Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Uçan Ada Üzerinde Randevu - Kısım 1
Uğursuz
Orman, uçan ada olarak bilinen çok tuhaf bir fenomene ev sahipliği yapıyordu.
Bulutların üzerinde olması bir yana, havada nasıl asılı kaldığı konusunda bile
hiçbir fikrim yoktu. Hatta düzenli bir yörüngede hareket ediyor gibiydi ve bazı
zamanlar belirli aralıklarla haftalarca kaybolurdu.
Bir
keresinde tek başıma keşfetmeye kalkmıştım, ancak tamamen patates olmuştum. Her
ne kadar ada zamanının tamamını Uğursuz Orman’ın kuzey ve doğu bölgelerinde
geçirse de içinde yaşayan canavarlar batıdakiler kadar güçlüydü; görünüşe göre
kendine ait izole bir ekosistemi vardı. Rir’i getirmemek bir hataydı ama başka
bir çarem de yoktu. Uçamıyordu.
Adada
geçirdiğim her an ne yazık ki tatlı canımı kurtarmak için kaçmakla geçmişti.
Üzerine indiğim anda canavarlar beni kovalamaya başlamıştı. Gerçi hala oraya
dönmek istiyordum. Manzara harikaydı ve benimki kadar maceracı bir ruha sahip
herhangi birinin gerçek bir uçan adayı ziyaret etmek istememesinin imkanı
yoktu.
Önceden
yaptığım bir miktar araştırma sayesinde ilgimi çeken şeyin yörüngesinin evimize
en yakın noktasında bulunduğunun gayet farkındaydım; yani bu, ikinci raunt
zamanı demekti. Ve bu sefer, dünyanın desteği arkamdaydı.
Yanımda
uçan Lefi’ye, “Muhtemelen bu, sana ne yapacağımızı söylemek için iyi bir
zaman.” dedim. “Planımız, uçan adaya ilerlemek ve manzarayı izlemek.”
“Demek
randevu için seçtiğin yer burası öyle mi?” Yukarı bakıp gülümsedi. “Kesinlikle
iyi bir seçim. Tadını çıkaracak çok fazla manzara var.”
“Değil
mi? İçimden kendi kendimi tebrik ettim. “Doğrudan oraya açılan bir kapımız
olduğunu düşününce şehre geri gitmek falan gibi bir ton başka şeyin üzerine de
kafa yordum ama alışveriş yapmayla o kadar da ilgilenmeyeceğini düşündüm.”
“Yanlış
bir varsayım. Biraz malzeme satın almaya ilgim var.”
“Saçmalık.
Güç bela bir şeyler pişirebiliyorsun.”
Bu
sözü kendi yemeklerini gerçekten kendileri yapan kişilere mi bıraksak?
“Buna
ihtiyacım yok. Leila’ya tanımlayabilme yetimin olduğu en iyi malzemeleri
sağlamak için sadece duyularımı kullanmam gerek.”
Bir
yanım itiraz edip süper keskin duyularını daha iyi işler için kullanması
gerektiğini ona söylemek istese de işe yaradıklarını inkar edemezdim. En
olgunlaşmış olanlarda olduğu gibi bozulan yiyecekleri de ilk fark eden hep
oydu.
“Her
neyse, muhtemelen keşfe çıkmayı tercih edeceğin sonucuna vardım, o yüzden işte
buradayız,” dedim. “Bayağı güçlü canavarlarla karşılaşabiliriz, ama sen varken
yakınımıza bile gelemeden kaçmaya başlayacaklarına bahse girerim.”
“Seçimin
gayet uygun. Bir adayı keşfe çıkmayı bir şehri ziyaret etmekten çok daha
eğlenceli buluyorum,” diye onayladı. “Üzerinde yaşayan canavarların korkutucu
olacağına dair beklentinde haklısın ama endişeye gerek yok. Bize meydan okumaya
kalkacak kadar aptal olacaklardan seni koruyacağım.”
“Aman
tanrım Lefi, çok yiğitsin! Seni çok seviyoruum!!!” Diye ciyakladım.
“...Seni
koruma işini sana bırakmamın benim için daha iyi olacağından şüphelenmeye
başladım.”
“Üzgünüm
hanımım. Sadece bir şakaydı. Eğer sizi herhangi bir şekilde kırdıysam özür
dilerim.”
Birden
tavır değiştirmemden şaşırmıştı ve bir süre şaşkın şaşkın baktıktan sonra
nihayet iç çekmişti.
“Bu
saçmalıklarına kendini nasıl bu kadar kaptırabildiğini anlamakta zorlanıyorum.”
“Sadece
şu anda çok mutlu ve heyecanlıyım. Randevuya çıktık ve hatta yanımızda Leila
yapımı öğle yemekleri bile var.”
Yemeğimizin
olduğu paketi çıkardım ve gururla havaya kaldırdım.
“Açıklaman
yeterliydi. Bana göstermek için çıkartmana gerek yoktu. Onu sana verirken ben
de oradaydım.” Alaycı bir şekilde gülümsedi. “Sakin ol Yuki ve yolculuğa
odaklan. Bir çocuk değilsin.” Gözlerini varış noktamıza çevirdi. “Hızlansak iyi
olur. Hala biraz mesafe var ve hızlanmazsak öğle yemeğinde orada olamayacağız.”
“Doğru
dedin. Gaza basıyorum.”
Cevabını
beklemeden hemen yanından ayrıldım.
“Bekle
Yuki, bu kadar acele hareket etmek zorunda olduğunu kastetmemiştim...” hızlanıp
arkamdan beni kovaladığından nazik, anaç bir şekilde söylenen bu sözler
rüzgarla birlikte geride kalmıştı.
***
Uğursuz
Orman’ın kuzey bölgesi boyunca uzanan sıradağların diğer tarafında kalan varış
noktamıza ulaşmamız yaklaşık bir saat sürmüştü. Öyle yaklaşmıştık ki, ara sıra
açılan bulutların arasından gölgesini görebiliyordum.
Heyecanlı
bir şekilde, “Sanırım onu görüyorum!” diye bağırdım.
“Evet
öyle,” diyerek onayladı Lefi.
Yükseldik
ve bulutların üzerine çıktığımızda gözlerimiz, herhangi bir yerden ayrık duran,
bulut denizi tarafından çevrilmiş, engin mavi gökyüzünün ortasında yalnız
başına duran harika bir kara parçasıyla karşılandı.
Sadece
tek bir bakış bile kalbimin tutku ve heyecanla atmasına yetmişti. Ellerimi
yumruk yaptım ve hayretler içerisinde bağırmıştım.
“Vay
canına... Laputa gerçekmiş! Başından beri gerçekmiş!” [1]
“Ne?”
“Hiçbir
şey.”
Bunu
söylemem gerekiyordu, tamam mı? Beni yargılamayın.
“Laputa...
Laputa... Bu, bir keresinde bize anlattığın hikayede bulunan gökteki kalenin
ismi değil miydi?”
“Hala
hatırlıyor olmana şaşırdım.”
“İlginç
bir hikayeydi. O kadar çabuk unutmayacağım.”
Zindanın
tüm sakinlerini gerçek bir Stüdyo Ghibli mavi tarikatçılarından biri yapmayı az
çok başarmıştım. Hepsi, çocukların
benden yatmadan önce masal anlatmamı istemelerinden kaynaklanıyordu. Kısa süre
içinde aklımdaki peri masallarını tükettim ve rastgele başka şeylere bel
bağlamak durumunda kaldım. Ghibli’nin işlerini anlatmaya başladım, ki aşırı
etkili olmuştu. Hikayelere bayılmışlardı ve uzun olmaları sebebiyle onları uzun
süre kullanabilmiştim. Onlara her gece hikayeden kısa bir parça anlatıyor,
kendimi kesiyor ve daha fazlasını öğrenmek için başka bir zamanı beklemeleri
gerektiğini söylüyordum. Dostum, Ghibli harika. Hikayeleri başka dünyalarda
yaşayanların bile kalbine dokunabiliyor. Vay anasını be. Yani, Lefi bile hala
Laputa’yı hatırlıyor. Ve bu etkileyici bir şey değilse başka ne etkileyicidir
bilmiyorum. Ve evet, eğer merak ediyorsanız Disney materyallerini de
kullanıyorum. Hepsi bu kadar da değil. Ara sıra bazı animelerden de bir şeyler
anlatıyorum.
Yavaş
yavaş yaklaşarak, “Geçen sefer buraya ulaşır ulaşmaz saldırıya uğramıştım,”
dedim. “Gerçi sen buradayken arkamızdan herhangi bir şeyin gelmeye
kalkacağından şüpheliyim.”
“Tabii
ki. Sonuçta bayağı korkutucuyum.”
“Değil
mi? Böcek kovucusunun vücut bulmuş hali gibisin.”
“Böcek
kovucu mu!?” Elektrikli bir farenin hazırlıksız yakalanması üzerine yüzünün
aldığı şekle benzeyen bir ifade yaptı.
11/10
“Söylemem
gerek, yüzünün bu halini gerçekten seviyorum.”
“Söylendiği
koşulları göz önünde bulundurduğumuzda bu iltifattan memnun olduğumu
söyleyemem,” diye homurdandı.
İçten
bir kahkahayla, “Evet, biliyorum,” dedim. “Her neyse, yere inmeye ne dersin?”
“Hemen
şunu kes Yuki! Memnuniyetsizliğimi gülerek geçiştiremezsin!”
[1]
Laputa: Studio Ghibli ve Hayao Miyazaki’nin başyapıtlarından biri olan Tenkū no Shiro Rapyuta, (İngilizce:
Castle in the Sky, Türkçe: Gökteki Kale) isimli anime filmindeki uçan adanın
ismi. Harika bir film. Hala Ghibli filmlerine şans vermeyen varsa çok şey
kaybediyor.
[2] Bahsettiği elektrikli fare Pikachu.
Pikachu’nun şaşkın ifadesini kastediyor.