Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Neticeye Varmak
Süslü bir ofise benzeyen oday girdiğimde yaptığım ilk şey,
içeri girerken geberttiğim tipleri analiz etmekti.
***
Genel Bilgiler
İsim: Haieh
Irk: İnsan
Sınıf: Dolandırıcı
Seviye: 12
HP: 0/290
MP: 0/72
Kuvvet: 160
Dayanıklılık: 140
Çeviklik: 81
Büyü: 26
Maharet: 73
Şans: 91
Yetenekler
Dolandırıcılık I
Ünvanlar
Adam Kaçıran
Katil
***
Genel Bilgiler
İsim: Suddan
Irk: İnsan
Sınıf: Baltacı
Seviye: 15
HP: 0/331
MP: 0/81
Kuvvet: 213
Dayanıklılık: 202
Çeviklik: 98
Büyü: 27
Maharet: 105
Şans: 171
Yetenekler
Balta Ustalığı I
Ünvanlar
Tecavüzcü
Katil
***
Genel Bilgiler
İsim: Kedanke
Irk: İnsan
Sınıf: Muhasebeci
Seviye: 7
HP: 0/181
MP: 0/82
Kuvvet: 115
Dayanıklılık: 102
Çeviklik: 126
Büyü: 31
Maharet: 211
Şans: 117
Yetenekler
Aritmetik II
Hızlı Okuma I
Ünvanlar
Tecavüzcü
Firari
***
Analiz sonucu çıkarabildiğim tek sonuç bu insanların zayıf
olduğuydu. Az önce katlettiğim her bir adam tam anlamıyla insan artığıydı.
Hayatlarını yeraltı dünyasının birer elemanı olarak geçirmiş ve bizzat zorbalık
yapmışlardı. Buna rağmen dövüşte gerçekten işe yaramazlardı. İstatistiklerinin
hepsinden sadece biri yüz ile iki yüz arasındaydı ki bu da benim altı yüzlük
statlarımın yanında çöp kalıyordu. MP ve büyü istatistikleri Illuna’dan bile
kötüydü. Ve bir de Illuna daha bir çocuktu. Yani, derdiniz neydi ki? Neden
zindanın beni bir şeytan yaptığını anlamıştım. İnsanlar bir boka değmezdi.
“Eee? Onu gördün mü?” Yolumdaki cesetleri tekmelerken ve
hayatta kalan tek adama doğru ilerlerken sert bir şekilde sormuştum. Hasta
derecesinde şişman olduğu için sandalyeyi kaplamı bu insan müsveddesinin
karşısındaki masaya oturdum. Adama çoktan Illuna’yı tarif etmiştim ama umduğum
kadar iş birlikçi davranmıyordu.
“Bundan kurtulamayacaksın, seni küçük piç! Kim olduğumu
biliyor musun!?”
“Üzgünüm domuzcuk, ama gördüğüm kadarıyla yanındaki
domuzcuklardan pek de farklı gözükmüyorsun. Hepiniz birer hayvansınız.
Aranızdaki farkı anlayabilmem için lanet bir çiftçi çağırman gerekiyor.”
Yandaki cesetlerin birinden bir hançer aldım ve bir yandan
domuzu aşağılarken bir yandan da kolunu oturduğu sandalyeye mıhladım.
“B-Bundan öylece kurtulabileceğini mi sanıyorsun!?” diye
kekeledi domuz. “Soylular çenelerini kapatmaaaaaah!?”
“Kes şunu.” ayağımla yüzünü ezerken domuza dik dik
bakıyordum. “Tükürüğünü her yere yayıyorsun. Bu çok iğrenç ve sırf bu yüzden
seni öldürebilirim.”
Illuna’nın nerde olduğunu öğrenmeden adamı öldüremiyordum.
Köşkün her yerini aradım ama ne kadar pislik öldürürsem öldüreyim onu
bulamıyordum. Bölgede kalan düşmanları bulabilmek için yetenek kullandım. Çıkan
sonuç beni bu ofise yönlendirmişti.
Rir de küçük vampiri bulabilmek için elinden geleni
yapıyordu. Köşke dolanıp burnuyla onu bulmaya çalışıyordu.
“Sanırım etrafındaki kalın yağ tabakası sözlerimi anlamana
engel oluyor. Tekrar söylemeyeceğim, o yüzden iyi dinle domuzcuk.” Kılıcımı
kaldırıp şişko domuzun boynuna dayadım. Aa bir dakika, şu şeyi yapmanın tam
zamanı.
Kılıcımın zehirden arındırma özelliğini henüz
deneyememiştim. Uğraşamayacağım kadar zayıftılar. Ama şimdi elimde mükemmel bir
denek vardı ve bu fırsatı tepmek için bir sebebim yoktu. Aktardığım manaya
tepki veren büyü halkaları kılıcın üstünde bir dizi geometrik şekil
oluşturmuştu. Kılıçtan salgılanan zehirli sıvı kılıcın kenarından yavaşça aşağı
damlıyordu. Değdiği her şey, sülfürük aside maruz kalan bir şey gibi
cızırdıyordu. Zehrin etkisini gören adam sanki elektrik verilmiş gibi titremeye
başlamıştı.
“Ve eğer cevap vermezsen, gerçekten çok üzüleceğim. Kılıcı
elimden düşürecek kadar üzüleceğim.” Tehdidimi ciddiye alsın diye kılıcı
elimden kayıyormuş gibi oynattım “Şimdi hafızanı zorla domuzcuk. 7-8 yaşlarında
bir vampiri arıyorum. Altın sarısı saçları var ve o yaşlarda olan biri kadar
uzun.”
“B-Bilmiyorum!!?” Sözüm biter bitmez cevap vermişti ama bu
çaresiz haykırış istediğim cevap değildi.
“Az önce ne dedin lan...?”
“Y-Yalan söylemiyorum! Gerçekten bilmiyorum! Kimse bilmiyor!
Sanki yer yarıldı da içine girdi!”
“Ne...?”
Domuz, dikkatimi çektiğini anlamıştı bu yüzden olabildiğince
hızlı konuşmuştu. Kelimeler ağzından öyle hızlı dökülüyordu ki hareketlerini
neredeyse eğlenceli bulacaktım. Uzun lafın kısası, Illuna bir şekilde kendi
kendine kaçmayı başarmıştı. Uğursuz Orman’a kaçacak kadar azimli olduğunu
bildiklerinden, büyüyle güçlendirilmiş zincirler kullanmışlar ve hatta bir iki
tane de onu gözetleyecek gardiyan koymuşlardı. Ama tüm bu çabaya rağmen Illuna
kaçmayı başarmıştı.
Çoktan satılmıştı ve alışverişin tamamlanabilmesi için tek
yapmaları gereken onu teslim etmeleriydi. Kızın kaybolduğu yeri ve çevresini
deli gibi araştırmaya başlamışlar ve ama bir ejderha sürüsüyle karşılaşınca
yarıda bırakmışlar; aramalarını yarıda kesmiştik.
Ve sahip oldukları tek bilgi buydu. Öğrenmek için geriye yapacak
tek şey onun başına diktikleri adamları buluğ sorgulamaktı. Ama bunun için
artık çok geç. Başları, ofise girdiğimde yarattığım ceset yığının içindeydi. Ne
yapalım? Bu ipucunu kaçırdık. Sanırım saldırmaya çok hazırmışım.
Adamın dediklerini düşünürken onu ilk bulduğum zaman da
kaçtığını hatırladım. Genç olduğu kadar zeki de olan vampir kız kafeste tıkılıp
kalmanın manası olmadığını anlamış ve kaçmıştı.
Nasıl becerdiği hakkında en ufak bir fikrim olmasa da pek
umursamadım. Önemli olan tek şey onun iyi olmasıydı.
“Geri geldim patron! Ve yanımda takviye getirdim!”
Of süper. Daha fazla pislik geldi. Odaya giren adamlara
bakıp gözlerimi devirdim.
“Harika iş!” Domuzcuk zafer kazanmış gibi kıkırdayıp
yüzündeki koca gülümsemesiyle beni işaret etmişti. “Tam bir moronsun! Senden
gerçekten korkacağımı mı düşündün? Takviye kuvvetler gelene kadar zaman...
kazan...”
Kibirli bir tonda konuşmaya başlamışken sesi kısılmış,
gözleri açılmıştı; gelen tek şey onun takviyeleri değildi. Rir de peşlerinden
geldi. Hatta yeni gelen adamları bir sivrisinekmiş gibi dağıtmıştı. Adam bu ani
gelişmeye tepki verememişti; kafası duvara çarparak patlamış ve içindekileri
etrafa dağıtmıştı.
“Sanırım burada değil.” dedim kurda.
“H-Henüz bitmedi! T-Takviye kuvvetlerim--” domuzcuk tekrar
gevezelik etmeye başlamıştı ama bundan artık sıkılmıştım.
“Takviye kuvvetlerin mi? Mideleri koridora saçılmış adamları
mı diyorsun?” Domuzcuğun gözlerini koridora çevirmiştim. Taze cesetlerle
dolmuştu--benim eserlerimden değildi. Görünüşe göre, içeri gelmeye çalışan Rir
bir iki tanesini ezmişti.
“Lanet olsun!” Domuzcuk yanındaki cesetlerden birinin
kılıcını alıp bana doğru savurdu. Adamlarının işe yaramaz olduğunu tam o zaman
anlamıştı. “Geber seni piç kurusu!”
“Ah hadi ama, bunun gerçekten bana dokunabileceğini mi
düşündün? Bunun için gerçekten çok çalışman gerek domuzcuk.” Saldırıdan kolayca
kaçıp domuzcuğun omzuna ufak bir çizik attım.
Çiziğin verdiği hasar çok ufaktı ama kılıçtan salgılanan kan
yaradan içeri girdiği için küçük domuzcuk acıdan kıvranmaya ve bağırmaya
başlamıştı. Zehir vücudunu yavaşça ele geçirip içeriden onu yemeye başlayınca
etinin rengi de değişmeye başlamıştı. Bolca terleyen domuzcuk onu kurtarmam
için yalvarırcasına bir kolunu bana doğru uzatmıştı.
“Vay be domuzcuk. Cidden durumun kötü gözüküyor. Sanırım
seni daha fazla rahatsız etmeyeyim de çoktan hak ettiğin güzellik uykuna
yatabil.” Domuza yan gözle bir bakış atıp odadan çıktım.
***
Köşkten çıkar çıkmaz etrafımızın sarıldığını gördük. Bir
grup insan hemen girişin dışında yarı dairesel bir şekilde diziliydi. Her biri
silahlarını çıkarıp bize doğrultmuştu. Vay be. Tetikte olmak böyle bir şey olsa
gerek. Onlara karşı olan tek şey bir köpek ve sahibiydi.
Tam o anda neden köşkün içinde şehir askerlerine denk
gelmediğimizi anlamıştım. O serserilerin aksine bu askerler iyi eğitimliydi.
Düşmanlarını tartmadan, umarsızca saldırmamaları gerektiğini biliyorlardı.
Ekipmanları iyi durumda, hareketleri seri ve kararları da mantıklıydı. Savaşı
tecrübe etmiş, savaş tarafından bilenmiş oldukları belli olan savaşçılardı.
Öff... Ne can sıkıcı iş.
Onları anında yıkabileceğimi bilsem de yapmamaya karar
verdim. Onları umursamadan olabildiğince derin bir nefes alıp bağırabildiğim
kadar bağırmıştım. “ILLUUUUNAAAAAAAA!!”
“Yuki! Geldin!”
Bağırmıştım çünkü genç kaçağın biraz uzakta olduğunu
düşünmüştüm. Ama şaşırtıcı bir şekilde yakınlarda bir yerdeydi. Sesin kaynağına
döndüğümde boş bir sokakta birden beliren kızı görmüştüm. Gördüğüm şey büyü
temelli bir şeye benziyordu; yandaki binanın gölgesinden fırlamıştı.
Patır patır koşup kollarıma atladı ve sıkıca sarılıp başını
okşadım. “İşte buradasın! Kendi kendine kaçman iyi işti! Seninle gerçekten
gurur duyuyorum.”
“Hıhı! Elimden geleni yaptım!” Yüzünü göğsüme bastırırken
gözleri dolmuştu. Ama sonra aklıma bir şey gelmiş gibi başını yukarı
kaldırmıştı. Yüzünde acı ifadesi vardı. Dokunsan ağlayacak gibiydi. “Tek
yakaladıkları ben değilim. Benim gibi daha fazlası var. Lütfen, lütfen onlara
yardım et!”
“...” başımı sallamadan önce ona bir süre baktım. “Anladım.
Bununla ilgili bir şey yapacağımdan emin olabilirsin, bu yüzden neden Rir ve
sen önden gitmiyorsunuz?”
“Tamam! Çok teşekkür ederim! Rir’le işin bitene kadar seni
bekleyeceğiz!” Illuna başını sallarken gülümsüyordu.
“Sorun değil.” dedim, kurda dönmeden önce. “Illuna’yı al ve
şehrin dışına çık. Birazdan ben de geleceğim.”
Rir güvenliğimden endişeli olsa da emirlerimi anlamış ve
başını sallamıştı. Illuna’yı sırtına aldı ve koşturmaya başladı.
“Kurt kaçıyor!” Adamlardan biri Rir’i işaret edip bağırdı.
“Ahh, sorun değil! Umursama onu!” diye bağırdı komutanları.
Komutanlarının emirlerini harfiyen yerine getiren askerler ne kadar eğitimli
olduklarını göstermişlerdi. Dikkatlerini ve silahlarını hemen bana doğru
yöneltmişlerdi.
Ama pek etkilenmemiştim. Etkilenme lüksüm yoktu.
“Lanet insanlar...” gözümü bürüyen kan hırsından eski halimi
unutmuştum ve vahşi bir çığlık atmıştım. “Sizi öldüreceğim! Her birinizi tek
tek öldüreceğim!”
Büyü enerjim öfkemi yansıtmış ve vücudumdan dışarı taşmıştı.
Yakınlardaki bütün camları patlatmıştı. Hava, sanki yoğun bir elektrik akımı
içeriyormuş gibi titreşmişti. Mana etrafıma akarken adamlar birer birer yere
yığılıyordu. Yere düşen adamların bilinçleri kapanmıştı.
Saf kızgınlığımın tek bir kaynağı vardı.
Illuna.
Birisi ona vurmuştu. Yüzünde birinin bıraktığı morluk izi
vardı. Ve bu birisi bir insan olmalıydı.
Sonuçlarını düşünmeden ya da korkmadan küçük çocukları
utanmadan dövebilen bir ırka izin veremezdim.
Dişlerimi sıktım ve kılıcımı öyle bir kavradım ki sapı
şeklini kaybetmeye başlamıştı.
“Sakinleş Yuki.” Sinirim tepe noktasına geldiğinde bir şey
arkamdan bana sarıldı. Sıcaklığı beni rahatlattı ve sinirimi ilkbaharda eriyen
bir kar gibi eritti.”
“Lefi...” diye seslendim beni saran kıza. Çenesini omzuma
dayayıp tam kulağıma fısıldayabilmek için parmak uçlarındaydı. Bu alışkın
olduğum nedenini bilmediğim bir şekilde çok rahatlatıcıydı.
“Sakin ol.” diye tekrarladı. “Çoktan amacına ulaştın.
Illuna’yı geri aldın ve ona zarar verenlere çoktan hakkettikleri dersi verdin.
Buradaki işimiz bitti. Şimdi dönme zamanı.”
“...”
“Dahası, çok acıktım. Yaptığım şey enerjimi tüketti.
Yaptıklarımın karşılığını yemekle ödersin sanırım?” Öyle neşeliydi ki
gülümsüyordu.
“Tabii, bu gayet makul.” Cevap verirken ben de gülümsemeden
edememiştim. “Döndüğümüzde sana elimdeki en güzel tatlıdan vereceğim.”
“En güzeli mi dedin!? Kulağa çok hoş geliyor.” dedi.
“Beklentilerimi karşılayacaktır umarım değil mi?”
“Heh.” Diye yarım bir gülüş attım. “Saçmalama. Öyle güzel ki
tat alıcılarını öyle harekete geçirecek ki birkaç gün tatlıya doymuş
olacaksın.”
“B-Birkaç gün mü? Sanırım onu tüketirken biraz dikkat etmem
gerekiyor...”
Benimle her zaman olduğu gibi konuştuğu için karşılığını
vermeliydim. Ve sonunda zihnim her zamanki haline geri dönmüştü.
Sonunda kendimi sakinleştirmiştim.
“A-Araya girdiğim için beni bağışlayın ama... Bir şeytan
mısınız?” Bilinci açık haldeki tek insan bize doğru yaklaşıp çekingen bir
şekilde sormuştu. Diğerlerinin aksine, sadece dizlerinin üzerine çökmüştü.
“Ne istiyorsun, yaşlı adam?”
“B-Ben Raylow Lurubia, şehrin başkanıyım. Mütevazı
kasabamızı ziyaret etmenizin bir akrabanızı almak olduğunu düşünmekte haklı
mıyım acaba?”
“Öyle de denebilir. Bir piç küçük kız kardeşimi kaçırdı, biz
de bu yüzden onu almaya geldik.”
“Ç-Çok özür dilerim.” diye kekeledi adam. “Bunu telafi
edebilmek için sizi köşküme daveti etmek isterim.”
Ne alaka şimdi? Şeytan olduğumu bildiğinden eminim ve
şeytanlarla insanlar pek de iyi geçinemezler. Ne diye bizi davet ediyor bu adam
şimdi? Bir anlık düşüncelerimin sonunda adamın gergin bir şekilde Lefi’nin
gittiği yöne bakıp durduğunu fark ettim. Bir dakika, onu analiz mi ediyor?
Adamın istatistik tablosunu gözden geçirince fark ettim ki,
kesinlikle Analiz yeteneğine sahipti. Bir başka deyişle, Lefi’nin Yüce Ejderha
olduğunu biliyordu. Demek Lefi efsanelere konu olmak konusunda yalan
söylemiyordu. Böyle efsanevi bir yaratığın yanında nasıl yalaka birine
dönüşeceğini az çok anlayabiliyordum.
“Ne dersin Yuki?” Ejder kız bana doğru döndü. “Benim için
pek fark ettiğini söyleyemem.”
“Kabul ediyorum.” dedim. “Gitmeden önce kontrol etmemiz
gereken bir şey daha var.”
Illuna’nın isteğini henüz yerine getirmemiştim.