Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Eve Dönüş
“Pekiii... Şimdi ne yapıyoruz?” Zindanın girişinde
dikilirken, şehirden getirdiğim kızlara söyle bir baktım. Biz yokken saldırıya
uğrayabilir diye endişelendiğimden zindanın girişini büyük bir kayayla
kapatmıştım. Ama geri dönünce kaya envanterime geri dönmüştü.
Bana baktıkça korkudan titreyen yirmi küsur kadar köle kız
birbirlerine sokulmuştu. Onlara hiçbir şey söylememiştik; neden birden Uğursuz
Orman’ın derinlerine götürüldüklerini bilmiyorlardı. Tabii ki, Illuna aralarında
değildi. Uzun bir gün geçirmişti ve tüm bu kaçırma olayları onu tamamen bitkin
hale düşürmüştü, bu yüzden eve gelir gelmez onu hemen yatağına yolladım. Aynı
şekilde Shii de derin uykudaydı. Vampirin dönüşünden dolayı öyle
heyecanlanmıştı ki sızana kadar zıplayıp durmuştu. Bir başka deyişle zindanın
iki dövüşemeyen sakini birlikte rüyalar alemine dalmıştı.
“Sanıyorum kararlarının sonuçlarını düşünmedin değil mi?”
“Evet, aşağı yukarı öyle.” diye yanıtladım. “Aslında bunu
tamamen unuttum.”
“...Hiç şaşırmadım.” diye mırıldandı Lefi. “Yaptıkların
hakkında uzun uzun düşünüyor gibi gözüksen de, aslında o anda doğrudan aklına
ilk gelen şeyi yaptığını biliyorum.”
Beni iyi tanımışsın Lefi. Dudaklarımın kenarları hafifçe
yukarı kalktı.
“Ah tabii ya!” Aklıma gelen fikirle kalabalığa yüzümü
döndüm. “Hepinizin yakalanıp köleleştirildiğini biliyorum. Bunlar olmadan önce
hepinizin evi vardı değil mi?”
Çoğu hala korkudan tir tir titriyor gibi gözükse de
sözlerimin ardından bir heyecan dalgası dolaşmaya başlamıştı. Birbirleriyle
fısıldaşıp ne demek istediğimi tartışmaya başladılar. Grubun içinden bir tanesi
ürkek bir şekilde bana doğru yaklaştı. Koç gibi boynuzları vardı ve tavırları
sakin ve ağır başlıydı.
“E-Evet, saygıdeğer iblis lordu. Çoğumuz memleketinden
uzakta çalışırken kaçırıldı. Ama onların bile dönebilecekleri bir yer yoktu.”
dedi titreyerek. Koyun kız, diğer kızlardan daha sakin gözüküyordu ama yine de
gergindi.
“Vay. Etkilendim gerçekten. Ne olduğumu nasıl anladın?”
“Manan tarafından taşınan özellikler ne olduğunu ayırt
etmeme yaradı.”
Hmm. Demek mana gerçekten de öyle çalışıyor. Bunu biraz fark
etmiştim ama birinin doğrulamış olması iyi olmuştu.
“Pekala, evi olanlar bu durumu aşabilmemiz için işimizi
gerçekten kolaylaştıracak.”
“Hey Lefi, ejderhalar onları ailelerine geri götürebilir
mi?”
“Basit bir iş.”
Yüce Ejderha göğe bakıp işaret parmağıyla bir hareket yaptı.
Hala havada süzülen emrindekiler daha alçak bir seviyeye birbiri ardına
indiler. İtaatkar olmaları gerçekten çok güzeldi ama onlara ne yapmıştı da bu
hale getirmişti? Cidden... Ne kadar disipliler...
“Yüzündeki ifadeden ne sormak istediğini tek bir bakışla
anlayabiliyorum.” dedi, bana dönerken Lefi. “Cevap gayet basit Yuki. Sadece
üstünlüğümü varlıklarının derinliklerine gömdüm. Kemiklerine kadar benden
başkasına itaat etmemeleri gerektiğini biliyorlar.”
Vay babanın kemiğine. Kız çıldırmış.
“H-Her neyse.” boğazımı temizleyip köle kızlara konuşmaya
devam ettim. “Bu ejderlere evlerinizin nerde olduğunuzu söylerseniz sizi en
kısa zamanda evinize götürecekler. Çok zekilerdir, bu yüzden yönünü
gösterirseniz herhangi bir sorun olmadan sizi ulaştıracaklardır.”
Kızların çoğu içten ölmüş gibiydi. Gözleri öyle boş
bakıyordu ki sanki dipsiz bir kuyuya bakıyor gibiydiler. Ama sözlerimi duyunca
bir kez daha umutla dolmuşlardı. Bir daha dönmeyi ummadıkları evlerine dönmeye
izin verileceğini fark edince hareketlenmiş ve heyecanlanmışlardı.
Kalan kölelerin hepsinin genç kadınlar olması köle
tacirlerinin erkekleri öldürmesi ya da umursamaması nedeniyle değildi. Aslında
baskın yaptığımız şehrin bağlı olduğu ülke bir savaşın tam ortasındaydı.
İblisler ve yarı insanların sıradan insanlardan güçlü olduğu biliniyordu, bu
yüzden esir alınan her erkek yaşı kaç olursa olsun savaşması için götürülüyordu.
Aynı şekilde yaşlı kadınlar da benzer şeylere maruz kalıyordu.
Bulundukları şehrin büyüklüğüne göre sadece yirmi küsur tane
kölenin olması iki sebepten biriydi. Diğer sebep ise meşrulukla alakalıydı.
Ülkede kölelikle alakalı tüm alışveriş yasadışıydı. Hem satın alma hem de satış
yapma yasaktı, pazardaki tüm köleler illegal işlerin ürünüydü. Bu yüzden de çok
az sayıda köle taciri bulunurdu. Köle alım satımıyla uğraşan organizasyonlar,
benim de bulunduğum zaman dağıttığım grup gibi, yer altı mafyalarının parçası
olanlardı.
Dostumuz bay başkan köle meselesini nasıl halledeceğini
bilemiyordu, bu yüzden hemen ona sunduğumuz hediyeye sarıldı ve onları bize
itelemiş oldu. Bu durum duygularımı karman çorman ediyordu... Aman neyse. Tüm
bu olanları Illuna’nın isteği olarak kabul edeceğim. Neredeyse hiçbir istekte
bulunmuyor, bu yüzden elimden geleni yapacağım.
“G-Gerçekten bizi evimize yollamak istiyor musunuz? Dedi
koyun kız şaşırmış bir şekilde.
“Evet, gerçekten sorun değil. Bizim de kaçırılan bir
arkadaşımız vardı, bu yüzden onunla aynı durumda olanlara da yardım etmek
isterim.” dedim. “Ah, gidecek yeri olmayanlar konuşmaktan çekinmesin. Bir
şeyler ayarlamaya çalışırız. Sizi buralara kadar ben getirdim, gbu yüzden
gidecek bir yeriniz yok diye sizi kapı dışarı etmeyeceğim ya da ormanın
ortasına sizi bırakmayacağım.”
Birkaç tanesine bakabilirdik. Ama çok fazla kalan olursa
sorun olabilirdi.
Kızlar tekrar aralarında konuşmaya başladılar, bu sefer daha
da gürültülü bir şekilde. Bir ya da iki dakika sonra aniden durdular. Düzgün
bir şekilde dizilip aynı anda hem derin bir saygıyla öne eğildiler hem de
konuşmaya başladılar.
“Hepimiz farklıyız. Irklarımız farklı ve geçmişte
yaşadıklarımız farklı. Ama hepimiz aynı zorlukları paylaştık. bu yüzden hepimiz
size minnettarlığımızı sunmak istiyoruz. Teşekkür ederiz. Bize gösterdiğiniz
merhamet için size çok teşekkür ederiz.”
***
“Tamam, bir grup daha gitti. Görünüşe göre geriye sadece siz
ikiniz kaldınız.” Bir grup daha ejderhanın uzaklaşmasını izledikten sonra kalan
iki kıza dönmüştüm.
“Borçlarımı her zaman tam olarak geri ödemem gerektiği
inanışıyla büyütüldüm.” dedi ilk kız. “Hizmetinizde olmaktan memnun olurum,
eğer sorun olmayacaksa tabii ki.”
Bu, arkadaşları adına öne çıkıp konuşma yapan, sakin ve ağır
başlı olan koyun kızdı. Boynuzlarının dışında gözüme çarpan diğer şey göz
kamaştırıcı beyaz saçlarıydı. Beline kadar uzanıyordu. Saçını beline doğru
takip ederken vücut hatlarının mükemmel olduğunu fark ettim. Vücudunun her
kısmı olması gerektiği gibi büyümüştü; tüm kıvrımları olması gerektiği gibiydi.
Vücut hatlarının bu kadar belirgin olmasının sebebi giydiği paçavralardı. Onun
için çok küçüklerdi ve vücudunun bazı bölgeleri belli oluyordu. Nereye
bakacağımı bilememiştim. Neyse ki bu durumu büyütmemişti ve bunu yerine umursamaz
bir şekilde hayatına devam ediyordu. Nasıl desem... biraz.. benden biraz daha
olgun gözüküyordu. Ondan bir abla havası seziyordum, demek istediğimi
anlamışsınızdır.
“Hmm... Şuradaki bir fenrir mi...? Diğer kız bir
hayvansıydı. Köpeklerinkine benzeyen kulakları ve kuyruğu vardı. Saçları, kısa,
kıvırcık ve kestaneyi andıran bir renkteydi. Koyun kızın aksine, hiç baştan
çıkarıcı bir havası yoktu. Bunu söylemem belki biraz kaba kaçacak ama bu Lefi,
Illuna ve bu kız aşağı yukarı aynı vücut hatlarına sahipti.
Yine de çok güzeldi. İkisi de öyleydi. Bir bakışla her
ikisinin de neden hedef olduğunu anlayabiliyordum.
“Evet, neden?”
“B-Biliyordum!” Diye heyecanlı bir şekilde bağırdı. “Ben de
kalabilir miyim!? Ne isterseniz yaparım! Lütfen!?”
“A-Ahhh... tabii... sanırım... “ bu ani coşkudan şaşırıp
gözlerimi birkaç kere kırpıştırmıştım. “Bunun sebebi Rir mi?”
Kurdun başına birkaç kez hafifçe vurarak ondan bahsettiğimi
gösterdim.
“Bizim için savaş kurtları, fenrirler tanrı gibidirler!
Dostum, çok mutluyum! Köyü terk etmeme değdi! Herkes bana kötü bir fikir
olduğunu söylemişti ama şimdi onlara bir fenrire hizmet ettiğimi söyleme şansım
var!”
“Tamam... senin adına sevindim...” kurt kızdan uzaklaşırken
başımı salladım. Napalım. Elimizde nevi şahsına münhasır bir başka kişi daha
var.
“Bunu duydun mu Rir?” Kurdu okşadım. “Senin bir tanrı
olduğunu söylüyor.”
İniltiyle birlikte bir kurt ne kadar yarım gülebiliyorsa o
kadar gülebilmişti. Seni çooook iyi anladım dostum. Eğer tanımadığım bir kız
bana tapınmaya başlasaydı ben de kafayı yerdim.
“Tamam o zaman... bir dakika. Doğru ya tanışma faslını
unuttuk. Ben Yuki, bu Lefi, ve bu da Fluffnir.” dedim işaret ederek. “Bir iki dostumuz daha var ama onlar çoktan
uykuya daldıklarından sizle yarın tanıştırırım. İsimleriniz neydi?”
“Benim adım Leila.” dedi koyun kız. “Lütfen bana nasıl uygun
görürseniz öyle seslenin.”
Konuşurken eğilmişti. Daha fazla eğilme lütfen. Gerçekten
bakmamam gereken bazı şeylere daha çok bakasım geliyor.
“Ben Lyuuinne Gyroll, bir savaş kurduyum. Bana kısaca Lyuu
derseniz sevinirim." dedi köpek kız. Bir erkek beyzbol takımını idare
edebilecek türde bir kız gibiydi. Bana, Power Pros oyunundaki Hamura’yı
hatırlatıyordu. Öyle gözüktüğü için değil tabii ki. Davranışları falan onun
gibiydi.
“Neyse.” dedim. “Eminim ikiniz de yorgunsunuzdur, bu yüzden
karmaşık işleri sonraya bırakalım. Şimdilik kendinizi evinizde gibi hissetmeye
çalışın.” dedim zindanın girişne doğru dönerken.
“Uhm, efendim...” koyun kız, düşündüklerini söylemeden bir
anlık tereddüt etmişti. “Bu sadece bir mağara değil mi?”
“Ne demek istediğini anladım ama merak etme. Sizi öylece
taşın üstünde uyutacak değilim. Göreceksin. Sadece beni izle.”
Mağaraya girerken yanımızdaki ikiliye bir bakış attım. Biraz
korkmuş gibilerdi ama çekinerek de olsa beni takip etmişlerdi. Ve böylece,
teyit edildikten sonra peşimize takılmış Lefi’ye döndüm. Yüzündeki ifade ve
tavırları, kendinden ve yaptıklarından gurur duyuyor gibiydi.
“Pekii... Ahh.. Lefi...”
“Evet? Ne oldu?” Cevap verirken bana dönmüştü.
“...” devam etmeden önce tuhaf bir şekilde susmuştum. “Bugün
için teşekkür ederim. Sen olmasaydın bunu başaramazdım.”
Bir anlığına duygularını göstermişti. Gayet şaşkın bir
biçimde bakarken, bu, birden minnettar bir yüz ifadesiyle kesildi. Ama hemen
ardından kendini beğenmiş bir gülümsemeye döndü.
“Sana sarılıp bir çocuğu sakinleştirir gibi sinirini
yatıştırdığım andan mı bahsediyorsun acaba?”
“...B-Bu hiç olmamış gibi davranabilir miyiz? Ciddiyim.
Lütfen!?” Rahatsızlığımı gösterecek şekilde sızlanmıştım. Tam incitebileceği
yerle oynamaya başlamıştı.
Tepkimi görünce candan bir kahkaha patlattı. Uzunca güldü
ama sonunda birden kesildi.
“Yuki, ben...” tam tersi bir ruh haline geçmişti. Daha içten
bir hale. “Yıllarımı tek başına geçirdim. Kendimi bildim bileli yalnızlık
içindeydim. Dünya sıradan boş ve sıkıcı geliyordu. Can sıkıntısı, tek
hissettiğim şeydi. Ve bunu normal bir şey olarak kabul etmiştim.”
“...”
Ona bir şey diyememiştim. Sözleri, olağanüstü gücünün
getirdiği yalnızlığı yansıtıyordu. Yüce Ejderha olarak geçirdiği zamanlarda
biriktirdiği hatıraları tasvir ediyordu.
“Ama artık bu böyle değil. Malum karşılaşmanın hemen
ardından günlerim değişmeye başladı. O gün, dünyamı rengarenk boyayan bir
insanla tanıştım. Bu dünyayı, hayal bile edemeyeceğim, türden renkle ve
tonlarıyla doldurdu. Yaşattığı şeyler öyle yeni ve hoştu ki kalbimin bir
parçası haline gelmişti.” Konuşurken doğrudan bana bakıyordu. “Ve bu yüzden
senden, dünyama renk getirmeye devam etmeni isteyeceğim Yuki.”
Konuşması biter bitmez gülmeye başlamıştı, sanki itiraf
ettiği şeyleri şakaya vurmaya çalışmıştı.
Ama biliyordum.
Ve bu yüzden kısa ve basit bir cevapla başımı eğdim.
“Her zaman.”