Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yan Hikaye: Lyuu’nun Zihnine Bir Bakış
Lyuu yavaşça doğruldu, bir elini ağzına götürdü ve esnedi.
Yataktan çıkmadan önce her zamanki büyük gerinmesiyle devam etti.
Sabahın erken saatleriydi. Henüz doğmuş olan güneşin
kırmızımsı turuncu ışınları perdenin arasındaki bir boşluktan içeri sızıyordu.
Zindan sakinlerinin erkenci kuşu olduğundan, savaşkurdunu kadar erken kalkan
tek kişiydi. Leila bile hala kendisinin yanında bulunan yatağında uyuyordu.
Koyun boynuzlu iblis uyanmasıyla nihayetinde meydana gelecek
sahneyi hayal edince Lyuu kıkırdadı. Leila her zaman mükemmel görünüyordu.
Sanki gülümsemesi silinmeden her şeyi yapabilir gibiydi. Ama onun bile
zayıflığı vardı. Uyanmak bunlardan biriydi. Geçiş zorluydu ve genellikle
iblisin yataktan doğrulup kafası yavaş yavaş her zamanki hızında çalışmaya başlayana
kadar boş boş duvara bakardı. Lyuu’nun bildiği kadarıyla, onun güne yavaş
başlangıcı ve hala uyurken yüzünü süsleyen saf masumiyet ifadesi, mükemmel
zırhının üzerindeki sadece iki küçük gedikti.
Pijamalarından her zamanki üniformasına geçtikten sonra
onunla paylaştığı kişisel odasından çıktı ve ortak alana, odanın doğrudan
bağlantılı olduğu oturma odasına geçti.
Orada nişanlı olduğu adamı buldu. Pek iyi bir gece geçirmiş
gibi görünmüyordu. Ne o ne de başı O’nun göbeğine gömülmüş olan ejderha kız,
odanın ortasında uyuya kalmadan önce yataklarına gitmeyi başaramamıştı. Uyuma
pozisyonu tam bir faciaydı, yüzündeki ifade belirgin bir rahatsızlık
ifadesiydi, kolları ve bacakları her yere yayılmıştı ve küçük bir battaniyenin
sadece ufak bir kısmıyla örtülüydü. Hali o kadar komikti ki, onu yanlışlıkla
uyandırmamak için kahkahasını bastırmak zorunda kaldı.
Yanlarında bulunan masa oyununu üzerine basınca fark etti.
Parçaları hala her yere yayılmış durumdaydı. Hiçbiri kutusuna geri konmamıştı,
yani bu, ikisinin gecenin geç saatlerine kadar oyun oynayıp tartıştığı anlamına
geliyordu, her zamanki gibi.
“Böyle giderse bu ikisinin uyku alışkanlıklarını
düzelteceklerini sanmıyorum...” Müstakbel eşinin yanına gülümseyerek çömeldi ve
parmaklarını nazikçe saçlarında gezdirdi. Bir anlığına rahatlık ve neşenin
tadını çıkardı. Ama sonra ani, şiddetli bir kaygı dalgası hissetti.
Kaynağı, O’nun yanında uyuyan kızdı. O kadar güzeldi ki,
Lyuu onu ilahi bir şey olarak betimlemekte hiçbir çekince görmüyordu. Aynı
tanımlama kudreti için de söylenebilirdi. O’nu bütün tehditlerden sadece
parmağını şıklatarak koruyabilecek kapasitedeydi.
Aynı şekilde, kısa süre önce işine geri dönmüş olan diğer
eşi de aşırı güzeldi. Ona verilen her görevle başa çıkabilirdi ve alçakgönüllü,
vakur ve saf bir yapısı vardı ve davranışları genellikle karşı cinstekilerin
istediği gibiydi.
Öte yandan Lyuu, neredeyse hiçbir iyi tarafı yokmuş gibi
hissediyordu. Diğer ikisi kadar güzel değildi ve boyu posu, konuşmaya değecek
noktada bile değildi. Çoğunun arzuladığı kadınsı biçime sahip değildi ve göğsü
de kayda değerden çok hayaliydi. Sakarlığı da üzerine tuz biberdi; ev işi
yapmayı hiç beceremiyordu ve hatta ejderhanın varlığında bir oyun arkadaşı
olamıyordu. Diğer ikisine karşı olan iki avantajı kulakları ve
kuyruğuydu--Lefi’nin de kuyruğu olduğunu fark etmesinin üzerine avantaj
sayısını bire düşürmüştü.
Neden olduğunu anlayamıyordu ama Yuki fiziksel ırsi
özellikleri seviyor gibiydi. Sık sık onun kulaklarına ve kuyruğuna dokunmaya
çalıştığı için bakımlı olmaya daha çok özen gösteriyordu. Ama şu anda diğer
ikisinin ne kadar arkasında kaldığını fark edince bakımına daha çok gayret
etmesi gerektiğini ve tüyo için Leila’ya gitmeyi aklının bir kenarına yazmıştı.
Kulaklarının ve kuyruğunun her zaman en ipeksi halinde
olmasından emin olması için Yuki’nin büyü kullanarak dört dörtlük bir eşya
yapabileceğinden hiç şüphesi yoktu, ama ona sormaktan çekiniyordu. Bir kadının
çabaları, etkilemeye çalıştığı erkeğe açık edilmemeliydi. Onu daha çok sevmesi
için elinden gelenin en iyisini yaptığını anlamasına asla niyeti yoktu. Bu,
gerçekten çok utanç verici olurdu.
“Böyle bir sebepten bir savaşkurdu olarak doğduğuma
şükredeceğim hiç aklıma gelmezdi...” dedi.
“Nasıl bir sebepten?” diye cevap verdi.
“Uhya!?” Lyuu neredeyse dilini yutacaktı. “B-başından beri
uyanık mıydın efendim?”
“Hnnngg... hayır.” Gözleri yarı kapalıydı ve henüz
doğrulmuştu. “Şimdi uyandım.”
“Özür dilerim. Galiba benim hatamdı. Seni uyandırmak
istemedim.”
“Pekala, o zaman telafi et bakalım.”
Elini tutarken sırıttı ve Lyuu’yu yatağa çekti.
“N-ne!?” Diye ciyakladı. “Ş-şeyy.. Efendim...?”
“Öyle sıcak ve yumuşaksın ki... Senden harika yatak
olurdu...”
“B-ben bir yatak değilim efendim...”
Onun tarafından kucaklanmış olmak yüzünü kıpkırmızı yapmıştı.
Kaygıları onu henüz terk etmemiş olsa da, O’nun vücudunun sıcaklığı kalbini
yumuşattı ve ona, endişelerini dile getirecek kadar güç verdi.
“Şey... Efendim, bir şey sorabilir miyim?”
“Tabii, sor bakalım.”
“Benim eşlerinden biri olmaya layık biri olduğumu düşünüyor
musun?”
“Ha? Bu da nereden çıktı?” Şaşkın bir şekilde gözlerini
kırptı.
“Ben.. B-ben seni Lefi gibi koruyamam ve Nell bir kadın
olarak çok daha uygun.” Ağzını birkaç kez açıp kapadıktan sonra, nihayetinde
yavaş, kaygılı bir tepki verdi. “Ev işlerinde de Leila’nın olduğu kadar iyi
değilim. Başkası kadar güzel de değilim. Bu yüzden hep göze batıyor olduğumu
düşünüyordum...” söylediği her söz, giderek azalan bir canlılıkla söylenmişti.
Konuşması bittiğinde gözleri yaşlarla dolmuştu. “Benden iyi bir eş olmaz, değil
mi...?”
Kelimelerini toparlayabilmek için bir süre sessiz kaldıktan
sonra her zamanki haliyle karşılık verdi.
“Yani, evet. Pek güçlü değilsin, biraz sakarsın ve açıkçası
berbat bir hizmetçisin.”
“Hmm...” daha da hüzünlenmişti.
Çünkü dalgasını geçtikten sonra anlatmak istediği şeyi
yanlış anlamıştı.
"Ama bunun bir önemi yok,” dedi nazikçe.
“Var... çok önemi var...”
“Yok. Bir önemi yok. Sen Lefi, Nell ya da Leila değilsin.
Sen sensin.” Elini sıkmıştı. “Herkes farklıdır. Hepimizin güçlü ve zayıf
yanları vardır.”
“Ama benim hiç güçlü bir yanım yok! Sadece kulaklarım var,
hepsi bu!”
“Kulakların güzel ama sadece onlar yok.”
“Peki benim hakkımda başka neleri seviyorsun?”
Doğrudan gözlerinin içine baktı. Ve o da Lyuu’nun gözlerine
baktı. Korkmamış, gözlerini kaçırmamış ya da dalga geçmemişti.
“Her şeyden önce, kendine gülseler bile, başkalarını
güldürmek için elinden gelen her şeyi yapmayı umursamamanı seviyorum. Senin yanında
olmak eğlenceli ve senin burada olman her şeyi daha neşeli bir hale getiriyor.”
Lyuu bir duygu karmaşası içindeydi. Bir yandan, utancından
daha fazla duymak istemiyormuş gibi yüzü pancar gibi kızarmıştı. Ama diğer
yandan, kulakları dikilmişti ve daha çok övülmek için yalvarıyorlardı.
“Kişiliğinle ilgili en sevdiğim kısım bu, ama bu senin
hakkında sevdiğim tek şey değil. Ayrıca sesinin tonunu, kokunu ve kahkahanı
gerçekten seviyorum. Evdeki işlere biraz daha yardımcı olabilmeni tercih
ederdim ama aynı zamanda pek de umurumda değil. Bu konuda hiç ilerleme
katetmesen de sorun değil. Şu anki halinden yeterince memnunum.”
“Efendim...”
“Ah ve nasıl göründüğün hakkında endişelenmene gerek yok.
Gayet güzelsin. Kendini böyle hakir görmeye devam edersen diğerleri bunu her
söylediğinde gözlerini devirecek kadar kızacaklar.”
“G-gerçekten mi?”
“Gerçekten. Güzelsin Lyuu. Güzel olmadığını düşündüğüm hiç
olmadı. Ve haketmemek ve layık olmamak falan filan konusu... Açıkçası buradaki
en haketmeyen kişinin ben olduğumu düşünüyorum. Bir ikiyi geçtim, tam üç tane
mükemmel eş sahibi olmak beni bayağı geriyor.” Alayvari bir şekilde gülümsedi,
“Her neyse, işte düşüncelerim bunlar. Umarım seni neşelendirmeye yetmiştir.”
“Eğer hislerin bu şekildeyse, o zaman çok hoşnutum.” O’nun
göğsüne yaslandı. “Beni çok mutlu bir kız yapıyorsun efendim.”
“İyi. Hala biraz kaygılı hissediyor musun? Yoksa sahtekar
sendromu hala içini yiyor mu?” [1]
“Artık değil.” O’nun elini biraz sıktı. “Teşekkür ederim
efendim! Seni seviyorum.”
“Pekâlâ. Bu da hallolduğuna göre biraz daha uyuyacağım,”
Lyuu’nun saçlarıyla oynarken gülümsemişti. “Bana katılır mısın?”
“Tabii! Memnun olurum.”
İkisi uykuya daldığında konuşmaya üçüncü bir ses dahil oldu.
Yorgun bir sesle, “Eğer birbirlerine böyle tatlı tatlı
fısıldamak istiyorlarsa bunu yalnızken yapmalarını daha çok tercih ederdim...”
diye homurdandı Lefi. “Bunu dinlememeyi çok daha tercih ederdim.
[1] Sahtekar Sendromu (orijinali Imposter Syndrome): Bir
kişinin, becerilerinden, yeteneklerinden ya da başarımlarından şüphe ettiği ve
sürekli bir “sahtekar” olarak afişe olmaya dair bir iç korku barındırdığı
sendrom. Yeterliliklerine dair dış kanıtlar olmasına rağmen hala bu durumu
yaşayan kişiler, kendilerinin sahtekar olduklarına ve başardıklarını hak
etmediklerine ikna olmuşlardır.