Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Deniz Kenarı Mangalı - Kısım 2
“Zindan gittikçe genişlemeye başladı efendim.” dedi Lyuu. Savaş
kurdunun elleri az önce ızgaradan alınmış bir karidesi soymakla meşguldü, ama
görev nispeten sıradan olduğundan, zihniyle birlikte gözleri de dolaşmaya
başlamıştı. “Artık kontrolün altında bu kadar gemiye sahip olduğun için, bu
zindanın dünyadaki en büyük zindan olabileceğini düşünmeye başladım.”
“Bir dakika, gerçekten mi?”
“Bence öyle,” dedi. “Ormanın bu kadarını ele geçirdiğini de
düşünürsek kesinlikle öyle görünüyor. Bir de denizi eklediğimizde sanırım öyle
olduğuna karar verebiliriz. Değil mi Leila?”
“Hmmmm...” Diğer hizmetçi sanki çok eski bir anıyı
hatırlamaya çalışır gibi bir parmağını çenesine götürdü ve kaşlarını çattı.
“Efendimizin zindanı hem Yalnız Ada’dan hem de Alevkaya Kümbeti’nden çok daha
genç. Maceracılar ilk bahsettiğimi dört yüz senedir, ikinci bahsettiğimi ise
kayıtlı tarihten bile eski zamanlardan bu yana ele geçirmeye çalışıyor. Ama
yine de haklı olduğunu düşünüyorum. Bu zindan hiç geçmişi olmamasına rağmen
kesinlikle en büyüklerin arasında.”
“Hmm... Bu hoş bir sürpriz.”
İlk olarak hep genişlemeye odaklandığımdan, zindan benim
hükümdarlığım boyunca çok büyümüştü. Uğursuz Orman’ın güney bölgesinin
tamamıyla birlikte kuzey ve doğu bölgelerinin de yarısında kontrol tamamen
bendeydi. Batı bölgesine el uzatmaya henüz başlamıştım, ama öyle olsa bile
elimde bulunan bölge miktarı devasaydı. Sanırım artık basit, sonradan görme bir
iblis lordu değilim. Zindanım büyük balıklarla aynı ligde oynayabilmem için
yeter de artar noktaya gelmişti.
Konuşurken bakışlarını gümüş saçlı bakireye çeviren Leila,
“Boyut dikkate alınması gereken tek faktör değil,” dedi. “Her şeyi hesaba
kattığımızda, bu zindanı fethetmenin diğerlerine göre çok daha zor olduğunu
rahatlıkla söyleyebileceğimize inanıyorum.”
Leila’yı bu sonuca götüren ejderha, iddialarının şaşılacak
bir şey olmadığını göstermeyen bir hal içerisindeydi. Adı geçen ejderha,
omzunda kendinden nispeten biraz daha uzun bir kızla etrafta yürüyordu, ki bu
en azından ilginç bir manzara oluşturuyordu.
“Sıkı tutun Nell. Düşeceksin.”
Eğreti ejderha binicisi, “Ç-çünkü çok fazla hareket
ediyorsun!” diye ciyakladı.
“Yaaaa, ben de atçılık oynamak istiyorum!” dedi Illuna.
“Atçılık!” diye tekrarladı Shii.
“...Bu saçma.” dedi Enne.
Beşi, kamara girişinin hemen yanında bir tür top oyunu
oynuyorlardı. Üç çocuktan oluşan ilk takım topu duvara vurmaya çalışıyor, Lefi
ve Nell’den oluşan diğer takım ise onları durdurmaya çalışıyordu.
“Mükemmel taktiğimize bakın çocuklar! Hepsini kapadığımızdan
artık hiçbir açıklık yok!”
Ejderha kahkaha atarken göğsünü gururla şişirmişi, ki bu
dengesini kaybedip, takılıp düşmesine sebep olmuştu. Doğal olarak omzunda
bulunan şahıs da aynı kadere mahkumdu.
“Neaaah!?” diye bağırdı ejderha.
“Aeeah!?” Diye
bağırdı Nell.
Enne’in haklı olduğu ortaya çıkmıştı. Sözde taktiklerinin
faydadan çok zararı olmuştu.
“Şey... İkiniz iyi misiniz?” diye sordu Illuna.
“T-tabii ki iyiyiz. Merak etme.” Nell kendini toparlamaya
çalışırken garip bir şekilde güldü, daha sonra ise bineğine kaşlarını çatarak
döndü. “Öfff Lefi... Beni deli gibi korkuttun!”
“Aaahhh...” ejderha bir elini yüzüne götürdü ve inledi.
“Özür dilerim. Böyle bir aksiliğin olacağını öngöremedim.”
Evet şeyyy... tabii. Söyleyecek bir şey yok cidden. Bu
kesinlikle senin hatan.
“Bence de öyle,” dedim Leila’nın önceki yorumuna karşılık,
“Onun bizimle olması bu zindanı en güvenli yer yapıyor. Gerçi şey... şu anki
hali onu pek de önemli birisi değilmiş gibi gösteriyor. Ve bu, istediği zaman
herhangi bir zindanı yok edebileceğini düşündüğümüz zaman, zindanlar ve iblis lortları
hakkındaki her şeyi değersizleştiriyordu.”
Garip bir gülüşle, “Yani şey... en azından işler zora
girdiğinde güvenilir biri oluyor, değil mi?” dedi Lyuu.
Leila herhangi bir sözlü cevap vermedi, ama aksine sadece
gülümsedi. Aynen. Görünüşe göre üçümüz de aynı şekilde düşünüyoruz. Lefi
istediği kadar şikayet edebilir, ama bu kadar salak olması kendi hatası.
Lefi ve Nell gerçekten iyi iki arkadaş olmuşlardı.
Kişilikleri en hafif tabirle gayet uyumluydu. Lefi her zaman liderliği ele alır
ve türlü saçmalıklar yaparken, Nell bütün süreç boyunca gülümseyerek,
“isteksizce” ona ayak uydururdu. Kocaları olarak onların bu kadar iyi
geçindiğini görmekten memnundum.
“Lefi ve iblis lortlarından bahsetmişken, aklıma size sormak
istediğim bir şey geldi,” dedi Leila. “Bir efsanede, sayısız savaşa girmiş ve
sayısız ülkeler fethetmiş, Ölüm Efendisi olarak bilinen inanılmaz güçlü bir
iblis lordunun bahsi geçer. Tıpkı Lefi gibi, o da yaşayan bir musibet olarak
düşünülür. Karşılaştırma kulağına gidince Ölüm Efendisi, Lefi’yi bir düelloya
davet eder, ki bu da onun anında yenilgisiyle sonuçlanır. Bunun gerçek olup
olmadığını biliyor musun?”
“Bir fikrim yok,” dedim, “Böyle durumlarda sözü geçen kişiye
sormak en iyisidir.” Düşüşten henüz kendine gelememiş ejderhaya elimi salladım.
“Hey Lefi, bir saniyen var mı?”
Nihayet ayağa kalkarak, “Ne için?” diye sordu.
“Hiç Ölüm Efendisi adındaki bir herifi eşek sudan gelene
kadar dövmüş müydün?”
“Ölüm Efendisi mi?” Alnını buruşturdu. “...Ah şu salak. Onu
hatırladım. Ben yokken yuvamı dağıtarak beni sinirlendirmişti. Sahip olduğu
yerleri yakıp kül ederek karşılık verdim. Ardından benimle yüzleşmediği için,
muhtemelen bu sırada telef olduğunu sanıyorum.”
Not defterini çıkarırken, “Bu ilginç, gerçekten çok ilginç,”
dedi Leila. “Sanırım bu sana bir düelloyla meydan okumadığı anlamına geliyor,
ya da geleneksel anlamıyla.”
“Vay be. Zavallı herif. Şansını deneyene kadar bayağı ünlü
biriymiş,” dedim. “Neden birileri sana sürekli meydan okuyup duruyor ki?”
Salaklar mı, en güçlü olmak istemeleri mi yoksa her ikisi de
mi bilemedim. Muhtemelen ikisi de.
“Bu, cevabını gayet iyi biliyor olduğun bir soru,” dedi
Lefi. “Bana diğerlerinden kat kat daha büyük bir meydan okudun.”
“Yani sayılır, ama pek de öyle değil. Bu sadece ilgimi ifade
etme şeklim. Onların aksine ben kendimi öldürmeye çalışmıyordum.”
“İlgini ifade etmek mi?” diye hıhladı. “Ne saçma. Bana
meydan okumak, ilgini ifade etmek için hiç de ideal bir yöntem değil.”
“Hı? Neden bu kadar katı davranıyorsun Lefi? Daha geçen gün
bana, efendimin seninle uğraşmasının ne kadar hoşuna gittiğini söylemiyor
muydun?”
“L-Lyuu!? B-bu o-o-o-o-ona açık etmemen gereken bir şeydi!”
Ejderhanın suratı domates gibi kızarmıştı. Öyle utanmıştı ki
konuşmakta güçlük çekiyordu.
“Vay vay vay, neler duyuyorum ben?” Ağzım kulaklarıma varmış
bir şekilde sırıtmaya başlamıştım. “Demek seninle uğraştığım zaman gerçekten de
hoşuna gidiyor ha? Ne... sıra dışı.”
Ayağının dibinde duran top bana doğru fırlatarak, “H-hemen
yüzündeki o pis sırıtışı kes!” diye gücenmişçesine bağırdı.
“Hoop! Dikkat et! Hala yemek yemeye çalışıyorum lanet olası!
En azından yemeğim bitene kadar bekle!”
Kalçamı çevirip saldırıdan kaçarken tabağımı sabit tutmakta
zorlanmıştım. Kaçabilmiş olmamın tek sebebi, tam da bu şekilde tepki vereceğini
öngörmüş olmamdı. Ahhh. Mükemmel öngörüme şükürler olsun.
“Bu senin hatan seni embesil!”
Giderayak son bir hakaret daha ettikten sonra benimle
uğraşmak yerine çocuklarla oynamaya devam etmek için arkasını döndü ve sert
adımlarla duvarın yanındaki pozisyonuna geri gitti. Ama sonuç olarak Lyuu’nun
sözlerini reddetmemişti.
“Lefi her zaman en şirin şekilde tepki veriyor,” dedi kurt
kız.
“Değil mi? Diye onayladım. “Bilgi sızdırma konusunda iyi iş
çıkardın bu arada. Eğer daha sonra bu yüzden peşine düşerse seni koruyacağım.”
“Gerçekten mi? Sağ ol efendim! Eğer sonrasında bana
sataşmaya kalkarsa sana güveneceğim! Ama çok endişeli de değilim. Onun benim
hakkında bildiğinden çok benim onun hakkında bildiğim olduğundan direkt
karşılık verebilirim!”
“Öyle mi...?” İkinci sınıf bir İtalyan mafyasına benzeyen
bir ses tonuyla konuşurken yüzümde kötücül bir sırıtış belirmişti. “O zaman
sana bir teklifim var. Ne diyorsun akıllı çocuk, ben seni göreyim, sen de beni
gör? Tek istediğim bildiklerinden birazını anlatmak. İyi bir anlaşma değil mi?”
“Kesinlikle kabul ediyorum efendim.” Lyuu adi, serseriye
benzer bir şekilde gülmüştü. “Ne bilmek istiyorsun?”
“Ah ikiniz...” Leila iç çekti. “İşte yine başlıyoruz...”