Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Komployu Çözmek - Kısım 1
“Bu ne anlama geliyor!?”
Poezahr’ın başkanı, çalışma odasına zorla girmemizin
ardından irkilerek tepki verdi. Tamamen hazırlıksız yakalanmış olmasına rağmen
en azından bir miktar sakin kalmıştı. Ayıklamakta olduğu dokümanı masaya koydu
ve sabit bir şekilde ayağa kalktı.
“Tuhaf. Bir kaçış girişiminin ortasında olacağınızı
düşünmüştüm.” dedi Carlotta. “Abel Lebriard, sorgulamak için sizi göz altına
alıyorum.”
Adamları odanın diğer tarafına ilerledi ve hızlıca başkanın
ellerini bağladı. Normalde faydalı olsa da şu anki durumda şövalyelerin hızlı
davranması pek bir farklılık yaratmamıştı. Abel ne çırpınmış ne de direnmişti.
Tutuklanması boyunca erdemli bir şekilde davranmıştı.
“...İstediğinizi yapın.” dedi.
Bu kadar uysal olması şövalyenin şaşırmasına sebep olmuştu.
“Galiba yakalanma ve sorgulanma fikriyle çoktan
barışmışsınız.” dedi Carlotta. “Bir suçlunun bunu yapmasını takdir ederim.
Zorla yakalama zahmetinden bizi kurtarıyor.”
Abel iç çekti. “Senin sefere katılacağını öğrendiğimden bu
yana bu fikirle barışmıştım. Bunca zaman bunun bir paravan olduğunu ve asıl
amacının eski ticaret yaptırımlarını ihlal ettiğime dair kanıt bulmak olduğunu
biliyordum.” Doğrudan Carlotta’nın gözlerinin içine baktı. “Sadece şunu bil.
Pişman değilim. Poezahr’ın tedarik zinciri başkentteki karmaşa yüzünden büyük
darbe aldı. Böyle bir durumda ticaret yaptırımlarını uygulamaya devam etmek
saflık olurdu. Majesteleri şunu bilmel---”
“Bir dakika. Dur. Bütün bu ticaret yaptırımlarını ihlal etme
konusu da nedir?”
Carloota kaşlarını çattı. Bir şeyler yanlıştı. İki tarafın
karşılarındaki durum hakkında birbirilerini anlama konusunda açık bir iletişimsizlik
vardı.
“Hı...?” Başkan ona boş, şaşkın bir şekilde baktı. “Beni
yakalama sebebiniz, sınırdan illegal bir şekilde mal kaçırmam değil mi?”
Bana mı öyle geliyor, yoksa o da bizim kadar şaşkın mı?
“...Görünüşe göre bir tür yanlış anlaşılma var.” diye
mırıldandı paladin.
Korsanların bizimle şans eseri karşılaşmış olamayacağı
hipotezine varmıştı. Saldırının olduğu yer normal rotalarının dışındaydı ve
zamanlaması, önceden tasarlanamayacak kadar mükemmeldi. Kaptanı sorgulayınca
şüpheleri doğrulanmıştı. Poezahr’dan birisi onları tutmuştu. Ne yazık ki,
gizemli şahıs görüşmeleri boyunca yüzünü gizlemiş ve kim olduğunu bilerek gizli
tuttuğundan, kaptan o kişinin kim olduğunu bilmiyordu. Ancak korsan
işvereninin, sesini tanıyacağından dolayı, bu kişinin Poezahr’ın karanlık
taraflarından biri olmadığı sonucuna varmıştı.
Dahası korsan bize, onları tutan kişinin açık bir sinyal
verdikten sonra yola çıktıklarını söyleyecek kadar ileri gidip, sadece tam
olarak nerede olduğumuzu bilmediklerini, ayrıca zindana saldırının ne zaman
biteceğini de bildiklerini de doğruluyordu. Ve tesadüf o ki, zindanı
temizlediğimiz zaman başkana haber vermek için bu dünyanın mors kodu alıcısı
eşleniğini kullanmıştık. Abel ve işbirlikçileri tam olarak ne zaman nerede
olduğumuzu hesaplayabilirdi, bu yüzden varır varmaz onu kaçmadan yakalayabilmek
için hızla buraya geldik ve köşke baskın yaptık.
İkisi konuşmaya devam ederken haritamı açtım ve başkanın
köşkünün içinde hiç düşman varlığı olmadığını fark ettim. Diğer yandan, büyük
kısmı kenar mahallelerde yoğunlaşmış birkaç tane düşman vardı. Muhtemelen saklandığı
yer orası, ha?
Detayları kontrol etmek istedim, ancak harita kendi başına
binaların içini görebilecek kapasitede değildi. Gerçi, hayal gücünü hesaba
katarsak seçeneksiz de değildim. Bir kem göz bütün bina ile alakalı sorunlarımı
çözerdi. Çok yardımcı oluyorlar.
Yardım kelimesi aklımdan geçtiği an bir şey fark ettim.
Köşkü ilk ziyaretimizde bize az çok yardımcı olduğunu düşündüğüm bir kişi
ortalarda yoktu.
Delirmediğimden emin olmak için çevremi tararken, “Hey
başkan,” dedim. “Kahyanıza ne oldu? Onu etrafta görmedim.”
Paladinler sorgulama amaçlı hepsini avluda topladığından,
Abel’ın hizmetçilerine iyice baktım. İçlerinde kahya yoktu ve başta bunun
sebebinin, efendisiyle ilgilenmekte olması olduğunu düşünmüştüm. Belli ki
yanılmışım.
“Kurwa’dan mı bahsediyorsun? Köşkün bir yerlerinde olması
lazım...”
Peki öyleyse. Adamın nereye gittiğini bilmediği açıktı.
Başkanın tek suçunun kaçak mal sokmak olduğu ortaya çıkınca, karmaşık bir
şekilde ortada olan parçalar yerlerine oturmaya başlamıştı.
“Galiba aramamız gereken adamı buldun.”
Vardığım sonucu hemen yakalayan Carlotta, avına atılmak
üzere olan bir avcı gibi gözlerini kısmıştı.
***
Hem haritamı hem de yolladığım kem gözün aktardığı görüntüye
bakarak, “Bu binanın içinde olduğundan gayet eminim.” dedim. Yeteneğin
detaylarını keşfetmelerini doğal olarak istemediğimden, ara sıra “odaklanmak”
için gözlerimi kapayarak bir tür normal yetenekmiş gibi göstermeye
çalışıyordum.
Liman ve kenar mahalleler arasında, depolarla dolu bir
yerdeydik. Hedefimiz olarak seçtiğimiz bina, kenar mahallelere daha yakındı ve
onu işleten kişiler binanın bulunduğu yerin avantajını kullanarak yakınlardaki
bir gemiye bir gözcü konuşlandırmışlardı. Eğitilmemiş bir göz için, adamların
sadece bu gemide güverteyi temizlemek ve yelkenleri havalandırmak gibi günlük
görevler yapıyormuş gibi görünebilirdi, ama nöbetçilik ve benzeri görevlerle
haşır neşir olmuş herhangi birisi, onların tüm dikkatlerinin depo ve çevresine
yoğunlaşmış olduğunu kolaylıkla anlayabilirdi.
“Çalışma zamanı millet.” dedi Carlotta. “Eğer Nell’in
övünmeyi kesmesini istiyorsak bütün işi Maskelinin yapmasına izin veremeyiz.”
Şakadan hoşlanmamış tek kutsal şövalye, grubun kıç kısmını
oluşturan kişiydi. Yüzü kızarmış ve memnuniyetsiz bir şekilde somurtuyordu, ama
onu iyi tanıyan birisi olarak, yüzünü soktuğu şekildeki kadar mutsuz değildi.
Çok tatlı...
Her zamanki gibi, işe koyuldukları anda şövalyeler hızla
hareket etmişti. Gözcüleri hallettiler, önde kalkanlı askerlerle binaya hızla
girdiler ve haydutlar daha panikleyemeden binanın kontrolünü ele geçirdiler.
Sanki bir tür özel hükumet birimi gibilerdi. Bir dakika... malım ben. Zaten
oldukları şey de bu.
Görünüşe göre bastığımız bina, sınırlardan insan kaçırmakta
olan kişilere ev sahipliği yapıyordu. İçerisi bir dizi sahte kimlikle birlikte,
üzerlerinde hem yerli hem yabancı soylu hanelerine benzeyen birçok arma bulunan
konteynerlerle doluydu. Tüm teçhizatları takipçilerini atlatmak, kontrol
noktalarındaki muhafızları kandırmak ve benzeri işlemler için özel olarak
hazırlanmıştı.
Yakaladığımız kişilerden birisi, ne tesadüf ki bir kahya
gibi giyinmişti. Aceleyle birleştirildiğinden dolayı, etrafındakilerden
belirgin bir biçimde daha az cilalanmış bir konteynerin içinde saklanıyordu.
Bulunmasının üzerine direndiğinden, dişlerinden birkaçı kalıcı hasar almıştı;
daha fazla ileri gitmesini engellemek adına bir kılıcın kabzasıyla ağzına
vurulmuştu. Benzer bir muameleden geçtiği için, yüzünün geri kalanı da pek iç
açıcı değildi.
Dalga geçer bir tonla, “Biraz acelen var gibi görünüyor.”
dedi Carlotta. “Nereye gidiyordun?”
“Az önce ne yaptığınızı biliyor musunuz!?” diye bağırdı.
“Ben soylu kanındanım! Sör Abel buna kesinlikle göz yummayacaktır!”
Carlotta, “Bu ilginç bir iddia.” dedi. “Tam olarak ne
olacağını bana anlatır mısın? Şehirden gizlice kaçmak için işini terk eden
birisinin değeri tam olarak nedir? Senin adına tam olarak kim büyük riske
girecek?”
Kahyanın ani tepkisi bir öfkeyle parlamak olmuştu, ama bir
süre düşündükten sonra, artık hiçbir şey yapamayacak bir durumda kaldığını fark
etmiş gibi görünüyordu.
“Peki, peki... konuşacağım. Sadece... beni çözün.”
“Bildiğin her şeyi anlatırsan bunu düşüneceğiz.” dedi
Carlotta.
“Bütün her şeyi Sör Abel’ın emirleriyle yaptım. Korsanları
alt etmenizin üzerine, kaçakçılıkla ilgili onu yakalayacağınızı fark etti, bu
yüzden bir kaçış organize etmem için bana emir verdi.”
“Demek korsanları arkamızdan yollayan kişi Abel’dı öyle mi?”
“Kesinlikle hanımım. Bunu çok düşünmeye gerek yok. Sizden
kurtulunca tüm sorunlarımızdan kurtulacağımızı fark etmişti.”
“Anladım.”
Carlotta kahyanın saçını yakaladı ve onu kaldırdıktan sonra
kafasını en yakındaki duvara geçirdi.
Adamın az önce çıkardığı acı dolu çığlığı tamamen
umursamayarak, “Bu kadar saçmaladığın yeter. Berbat bir aktörsün.” dedi.
Zavallı hizmetçiye öyle sert vurmuştu ki, burnu kırılmıştı. İki burun
deliğinden de fazla miktarda kan akmaya başlamıştı.
Kahyaya soğuk bir bakış atarak, “Sör Abel’la çoktan
konuştuk,” dedi. “Ve gerçekten de şurada burada birkaç olaydan dolayı suçlu
gibi görünse de onun korsanlarla hiçbir ilgisi yoktu. Bana doğruyu söyle.
Gerçekten kime çalışıyorsun?”
“Lanet olsun! Siktir git! Sen kilisenin piyonlarından sadece
birisin! Bu işin içinde bile değilsiniz!”
“Olduğum kişiden gayet memnunum.” dedi Carlotta. “Senin gibi
utanmaz bir soysuz olmaktansa kilisenin her isteğine itaat etmeyi tercih
ederim.” Gözlerine yakından bakabilmek için onu yukarıya kaldırdı. “Şimdi,
konuşacak mısın, yoksa şiddete başvurmak zorunda mı kalacağım? Gayet
sabırlıyımdır ve bütün el ve ayak parmaklarını kaybedene kadar bekleyebilirim.”
“Şeyyy... bana mı öyle geliyor yoksa o biraz korkunç mu?”
Devam eden sorgulamayı izlerken yanımdaki kıza fısıldamıştım.
“O... kesinlikle korkunç.” Kahraman sorumu gülerek
geçiştirmeye çalışmıştı ama bir süre garip garip gülmeye ve salağa yatmaya
çalıştıktan sonra vazgeçti ve kabullendi.