Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Deniz Sıçanlarını İmha Etmek
Düşman filosu çıplak gözle görülecek mesafeye gelene kadar
sancaksız kaldıktan sonra üzerinde tipik kurukafa ve kemiklerin olduğu siyah
bir şey yükseldi ve onların bir korsan grubu olduğunu tescilledi. Artık menzile
girene kadar kendilerini başka biri gibi tanıtmaya gerek duymuyorlardı; denizin
öte tarafından bize bağırmaya başlayan denizci şerefsizlerin gırtlaklarından
çıkan savaş çığlıklarının ardından siyah-beyaz bayrak, gözdağı açısından ikinci
sırada geliyordu.
Gemimizde bulunan çoğu denizci bir miktar gerilmişti ve iki
güç arasındaki sayı farkına bakıldığında gayet anlaşılırdı.
Pekala, ne yapsak? Carlotta bana onları korkutmamı
istemişti, ki açıkçası bu diğer seçenekten çok daha zordu... Batan saldırganlar
çok daha kolay olurdu, ama hasar vermeden gemilerini ele geçirmek, çok fazla
düşünme gerektiren bir işti. Belki de dördünden birini ibret olsun diye
patlatıp onlara teslim olmalarını söylemeliyim... Yok, bu berbat bir fikir.
Sadece sebepsiz yere bir gemiyi boşa harcamış olurum, özellikle enerjimin
bittiğini falan düşünüp teslim olmayı seçmezlerse.
“Bir dakika, sadece emin olmak için soruyorum, hasarsız
derken, gemileri mi yoksa üzerindekileri mi kastediyorsunuz?”
Tereddüt etmeden, “Gemileri.” dedi Carlotta “Sorumlu kişi
her kimse, onunla birlikte tayfanın üçte birini yakalamanı tercih ederim. Geri
kalanlara ne olduğu umurumda değil. İstediğini yap."
Sözleri öyle soğuktu ki, farklı hissetmiyor olmama rağmen
istemeden kendimi gülümsemeye zorlamıştım. Bir aziz değildim ve bir aziz olmaya
dair hiçbir niyetim de yoktu. Olabildiğince çok hayatı kurtarmak boş ve
peşinden gitmeye niyetimin olmadığı bir hayaldi. Bana kalırsa, eğer saldırmak
istiyorlarsa o zaman ölürlerdi. Nokta.
“Peki öyleyse, şu sinirli deniz kurtlarını balık yemi yapma
zamanı.” Her zamanki deniz ejderhası büyümü öylece yaptım ve bunu yaparak
korsanlar için cehenneme tek yönlü bilet almış oldum.
Büyü enerjisini ihtiyaç duyduğum suya dönüştürmek yerine,
ejderhaların yapımı için etrafımızdaki tuzlu suyu yükselttim. Bu sayede
vücutları öyle kalın olmuştu ki, yılansı gövdeleri kalyonun ana direğini bile
geçmişti. Toplamda sekiz inorganik yaratık kendilerini gemimiz etrafında
çevreleyerek, her an harekete hazır hale geldiler. Öyle yükseklerdi ki, az
sonra yutacakları zavallı korsanlara bakmak için boyunlarını aşağı bükmek
zorunda kalmışlardı.
Şu anda büyüyü yapmakta öyle ustalaşmıştım ki, bunun
hakkında bir aptallar için kitabı yazabilirdim. Bir süredir istediğim zaman
yapabildiğim bir şey olmuştu. Bir yanım ona olan takıntım hakkında bir şeyler
söylemek istiyor gibiydi, ama bu düşünce ortaya her çıktığında onu kovalamaya
hazırdım. Bende bir sorun yoktu. Ya da onda. Hatta tam olarak bu yüzden onu bu
kadar sık kullanıyordum. Çabuk ve kolay yapılabiliyor olmasının yanında hem
güçlü hem de düşük maliyetliydi. Onu isteklerime göre ayarlamam için ihtiyacım
olan tek şey, bir fikir değişikliğiydi. Suyun kenarında olduğu için fazladan
değerli olmasını hesaba katmasak bile mükemmel bir büyüydü. Böyle harika bir
büyü yarattığım için kendimle bayağı gurur duyuyordum. Ve en önemli kısmı ne
biliyor musunuz? Çok havalı olması.
“Bu da ne!?”
“Saldırı altındayız!”
Büyünün bana ait olduğunun hiç farkında olmayan gemimizdeki
bazı denizciler panik içinde çığlık atmaya başladı.
“O-onlar nedir komutanım?” Bir yandan en kötü korkularını
inkar etmesi umuduyla zırhlı leydiye sorusunu sorarken, kaptan bile ürkmüştü.
Carlotta, “Endişelenecek hiçbir şey yok.” diye karşılık
verdi. “Onları Maskeli yarattı.”
“Bu... saçmalık. O kadar saçma ki beni korkutuyor.”
Gözleri cansız yılanlara saplanmış kalmışken kaşından soğuk
bir ter damlası damlamıştı.
“Onları sevdiğine sevindim.” dedim. “Ama görünüşe göre henüz
seni tamamen ikna edememiş gibiler, o zaman sana aslında neler yapabildiklerini
göstermek zorundayım.”
Sekiz ejderha okyanusun yüzeyinde atıldılar, kurbanlarına
yaklaşırken ikişerden dört gruba ayrıldılar. Mesafeyi kapatmaları bir dakikadan
kısa sürmüştü, ki bu, beklenildiği üzere, korsanların tepki vermesinden çok
daha kısa bir süreydi. Sessiz, şaşkın bir hayranlıkla bakmaya devam ettiler, ta
ki kıyametin koptuğu ana kadar.
“Onları yiyin! Acımayın!”
Her bir geminin etrafındaki iki ejderha, emri verdğim anda
güverteleri süpürmeye başladı. Ağızlarını açtılar ve iştahla yakalayabildikleri
her korsanı yuttular. İçleri her zamanki gibi, yüksek hızlı mutfak robotu
olarak çalışan kumla doluydu ve yuttukları her bir adamı kısa sürede parçalara
ayırdı.
“Ne sikim şeyler lan bunlar!? Siktir siktir siktir!”
“Topların başına! Tereddüt etmeyin ve ateş etmeye başlayın!”
Bir kısmı paniklemiş ve koşuşturuyorken, diğerleri harekete
geçmeleri gerektiğinin farkına varmışlardı. Hem de çabucak. Başlangıç
senaryosunda onların saldırgan olmaları gerekirken, şimdi onlar vahim bir
savunma pozisyonuna geçmeye zorlanmıştı. Yavaş ama kesin bir şekilde hareket
etme yetilerini kazanmışlardı. Yılanlarıma, hem top güllesi hem de kılıç
şeklinde saldırılar yapılmaya başlanmıştı ama nafileydi. İki saldırı türü de
hiç hasar verememiş ve doğrudan sıvı vücutlarının içinden geçip gitmişti.
Karşılığında misilleme gelmişti. Ejderhalarım topları
yönlendirenlere dönmüş ve onları, yolda karşılarına çıkan diğer silah taşıyan
deniz sıçanlarıyla beraber bütün olarak yutmuşlardı.
“Vay canına, görünüşe göre tayfalarında çok sayıda büyücü de
var.” Birkaç düzine kurban verdikten sonra korsanlar, fiziksel saldırının
hiçbir işe yaramadığını fark etmiş ve nihayet büyüye dayanan savunma türlerini
denemeye başlamışlardı. Bazıları suya suyla karşılık vermeyi düşünmüş ve su
duvarları yapmışlardı. Bazıları ejderhaların temeli olan suyu buharlaştırmak
için ateş topları atmışlardı. Hatta üçüncü bir grup da rüzgar büyüsü kullanarak
gemilerini ters yönde hızlandırarak ejderhaların pençelerinden kurtulmaya
çalışmışlardı.
Ama hiçbiri en ufak bir başarı yakalayamamıştı. Benimkine
kıyasla onların büyüleri tamamlanmamış ve büyü enerjisinden yoksundu.
Ejderhalar zararsız ateş toplarını havalı olsun diye savuşturduktan sonra
doğrudan duvarların içine daldılar ve kaçaklardan çok daha hızlı ilerleyerek
onları yakaladılar. Dahası, görevlerini de bölüşmüşlerdi. Birisi güvertede
cinayet serisini devam ettirirken, diğeri başını bir hidra gibi bir dizi küçük
kafaya ayırdı ve topları kullanmak için açılmış deliklerden geminin içini
istilaya geçmişti. Doğal olarak bu ikinci yaklaşım, sadece gemiye en az hasarı
vererek fethetmek için alınmış bir karardı.
Her ne kadar beyinsiz bir kanlı bir saldırı içerisindeymişim
gibi görünse de, bu aslında hiçbir şekilde öyle değildi. Aslında Carlotta’nın
isteğine uymak için çok fazla korsan öldürmemek için dikkat ediyordum. Büyülü
üçte bir sayısını acıdığından söylediğini biliyordum ama gemileri yüzdürebilmek
ve geriye dönebilmek için adamlara ihtiyacı vardı. Çok fazla korsanı öldürmek
bu görevi imkansız hale getirmese de inanılmaz zor bir hale sokardı. Mantıklı.
Eğer Karayip Korsanları bana bir şey öğrettiyse bu, bu çağdaki herhangi bir
gemiyi kullanmak istiyorsanız, pek çok insana ihtiyacınız olduğudur.
Çok dikkatli olduğum bir diğer emir ise kaptanı yakalamaktı.
Benim gibi Carlotta’nın da, sorgulamak için onu tek parça halinde istediğini
biliyordum.
Bu tanıma uyan birini dört geminin içinde ararken, “Hmm...
bir bakalım... kaptan, kaptan... kaptan...”
mırıldanarak tekrarlamıştım. “Sanırım onu buldum.”
Bir süre sonra tayfasından daha çok sakin görünen bir adamda
karar kılmıştım. Kendilerini soktukları durumu düşününce çoğunlukla mantıklı
gelen emirler yağdırmaktaydı. Pekala, kelepçenin vakti geldi.
Onun gemisine saldırmakta olan su ejderhalarımdan biri
güvertedeki diğer heriflerle uğraşmayı bıraktı ve ona doğru dümdüz ilerledi.
Talihsiz bir ısırık sonrası kaybolmuştu.
“Kaptan!?”
“Hay sıçayım! Kaptanı aldılar!”
Hey, şuna da bakın! Galiba tahminim doğruymuş!
Taşırken onu öldürmemek için, onu yakalayan su ejderhasının
içindeki akıntıyı yavaşlattığımdan emin oldum. Yol boyunca su hapishanesinden
kaçmaya çalıştı, ama boşunaydı. Su altında olmak bütün çabalarını boşa
çıkarıyordu. Yakalandıktan sonra kendini güverteye kusmamak için tutmaktan
başka yapabileceği bir şey yoktu.
“Lanet olsun! Yemin ederim hepinizi öldüreceğim!”
Bir süre yuvarlandıktan sonra kendini artık dünyanın
dönmediği bir durumun içinde buldu. Bu yüzden doğal olarak kılıcına uzandı. Ve
yine doğal olarak, onu hizada tutmak için üzerine çıktım.
“Hey Carlotta! Sana kaptanı getirdim!”
“Harika iş. Askerler, onu bağlayın.”
Tam da bu an için bütün araç gereçlerini hazırlamış bir
şekilde bekleyen paladinler çabucak onu hem bağlamış hem de ağzını
tıkamışlardı. Yakalandıktan sonra bağırmaya ve kıvranmaya çalışmıştı ama
etrafta yuvarlanmak dışında pek bir şey yapamadığını fark etmişti. Pekala,
mükemmel. Artık direnirse ona yanlışlıkla çok sert vurup öldürmeyeceğim.
“Pekala, patronlarını aldık ve bir kısmını da temizledik.
Şimdi ne yapıyoruz? Sürüyü azaltmaya devam edeyim mi?”
“Hayır, sanırım onlardan yeterince öldürdün.” diye
yanıtladı. “Artık bize karşı, daha doğrusu sana karşı bir şansları olmadığını
anlamış olmalılar. Çağırdıklarını bir süreliğine durdurur musun?”
“Anlaşıldı patron.”
Emirlerimi aldıktan sonra soykırımımı erken bitirmek zorunda
kaldım ve ejderhalarımın düşman gemilerinin etrafında daire şeklinde
durmalarını sağladım. Eğer daha fazla direnişle karşılaşırlarsa saldırıya
geçmeye hazır oldukları belli olduğundan, ejderhaların pozisyonları korsanlara
bir teselli vermemişti. Yine de rahatlamışlardı ve güverteye çıkıp tayfa
üyeleri arasında bilgi alış verişi yapmaya başlamışlardı.
Bir oraya bir buraya gidip gelmenin ardından siyah
sancaklarını indirdiler ve yerine, teslim olduklarını gösteren beyaz sancak
çektiler.
***
Gemimizdeki denizcilerin ve dostlarımızın kalan korsanları
silahsızlandırması ve bağlaması için yaklaşık yirmi dakika geçmişti. Kısa bir
incelemenin ardından düşman gemilerini hasarsız ele geçirme görevimi aşağı
yukarı yerine getirdiğim sonucuna varmıştım. Topları tamamen imha edilmiş ve
küpeşteleri, demirbaşları ve malzemeler bir miktar hasar almıştı, ama ana direk
ve diğer önemli kısımları hala onları ilk gördüğümüz zamanki koşullardaydı. Eh,
bana göre bu yeterliydi. [1]
“Pekala korsan, iki seçeneğin var. Birincisi, tüm
sorularımızı cevaplar ve yaşarsın. İkincisi, sessiz kalırsın ve seni doğrarım.”
dedim. “Ah ve şüpheli şeyler denemeyi düşünme bile. Yaşaman ya da ölmen
umurumda bile değil.”
Hayatının, en azından benim için, tamamen değersiz olduğunu
belirtmek, adamın bana kindar bir bakış atmasına sebep olmuştu. Onu
soğukkanlılıkla öldürmekte tereddüt etmeyeceğimi onun da benim kadar iyi
bildiği açıktı.
Cıkladıktan sonra, “Peki ya adamlarım?” diye sordu.
“Konuşursam onların canlarını da bağışlayacak mısınız?”
Etrafta tuttuğum su ejderhalarını saymasak bile, korsanların
dezavantajlı bir durumda olduğu kaptan için de belirgindi. Karşılaşmamızın
başında sayıca bizden üstün oldukları kesin olsa da, cinayet serim durumu
tersine çevirmiş ve sayımızı onlardan fazla hale getirmişti.
“Bir korsan için adamlarına çok düşkünsün.” dedi Carlotta.
“Her ne kadar ağır iş cezasına çarptırılmayacaklarını garanti edemesem de,
tanrı şahidim olsun artık bir başka anlamsız katliama maruz kalmayacaklar.”
“...Peki. Ne bilmek istiyorsunuz?” diye sordu korsan.
“Bir çok şey.” dedi şövalye. “Ama her şeyden önce... sizi
kim tuttu?”
Tek kati bir soruyla Carlotta, doğrudan sorunumuzun kalbine
inmişti.
[1] Küpeşte: Bir iki farklı kullanımı varmış ama benim kullandığım
anlamı, gemi güvertesinde yanlardan dikey olarak çıkan, korkuluğumsu kısım.
Diğer anlamı; kayıkların gövdesinin en üst kısmını çepeçevre çeviren, gövdeden
biraz daha kalın kesim.