Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Şelale Altında Sırılsıklam Olmak
“İşte bu... Hayat budur...”
Nell’in tesadüfen kazanmış olduğu kaplıcanın taşlı dış
kenarına sırtımı yaslarken rahatlık ve keyifle iç çektim. Rahattı, hem de ne
rahat... Ortalama bahçe görünümlü kaplıcalardan öyle daha iyi hissettiriyordu
ki, rahatlığının inanılmaz etkilerinden gelip gelmediğinden şüphe etmekten
kendimi alamıyordum. Sonuçta en önemli özelliklerinden biri hissettirdiği canlılıktı.
Suyunun içinde oturmak enerjim sanki yavaş yavaş yeniden dolduruluyormuş gibi
hissettiriyordu. Of dostum... bu harika. Bunun içinde saatlerce oturabilirdim.
Sadece sınırsız sıcak su kaynağıyla bile tatmin olurdum.
Böyle bir şeyin evinizde olması tam bir lüks. Bana göre, kalıcı stat artışı
sadece pastanın üzerindeki kremaydı. Bu en iyi şey. Gerçekten hiçbir şey bunu
geçemez.
...Biliyor musunuz, şimdi düşündüm de Nell’in gacha şansı
gerçekten bayağı çılgınca ha.
“Bak Yuki, bu bir ahtapot!”
Illuna yanındaki bir havluyu almış ve onu, kocaman yuvarlak
bir kafa ve alt tarafı yayılacak bir şekilde kıvırmıştı.
“Vay be, bu gerçekten de bir ahtapota benziyor,” dedim.
“Lefi’nin de bunu görmesini isteyeceğim neredeyse.”
“Neden Lefi ahtapotları sevmiyor? Gerçekten lezzetliler...”
“Son konuştuğumuzda dokunaçlı kısımlarını sevmediğinden
bahsetmişti sanırım,” dedim.
Japonyalı biri olarak, şahsen ahtapot yemeyi severdim ve
neredeyse etrafımdaki herkes de öyleydi. Ama herkesin bizim gibi düşünmediğini
gerçekten anlıyorum. Batılıların onları sevmeme eğilimleri hep bir tartışma
konusu olmuştu. Dahası, onları anlamıyor da değildim. Ben de yumuşakça olmayıp
çok fazla bacağı olan şeylere karşı doğal bir tiksinti hissediyordum. Onlardaki
bir şey içimi sıkıyor ve beni bir döngüye sokuyordu.
Lefi ve ben bu şekilde hisseden tek kişiler gibiydik ancak,
Nell, Lyuu ve Leila’nın ürkütücü börtü böceklere karşı özellikle güçlü hisleri
yoktu. Çocuklar da tam tersi düşüncedeydi. Böcekleri seviyor gibilerdi ve
eğlence için kırkayak ve benzeri şeyleri yakalıyorlardı. Bunu bu dünyanın
sakinleri olmalarına yoracağım. Dostum, dünyalı olmayanlar çok güçlüler.
“Ahtapotlar kımıl kımıllar, değil mi?” Illuna parmaklarını
dalgaya benzer bir şekilde oynatarak dokunaç taklidi yapmaya çalışmıştı.
Ben de onun gibi yaparak, “Evet,” dedim.
“Ben de kımıl kımıl olabilirim!”
Suyun içinde yarı uyuklar vaziyette olan Shii, konuşmaya
dalarken biçim değiştirdi ve uzun, ince bir dokunaç şekline dönüştü.
“Vay canına! Bu harika!” dedi Illuna. “Hepimiz çok esneğiz!”
“Kımıl kımıl kımıl~” dedi Shii.
Illuna Shii’nin dokunaçlarının uçlarını dürtmeye başlayınca,
Shii gıdıklanıyormuş gibi güldü ve bir yandan da daha fazla kımıldanmaya
başladı. Hiç küçük kızların ve dokunaçların olduğu bundan daha şirin ve
sağlıklı bir sahne gördünüz mü? Ve siz bir şey demeden önce araya gireyim de
doğru cevabın sessizlik olduğunu söyleyeyim. Bu cevap beklemediğim bir soru, o
yüzden bağlamından çıkarıp garip yerlere çekmeyelim lütfen.
“Bir saniye...” gözlerimi yanımdaki iki kızdan çevirdim ve
üçüncüye, su kaynağının hemen altında oturan kıza baktım. “İyi misin Enne?
Orası biraz sıcak değil mi?”
“Su orada gerçekten çok sıcak,” dedi Illuna.
“Ben olsam haşlanırdım!” diye ekledi Shii.
“Ben iyiyim,” dedi Enne. “Meditasyon yapıyorum. Bir savaşçı
gibi.”
“Şey... Öyle diyorsan...” dedim garip bir şekilde gülerek.
Odadaki bütün ısının geldiği yer şelale olduğu için tam
altındaki yer herhangi bir yerden çok daha sıcak olmalıydı. Ama görünüşe göre
Enne gayet iyiydi ve sıcaklıktaki değişimi hiç önemsemiyordu. Bir dakika, bütün
savaşçıların şelale altında meditasyon yaptığı klişesini de nereden öğrendi o?
Bunu hiç söylemediğimden gayet eminim... Dostum... biliyor musunuz,
yapışkanların konuşamaması gerektiğini falan düşündüğümüzde, kızların içinde en
gizemli olanının Shii olduğunu düşünmüştüm hep---hatta insana benzer şekil
almak da dahil---ama Enne diğerlerine kök söktürmek için elinden geleni
yapıyordu. Şu noktada birincilik tacını alıp zindanın en gizemli küçük kızı
olabilirdi.
Enne’in iyi olduğunu doğruladıktan sonra arkama yaslandım ve
birkaç dakika daha gevşedim. Illuna ve Shii hal oyun oynadıkları için sessiz
değildi, ama soyunma odasından gelen ayak seslerini duymama yetecek kadar
sessizdi. Arkasından kıyafet hışırtıları ve şu andaki ekipman yuvaları tamamen
bomboş diyebileceğimiz Lefi’nin açtığı kapının gıcırtısı geldi.
“Ah, hey Lefi,” dedim. “Bir dakika, neden buradasın?
Diğerlerine temizlik için yardım etmen gerekmiyor muydu?”
Normalde bulaşık yıkama ve her şeyi yerine kaldırma ortak bir
görevdi; kimsenin ev işleriyle boğuşmaması için herkes kendine düşen görevi
yapıyordu. Ama bugün durum biraz farklıydı. İçinde hala sıcak kömürler bulunan
bir mangalı temizlemek bir çocuk için fazla tehlikeliydi ve böylece, ayak
altında dolaşmamaları için onları banyoya göndermiştik. Başta onlara katılmayı
planlamamıştım, ama görünüşe göre benim de onlarla gitmemi çok istiyorlardı ki,
daha üzerime düşen ev işlerini yapamadan beni çekiştirip götürmüşlerdi. Ben
yokken kişi başına düşen iş miktarının nispeten artması nedeniyle Lefi’nin
etrafı toparlama işinin ortasında olduğunu beklerdim.
“Kömürü kül kalmadığından emin olana kadar yakarak
kurtulacağımı söylememin ardından uzaklaştırıldım ve sana katılmam söylendi.”
Ejderha kaşlarını çattı. “Anlamıyorum. Sanki aşırı miktarda güç kullanıp gemiyi
ateşe vereceğimden korkmuş gibilerdi.” Şirin poposunu kaplıcanın hemen yanında
duş başlıklarının altında bulunan taburelerden birinin üzerine yerleştirdi ve
suyu açtı. “Bu kadar ihtiyatlı olmalarına gerek yoktu. Yanlış bir şey
yapmazdım.”
Yani duyduğum şey, her şeyi batırmadan önce ondan
kurtulmalarıydı. Aynen, bana çok mantıklı geldi. Nell ve hizmetçilerin vardığı
karardan gayet hoşnuttum. Eğer Lefi henüz elde ettiğim filoyu yanlışlıkla
yakmış olsaydı hiç de sevinmezdim.
“Ama bu ufak bir mesele. Umursamıyorum,” dedi, ikinci bir
tabureyi alıp arkasına yerleştirdi ve birkaç imalı bir şekilde üzerine birkaç
kez vurarak, “Başımı yıkamanı daha çok tercih ederim.”
“Bunu soracağını anlamıştım.” Ayağa kalkıp ona doğru yürüdüm.
Illuna “Vay canına! Yine saçlarını ona mı yıkatıyorsun!?”
diye sordu.
“Bu gayet doğal. Yuki bana sırılsıklam aşık oldu. Benim her
dileğime boyun eğecek,” dedi, kibirli bir sırıtışla. “Onun kontrolümde olmasını
kıskanıyor musun?”
‘Her dileğim’ kısmından pek de emin değilim. Aslında seni
dinlediğimden fazla seni göz ardı ediyor ve seninle uğraşıyorum...
“Hayır! Çoktan ben de benimkini yıkattım!"
“Ah. Ne noktaya kadar yaptı?”
“Gayet iyi iş çıkardı! Saçlarım şimdi ışıl ışıl!”
İkisi konuşurken Lefi’nin kafasını iyice ovaladım. Ona
arkadan bakmak, tam bir irade testiydi. Gözlerim, gümüş uzantılarının yapıştığı
cildine, yumuşak, parıldayan etine çekildi. Ona dokunmak, onu okşamak ve
sarmalamak istiyordum. Ama yapamayacağım biliyordum. Illuna’nın doğrudan bize
baktığını bilmek gözlerimin Lefi’nin başına odaklanmasını sağlıyordu.
Gerçi, özellikle tam olarak saçına dokunmakla aynı
çekicilikte olan saçlarına dokunduğum gerçeğini hesaba katarsak, başına bakmak
da pek bir işe yaramıyordu. Eğer iplerimi biraz bile gevşetirsem transa geçip
saçlarıyla oynamaya başlayabilirdim.
Çok çok kez birlikte banyo yapmıştık, ama garip bir sebepten
onun çekiciliğine alışamıyordum. Bu mümkün değildi. Lefi kalbimin küt küt
atmasına sebep oluyordu. Nokta.
“Neşelen Yuki. Genel anlamda hala kusurlu olsan da gurur
duyulacak yeteneklere sahip olduğunu inkar edemem. Baş yıkama yeteneğin
rakipsiz.”
“İltifatı kabul edeceğim, ama şunu söyleyeyim, birine kusurlu
demesini duymak isteyeceğim son kişi sensin.”
Lefi’nin başını köpürtmeyi ve her yerini şampuanlamayı
bitirdiğim anda Shii yaklaştı. Yapışkan hala aynı biçimdeydi; hala birkaç tane
dokunaca sahipti.
“Bak Lefi! Kımıl kımıllar! Kollarını uzattı ve onları diğer
kızın kol ve bacaklarına sarmaya başladı.
“B-bana ne dokunuyor!?” diye ciyakladı ejderha. “Shii!?
S-sesini ve dokunuşunu tanıyorum, a-ama bu şekilde dokunulmaktan hoşlanmıyorum!
K-kes şunu, d-derhal kes!”
Neredeyse tamamen hareketsiz kalmış olmasına rağmen
dokunaçların her hareket edişinde kıvranıyordu. Eğer yapışkana zarar vermek
istemiyorsa kafasına göre çırpınamayacağını biliyordu. Başının şampuanla kaplı
olması, gözünü açmasını engellediğinden, hiç de yardımcı olmuyordu. Göremiyor oluşu, diğer kıza durması için
bağırmasından da anlaşılacağı üzere, belli ki onu daha da rahatsız etmişti.
Aman aman. Gözlerimin önünde dokunaçlar tarafından saldırıya uğrayan güzel bir
kız var. Ne edepsizce. Gerçekten de ne edepsizce.
“Bravo Shii,” dedim memnun bir gülümsemeyle. “Lefi bunu
yapmandan çok mutlu, o yüzden devam et.”
“Gerçekten mi? Yaşasın! Devam edeceğim!”
“Onu dinleme! Seni kandırıaaa!? H-hiç de memnun değilim! Onun
aptalca gevezeliklerine dikkat etmemen senin için iyi olur!”
İtirazlarına rağmen yapışkan kız eğlenceye doyana kadar devam
etmişti.
Shii gittikten sonra, Lefi bitkin bir şekilde göğsüme dayandı
ve duş başlığı yavaşça işini yapıp saçlarındaki köpükleri durularken öylece
kalakaldı. Aslında saçlarını çoktan durulayabilirdim, ama bunu yapmadım ve
Shii’nin onu kavramasını biraz daha izleyebilmek için köpürtmeye devam ettim.
Şeyyyy, demek istediğim, onu çok önemsediğim için aşırı dikkatli olup köşe
bucağı temizlediğimden emin oldum. Evet, ondan.
“Böyle korkunç bir tecrübeye maruz kalırken boş boş oturup
izlemene inanamıyorum,” diye homurdandım. “Beni isteyerek durulamadığını gayet
iyi biliyorum.”
“Şey, özenli davrandığım ve sana ne kadar değer verdiğimi
göstermeye çalıştığım için özür dilerim.”
“Hıh... Kandırmana düşmeyeceğim. Tek yaptığın kelimeleri
kendi işine geldiği şekle sokmak.”
Bu suçlamayı ne kabul ettim ne de reddettim. Bunun yerine tek
yaptığım gülmekti.
Gülmem bitince ikimiz de konuşmayı kestik ve bir süre
sessizce zaman geçirdik. Hoş, sıcak bir sessizlik. Tek duyulan şey suyun akışı
ve çocukların kahkahalarıydı.
Kısa bir süreydi.
Ama kalbimi sevgi ve sıcaklıkla dolduran, huzurlu bir zamandı.
Cansız bir şekilde bana yaslanmaktan göğsüme iyice sokularak
adımı mırıldandı, “Yuki...”
“Ne oldu?”
“...Bir şey yok.”
“Ah hadi ama, beni böyle arada bırakma. Tek yaptığın beni
deli gibi meraklandırmak."
Sözünü sakınması onun için nadir bir olaydı. Normalde
doğrudan ve özüne kadar konuşan birisiydi, utandığı durumlarda bile.
Ama cevap vermedi. Bana gösterdiği tek şey yumuşak, hoş bir
gülümsemeydi. Kısa süre sonra bu da kayboldu ve yerini koca, yaramaz bir
sırıtışa bıraktı.
“Hizmet gören tek kişinin ben olmam adil değil. Benimkini
yıkadığın için ben de karşılık olarak seninkini yıkamalıyım.”
Tamamen durulanmıştı ve işim bitmişti, o yüzden ayağa kalkıp
bir adım geri attım.
“Y-yok, ben iyiyim,” diye kekeledim. “Çoktan kendi saçlarımı
yıkadım ben.”
“Böyle çekingenlik göstermene gerek yok. İlişkimizin geldiği
noktadan ötürü buna gerek yok.”
“Pekala, sen kartlarını kapalı oynayacaksan ben de sana açık
olacağım. Saçlarımı yıkamandan nefret ediyorum... Deli gibi canım yanıyor.
Saçımı son yıkadığında saç derimi yüzmeye çalışıyormuşsun gibi hissettim.”
“Merak etme. Gücümü kontrol etme sanatında çok daha
ustalaştım. Ve hiçbir acı hissetmeyeceğinden bir nebze de olsa kendime
güveniyorum.”
“Ben de saçlarımı yolacağına güveniyorum!”
“Bunun sebebi intikam arzuluyor olmam.”
“Vay be, şimdi de hiç niyetini saklamıyorsun ha!? Gizli saklı
davranmaya ne oldu!?”
Şikayetlerime rağmen, nihayetinde hakkımdan gelindi ve duşun
önünde oturmaya zorlandım. Banyonun, bir dizi acı dolu çığlığın ardından
avazımız çıkana kadar bağıracak noktaya gelene kadar gittikçe artan kızgın
bağırışlarla dolduğunu söylemeye gerek bile yok.
Bir başka deyişle, sıra dışı olmayan, her zamanki huzurlu bir
başka akşamdı.