Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

17 Mart 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1638 Görüntülenme
Bu bölümü 39 Kişi beğendi.
Cilt 2

Neticeye Varmak - İkinci Kısım

“Yaşanan her şey için ne kadar özür dilesem az.” Demişti, kabul odasını gösterip karşımıza oturduktan sonra.

 

Altımıızdaki kanepe, köşkün geri kalanı gibi şatafattan uzak, daha mütevazıydı. Tabii ki bu, başkanın kötü bir iç mimar olduğunu söylediğim anlamına gelmez. Hatta, bu köşkü, az önce altını üstüne getirdiğim gösterişli, kötü dekore edilmiş eve tercih ederim. Bu haliyle daha saf hissettiriyordu.

 

“Eminim neden olduğumuz sorun canınızı çok sıkmıştır. Ve bunun için özür dilerim. Lütfen, bizi affedin.” diye devam etti. Sesinden bitkin olduğu anlaşılıyordu.

 

Köşkteki gezintimiz sırasında, başkanın adamları sürekli bir yerlerden çıkıp bize kılıçlarını bize doğrultup duruyorlardı. Onlara sakin olmalarını her bir seferinde söylemekten başka bir seçeneği yoktu. Bu olay öyle çok tekrarlanmıştı ki, onu anlamaya başlamıştım. Yani, bir düşünün. Onun yerinde olmak can sıkıcı olmalı. Ve en kötüsü de nasıl hissettirdiğini bilmiyor olmaktı. Öff...

 

“İnsan, Raylow, sanıyorum kim olduğumun farkındasın değil mi?” Lefi, adam gözlerini üzerinde gezdirirken, sözlerine karşılık verme inisiyatifini almıştı. Normalde konuştuğu tembelimsi konuşmak şeklinden eser yoktu. Sözleri öyle soğuktu ki sanki buzla kaplı gibiydi.

“T-Tabii ki” diye kekeledi başkan. Tedirginliğini gizlemeye çalışmıştı, ama başarılı olamamıştı. Yine de kaçırmıştı. “Sizin ve yanınızdakilerin kim olduğunun gayet farkındayım efendim.”

“O zaman atalarınla yapmış olduğumuz antlaşmadan haberin olduğunu varsayıyorum. Diğerlerine liderlik eden birinden böyle bir bilginin saklanması bana mantıklı gelmiyor.”

“Bir antlaşma mı? Ne?” Lefi beklemediğim bir terimden bahsedince bir kaşım meraktan kalkmıştı...

“Tam şu anda fark ettim ki seni de bu konuda bilgilendirmemiştim.” dedi Lefi. “Bir zamanlar savaşla geçen, her aptalın güç ve şöhret kovaladı uzun bir çağ vardı. Bir sürü savaşçı bana meydan okudu. Beyhude denemeleri çok çirkindi, onları değersiz görüyordum. Bu durumdan sıkılan ben, sorunun kökenini yok etmek istedim. Geldikleri yerlere, insan ülkelerine saldırmaya başladım. Çabalarım panikle karşılandı. Geçmiş insan kralları yıkımlarının aksi için ricada bulundular ve karşılıklı bir karışmama antlaşması imzalandı. Bahsettiğim antlaşma işte bu.”

 

An... ladım... Yani onlara öyle baskı yaptın ki onları, kendi işine yarayacak diplomatik yollarla anlaşmaya ittin. Tabii, bana çok mantıklı geldi bu.

 

“Bugünkü olayın sebebi olan genç bakire kendi kanım gibi gördüğüm biridir. Türünüz artık benim işlerime karışmayacağını söylemişti. Ama yine de, benim kanımdan birini kaçırdınız. Çok istediğiniz antlaşma, sizin tarafınızdan bozulmuş oldu. Eminim, günahlarınızın bedelinin ödenmesi gerektiğinin farkındasınızdır.”

“G-Gerçekten çok üzgünüm, ama bunu engellemek bir yana bilmemizin bile imkanı yoktu ki! Bu duruma sebep olan şahıslar haydutlardı!”

“Durumunuzla zerre ilgilenmiyorum. Antlaşmamızın ihlal edildiği gerçeği değişmiyor.”

“Sanırım öyle...” başkanın karşısındaki kız, yirmilerinin başındaki sıradan bir kızdan farksızdı. Yine de başkan korkudan bembeyaz kesilmişti. Yüzü donmuştu ve şapır şapır terliyordu. Dostum, olayların onun adına kötüye gitmesi, ona üzülmeme neden olmuştu.

“Ve bir telafi istememe rağmen, kabul etmeliyim ki arzu ettiğim pek bir şey yok. Ama, refakatçim için bu tam tersi olabilir. İsteklerini karşılamak için elinizden geleni yapmanızı bekliyorum.” Lefi, konuşurken yan gözlerle bana bir bakış atmıştı.

 

Bir dakika. Tüm bu tehditler bi aldatmaca mıydı? Sanki işimi bayağı bir kolaylaştırmaya çalışıyormuş gibi gözüküyordu.

 

“Bugün, her zamanki halinden daha becerikli görünüyorsun.” dedim. “İyi misin?”

“Asaletime rağmen hala beni işe yaramaz ve tembel olarak yaftalamaya devam etmen beni gerçekten gücendirdi. Az önce sana, unvanımı ne kadar hak ettiğimi gösterdim.” dedi. “Ve Yuki, önüne sunduğum bu fırsatı son hedefini tamamlamak için kullanmanı öneririm.”

“Ah, tabii...”

 

Yüce Ejderha, saçma konuşmamızdan dolayı şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş başkana doğru döndü ve konuşmasına devam etmeden önce boğazını temizledi. “İsteklerini kendisi söyleyecek.”

“Ahhh... Evet, tabii.” Lefi beni beklemediğim bir duruma sokmuştu, bu yüzden başkanla konuşmadan önce kendimi toparlayıp derin bir nefes aldım.

 

“Öncelikle, ölmek istemiyorsanız bizim işlerimize burnunuzu sokmayın.” Diye tehdit ettim. “Beni de Lefi’yi gördüğünüz gibi görebilirsiniz. Benimle uğraşmayın. Mazeretinizin ne olduğu umurumda değil. Eğer bir daha böyle bir olay yaşanırsa, boğazını yerinden sökerim.”

“A-Anladım.” dedi başkan. “Uğursuz Orman ormana bir daha asla girilmemesi için elimden geleni yapacağım.”

 

Uğursuz Orman mı? Sanıyorum yaşadığımız ormana bu ismi takmışlardı. Böyle kötülük çağrıştıran bir ismi olduğunu hiç düşünmezdim.

 

“İkinci istediğim şey ise kölelikle alakalı. Saldırdığım köşkte bir sürü kız gördüm. Onları teslim edin. Ve hazır eliniz değmişken şehirdeki diğer köleleri de serbest bırakın. Konuşurken Lefi’ye bakıyordum. Bu bir tür sinyaldi. Eğer başkan fikrimden hoşlanmazsa diye ejderhaları havalandırmasını istemiştim. Tüm bu olanlar kendimi kurnaz yaşlı bir tilki gibi hissettirmişti. Yaptığım şey Lefi’nin nüfuzundan yararlanıp başkana istediğimi yaptırmaktı. Belki de söylediğim her şeyin sonuna tilki şakaları eklemeye başlamalıyım.

“İstediğin her şey bu mu?” diye sordu başkan.

 

Bir dakika. Ne? Nasıl yani? Neden bu kadar işbirlikçi davranıyor? Tam şu an sinirlenip karşı koymaya başlaması gerekmez miydi?

 

“İsteklerimin bu şehrin sınırlarındaki her bir bireyi kapsadığının farkındasın değil mi?

“Farkındayım. Mümkün olan en kısa sürede bu işi halledeceğim.” diye yanıtladı başkan. “Ulaşım için bir şeye ihtiyacınız var mı? İhtiyacınız varsa sizin için birkaç araba hazırlatabilirim.”

“Ahhh...” Odadaki ejderhaya döndüm. “Hey Lefi, sence ejderhalar onları taşır mı?”

“Eğer taşınacak kişi sayısı üç yüzü geçmediği sürece basit bir şey.”

“Taşıma konusunda sıkıntımız yok.” diye başkana döndüm. Üç yüzün üzerinde olduğundan şüpheliydim. En azından ummuyordum. Bu gerçekten büyük bir sorun olurdu.

“Anlıyorum. Hemen size getirilmesini emredeceğim. Eğer her şeyi yoluna koyana kadar burada beklerseniz sevinirim.” İsteğimi duyan başkan hızlıca odadan çıktı ve yardımcılarından birine seslendi. “Alto!”

 

Ve böylece şehre yaptığımız saldırı sona ermişti. Bu, başka bir dünyadaki ilk baskınımdı ama hiç beklediğim gibi sonuçlanmadığını söylemeliyim.

 

***

 

“Ve işte gidiyorlar...” ben, Raylow Lurubia, ejderlerin uzaklaşmasını seyrederken sandalyeme gömüldüm ve derin bir oh çektim. Bu geceki tecrübeyi tek bir kelimeyle anlatacak olsam, korkunç derdim.

 

Bir değil, bütün bir grup ejderha ile karşı karşıya olduğumuzu söyledikleri anda Yüce Ejderha’nın da aralarında olduğunu tahmin etmiştim. İşte, varsayımım tam isabetliydi. Efsanevi ejderhanın ortaya çıkışı beni şaşırtmıştı. En çılgın rüyalarımda bile böyle güzel bir bakire formunda olacağını tahmin edemezdim. Ama içi dışı bir olduğunu biliyordum. Gücü, başka birine ait olamayacak kadar büyüktü.

 

Geçmişte sade bir gezgindim. Eğer savaşta kendimi çok kez kanıtlamamış olsaydım başkan olamazdım. Alfyro başkentten çok uzaktı. Hatta sınır şehirlerinden biriydi. Ama öyle olsa bile, başarılarım kayda değer olmasaydı iktidara yükselemezdim. Savaştaki başarılarım, karşıma çıkan düşmanlarla olan güç farkını ayırt etmem sayesindeydi. Bu yetenek gezginlik günlerimden gelmiş bir yetenekti.

 

Bir bakışta Yüce Ejderha’ya rakip olamayacağımı anlayabilirdim. Benden öyle güçlüydü ki bu güç seviyesinde ondan başka birisi olamazdı. Bakışlarının yarattığı korku, bu zamana kadar savaş alanlarında tecrübe ettiğim herhangi bir şeyden daha büyüktü. Eğer dikkati bir an elden bıraksaydım, muhtemelen bayılırdım.

 

Ve bir de, kendisi yeterince korkunç değilmiş gibi, yalnız gelmemişti. O çocuk da onunlaydı.

 

Kapkara saçları öyle tekinsizdi ki karanlığın şekil bulmuş hali gibiydi. Gözlerinden biri aynı korkunç renkteyken, diğeri sanki kana daldırılmış gibiydi. Tüm özellikleri bir yana, gözleri en akılda kalır özelliğiydi. Hafızama canlı bir şekilde kazınan keskin bir parlaklığı vardı. Ve Yüce Ejderha kadar korkutucu olmamasına rağmen, o bile kalbime korku salabilmişti.

 

“Bir İblis Lordu gibi duruyordu... O ve zindanı, muhtemelen yakın bir zamanda Uğursuz Orman’da doğmuştu.”

 

Adamı tekrar hatırlayınca parmak uçlarıma kadar ürperdim. Bunun sebeplerinden biri, Yüce Ejderha’ya olan davranışından kaynaklanıyordu. Sadece bu bile dehşete sebep olabilecekken, bundan fazlası da vardı. Emrindeki kurt, yine efsanelerde geçen yaratıklardan biriydi, bir fenrirdi. Yüce Ejderha olmadan bile şehri yerle bir edebilirdi. Eğer bize saldırmış olsaydı, beni ve adamlarımı darma duman edeceğinden şüphem yoktu. Ama neyse ki hem o hem de ejderha mantıklılardı. Onlarla kılıçla değil, sözlerle savaşabilmiştim. Bir anlaşmaya varmaktan memnundum.

 

“Lanet olası domuz...” olaya sebep olan adamın yüzü aklıma gelince bir küfür savurdum. “Bana bayağı bir soruna neden oldun.”

 

Bu baskının bana tek faydası, şehrin domuz ve çetesinden kurtulmuş olmasıydı. Onlar tamamen, köküne kadar şehirden kazınmıştı. Domuz hayattayken, yüz otuz kiloluk devasa bir sorundu. Haydutvari yöntemlerle köleler topluyor ve onları dudak uçuklatacak fiyatlara satıyorlardı. Elleri her türden illegal işe bulaşmıştı. Ekibi bir suç sendikası gibiydi.

 

Durum böyleyken, onlardan kurtulamıyordum. Suçlarını ortaya çıkarmanın bir faydası olmuyordu. Soylularla derin bağlantıları vardı. Çoğu soylu, onu korumak ve adaletin ışığından uzaklaştırmak için güçlerinin yettiği her şeyi yapardı. Yaptığı gaddarlığı oturup izlemek dışında başka bir seçeneğim yoktu.

 

Domuzun itlafı dışında başka bir zarar verilmemişti. Neredeyse İblis Lordu’nun yaptıklarının zarardan çok yarar sağladığını söyleyecek durumdaydım. Ama bunun öyle olmadığı çok belliydi.

 

Sorun geçmişte değil, daha çok gelecekteydi.

 

Fırtına yaklaşıyordu. Yüce Ejderha’nın gücü insanlar için, bir zamanlar olduğu kadar korkutucu gelmiyordu. Bir sürü insan aç gözlülük yüzünden, Uğursuz Orman’ı işgal edip zengin kaynaklarını ele geçirmenin peşine düşmüştü. Ve şüphe yoktu ki bu düşüncenin destekçileri, ülkenin ordularını buraya yollayıp karşılık vermek için, bu olayı bir fırsat bilip kullanacaktı.

 

Ve yüreğimin derinliklerinde biliyordum ki bu, kendi mezarımızı kazmaktan başka bir şey olmazdı. Eğer kışkırtılırlarsa harekete geçeceklerinden şüphe yoktu.

 

Bölgelerine yapılacak herhangi bir istilayı ne pahasına olursa olsun engellemek zorundaydım, özellikle Yüce Ejderha’nın tek tehdit olmadığı şu durumda. İblis Lordu yükseliyordu.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Bayoku (55 puan) Üye
2021-04-26 14:09:25
Sanırım buralar b*k korkdu başkan.
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-17 10:32:26
Bölüm için teşekkürler.
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-06 03:12:00
Çeviri için teşekkürler.
ByBx (12 puan) Üye
2020-09-14 23:22:32
Tavuklu pilav ister diye tahmin ettiydim
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-26 00:48:41
Bölüm için teşekkürler
Damocles (222 puan) Üye
2020-07-07 11:35:05
Bu adamı sevdim mantıklı biriymiş. Elinize sağlık.
Labaroka (1294 puan) Üye
2020-03-17 21:58:43
Seri gittikçe güzelleşiyor. Emek verdiğiniz için teşekkürler.
Farazgul (7 puan) Üye
2020-03-17 17:55:10
Çeviri için teşekkürler.
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-03-17 17:29:15
Çeviri için teşekkürler. İblis Lordu Yükseliyor :)