
görebilmişti. Oda, kendi kafesi gibi başka kafeslerle doluydu. Kafeslerde
hayvan kulaklarına sahip bir kız, koyun boynuzuna benzer boynuzları olan bir
kız vs. görmüştü. Ve liste uzadıkça uzuyordu ama hepsi de kızdı. Aralarında hiç
erkek yoktu. Sadece kızlar.
Cinsiyetin dışında hiçbir ortak özellikleri de yoktu.
Kendilerine has özellikleri ve tuhaflıkları bulunan bir sürü farklı tür vardı.
Taşıdıkları ortak tek şey ise gözlerini dolduran umutsuzluk hissiydi.
Umutlarını öyle yitirmişlerdi ki Illuna gibi küçük bir çocuk bile çektikleri
çileyi görebiliyordu.
Başta yaşadığı kafa karışıklığından sonra Illuna içinde bulunduğu
durumu kavrayabilmişti. Ama tabii ki bu bir çözüm bulduğu anlamına gelmiyordu.
Ve fazla düşünecek zamanı da yoktu.
Odada gittikçe artan birkaç ayak sesi yankılanmaya başladı.
Kısa süre sonra onları görmüştü.
“Sıçayım, orda bayağı ballıydık. Neredeyse ölüyoruz sandım.”
“Bir de bana sor. Bir hendeğe düşüp canavarların bizi canlı
canlı yiyeceğini düşünmeye başlamıştım. Bayağı korkutucu.”
Adamlar, adımları altlarındaki taş döşenmiş yeri
titretirken, odanın bir ucundan öbür ucuna, kızın olduğu kafese doğru
yöneldiler. Kaçıranlar onlardı. Ve dahası da vardı. Bunlar köyüne saldıran ve
kendi kanından olanları öldüren grubun bir parçasıydılar.
“Hey şuna da bir bakın. Bu küçük orospu artık uyumuyor!”
Adamlardan biri kızın gözlerine bakarak sadist bir şekilde sırıtmıştı. “Kodumun
veledi. Bizi ne kadar zora soktuğunun farkında mısın? Sikik!”
Adam yumruğunu parmaklıkların arasından geçirip tam
Illuna’nın suratına vurmuştu. Yumruk kadar kuvvetliydi ki, Illuna’yı devirip
kafasını arkasındaki demirlere vurmasına neden olmuştu. Hissettiği acı,
Illuna’nın gözlerinden yaşlar akmasına neden olmuştu.
“Sikeyim yapacağın işi be. Nasıl hissettiğini biliyorum, ama
mallara zarar vermemen gerektiğini biliyor olmalısın. Eğer onu yaralayıp
değerinin düşmesine neden olursan patron hepimizin ağzına sıçar. Sıçayım. Zaten
onu sübyancı bir soyluya iteleyeceğimizi biliyorsun, o yüzden sakin ol.” dedi
ikinci adam.
“Cık.” Kısa olan adam dilini şıklatıp yüzünü buruşturdu.
“Peki.”
Buna rağmen ellerini geri çekmedi. Hatta içine iyice uzanıp
Illuna’yı saçından yakaladı ve yüzüne bakması için onu zorladı. Tam gözlerinin
içine baktı ve kötülük dolu bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Dinle beni seni
küçük it. Sen lanetlendin. Yakında çocuk sikmeyi seven yaşlı bir bunağın
yatağında bir orospu olacaksın. Seninle her gün oynaşacak. Öyle kötü olacak ki
ölmek isteyeceksin. Bu ne güzel değil mi?”
Adamın sırıtışı öyle mide bulandırıcıydı ki, Illuna bakmaya
bile dayanamıyordu. Vücudu psikolojik açıdan kaldıramıyordu. Kafayı yemiş
domuzdan daha mide bulandırıcı olan kaçırılması ve domuzun sözleri, ağlaması
için başının arkasındaki ağrıdan daha geçerli sebeplerdi.
Ama yine de içinde tuttu.
Çünkü biliyordu.
Yuki’nin onun için geleceğini biliyordu.
Onun hakkindaki düşünceleri iyi ve sıcaktı. Başta ondan
korkmuş olsa da şimdi ise onun hakkında sevgi dolu konuşabiliyordu. Onu
düşünmek, bu acıya katlanabilmesi için gereken tek şeydi.
Geçen sefer, insanların elinde acı çekerken yapayalnızdı.
Köyünün yok edilmesi ve ailesinin ölümü sonrası güvenebileceği kimse
kalmamıştı. Ama artık bu değişmişti. Artık nazik üvey abisi vardı. Eğer
yeterince dayanırsa, o gelecekti. Ve Lefi de gelecekti. Illuna ejderhanın
tembel olsa da güvenilebilecek biri olduğunu düşünüyordu. Zor durumda
kalındığında ona her zaman güvenilebilirdi.
Hem üvey abisi hem de üvey ablası inanılmaz derecede
güçlüydü. Köylülerin hep uzak durmasını söylediği canavarları kolaylıka
yenebiliyorlardı.
“Cık.” Adam, tekrardan dilini şıklatmıştı. Beklediği tepkiyi
göremeyince canı sıkılan adam etrafında dönmüş ve odadan çıkarken ortağıyla
konuşmaya başlamıştı. “Bunu siktir et. Hadi gidelim.”
***
Illuna’nın gardiyanları gitmişti. Kaçıranlar uzaklaşınca,
sonunda gözlerini ovuşturabilmiş ve kendini toplayıp düşünmeye başlayabilmişti.
Öylece oturup kurtarıcılarını bekleyemeyeceğini biliyordu.
Yas tutup zırlamanın kurtuluşu getirmeyeceğini öğrenmişti. Yardım, öylece
havadan gelmezdi. Yaşamak istiyorsa bir şeyler yapması gerekiyordu.
Ama nerede olduğunu bilmiyordu. Nereye kaçması gerektiğini
bilmiyordu. Kaçış, seçeneklerinin dışındaydı.
Peki, ne yapabilirdi?
Vardığı sonuç, zamana oynamaktı. Ailesi gelene kadar
saklandığından emin olup beklemesi gerekiyordu.
“Ey toprağın ruhu, lütfen gücünüzü ödünç verin.” Zihnini
kurcalayan acizlik hissini uzaklaştırmak için enerjik bir ses tonuyla
söylemişti.
Yoktan gelmiş gibi loş, kahverengi bir ışık sözlerine tepki
vermişti. Parlaklığı öyle azdı ki neredeyse karanlıkta görülemeyecek
seviyedeydi ama yine de oradaydı. Az önce olan şey vampirin ünvanlarından
birinin sayesinde olabilmiş bir şeydi: Ruh Efendisinin İlahi Koruması.
Ruh büyüsü yaparak kötü niyetlileri sezmesini sağlayan,
Yggdrasil’in kutsamalarından birini yapmasına izin veriyordu. Bu ünvan, hem
varlığını hem de yaptığı etkiyi gizleyebilecek ek bir özelliğe de sahipti. Ve
bu bayağı etkiliydi. Ne yuki ne de Lefi bunu görememişti.
Önceki sefer de peşindekilerden kaçabilmesini sağlayan şey
Yggdrasil’in korumasıydı. Ve yine aynı şekilde Uğursuz Orman’daki canavarların
onu bulup öldürmesini de engelleyen şey buydu.
“Ey toprağın ruhu, lütfen tasmamı ve kafesimi aç.” dedi kız.
Sanki ruh Illuna’nın tasmasına doğru ilerlemeden önce başını
sallamıştı. Ve sonra kayboldu. Sanki tasmanın içine çekilmiş gibiydi. Uzun bir
süre sonra metalik bir tıkırtı sesi gelmişti; Illuna’nın zincirleri çözülmüştü.
Tabii ki, Illuna daha önce de kalçtığı için, köle tacirleri,
tekrar ellerinden kaçırmamak için, onu efsunlanmış kafes ve tasma ile
hapsetmişlerdi. Ama metodları yanlıştı. Ruhlar büyü enerjisini yiyen, onun için
bir ortam gibi davranan ve hatta onu cisimlendirebilen yaratıklardı.
Efsunlanmış eşyalar çalışmaları için büyü enerjisine ihtiyaç
duyduklarından, o büyüyü kırmak ruhlar için çocuk oyuncağıydı. Tek yapması
gereken şey eşyanın içindeki büyün enerjiyi bitene kadar tüketmek ve büyüyü
kaldırmaktı.
İlk görevini yapan ışık ikinci görevi için havada ileriye
doğru atıldı ve kafesin anahtar deliğine girdi. Tekrar bir metalik tıklama
gelmiş ve sonunda Illuna özgür kalmıştı. Hem tasmasının hem de kapının açık
olup olmadığını kontrol eden Illuna toprak ruhuna teşekkür edip onu uğurladı.
Onun yerine karanlığın ruhunu çağırıdı.
6 farklı ruh türü vardı; ateş, su, toprak, hava, ışık ve
karanlık. Her biri farklı tür büyüde özelleşmişti ve manipüle edebildikleri
farklı özellikler vardı. Örneğin toprak ruhu, toprağı, mineralleri, metalleri
ve benzeri şeyleri manipüle edebiliyordu. Bunun yanında karanlığın ruhu
gölgelerle ilgilidir ve onları hareket ettirebilir ve istediği gibi bükebilir.
Ruhun gücünü aktifleştirmeden önce etrafına baktı. Diğer
herkesi kurtarmak istiyordu. Ama kötü bir seçim olduğunu biliyordu. Hepsini
salmak bir kargaşa yaratacaktı, bu yüzden vazgeçti. Onun yerine onları terk
etmeyeceğine söz verdi. Sevgili abisi onu kurtarmaya geldiği zaman diğerlerini
kurtaracağına yemin etti.
“Teşekkür ederim karanlığın ruhu.”
Ve ruhun gücüyle birlikte Illuna gölgelere karışmıştı. Ne
diğer tutsaklar ne de köle tacirleri kaybolduğunu farketmemişti. Büyüsü,
herkesi bihaber bırakmıştı.